Göktürkçe | Türkçe Açıklama |
---|---|
A | şaşalamayı anlatan bir edat — I, 39 |
ABA | ayı — I, 86 |
ABA | baba — I, 86 |
ABA | ana — I, 86 bkz. ana, apa |
ABA | başı dağlarda yetişip dağlıların yediği hıyar gibi dikenli bir ot; yer mürveri, Cannabis sativa. I, 86 |
ABAÇI | umacı, bununla çocuklar korkutulur; a ğır basma, kâbus — I, 136 |
ABAKI | bostan korkuluğu, I, 136 |
ABALI | bir şeyi az görme ve azımsama zamanında söylenen kelime — I, 137 |
ABARÑ | eğer anlamına şart edatı, I, 134, 399, 442; II, 209 |
ABIDMAK | gizlemek, saklamak — I, 216 bkz. ab ıtmak |
ABIDMAK | aç aç, karnı tok olmayan, I, 75, 79, 387, 452. 453, 517; II, 227 |
ABIMAK | gizlemek, örtmek. III, 250 |
ABITGAN | daima gizleyen, saklayan — I, 154 |
ABITMAK | gizlemek, saklamak, örtülmek — I, 206, 216 bkz. |
AÇ | çağırma, ünde, ünlem edatı — I, 35 |
AÇI | yaşlı kadın, hanım nine — I, 87 bkz. eçi |
AÇIG | nimet içinde yaşayış, I, 63 |
AÇIG | hanın bahşışı — I, 63 |
AÇIG | acı, acı olan her nesne; ekşi — I, 63, 279; II, 75, 299, 311; III, 272 |
AÇIGLIG | bolluk içerisinde bulunan (kimse) — I, 147 |
AÇIGLIG | ekşili, içine konanı ekşiten, I, 147 bkz. açıglık § açıglıg küp; içine konanı ekşiten küp, içinde ekşi bulunan küp — . I, 147 |
AÇIGLIK | acılık — I, 150 bkz. açıglıg |
AÇIGSAMAK | canı ekşi istemek — I, 279, 302 |
AÇIGSIMAK | ekşimek, acılaşmak — I, 282 |
AÇIK | büyük kardeş, I, 64 |
AÇIKLIG | tutmak iyi gıdalar ile beslemek — I, 63 , |
AÇIKMAK | acıkmak — I, 21, 190 |
AÇILMAK | açılmak — I, 193, 194; II, 71, 122 bkz. açl ınmak |
AÇIMAK | ekşimek, (yara, vücut) acımak — III, 252 |
AÇINMAK | doyumluk ve yem vermek, açınmak; açılmak; açar gibi görünmek. I, 199, 200 |
AÇIŞMAK | açmakta yardım ve yarış etmek — I, 180 |
AÇIŞMAK | ekşimek, acılaşmak — I, 180 |
AÇITGAN | daima ekşiten, acıtan, ekşitgen — I, 154 |
AÇITMAK | ekşitmek; acıtmak, I, 207 |
AÇLIK | açlık — I, 114 |
AÇLINMAK | açılmak — I, 256, bkz. açılmak |
AÇLIŞMAK | açılmak . I, 239 |
AÇMAK | açmak; aramak; fethetmek, I, 163, 354, 358; II, 188; III, 18, 217, 234, 235 |
AÇMAK | karnı acıkmak — I, 172, 283 |
AÇSAMAK | açmak istemek, I, 276 |
AÇTURMAK | açtırmak, I, 218 |
AÇUK | açık, I, 64, 94 |
AÇUKLUG | koçak, huyu güzel — I, 147 |
AÇUKLUK(G) | açıklık, I, 150, § yüz açuklugı; yüz gülümseyişi — ı, 150 § kapug açuklugı; kapı açıklıgı. I, 150 |
AÇURGAN | çok acıktıran, çabuk acıktıran. , I, 156; III, 68 |
AÇURMAK | acıktırmak, aç bırakmak. I, 268 |
AD | ipekli kumaş ve benzeri glbi dokuma cinsinden sanat eseri olan her şey — I, 79, bkz. ed, |
AD | iyilik ve uğur belgisi — I, 79 |
AD | bolmak iyilik getirmek — , 79 |
ADAK | ayak — I, 32, 53, 59, 65, 84. 165, 181, 182. 241, 268, 342, 353, 361, 380, 382, 522; II. II, 16, 112, 131. 137, 142, 146, 158, 190. 195, 209, 215. 247, 327, 364; III, 97, 276, 280, 288, 296, 307, 337, 421, 430, 435 bkz. ayak, azak |
ADAKLAMAK | ayağa vurmak — I, 304 |
ADAKLANMAK | ayaklanmak, ayak sahibl olmak — I, 293, 294 |
ADAKLIG | ayaklı — I, 147 |
ADAKLIK | üzüm çardaklarına ayak yapılacak ağaç — I, 149 |
ADAŞ | arkadaş, dost — I, 61, bkz. adaş — |
ADAŞ | arkadaş, dost — I, 155 bkz. adaş |
ADAŞLIK | dostluk, arkadaşlık; sadakat — I, 149 |
ADGIR | aygır — I, 18, 95, 152, 188, 234, 236; II. 96, 109, 153, bkz. ayg ır § ögütlüg adgır; dişisi bulunan aygır, I, 52 |
ADGIRAK | kulakları ak, vücudunun öbür tarafları kara olan erkek geyik; dağ keçisi tekesi — 1, 144 |
ADGIRLANMAK | aygırlaşnnak; aygır bulmak — I, 313 |
ADGUK | kim olduğu belli olmayan sığıntı adam — I, 99 bkz. aduk, aduk, agduk |
ADIG | ayık — I, 63 § esrük adıg; sarhoş ayık — I, 63 |
ADIG | ayı — I, 63, 84, 332 bkz. ayıg — |
ADIG | merdegi ayı yavrusu — I, 480 |
ADIGLIG | ayısı çok olan — I, 147 |
ADIKLAMAK | şaşalamak — III, 339 bkz. aduklamak — |
ADILMAK | ayılmak, I, 194 |
ADIN | başka, diger, ayrı — I, 45, 76, 98; III, 151, 222 bkz. ad ın, adruk, ayruk, edin |
ADIN | başka, diğer, ayrı, I, 45, 76, 98; III, 151, 222 bkz. ad ın, adrıık, ayruk, edin |
ADIRMAK | ayırmak — III, 228 bkz. edirmek, ödürmek, ödürmek, udurmak, üdürmek — |
ADIŞMAK | apışmak, ayrılmak. I, 181 |
ADMA | bırakılan, salıverilen, başı bo; — I, 129 § adma yılkı; yaşlı olduğundan yük vurulmayan hayvan — I, 129 |
ADNAGU | yabancı, başkası — III, 68 |
ADNAMAK | değişmek; bozulmak — I, 288 |
ADRI | buğday temizlemek için kullanılan araç, yaba, çatal, çatal de ğnek — I, 126; II, 22, 331 |
ADRI | butlug bacakları açık kişi, eğri bacak, I, 126 |
ADRIK | ayrık otu, Cynodon dactylon. I, 98, 113 bkz. ayr ık |
ADRILMAK | ayrılmak — I, 247 |
ADRIM | eğerin altına iki yana konan keçe, teyelti I, 107 |
ADRIŞ | ayrılış, ikiye ayrılan yolun başı — I, 96 |
ADRIŞMAK | ayrışmak, birbirinden ayrılmak — I, 233, 234, 270. bkz. ayrışmak |
ADRUK | başka, ayrı — I, 98 bkz. adın, adın, ayruk, edin |
ADUK | tanınmayan, bilinmeyen — I, 65 bkz. adguk, aduk, agduk |
ADUK | tanınmayan, bilinnneyen, I. 65 bkz. agduk, aduk, adguk |
ADUKLAMAK | tanınmamak, garip görmek, yadırgamak — I, 304 bkz. adıklamak |
ADUT | avuç — I, 50, 83 bkz. avut |
ADUTLAMAK | avuçlamak — I, 298, 299 |
AFILGU | bir deniz ağacı — III, 146 bkz. avılku |
AFTABI | kova — I, 432 |
AG | iki bacak arasındaki boşluk — I, 80 |
AGAN | er genizden laf söyleyen insan, genzek — I, 77 |
AGARTGU | Şerbet gibi buğdaydan yapılan içki, bir çeşit buğday birası — III, 442 |
AGDUK | bozuk, belirsiz, değişik — I, 65 bkz. aduk, aduk, adguk § agduk (ki şi); kim olduğu belli olmayan sığınti (adam) — I, 99 |
AGI | ipek kumaş (altın veya gümüşle işlenmiş sırmalı). I, 89; II, 153 |
AGICI | ipek kumaşları muhafaza eden kimse, hazinedar. I, 89, 136 |
AGIL | ağıl, koyun yatağı; koyun plsliği. I, 65, 73 |
AGIM | çıkım, yükselim — I, 75 |
AGIR | ağır — I, 52, 53, 99; III, 68, 247 |
AGIRLALMAK | ikram olunmak — III, 344 bkz. agırlanmak |
AGIRLAMAK | ağırlamak, ikram ve ihsan etmek, I, 53, 106, 300, 301; III, 344, 347 |
AGIRLANMAK | ağırlanmak, ikram edllmek; pahalı bulunmak — I, 291, 292; III, 344 bkz. ag ırlalmak |
AGIRLIG | ağırlanan; — I, 45, 146 § agırlıg kişi; ağırlanan adam — I, 52 |
AGIRLIK | ikram ağırlayış — I, 114 |
AGIŞ | yükseliş, ; ıkı; — I, 61 |
AGIŞMAK | yükseli; mek, çıkıçmak, çıkmakta yarış etmek, artırışmak; koğmakta yarış etmek — I, 185 |
AGITGAN | daima çıkartan, yükselten — I, 155, 156 |
AGITMAK | çıkarmak, yükseltmek — I, 212 |
AGIZ | agız — I, 43, 55, 129, 193, 195, 383; II. 6, 26, 175, 188; III, 102, 110, 247, 257, 339 |
AGIZLAMAK | ağza vurmak; ağız açmak — I, 302 |
AGLAK | ıssız, çorak, oturulmayan yer, boş. , I, 119, 468 § aglak yer; boş yer — II. 365 |
AGLAMAK | yalnız olmak, bo; olmak, III, 258 |
AGLATMAK | savmak, uzaklaştırmak, ıraklaştırmak, boşaltmak, I, 265; III, 365 |
AGMAK | çıkmak, belirmek; aşmak, yükselınek, ağmak; değişmek, başkala; mak, bozulmak, meyletmek, dönmek — I, 65, 167, 173, 309, 354; II, 43, 50, 61, 67, 68; III, 183, 219, 327 |
AGNAMAK | (hayvanlar) yatıp debelenmek; kekemeleşmek, dili tutulmak — I, 289 |
AGNATMAK | (hayvanları) yatırıp debelendlrmek; dili buruşturmak, dili ağırla; tırmak — I, 267 |
AGRIG | ağrı — I, 98 |
AGRIKANMAK | ağrısından şikâyet etmek — I, 213 |
AGRIMAK | ağrımak, I, 46, 273, 274; III, 169 |
AGRINMAK | ağrımak, acı duymak — I, 252 |
AGRIŞMAK | ağrışmak, sızlaşmak, I, 235 |
AGRITMAK | ağrıtmak — I, 261 |
AGRUG | süñügi omurga kemiklerinin önce geleni, birincisi, ilki, I, 98 |
AGRUK | pılı pırtı, ağırlık, yük — I, 99; III, 68 |
AGRUKLANMAK | (bir iş veya yükü) ağırsınmak, ağır saymak — I, 313 |
AGRUMAK | ağırlaşmak — I, 273 |
AGSAMAK | (çıkmak, yükselmek, ağmak) istemek, I, 277 |
AGTARILMAK | yere vurulmak, sarsılmak — I, 246 bkz. agtılmak |
AGTARMAK | aktarınak, devirmek, yenmek — II, 74 bkz. axtarmak |
AGTILMAK | yere vurulmak, sarsılmak, I, 246 bkz. agtarılmak |
AGU | agı, zehir, I, 89; III, 339 |
AGUJ | ağız, memeli hayvanların doğurduğu zaman verdigi ilk süt — I, 55 bkz. aguz |
AGUJLUG | agzı, ilk sütü bulunan kişi, I, 146 |
AGUKMAK | agılanmak. I, 191 |
AGULAMAK | ağılamak, I, 310 |
AGUZ | agız, memeli hayvanların doğurduğu zaman verdigi ilk süt — I, 55 bkz. aguj |
AĞAÇ — | I, 454 |
AĞURŞAK | ağırşak, I, 149 |
AJMUK | ak ; ap, I, 99 bkz. ıjmaklanmak — § ajmuk taz; başı şapla sıvanmış gibi kel I, 99 |
AJUN | dünya, âlem — I, 41, 77, 160, 179, 407, 420, 463; II, 228, 283, 303, 335; III, 41, 52, 288, 303. 378 § bu ajun |
AK | ak, beyaz, I, 81, 134, 258; III, 39 bkz. örüñ, ürüñ § ak at; boz renkli at — I, 81 |
AK | sakal saçı sakalı ağarmı; , kocalmış — I, 81 |
AKA | turmak akıp durmak — I, 73 |
AKI | eli açık, koçak, selek, cömert — I, 90 |
AKILAMAK | selek (cömert) saymak; selekli ğe (cömertliğe) nispet etmek, seleklemek — I, 310; III, 329 |
AKILIK | seleklik, cömertlik. III, 172 |
AKILMAK | şaşırtmak, şaşalatmak — I, 39 |
AKIM | akım, bir defada akacak kadar olan — I, 75 |
AKIN | sel, akıntı. I, 15, 77, 96, 156, 212, 377; III, 39, 61, 398 § munduz ak ın; birden bire gelen sel, deli sel — I, 77 § akın munduzı; deli sel — I, 96 |
AKINÇI | akıncı, geceleyin düşmanı basan asker, 1, 77, 134, 212 |
AKINDI | akıntı |
AKIŞMAK | akışmak — I, 186 |
AKITGAN | akıtan — I, 156 |
AKITMAK | akıtmak; göndermek — I, 212 |
AKIYAGAK | iç ceviz, iyi ceviz, I, 90 |
AKLIŞMAK | akı; mak — I, 88, 241 |
AKMAK | akmak, I, 15. 96, 168, 343, 377; II, 19, 45, 128, 228; III, 3, 39, 127, 159, 325. 398 |
AKRU | yavaş — I, 114 bkz. akrun — |
AKRU | akru yavaş yavaş — I, 114 |
AKRUN | yavaş — III, 361 bkz. akru |
AKTURMAK | aktırmak, akıtmak, I, 222; III, 17 |
AKUR | ahır, I, 7 |
AL | hile, al, I, 63, 81; II, 289; III, 412 bkz. yap, yup |
AL | hanlara bayrak, devlet adamlarının atlarına eğer örtüsü yapılan turuncu ipek kumaş, I, 81 |
AL | al renk, III, 162 |
ALA | acele etmeme anlamına bir kelime — I, 92; III, 26 |
ALA | ala, alaca; ala tenli, alaca tenli ki; l kl bir çe şit deri hastalığından vücudunda alacalar olur, apraşlık. I, 81, 91 § ala at; alaca renkli, ala, k ır at — I, 81 |
ALA | insanın içinde olan gizli ; eyler — I, 425 |
ALAÇU | alaçuk, çadır — I, 136 |
ALAÇULANMAK | alaçuk edinmek — III, 205 |
ALAÑ | alan, düz ve açık yer, I, 135 bkz. añıl § alañ yazı; düz ova — I, 135 |
ALAÑIR | geleni, tarla faresl — I, 161 |
ALARMAK | kamaşmak (göz); kızarmak, al olmak, ala olmak, alacala şmak, I, 179 |
ALARTMAK | belertmek (göz), yan bakmak — III, 428 |
ALAVAN | timsah — I, 140 |
ALÇAK | yumuşak huylu, ince ki; i, uslu — I, 41, 100 |
ALDAMAK | aldatmak — I, 273, 472 alduzmak malını elinden aldırmak, soyulmak — II 87 |
ALGU | alacak — I, 341 |
ALIG | kötü, fena, alık, I, 64, 384 |
ALIGSAMAK | almak istemek — I, 281 alık kuş gagası — I, 68 |
ALIKMAK | alçalmak; bozulmak, azmak; kötüleşmek — I, 191, 192 bkz. alkmak |
ALIM | alacak; borç, I, 44, 75, 168, 188, 209, 294; II, 72, 96, 159, 176, 185, 214, 294; III, 184, 251, 288 |
ALIMÇI | alıcı, alacaklı — I, 75, 409 |
ALIMGA | hakanın mektuplarını Türk yazısıyle yazan kimse — I, 143 bkz. ılımga |
ALIMLIG | alacaklı, alacağı olan adam, I, 148, 149, 240 |
ALIMSINMAK | alır gibi görünmek — I, 20 alın alın; cephe, dağın ön cephesl — I, 78; II, 79 alınlıg er geniş ve yüksek alınlı adam, I, 148 |
ALINMAK | alınmak; kendi ba; ına alacağını almak. I, 22, 203; II, 159 |
ALIŞ | borçluyu borcu yüzünden sorguya çekme. I, 62 |
ALIŞ | su ağzı, suyun havuzdan veya suvattan döküldü ğü ağızlar. I, 62 |
ALIŞ | beriş bir hakkı alma ve verme. I, 62 |
ALIŞGAN | alış (veriş) yapan — I, 518, 519 |
ALIŞMAK | alacak almakta yardım etmek — I, 188 |
ALKALMAK | alkışlanmak, övülmek — I, 249 |
ALKAMAK | alkışlamak, övmek I, 284 |
ALKAŞMAK | alkışlamak, alkışta yarış etmek — I, 237 |
ALKINMAK | mahvolmak, yok olmak, bitmek, tükenmek I, 82, 195, 254 |
ALKIŞ | alkış, övme. I, 97, 249, 284 |
ALKIŞMAK | birbirini mahvetmek, yok etmek; , yok etmekte yar ış etmek I, 237 |
ALKMAK | bozmak, mahvetmek, yiyip bitirmek, bat ırmak. III, 188, 419, 447 bkz. alıkmak |
ALMA | elma — I, 130 bkz. almıla |
ALMAK | almak — I, 40, 41, 46, 51, 53, 99, 114, 149, 168. 175, 236, 329, 367, 373, 412, 421, 440; II, 13, 24. 87, 110, 219, 294; III, 6, 155, 161, 224, 371, 372 |
ALMILA | elma — I, 130, 138; II, 311; III, 19, 272 bkz. alma § k ımız almıla; ekşi elma — I, 366 |
ALP | alp, yiğit, kahraman, bahadır — I, 41, 123, 125, 139, 182, 183, 237, 239, 359, 370, 388, 413, 517; II, 223, 349; III, 65, 332, 393, 406 § alp tegin; yi ğit köle — I, 413 |
ALPAGUT | tek başına düşmana saldıran, hiçbir yandan yakalanmayan yi ğit — I, 144; III, 422 |
ALSAMAK | almak istemek — I, 278 |
ALSIKMAK | alınmak, soyulmak, I, 243 |
ALTIN | aşağı, alt — I, 108, 109 |
ALTUN | altın, I, 52, 120, 147. 165, 185, 360, 371, 399, 504; II, 24, 153, 181, 192, 205, III, 138, 251 § altun bakan; altın halka, |
ALTUN | tarım büyük kadınlara verilen ungun — I, 396 |
ALTUNLAŞMAK | altın öndül koyarak bahse girmek, II, 114 |
ALTURMAK | aldırmak — I, 223 |
ALUÇ | şeftali I, 122 |
ALUÇIN | yenilen boğumlu bir bitki — I, 138 |
ALUK | kel, dazlak, I, 67 |
ALUK | kaba, haşin, I, 67 |
ALVIRMAK | atılmak, sıçramak, I, 226 bkz. el — virmek |
AMAÇ | öküz; sapan ve benzerleri gibi çiftçi ayg ıtları — I, 52 |
AMAÇ | hedef, nişan yeri, annaç — I, 52, 333; II, 329; III, 107, 276 |
AMAÇLAMAK | nişanlamak, nişan almak, I, 299 bkz. emeçlemek |
AMAÇLIK | nişan yeri — I, 150 |
AMIR | sis, kırağı — I, 54 bkı |
AMRULMAK | (kaynayan tencere, insan solu ğu) senmek, çekilmek — I, 53, 248, 249 bkz. em-rülmek |
AMRULMAK | yatıştırmak, dindirmek. III, 428 429 bkz. amurtmak, emrülmek |
AMŞUY | bir çeşit sarı erik — I, 115 |
AMUÇ | doyumluktan verilen armağan — I, 140 bkz. armagan, yarmakan amul sakin, rahat, yava ş yavaş, seğnik, kımıl — damayan; yumuşak huylu adam — I, 74; III, 131 |
AMURTMAK | yatiştirmak, dindlrmek, seğnitmek — III, 428, 429 bkz. amrulmak, emrülmek |
AMUŞMAK | çıkışma veya kınamadan dolayı apışıp kalmak. I, 190 |
AÑ | bir kuş adı — I, 40 |
AÑ | yanak — I, 40 |
AÑ | yok, değil — I, 40 |
ANA | ana — I, 32, 93, 169, 236, 278, 508; II, 96. 175; III, 18, 33, 210, 212. 272 bkz. aba, apa |
AÑA | değersiz, kıymetsiz I, 128 |
AÑA | ona, I, 352; III, 94 |
ANAÇ | küçükken büyük bir anlay ış gösteren kız; anacık — I, 52 |
ANALAMAK | ana edinnnek, ana demek — I, 311 |
AÑAR | ona — I, 35, 48, 68, 69, 79, 89, 93, 94, 114, 129, 131, 174, 177, 184, 201, 204, 206, 208, 214, 216, 223, 225. 232, 236, 238, . 261, 265, 267, 268, 271, 274, 275, 287, 290. 296, 317, 335, 362. 407, 440, 462, 486, 494; II, 26, 61, 73, 86, 117, 123, 125, 127, 130. 13 |
AÑARMAK | yemin ettirmek, ant içirmek — I, 226 bkz. andgarmak |
ANÇA | o kadar, öyle, öylece — I, 63, 88, 332; III, 133, 233 |
AND | ant, yemin — I, 42, 459 |
ANDA | orada, onda, ondan sonra — I, 109, 125, 130. 341; II, 96; III, 144, 224, 226, 240, 251 |
ANDAG | böyle, öyle, o kadar — 1. 37, 118, 164, 200. 321; II, 274; III, 153, 155, 186, 247, 271 andan ondan, ondan sonra, I, 108, 109, 126, 130, 223; III, 422 |
ANDGARMAK | yemin ettirmek, ant içtirmek I, 226, 312; III, 423 bkz. añarmak |
ANDIG | elek, kalbur gibi şeylerln kasnağı — I, 118 |
ANDIKMAK | ant içmek, yemln etmek — I, 42, 243 |
AÑDIMAK | yakalamak için hile yapmak, tuzak kurmak, etraf ını sarmak I, 311, 401 |
ANDIN | beylerin hizmetçisi; bunların adı yazılı defter, III, 77 bkz. ay |
ANDIN | ondan. 1 60, 281, 317, 323; II, 12, 245, 259, 345; III, 436 |
AÑDUZ | andız, bu otun kökü çıkarılarak atın karnı ağrıdığı zaman tedavi edilir — I, 115 |
ANI | onu, ona, I, 27, 37, 40, 54, 170, 171, 172, 176, 177, 178, 192, 207, 212. 213, 216, 217, 224. 225, 226. 260, 261. 262, 264, 266, 267. 268, 271, 275, 276, 282, 284, 287, 299, 301, 304. 305, 307, 308, 310. 311, 312, 333, 340, 352, 354, 372, 376, 395, 407, 419, |
AÑIL | büsbütün, tamamiyle — I, 94, 135 bkz. alañ |
AÑILAMAK | anırmak (eşek)I, 311 |
ANIN | onun, onunla, ondan — I, 155, 285, 301; II, 13, 133, 153, 172, 204; III, 183, 240 |
ANIÑ | onun — I, 27, 47, 65, 84, 87, 97, 118, 126, 143, 164. 173, 176, 178, 179, 182, 184, 186, 192, 196, 197, 200, 207, 209, 211, 213, 217, 220, 223, 226, 227, 229, 231, 233, 235, 237, 242, 243, 247, 255, 264, 267, 268, 273, 283, 284, 290, 291, 296, 310, 315, 320, |
AÑIT | ördeğe benzer kızıl renkli bir kuş, angut, I, 93 |
AÑITMAK | şaşırtmak, II, 274 bkz. eñitmek |
AÑIZ | anız, hububatın biçildikten sonra tarlada kalan köke yak ın sapları — I, 94 |
AÑLAMAK | anlamak — I, 290 |
ANUK | hazır — I, 18, 68, 93 |
ANUKLAMAK | hazır bulunmak — I, 305 |
ANUKLUK | hazırlık, hazırlanma — I, 150 |
ANUMAK | hazırlanmak — III, 256 |
ANUMI | cüzam hastalığı, Elephantiasis — I, 137 |
ANUNMAK | hazırlanmak — I, 114, 206; III, 161 |
AÑUT | içecek şeylerde kullanılan hunl — I, 93 |
ANUTGAN | daima hazırlıklı, hazırlayan — I, 156 |
ANUTMAK | hazırlamak — I, 215 |
AP | nefi ekl gibidir — I, 34 § ap bu ap ol; ne bu ne 0. I, 34 |
APA | ana — I, 86 bkz. aba, ana |
APLAN | sıçan cinsinden bir hayvanc ık — I, 120 |
AR | kestane rengi, kumral, konural, I, 80 bkz. arsal, ars ıl — arsik |
AR | böri sırtlan — I, 79 |
ARA | ara, arasında. I, 87, 317, 511, 528; II, 17; III, 60 |
ARALAMAK | aralamak, arasını bulmak, barıçtırmak — I, 309 bkz. arılamak |
ARAN | ahır, at tavlası, I, 76 |
ARANLIG | ahırlı, ahırı olan — I, 148 |
ARÇI | heybe — I, 124, 231, 250 |
ARDUTAL | hamamotu — I, 145 bkz. ordutal, urdutal |
ARGAG | balık avlamak için kullanılan ucu eğri demir, olta — I, 141 |
ARGARMAK | yormak. I, 225 bkz. argurmak argu iki dag aras ı, uçurum — I, 127 |
ARGUÇ | 1nsanın aldandığı nesneler — I, 95 § arguç ajun; yalanc ı (aldaticı) dünya — I, 95 |
ARGULAMAK | arasını yarmak, geçmek — I, 317 |
ARGUN | sıçan cinsinden, yarım arşın uzunluğunda bir hayvan — I, 120 |
ARGURMAK | yormak, I, 486 bkz. argarmak |
ARGURTMAK | yordurmak — I, 229 bkz. argurturmak |
ARGURTURMAK | yordurmak. I, 229 bkz. argurtmak |
ARI | arı. I, 87; II, 329; III, 156, 276 |
ARI | yagı bal, I, 87; III, 156 bkz. bal |
ARIG | temiz — I, 12, 18, 63, 66, 103, 230, 237. 342, 376 bkz. arr ıg |
ARIG | epeyce, çokça, I, 241; II, 328; III, 41 |
ARIG | ; adır örtüsü — I, 63 |
ARIGLAMAK | iğdiş etmek; bir şey içinden iyisini seçmek ve toplamak — I, 303 |
ARIGLIK | temizlik — I, 149 |
ARIK | ırmak, ark, germeç, kaş, kanal, I, 7, 65, 302, 375. 382; II, 10, 59, 135. 333, 347; III, 182, 299. |
ARIK | zayıf, cılız — I, 66 |
ARIKLANMAK | (su) akarak ark yapmak, su yerde kendine ırmaklar glbi yol ve hendek açmak — I, 294 |
ÁRIKLIG | nehirli, ırmaklı. I, 147 |
ARILAMAK | aralamak, I, 308 bkz. aralamak |
ARILMAK | yerinmek, kaygılanmak; kendine kızılmak. 11 123 bkz. irilmek § sarılmak |
ARILMAK | kızmak, darılmak — II, 123 |
ARIMAK | temizlemek, temiz olmak, I, 19; III, 252 bkz. ar ıtmak |
ARINÇU | günah — I, 134 bkz. erinçü |
ARINMAK | temizlenmek istemek ve yunmak; iyile şmek; ot tutunmak I, 12, 201 |
ARIŞ | eriş, dokumanın tezgâha sarılmış olan ve uzunluğuna dikine bulunan telleri, I, 61 |
ARIŞ | arkag eriş argaç, dokumanın yanlamasına atılan ipleri. I, 61 |
ARIŞMAK | aldatmak, birbirini aldatmak — I, 182 |
ARIŞMAK | eriş argaç — I, 61 |
ARITASI | arıtacak — II, 322 § tarıg arıtası yer; buğday arıtacak yer — II, 322 § tarıg arıtası neñ; buğday arıtacak nesne — II, 322 § tarıg arıtası ogur; buğday arıtacak zaman — II, 322 |
ARITGAN | her zaman temizleyen, ayıklayan — I, 154 |
ARITGU | arıtacak II, 321, 322§tarıg arutgu yer; buğday arıtacak yer — II, 321 § tarıg arutgu neñ; buğday arıtacak nesne, II, 322 § tarıg arutgu ogur; buğday arıtacak zaman — II, 321 |
ARITIŞMAK | temizlemekte yardım ve yarış etmek — II, 322 |
ARITMAK | temizlemek, I, 19, 208 bkz. arımak |
ARITMAK | taşağı çıkarmak, Iğdi; etmek; çocuğu sünnet etmek; erkekleşmek — I, 208 bkz. eredmek, eretmek |
ARJU | çakal — I, 127 bkz. arzu |
ARJULAYU | çakal gibi — I, 127; III, 401 |
ARK | pislik — I, 42 § temilr arkı; demir boku — I, 42 |
ARKA | arka, sırt; sıkıntılı anlarda yardım eden kişi, yardımcı. I, 123, 128, 139 |
ARKAÇAK | ağıza ilâç akıtmak içln kullanılan içi delik bir aygıt, akıtınaç. I, 144 |
ARKAG | argaç; bez, halı, kilim gibi şeyler dokunurken enlemesine at ılan ip veya iplik, I, 118 |
ARKALANMAK | arka (yani yardımcı) sahibi olmak; bir şeye sırtını vermek, dayanmak — I, 297 |
ARKAMAK | yoklamak, arayıp taramak, I, 283, 284 |
ARKAR | boynuzundan bı; ak yapılan dişi dağ keçisi — I, 117, 214, 421 |
ARKAŞMAK | yük yüklemekte yardım etmek; arka arkaya gelmek (çıkmak) — I, 237, 395 |
ARKIN | gelecek yıl, öbür yıl, I, 89 bkz. arkun |
ARKIN | izi gelecek yıl, öbür yıl I, 89 |
ARKIŞ | kervan; yurdundan uzak dü; mü; olan birine gönderilen kimse, elçi, haberci, mektup — I, 97 |
ARKIŞ | büyü, afsun — I, 249 bkz. arvaş, arvış |
ARKUÇI | iki kişi arasında araç olan; evlenme zamanında dünürler arasında gelip giden kişi — I, 141 |
ARKUK | iki duvar veya iki direk aras ına çapraz olarak konulan ağaç — I, 109 |
ARKUK | aykırı — I, 109 |
ARKUK | kişi söz dinlemez, kalp, inatçı klmse — I, 109 |
ARKUKLANMAK | haylazlık etmek, dikbaşlılık etmek — I, 315 |
ARKUN | yaban aygırıyle evcil kısraktan olan at — l, 107 |
ARKUN | gelecek yıl, öbür yıl, I, 108 bkz. arkın |
ARKUN | izi gelecek yıl, öbür yıl — I, 108 bkz. arkın izi |
ARMAGAN | hısımlara doyumluktan verilen belek — I, 140 bkz. amuç, yarmakan |
ARMAK | yorulmak, dermansız kalnıak — I, 148, 149, 172 |
ARMAK | aldatmak, I, 172; III, 62 bkz. armak tevmek, armak yuvmak |
ARMAK | tevmek hile yapmak, aldatmak — I, 172; III, 62 bkz. armak, armak yuvmak |
ARMAK | yuvmak hile yapmak, aldatmak — III, 62 bkz. armak, armak tevmek |
ARMUT | armut — I, 95; II, 284 |
ARMUTLANMAK | armutlanmak. I, 312 |
ARPA | arpa, I, 123, 343; II, 121, 316 |
ARPAGAN | arpaya benzer başağı bulunan, evini bulunmayan bir bitki, I, 140 |
ARPALAMAK | arpa vermek — I, 316 |
ARPALANMAK | arpalanmak, arpa sahibl olmak — I, 296 |
ARRIG | pek temiz. I, 143 bkz. arıg |
ARSAL | kumral, konural, I, 105 bkz. ar, ars ıl, arsik § arsal saç; kızıla çalar saç, kumral saç — I, 105 |
ARSALIK | hem erkekliği hem dişiliği olan bir hayvan, aslık — I, 159 |
ARSIK | kestane rengi, kumral, konural — I, 80 bkz. ar, arsal, ars ıl |
ARSIKMAK | aldanmak — I, 21, 242 |
ARSIL | kestane rengi, kumral, konural — I, 80 bkz. ar, arsal, arsik |
ARSLAN | arslan — I, 75, 81, 125, 153, 231, 308, 409; II, 146, 289, 312; III, 5, 92, 263, 282, 412, 418 |
ARSLANLAYU | arslan gibi, arslanımsı — I, 142; II, 13, 138 |
ARSU | değersiz şey — I, 127 |
ART | sırt, dag beli ve sırtı; sarp yer, yokuş; boyun, tepe — I, 42, 247, II, 27, 179; III, 4, 143, 197, 261 § art saç; arka saç — I, 42 |
ARTAK | bozulmuş, bozuk, I, 119; II, 40 |
ARTAMAK | bozulmak, kötüleşmek. I, 272; II, 17; III, 358 |
ARTAŞMAK | birbirini bozmak, I, 230, II, 219 |
ARTATMAK | bozmak, harap etmek — I, 203, 260; II, 360 |
ARTIG | yükletilen yükün bir dengi, I, 98 |
ARTIG | kadın mİntanı, gögüslük. I, 98 |
ARTILMAK | yüklemek, binmek; ardılmak, bir binit üzerine başı bir tarafa ayakları bir tarafa gelmek üzere heybe gibi ardılmak; erişilmek. I, 244; II, 335 |
ARTINMAK | yükletmek — I, 250 |
ARTIŞMAK | bir şeyi hayvana ardmak ve yükletmekte yard ım ve yarış etmek, I, 231 |
ARTLAMAK | enseyi tokatlamak, sille vurmak, III, 443 |
ARTMAK | artmak — III, 425 |
ARTUÇ | ardıç, Juniperus — I, 95, 377, 412, 424 |
ARTUÇLANMAK | ardıçlanmak, ardıçı çok olmak — I, 312 |
ARTUK | fazla, ziyade, I, 99; II, 137 |
ARTUKLANMAK | aşırı gitmek, I, 313 arturmak artirmak; aşırı gitmek. I, 219 |
ARTUT | armağan, beylere vb — büyüklere at ve benzer şeylerden verilen armağan ve belek — l, 109, 114, 182 |
ARUBAT | temirhindi, tamarinde — I, 138 |
ARUK | yorgun — I, 66. 148, 259, 298; II, 28 |
ARUKLAMAK | dinlenmek — I, 304, 305 |
ARUKLUK | yorgunluk, I, 150; II, 316 |
ARUMDUN | boya — I, 138 |
ARUŞMAK | erimek, I, 182 bkz. erilşmek |
ARUT | kuru, soluk, I, 50, 133 bkz. urut § arut ot; bir y ıl önceden artan kuru ot — I, 50; II, 133 |
ARVALMAK | büyü yapılmak, afsunlanmak — I, 249 |
ARVAMAK | büyü yapmak, afsunlamak — I, 283 |
ARVAŞ | büyü, afsun — I, 283 bkz. arkış, arvış |
ARVAŞMAK | birlikte büyü veya afsun tekerlemesi, duas ı söylemek — I, 236, 237 |
ARVIŞ | büyü, afsun, I, 249 bkz. arkış, arva; |
ARZU | çakal III, 401 bkz. arju |
ARZULAYU | çakal gibi — III, 410 |
AS | kakım, hermelin — I, 80 bkz. az |
AS | cariyelere verilen bir ad — I, 80 |
ASIG | fayda, kazanç, kârI, 64, 494; 111. 13 |
ASIGLIG | faydalı, kazançlı — I, 147 |
ASILMAK | asılmak — I, 196 |
ASILMAK | uzamak, uzatılmak, I, 196 bkz. esilmek |
ASINMAK | blr ; eyi çekmek, germek — I, 201 bkz. esinmek |
ASIŞMAK | asışmak, asmakta yardım etmek — I, 184 |
ASLINMAK | bir şey bir şeye takılmak, I, 258, 259 bkz. eslinmek |
ASMAK | asmak, I, 173 |
ASÑARMAK | haylazlaşmak, işten uzakla; mak — I, 289 |
ASRA | alt, aşağı — I, 126 |
ASRI | kaplan; kaplan gibl iki renkli, I, 126 bkz. esri § asr ı yışıg; iki renkli ip — I, 126 |
ASRUŞMAK | aksırışmak. I, 234 |
AST | sokak, I, 42 |
ASTIN | aşağı, alt — I, 108 |
ASTURMAK | astırmak — I, 220, 221 |
ASURGAN | çok aksıran — I, 156 |
ASURMAK | aksırmak — I, 178 |
ASURTGU | aksırtan — III, 442 |
ASURTGUK | anlayı; lı, akıllı — III, 442 |
ASURTMAK | aksırtmak — III, 442 |
AŞ | kenet — I, 80 |
AŞ | yemek, aş — I, 20. 45, 75, 80. 93, 102, 156. 210, 227, 310, 318, 372. 443, 515, 516; II, 18, 73, 74, 130, 147, 158, 191, 241, 278, 299, 308, 309; III, 31, 37, 61, 64, 67, 116, 133, 185, 186, 249, 257, 261, 264, 270, 368, 382, 391, 397. 439 |
AŞAÇ | tencere, III, 382 bkz. aşıç, eşiç |
AŞAK | aşağı; dağ dibi — I, 66 |
AŞAKLAMAK | aşağılamak, küçük saymak — I, 305 |
AŞAMAK | yemek, aş 701116^III, 253, 261 |
AŞATMAK | yemek yedirmek — I, 210 |
AŞBAR | saman, kepek ve ot gibi şeyler karıştırı-lıp ıslatıtarak hazırlanan hayvan yemi — I, 117; II, 351 |
AŞGINMAK | aşınmak — I, 254 |
AŞIÇ | tencere — I, 52, 116, 223, 248, 258, 313, 323, 327, 357, 409, 411, 514, 518; II, 12, 72, 78, 178, 201, 253, 302, 333, 356, 357; III, 142, 191 206, 249, 280, 409, 430 bkz. e şiç, aşaç |
AŞLAKA | aşlara, yemeklere. II, 54 |
AŞLALMAK | kap kenetlenmek — I, 295 |
AŞLAMAK | kap kenetlemek — I, 80 , 268 |
AŞLATMAK | kap kenetletmek — I, 265 |
AŞLIK | aş evi, mutfak, yenıeklik — I, 114, 373; II. 204 bkz. tar ıg |
AŞMAK | aşınak, bir tepeyi öbür yana geçmek — I, 173; III, 261 |
AŞNU | önce, evveL I, 130 |
AŞRULMAK | aşırılmak, tepeden aşırılmak — I, 247 |
AŞSAMAK | tepeyi aşmak istemek; yemek yemek istemek — I, 277 |
AŞSATMAK | yemek arzulatmak — I, 262 |
AŞTAL | ogul birinin en son çocuğu — I, 105 |
AŞU | kırmızı toprak, a; ı toprağı — I, 89 |
AŞUK | insanın aşığı, topuğu; topuk kemiği, I, 66 |
AŞUK | demir başlık, tulga — I, 67 bkz. yaşuk, yışıklıg |
AŞUKLAMAK | aşık kemiğine vurmak — I, 305 |
AŞUKMAK | özlemek . I, 191; II, 165 |
AŞUKMAK | özlemek — I, 191; II, 165 |
AŞULMAK | örtülmek, örtünmek — I, 197 bkz. eşülmek |
AŞUMAK | koşmak, aşmak — I, 123 |
AŞUNMAK | geçmek, aşmak — I, 202 |
AŞUTMAK | örttürmek-I, 210 bkz. eşütmek |
AT | ad, isim, unvart, lakap, I, 78; III, 77, 250, 367, 384 |
AT | at — I, 16, 34, 53, 80, 104, 115, 123, 147, 178, 184, 201, 203, 206, 225, 244, 255, 273, 275, 276, 278, 285, 289, 292, 296, 297, 300, 322, 324, 326, 329, 338, 343, 361, 363, 390, 395, 406, 417, 426, 427, 430. 436, 446, 458, 461, 470, 472, 481, 483, 491, 507, 513, |
AT | bırkıgı atın ve eşeğln genizden ses çıkar-ması. I, 33, 35, 53, 74, 94, 128, 155, 164, 167, 173, 175, 176, 199, 225. 227 229 267 291, 302. 304, 307, 309, 316, 328, 333, 363, 367, 381, 441, 461, 472, 486, 515; II, 3, 13, 20. 21, 74, 78, 92, 118. 137, 140. 149, 150, 177, |
AT | kamçısı at siki I, 417 |
ATA | baba, ata, I, 32, 86, 206. 288, 508; II, 80; III, 87, 210, 383 |
ATAÇ | büyüklük gösteren çocuk — I, 52; II, 80 § ataç ogul; büyliklük gösteren çocuk — I, 52 |
ATAKI | babacığım anlamına sevgi bildiren bir söz, I, 136, 262, 445; II, 120, 178, 196, 311; III, 87, 210, 212, 272, 291 |
ATAMAK | takma ad (lakap) vermek — III, 250, 374 |
ATAN | iğdi; edilmiş deve — I, 75 |
ATANLANMAK | iğdiş deve sahibi olmak — I, 295 |
ATANLIG | iğdiş edilmiş devesi olan kimse — I, 148 |
ATASAGUN | hekim, doktor — I, 86, 403 |
ATATMAK | atlaşmak, (tay) at olmak — I, 206, 207; III, 158 |
ATGAK | karında blriken sarı su hastalığı, kay — gıdan yüz sararması. I, 118 |
ATGAK | sarı renkte blr bitki, I, 118 |
ATGARMAK | ata bindirmek — I, 225 |
ATILMAK | atılmak; (çiçek) açılmak; herhangi bir şey büsbütün aynlmayarak açılmak. I, 21, 193 |
ATIM | atıcı, nişancı, I, 75; III, 379 § atım er; nişancı, lyi atan adam, I, 75 |
ATIM | atış, atım — III, 59 |
ATINÇU | atılan — I, 133 |
ATINMAK | bir tarafa atılmak, yuvarlanmak; atar gibi görünmek I, 199 |
ATIŞ | atışma. I, 60 |
ATIŞGAN | daima atışan, I, 157 |
ATIŞMAK | atışmak — I, 180 |
ATIZ | iki dere arasındaki su geçecek set — I, 54 bkz. etiz |
ATIZLAMAK | ark açmak; set yapmak; toprağı parçalara ayırmak, evlek yapmak, I, 301 bkz. etizlemek |
ATIZLANMAK | (tarla hakkında) maşalaya ayırmak, sulanmak ve ekilmek için parçalara ay ırmak — I, 292 |
ATLANMAK | ata binmek, atlanmak; bir şeyin üzerine çıkmak, atlaşmak, at haline gelmek, I, 255, 256, 285, 353; II, 254 |
ATLAŞMAK | at ortaya koyarak bahse girmek, at ı öndül koyarak yarış etmek, II, 114, 226 |
ATLIG | adlı, unvanlı; ulusun büyüğü, I, 79 |
ATLIG | atlı, süvari. I, 97, 166; II, 175; III, 37, 64, 435 |
ATMAK | atmak, I, 21, 116, 129, 160, 170, 236, 237, 280, 403, 528; II, 20 26, 221, 226, 303, 306, 326; III, 106, 356, 370, 374 |
ATSAMAK | atmak istemek, I, 275, 280 |
ATTIRMAK | attırmak — I, 217 |
AV | av — I, 32 |
AV | emir verenin emrini tanımamayı bildirir bir edat, I, 40 |
AV | av — I, 81 |
AV(Ş)N | agaç — I, 84 |
AVA | acımak bildiren bir kelime — I, 89 |
AVALAMAK | (karışıklık çıktığında) toplaşmak, üşüşmek — I, 310 bkz. avmak, avlamak |
AVÇI | avcı — I, 63, 311, 425 |
AVIÇGA | kocamış klşi, ihtiyar adam — I, 143 |
AVILKU | kırmızı meyveleri olan ve meyvesinin suyu tutmaca kat ılan, göz ağnsına ilâç yapılan ve elbise boyanan bir ağaç — I, 489 bkz. afılgu |
AVINÇ | alışma, avunma — I, 132; III, 449 |
AVINÇU | avunulan, alışılan — I, 134 |
AVINMAK | alışmak, avunmak — I, 132, 202, 263 |
AVLALMAK | avlanmak, I, 295, 296 bkz. avlanmak |
AVLAMAK | avlamak — I, 287, 421; II, 45 |
AVLAMAK | toplanmak, üşüşmek — I, 287 bkz. avmak, avalamak |
AVLANMAK | avlanmak, I, 298 bkz. avlalmak |
AVLAŞMAK | toplanmak, yığılmak — I, 240 bkz. avlaşmak, evleşmek |
AVLAŞMAK | toplanmak, yığılmak — I, 240 bkz. avlaşmak, evleşmek |
AVLAŞMAK | evini ortaya koyup kumaroynamak, evini öndül koymak, I, 240, 241 bkz. evle şmek |
AVLATMAK | avlatmak — I, 263, 265 |
AVMAK | toplaşmak, üşüşmek; etrafını çevirmek, avlanmak, I, 174, 310; II, 137; III, 401 bkz. avalamak, avlamak |
AVRAN | demirci ocağı biçiminde yapılan ekmek fırını. I, 109 |
AVRINDI | kırıntı, döküntü — I, 145 |
AVUJGUN | deri sepilenen palamut ağacı meyvesi I, 157 |
AVURTA | daya, süt nine — II, 144 |
AVUS | mum, balmumu — I, 59 bkz. lav |
AVUT | avuç — I, 83 bkz. adut |
AVYA | ayva — I, 114, 311 |
AVZURI | buğday ve arpa unu glbi şeyler karıştırılarak yapılan ekmek, karışık ekmek, I, 145 |
AXLAMAK | göğüs geçirmek, ahlamak III, 118 |
AXSAK | aksak, topal, I, 119 |
AXSAK | buxsak topal ve çolaklar için söylenir. I, 465 |
AXSAMAK | aksamak, topallamak. I, 276 |
AXSATMAK | aksatmak, I, 262 |
AXSUM | sarhoşlukta kavga eden — I, 116 bkz. axsuñ |
AXSUÑ | sarhoşlukta kavga eden — I, 116 bkz. axsum |
AXŞAM | akşam, I, 107 |
AXTARMAK | aktarmak, I, 219, 516 bkz. agtarmak |
AY | yılın on ikide biri olan zaman; gökteki ay, kamer — I, 82, 258. 259, 270. 288, 348, 507; II, 5, 143; III, 33 § ay evi |
AY | buyruğu tanımamayı bildiren bir söz, I, 40 |
AY | hitap edatı — I, 74 |
AY | turuncu renkte ipek kumaş — I, 40 |
AY | beylerin hizmetçisi, kölesi; bunlar ın adı yazılı defter — II, 193; III, 77 bkz. andın |
AY | bitigi askerin adıyle azığının yazıldığı defter — I, 40 |
AYA | avuç içi, aya — I, 85, 348 |
AYA | kök açık hava, I, 123 |
AYA | yersgü yarasa — III, 433 bkz. yarısa |
AYAG | lakap, takma ad, I, 271 |
AYAK | çanak, kâse, kadeh, I, 80, 84, 178, 265, 286. 295, 324, 375, 497; II, 17S, 346, 446; III. 15, 143, 296. 306, 371, 397 bkz. çanak |
AYAK | ayak — I, 84 bkz. adak, azak |
AYAKÇI | kâseci, çanakçı, III, 296 |
AYAKLIG | kaseli — III, 50 |
AYALAMAK | el ayalarını birbirine vurmak — III, 328 |
AYAMAK | lakap vermek; korumak — I, 271 |
AYAS | ayaz; kölelere verilen adlardan, I, 123 |
AYBAÑ | (er) kel (adam) — I, 116 |
AYDIÑ | aydın, ay aydınlığl. I, 117 |
AYGIR | aygır — III, 122 bkz. adgır |
AYIG | ayı, I, 84 bkz. adıg |
AYIG | ne iyi, ne fena yerine kullan ılan bir edat, iyi ve kötüye delâlet eden kelimelerde pekitme edatı — I, 84 |
AYIK | vaat, söz verme — I, 84; II, 45 |
AYILMAK | söylenmek — I, 268 |
AYITGAN | soran — III, 52 |
AYITMAK | söylemek, sormak, I, 215, 216 |
AYLUK | ayluk öyle öyle — I, 113 |
AYMAK | söylemek I, 36, 37, 52, 88, 89, 93, 94, 109, 110, 118. 174, 207. 321, 339, 352, 367, 377. 419, 492. 494; II, 45. 105; III, 80, 158, 208, 212, 218, 245, 357, 363, 368, 375 |
AYRAN | ayran — I, 120 |
AYRIK | ayrık otu — I, 113 bkz. adrık |
AYRIŞMAK | ayrışmak, birbirinden ayrılmak — I, 233. 234, 270 bkz. adrışmak |
AYRU | başka, I, 126 |
AYRUK | başka, ayrı. I, 113, 417 bkz. adın, adın, adruk, edin |
AYTIG | hltap; hatır sorma — I, 113 bkz. aytış |
AYTILMAK | sorulmak; söylenmek — I, 270 |
AYTINMAK | sormayı kendi üstüne almak — I, 270 |
AYTIŞ | hatır sorma — I, 113 bkz. aytıg |
AYTURMAK | söyletmek I, 269 |
AZ | uzunlamasına çizlk, tırnak yarası, I, 71 bkz. ezik, iz |
AZ | kakım, I, 80 bkz. as |
AZ | az — I, 75, 80 |
AZAK | ayak — I, 32 bkz. adak, ayak |
AZAK | nereden ve kimden geldiği belli olmayan ok — II, 20 bkz. azuk |
AZGAN | kuş burnu, yaban gülü; ağaçların en kötüsü olup gül glbl sar ı, beyaz çiçek1eri olan bir ağaçcık, küpe gibi kırmızı meyveleri olur — I, 439 |
AZIG | azı dişi — I, 64 |
AZIGLAMAK | azı dişlyle ısırmak; azı dişine vurmak — I, 304 |
AZIGLIG | azı dişi belirmiş olan — I, 147 |
AZILMAK | azılmak. I, 196 |
AZIMAK | sızmak; gürültüden ağır duyar olmak, III, 253 |
AZITGAN | daima yoldan çıkaran, azdıran, I, 155 |
AZITMAK | yoldan çıkarmak, azıtmak — I, 208, 209; II, 234 |
AZLANMAK | azımsamak, az görmek — I, 297 |
AZMA | taşağının derisi yarıldığı için aşamayan koç — I, 130 |
AZMAK | azmak, yoldan çıkmak — I, 93, 173 |
AZRAK | daha az, III, 361 |
AZU | iki şeyden birini dilemeyi anlatır, yahut, veya — I, 88, 429 |
AZUK | azık, I, 7, 16, 66, 342. 381 |
AZUK | yolunu kaybeden, nereye gltti ği ve nereden geldiği belli olmayan — I, 66 bkz. azak § azuk ok; nereden geldigi ve kimin attığı belli olmayan ok — § azuk munk; kaçan, yoldan ç ıkan, azan — I, 66 |
AZUKLANMAK | azık sahibi olmak, I, 294 |
AZUKLUG | azığı olan, azıklı — I, 148 |
AZUKLUK | azıklık, azık için hazırlanmış şey — I, 150, 274 |
B(E)Z(I)NÇ | dalları ve yaprakları kızıl olup, bağlarda biten ve ilâç olarak yenen bir bitki — III, 373 |
BAÇAK | Isa'lıların (Hıristiyanların) orucu, pehrizi — 1, 411 |
BAÇIG | and, sözleşme. I, 371 bkz. bıçıg, bıçgas |
BAÇIG | kılmak andlaşmak, ahidleşmek. I, 371 |
BADAR | gürültülü ses anlatan bir kelime, tekrarlanarak kullan ılır, "patır patır" gibidir — l, 360 |
BADAR | kılmak sesle çarpmak, itmek — I, 349 |
BADGAMAK | güreşte ayak yakalamak, çelme vurmak, III, 288, 289 bkz. bagdamak |
BADIÇ | asma çardağı — I, 502 bkz. badıç |
BADIÇ | asma çardağı, I, 295 bkz. badıç |
BADIÇLIK | yıgaç üzüm asmalarına çardak yapılmak üzere ayrılan agaç, I, 502 |
BADRARN | bayram, sevinç ve eğlence günü — III, 176 bkz. bedrem, beyrem |
BAG | bağ, düğüm, bağlanacak ip vb. ; odun vb, ba ğlamları — I, 409; II, 21; III, 152, 153 |
BAG | bağ, üzüm asması — III, 152, 212 |
BAGDAMAK | güreşte sarmaya almak, sarmalamak, ayak yakalamak, çelme vurmak, II, 364; III, 276, 277, 289 bkz. badgamak |
BAGDATMAK | güreşte sarmaya aldırmak — II, 327, 364, 365 |
BAGIR | bagır; karaciğer — I, 272, 360; III, 85, 255 § ya bagr ı; yayın orta yeri, I, 360 |
BAGIRÇAK | eşek semeri — I, 502 |
BAGIRDAK | kadın göğüslüğü . I, 502 |
BAGIRLAK | bağırtlak denen kuş, Pterocles, 1, 503, 505 |
BAGIRLAMAK | bağrına vurmak; yayın tutamagını düzeltmek — III, 331 |
BAGIRLANMAK | pıhtılaşmak, akar şey koyulaşmak, II, 264 |
BAGIRLIG | kimseyi dinlemeyen — I, 494 § bedük |
BAGIRLIG | bagırsak merhametli; gönül alıcı — I, 502 |
BAGIRSAMAK | canı ciğer istemek — III, 332 |
BAGIRSUK | bağırsak — I, 502 |
BAGIŞ | parmakların ve başka uzuvların ek yerleri; kamış ve benzerlerinin boğumları, I, 367 |
BAGIŞLALMAK | bağışlanmak — III, 344 bkz. bagışlanmak |
BAGIŞLAMAK | bağışlamak — III, 334, 355 |
BAGIŞLANMAK | bağışlanmak — III, 344 bkz. bagışlalmak |
BAGLAMAK | bağlamak — III, 292, 309 bkz. boglamak |
BAGLANMAK | bağlanmak — II, 238 bkz. boglanmak |
BAGLATMAK | baglatmak, bohçalatmak, II, 341 |
BAGNA | merdiven basamağı — I, 434 |
BAGRAM | kum geniş büyük kumluk yer, I, 484 |
BAGRIKMAK | bağrı (ciğeri) göğüs kemiklerlne yapışmak — II, 227 |
BAKA | kurbağa, I, 73; III, 226 § müriğüz baka; kaplumbağa — III, 226 |
BAKAÇUK | bakanın küçültmesi, küçük baka; e ğe kemiği lle kol arasındaki et parçası — III, 226 |
BAKAN | halka, toka — I, 399, 432 bkz. k ılide §altun bakan; altın halka — I, 339 |
BAKANAK | çatal tırnaklıların iki tırnakları arası ve iki tırnaktan her biri — III, 177 bkz. bakayak |
BAKANLIG | halkalı, tokalı, I, 499 § bakanlıg kadış; halkalı, tokalı kayış — I, 499 |
BAKANUK | at tırnaklarının ortasındaki tümsecik et parçası — III, 177 bkz. bakayuk |
BAKATURMAK | baka durmak — I, 73 |
BAKAYAK | çatal tırnaklıların iki tırnakları arası ve iki tırnaktan her blri — III, 177 bkz. bakanak |
BAKAYUK | at tırnaklarının ortasındaki tümsecik, et parçası — III, 177 bkz. bakanuk |
BAKIG | bakma, bakış — I, 373 |
BAKILMAK | bakılmak — II, 131 |
BAKINMAK | bir şeyin sonuna bakmak ve düşünmek; beklemek, II, 142, 160 |
BAKIR | Çin parası — I, 361 |
BAKIR | bakır- I, 360 |
BAKIR | sokum Merih yıldızı — I, 361, 398; III, 40 |
BAKIRLIG | bakırlı, I, 495 § bakırlıg tag; bakırlı dag — I, 495 |
BAKIRMAK | bağırmak — III, 186 |
BAKIŞ | bakış, bakışma, gözle birbirine bakış — I, 367 |
BAKIŞGAN | herkese göz ucu ile bakan — I, 519 |
BAKIŞMAK | bakışmak (göz ucu ile)I, 170, 183; II, 103 |
BAKITMAK | baktırmak, bakıtmak — II, 308 |
BAKKU | tepe, yüksekçe yer — III, 226 bkz. baku |
BAKLAN | kuzı taze ve semiz kuzu — I, 444 |
BAKMAK | bakmak — I, 102, 192, 340, 425; II, 16, 26, 33, 144, 250. 292; III, 23, 194. 272, 295, 440 |
BAKU | tepe, yüksekçe yer, yoku ş — III, 219, 226 bkz. bakku |
BAKURMAK | baktırmak — II, 83 |
BAL | bal, II, 267, 354; 111. 103, 156. 338 bkz. ar ı yagı |
BALA | kuş ve hayvan yavrusu — II, 274; III, 91, 232 |
BALA | bir adamın içlerinde (çok kere çiftlik i şlerlnde) yardımcısı, çırağı — III, 232 |
BALALAMAK | kuş yavrulamak — III, 92 |
BALÇIK | balçık, sıvık çamur — 1. 248, 267 |
BALDIR | çağı başında yapı1an iş ya da ilk olarak meydana gelen şey — I, 456 |
BALDIR | üvey — I, 456 § baldır ogul; üvey oğul — 1, 456 § baldır kız; üvey kız — I, 456 |
BALDIR | dağın burun gibi çıkan yeri — I, 456 |
BALDIR | kuzu llk doğan kuzu — I, 456 |
BALDIR | tarıg ilkbahar başında ekilen ekin — I, 456 |
BALDIZ | karının kendinden kilçük kız kardeşi — 1, 457; III, 7 |
BALDU | balta, I, 14, 418; III, 421 |
BALIG | yaralı, I, 192, 242, 252, 407 |
BALIK | çamur — I, 248 bkz. |
BALIK | balık — 1. 73, 379; II, 216, 231, 233, 349 |
BALIKÇIN | balıkçıl kuşu, I, 512 |
BALIKLANMAK | balıklanmak; çamurlanmak; bir yerde kale yap ılrnak — II, 265 |
BALIKLIG | çamurlu yer, I, 498 |
BALIKLIG | balığı olan, balıklı — I, 498, 501 |
BALIKMAK | yaralanmak — II, 119 |
BALIKSAMAK | balık yemek istemek — III, 334 |
BALK | balık kale, şehir — I, 379 |
BALK | çamur — I, 379 bkz. balık |
BALMAK | bağlanmak, II, 27 bkz. banmak |
BALU | balu — ninni — III, 232 |
BAMAK | bağlamak; örgü yapmak, III, 224, 247, 250 |
BAÑ | bağırma — III, 355 |
BANDAL | ağaçtan omuz başı şeklinde çıkarılan parça, bunu çocuklar al ıp yakarlar, geceleyin közünü blrbirlerine atarlar, Buna "ot bandal" denir — Çevgen oyununda oynan ır. I, 482 |
BANMAK | bağlanmak, II, 27 bkz. balmak |
BANZI | bağ bozulduktan sonra asmaların üzerindeki üzüm kınntıları, neferneme — I, 422 |
BAR | var, mevcut. I, 44, 47, 84. 320, 341, 360, 373, 375, 427; II, 28, 40; III, 15, 147 |
BAR | büyük — III, 147 |
BAR | mu var mış I, 430, 462 |
BAR | yigde iri iğde, Zizypha rubra — III, 147 |
BARAGAN | çok varan, çok giden — I, 24, 33 |
BARAK | çok tüylü kôpek — 1. 377 |
BARAKLIG | köpeği olan kişi — I, 497, 501 |
BARASI | varılacak, gidilecek — I, 33 § baras ı yer; gidilecek yer — I, 33 |
BARÇA | bütün, hep — I, 210, 236, 399, 417; II, 213, 216, 312; III, 322 |
BARÇIN | — ipekli kumaş — I, 153, 175, 216, 358, 509; III, 17, 28. 143, 156, 335, 338, 394 § yolak barç ın; ; yol yol çizgili ipek kumaş — III, 17 |
BARDAÇI | gidici, varan — I, 24; II, 32, 48. 49 |
BARDUKI | vardığı, varışı — II, 42; III, 309 |
BARGALI | kaldı gideyazdı — I, 22 |
BARGAN | mersin ağacı yemişi — I, 438 bkz. bazgan |
BARGAN | varan, giden, gidicl — II, 53 |
BARGU | varılacak, gidilecek, I, 33; III, 211 §bargu yer; gidilecek yer — I, 33 |
BARGUÇI | varıcı, gidici — II, 49, 54 |
BARGULUK | gitmeyi hakeden (kimse) — I, 24; II, 56 |
BARIG | kokmuş şey (yalnız kullanılmaz) — I, 372bkz. bırıg |
BARIG | gidiş — I, 24, 26, 27, 371; II, 55, 57, 58 |
BARIGLI | varmayı, gitmeyi, dileyen; varmak, gitmek üzere olan (kimse) — I, 25; II, 57 |
BARIGSAMAK | varmak, gitmek istemek — I, 281; III, 333 bkz. barsamak |
BARILMAK | varılmak, gidilmek — II, 130, 139 |
BARIMSINMAK | gider gibi görünmek — II, 258, 259, 260 |
BARINMAK | gider varır görünmek — II, 141, 158 |
BARINMAK | aybaşı kanı boşanmak — II, 141 |
BARIŞLIG | varılan, gidilen (yer); konuk odas ı, I, 370 |
BARIŞMAK | birbirine gitmek, gitmekte yardım ve yarış etmek — II, 94 |
BARK | bark, mülk-III, 333 |
BARKIN | kişi kendini yolundan hiç bir şeyin alıkoymadığı yolcu — I, 440 |
BARLIG | mallı, zengln — III, 438 |
BARMAK | peyda olmak; vermek — III, 155 bkz. bermek |
BARMAK | varmak, gitmek. I, 20, 22, 24, 26, 27, 37, 38, 40, 43, 46, 66, 74, 85, 87 , 88, 96, 134, 167, 281, 294, 319, 327, 340, 354, 371, 384, 392. 398, 399, 403, 423, 430, 435, 445, 484; II, 6, 31, 32, 34, 35, 36, 38, 40, 42, 43, 45, 46. 47, 49, 53, 55, 58, 59, 60, |
BARS | pars, I, 344 bkz. pars |
BARS | pire, bit gibi ha/vanların ısırmasından hasıl olan kabarti — I, 348 |
BARS | bolmak kabarmak, I, 348 |
BARS | yılı Türkler'in on ikili hayvan takvimindeki y ıllardan biri, pars yılı. I, 344, 346 |
BARSAMAK | varmak, gitmek istemek, I, 281 bkz. bar ıgsamak |
BART | su içilen bardak; şarap ve benzeri akıcı nesnelerin ölçüsü — I, 341 bkz. yart |
BART | burt tutmak ansızın her yandan yakalamak, I, 341 bkz. yart yurt tutmak |
BARTURMAK | vardırmak, göndermek I, 20; II, 171, 179; III, 424 |
BARUÇI | varıcı, gidici — II, 52 |
BASA | sonra — III, 224 |
BASAN | ölü gömüldükten sonra yenilen yemek — I, 398, 399 |
BASAR | dağ sarımsağı — I, 360 |
BASARLIG | tag sarımsaklı dağ — I, 494 |
BASIG | gece baskını yapılacak olan ve ansızın düşmanın yakalanacağı yer — I, 372 |
BASIKMAK | düşman tarafından basılmak II, 116 bkz. bassıkmak basınçak er zayıf görülen, önem verilmeyen adam — I, 501 |
BASINMAK | zayıf görmek; basmak; kahretmek, II, 116, 142, 165 |
BASIŞMAK | basmakta yardım etmek — II, 100, 101 |
BASMAK | basmak, üzerine çökmek, yıkrnak — I, 434, 516; II, 10, 74, 119, 165 |
BASRUK | baskı, basrık — I, 466 |
BASSIKMAK | basılmak, baskına uğramak, II, 116, 119, 228 bkz. basıkmak |
BASTURMAK | bastırmak; bağlamayı ve bastırmayı emretmek; bastırılmak — II, 171 |
BASU | demir tokmak, III, 224 |
BASURMAK | bastırmak, II, 77 |
BASUT | yardım; arka; acıyan; yardımcı — I, 354, 459 |
Baş | baş — I, 59, 70, 100. 102, 107, 125, 160, 171, 179, 193, 259, 273, 274, 290, 305, 307, 313, 336, 349, 384. 397, 399, 439, 492; II, 24, 105, 112, 135, 152, 153, 178, 179, 191, 233, 234, 281, 283, 293. 312, 326, 356; III, 9, 58, 64, 126, 133, 151. 169, 217, 230 |
Baş | yara — I, 191, 192, 272. 386; II, 72, 240, 291, 294, 317; III, 53, 62, 85, 96, 151, 283, 301, 406 |
BaşAK | okun veya mızragın ucuna geçirilen demir, temren; ok temreni, ok ba; a ğı — I, 378; II, 14, 129, 328; III, 220 |
BaşAK | pabuç, I, 378; III, 417 bkz. başmak |
BaşAKLAMAK | başak, demir uç takmak, III, 337 |
BaşAKLANMAK | ok temrenlemek, oka temren takılmak — II, 264. 265 |
BaşAKLIG | başlı, temrenli — I, 497 |
BaşAMAK | kertik yapmak, kertiklemek; agaçlar birbirine dayal ı olarak konmak . III, 265, 266 |
BaşGAK | oyluk kemiklerinin üstü — I, 470 |
BaşGAN | 50-100 rıtl ağırlığında büyük bir balık — I, 438 |
BaşGIL | başı ak — I, 481 bkz. başıl § başgıl yılkı; başı ak, dört ayaklı hayvan — I, 481 |
BaşIL | tepesinde beyazı bulunan. I, 392 bkz. başgıl § başıl koy; tepesinde beyazı bulunan koyun — I, 392 |
BaşLAG | başıboş, bırakılmış — I, 461 § başlag yılkı; başıboş bırakılmış hayvan — I, 461 bkz. boş yılkı |
BaşLAMAK | başlamak, kılavuzluk etmek, komutanlık etmek, III, 291, 292 |
BaşLANMAK | başlanmak; yönelmek; hayvan dağa doğru sürülmek; başaklanmak — II, 238; III; 235 |
BaşLATMAK | başlatmak, II, 341 |
BaşLIG | başlı, III, 227 |
BaşLIG | yaralı — II, 172 |
BaşMAK | pabuç — I, 378, 466; III, 417 bkz. ba şak |
BaşMAKLANMAK | başmak sahibi olmak, II, 274 |
BaşNAK | er başında tulgası, eğninde zırhı olmayan kimse — I, 466 |
BaşTAR | orak — I, 455 |
BATGA | üzerinde külâh yapmak için yünve keçe kesilen tahta — I, 424 |
BATIG | batak; ırmak ve ırmağa benzer ; eylerin derin olan yerleri — I, 371 |
BATLAMAK | kolalamak — III, 291 bkz. patlamak |
BATMAK | batmak, gözden kaybolmak, I, 528; II, 128, 293, 294 |
BATMAN | batman — I, 444 |
BATMUL | kara bibere benzer bir bitki, darü fülfül — I, 481 bkz. bibIi, butmul |
BATRAK | ucuna bir ipek parçası takılan mızrak — I, 465 bkz. bayrak |
BATRUŞ | bulanık, koyulaşmış (çorba vb — hakkında), I, 459 § batruş suv; bulanık su — I, 459 |
BATRUŞMAK | birbirini batırmak, batırışmak. II, 203 |
BATSIG | batı, garp — I, 463 § kün batsıg; gün batısı — I, 463 |
BATURGAN | saklayan (kimse) — I, 515 |
BATURMAK | saklamak; batırmak; bağlatnnak — II, 73; III, 192 |
BAY | zengin, I, 349; III, 158, 239 |
BAYA | az önce, I, 37 |
BAYBAYUK | kelebek kuşu — III, 179 |
BAYIK | doğru söz — III, 166 |
BAYIN | koyu kırmızı, gelincik çiçeği rengi — III, 20 bkz. yipin, yipkil, yipkin |
BAYNAK | pislik, gübre. III, 175 |
BAYRAK | bayrak — II, 205; III, 183 bkz. batrak |
BAYUMAK | zenginlemek, zenginleşmek. III, 274, 406 |
BAYUTMAK | zenginletnıek — II, 325 |
BAZ | yat, yabancı, garip. III, 148, 159 bkz. yat |
BAZGAN | mersin ağacının yemişi — I, ''18bkz. bargan |
BE | koyun melemesi bildirir — III, 206 |
BEÇEL | sünnet edilmiş kadın; hadım edilmiş erkek; iğdiş edilmiş at ve başka hayvanlar — 1. 392 |
BEÇKEM | alâmet, belge; ipekten veya yaban s ığırı kuyruğundan yapılan alâmet olup savaş günlerinde yiğitler takınırlar — I, 483 bkz. perçem |
BEÇKEMLENMEK | savaş gününde ve başka günlerde belge takınmak — II, 277 |
BEÇKÜM | evin sofası — I, 484 |
BEDER | burhan heykel — I, 436 bkz. bedez burhan, burhan, furxan |
BEDHEZ | burhan heykel — I, 436 bkz. beder burhan, burhan, furxan |
BEDIZLIG | ev süslü ev — I, 507 |
BEDMEK | göz zayıf görmek — III, 439 |
BEDREM | bayram, sevinç ve eğlence günü. I, 263, 484; III, 176 bkz. badram, beyrem § bedrem yer gönül açan yer — I, 484 |
BEDÜK | büyük, I, 93, 360, 385, 499. 500 bkz. bedük |
BEDÜK | büyük — I, 94 bkz. bedük |
BEDÜKLEMEK | büyük saymak — III, 340 |
BEDÜMEK | büyümek — I, 319; III, 359 |
BEDÜTMEK | büyütmek, II, 300, 301 |
BEG | bey, koca, evli erkek, I, 22, 35, 48, 49, 54, 64, 70, 78, 81, 82, 89, 97, 103, 168, 178, 182, 185, 199, 206, 212, 240, 249, 260, 274, 285, 287, 296, 300, 301, 302, 304, 320, 358, 362, 376, 378, 421. 424, 428, 462, 466, 486, 521; II, 8, 9, 10, 19, 21, 38, 75, 84, |
BEG | koca — III, 133 bkz. beg bel bel, III, 133 |
BEGEÇ | beyceğiz (küçültme ile birlikte acıma ve sevme bildirir I, 357 |
BEGLEMEK | bey saymak, bey diye ad vermek — III, 292, 293 |
BEGLENMEK | kadın evlenmek, koca sahibl olmak, koca edinmek — II, 239, 254 |
BEGLIG | beylik — I, 362 |
BEGSIK | bey gibı, beye benzer, III, 128 |
BEK | muhkem, kavi, pek, sailam, sıkı — I, 333, 349, 455; III, 11 bkz. berk |
BEK | bekeç tekinlerin sanı — I, 357 |
BEK | turmak yerinde, sağlam durmak, I, 455 |
BEKIŞMEK | pekişmek, sağlamlaşmak. II, 105 bkz. beküşmek |
BEKITMEK | pekitmek, sağlamlaştırmak II, 309 bkz. bekütmek |
BEKLEMEK | beklemek, gözetmek; saklamak, hapsetmek; pekitmek; kapatmak — I, 504; III, 292, 445 bkz. berklemek |
BEKLENMEK | bekişmek, sağlamlaşmak; kapanmak, kapatılmak; saklannnak — II, 239 |
BEKLEŞMEK | muahede yapmak, ahitleşmek; kapatmakta y»rdım etmek; beklemekte, gözetlemekte yardım etmek, II, 203, 204 |
BEKLETMEK | bağlatmak; hapsettirmek; bekletmek, gözettirmek — II, 341 |
BEKMES | pekmez — I, 440, 459 bkz. pekmes |
BEKNI | buğday, darı, arpa gibl şeylerden yapılan içki; boza — I, 434; III, 60, 81 |
BEKREŞMEK | pekişmek. III, 278 bkz. bekrişmek |
BEKRIŞMEK | peklimek — III, 278 bkz. bekreşmek |
BEKÜMEK | berkişmek — III, 270 |
BEKÜŞMEK | pekişmek, sağlamlaşmak. II, 105 bkz. bekişmek |
BEKÜT | gizli, saklı — III, 8 bkz. yaşut (yalnız kullanılmaz "yaşut" ile birlikte gelir) |
BEKÜTMEK | pekitmek, sağlamlaştırmak. II, 309 bkz. bekitmek |
BEL | kılmak bir kimseye dileğinden çok yemek vermek — III, 133 |
BELEK | armağan, konuğun hısımlarına getirdiği armağan, bir yerden başka yere gönderilen armağan. I, 385, 408 |
BELEKLEMEK | armağan kılmak, vermek, hediye etmek, I, 307; III, 340 bkz. beliklemek |
BELELMEK | batmak, bir şeye bulanmak, III, 196 |
BELEMEK | koyun melemek — III, 206, 270 |
BELEMEK | belemek, beşige bağlamak; bu!aştırmak, III, 270 |
BELGÜ | alâmet, nişan, im, belge, I, 427, 428 |
BELGÜLÜG | belli- I, 354, 384, 528; II, 40; III, 160 |
BELGÜRMEK | meydana çıkmak, belirnnek, açığa çıkmak — 1. 387; II, 172 |
BELIK | yara yoklamak için kullanılan mil — I, 385 |
BELIK | fitil, kandil fitill — I, 267, 385; II, 323 |
BELIKLEMEK | armağan kılmak — I, 304 bkz. beleklemek |
BELIKLIK | kebez fitillik, fitll yapmak için hazırlanmış olan pamuk — I, 510 |
BELIÑ | düşman gelmesi yüzünden halka düşen ürküntü ve korku — III, 370 |
BELIÑÇI | çok korkak, çok ürkek — III, 371 |
BELIÑLEMEK | belinlemek, korku ile uykusundan s ıçramak, hayvan habersizce bir şeyden korkup sıçrayarak ürkmek, III, 409 |
BEN | ben — I, 31, 339 bkz. men |
BENEK | bakır para, I, 386 |
BENEK | tane, habbe — I, 386 |
BERGE | kamçı, III, 323 bkz. berke |
BERGIL | borç, verecek — I, 427 |
BERIGLI | vermek isteyen, II, 58 |
BERIGSEMEK | vermek istemek; vere yazmak — III, 334 |
BERILMEK | verilmek — II, 131 |
BERIM | verim, borç, verecek, I, 409; II, 185, 214; III, 288 |
BERIMÇI | borçlu, I, 75, 409 |
BERIMLIG | verimli; borçlu — I, 240 |
BERIŞMEK | verişmek II, 94, 95 |
BERK | muhafaza edilmiş, tahkim edilmiş, sağlam — I, 349; III, 445 bkz. bek |
BERKE | döğme, sürmek için kullanılan deynek, kamçı — I, 427 bkz. berge |
BERKELENMEK | kanla dolmak; kamçı sahibi olmak, III, 201, 202 |
BERKITMEK | berkitmek, sağlamlaştırmak — II, 340 |
BERKLEMEK | saklamak, hapsetmek — III, 445, 446 bkz. beklemek |
BERKLETMEK | korutmak, muhafaza ettirmek, korumakla emretmek — III, 424 |
BERMEK | vermek, gelmek bkz. barmak — I, 35, 63, 79, 97, 102. 120, 128, 130, 131, 210, 219. 243 274, 320, 321, 354, 357, 459, 498; II, 61, 83. 249, 343; III, 14, 46, 129, 133, 145, 166, 180, 212, 217, 220, 222, 226, 333, 355, 359, 362, 364, 371, 372, 448, 449 |
BERT | efendisinin köleden her yıl aldığı vergi — I, 341 |
BERTINMEK | berelenmek; el yorgunluğu peyda etmek, II, 237 |
BERTIŞMEK | sertleşmek, birbirini kesmek ve yaralamak, II, 203 |
BERTLENMEK | hırkalanmak, hırka giymek — III, 200 bkz. bertülenmek |
BERTMEK | berelemek — III, 425 |
BERTÜ | hırka, pardesü — I, 416 bkz. partu bertülenmek h ırkalanmak, hırka giymek — III, 200 bkz. bertlenmek |
BERÜ | beri, tarafına. I, 35, 219; II, 55, 259; III, 65, 212, 245 |
BESBEL | bir tel iplik, bir söğüm iplik I, 481 |
BEŞ | sayıda beş — I, 121. 132; III. 125, 449 |
BEŞIK | (beşik) beşik, I, 236, 248, 261, 275, 408; III, 58, 78, 185 |
BEŞIKLIĞ | uragut beşikli, emzikli kadın — I, 509 |
BEŞINÇ | sayıda beşinci — I, 132; III, 449 |
BEYREM | bayram, sevinç ve eğlence günü. I, 484; III, 176 bkz. badram, bedrem |
BEZ | bez; etle deri arasında bulunan bez — III, 123 |
BEZEK | nakış, I, 385, 412; II, 99 |
BEZELMEK | bezenmek, nakışlanmak. II, 131 bkz. bezenmek |
BEZEMEK | bezemek, nakışlamak. III, 263 |
BEZENMEK | süslenmek, bezenmek — II, 142, 155 bkz. bezelmek |
BEZEŞMEK | nakşetmekte yardım ve yarış etmek, II, 99 |
BEZETGEN | daima bezeten — II, 319 |
BEZETMEK | bezetmek, süsletmek, II, 305, 318 |
BEZGEK | titreme, tltreticl sitma — II, 289, 305 bkz. bezig |
BEZIG | titreme. , 385 bkz. bezgek |
BEZINÇ | ipek ve yün yumağı — III, 373 |
BEZITMEK | Titretmek II, 305 |
BEZMEK | titremek — I, 385; II, 8 |
BI | kısrak, III, 88, 206. 310 |
BI | böy denen böcek — III, 206 bkz. bög, böy |
BIBLI | darü fülfül 430 bkz. batmul, butmul |
BIÇASI | biçecek, kesecek — I, 14; II, 70 § y ıgaç bıçası neñ |
BIÇEK | bıçak — I, 384, 473; II, 176, 196, 231, 260, 262, 271, 293, 310, 317, 325; III, 18. 82, 91, 126, 169. 254, 270, 273, 299, 350, 420, 442 |
BIÇEKLEMEK | bıçaklamak, bıçakla vurmak. III, 340 |
BIÇEKLENMEK | bıçak sahibi olmak — II, 265 |
BIÇGAS | üluslar vb — arasında yapılan and ve bağlantı — I, 459 bkz. baçıg, bıçıg |
BIÇGIL | eldeki, ayaktaki çatlaklar, b ıçılgın; yerdeki yarıklar ve çatlaklıklar — I, 480 bkz. bıçılgan § bıçgıl yer |
BIÇGU | bıçkı, bıçak, I, 13; II, 69 |
BIÇGUÇ | makas, sındı — I, 452 |
BIÇIG | and, sözleşme — I, 371 bkz |
BIÇILGAN | elde, ayakta ve yeryüzünde olan yar ıklıklar I, 519 bkz. bıçgıl |
BIÇILMAK | kesilmek, blçilmek — I, 15; II, 122, 356 |
BIÇIM | kesim, dilim, I, 15, 395 |
BIÇIN | maymun — I, 346, 409 |
BIÇIN | yılı Türkler'in on ikili yıllarından biri. I, 346, 409 |
BIÇINMAK | kendi için doğramak; kendini dograr gibi göstermek; kendi ba şına doğramak — II, 141 |
BIÇIŞ | büyüklerin konukluğuna, düğününe, davetine gidenlere verilen ipekll kuma ş — I, 366 |
BIÇIŞMAK | biçmekte ve kesmekte yardım ve yarış etmek, II. 91, 92 |
BIÇMA | biçme, kesme, I, 431 § bıçma yorınçga; biçilmiş yonca — I, 431 |
BIÇMAK | kesmek, kestirmek I, 13, 15, 282, 338, 427, 434; II, 4, 268 |
BIÇTURMAK | biçtirmek, kestirmek — II, 171 |
BIÇUK | keslk, parçalanmış her çeyin yarısı, buçuk — I, 377 |
BIDIK | bıyık, I, 377 |
BIGRIG | çuval, dağarcık, tulum gibi ; eylerin tıka basa dolu olmasından sonra bu gibi şeylerde olan girinti ve çıkıntı — I, 461 bkz. bıgrıl, |
BIGRIG | bıkın böğür, boş böğür, I, 399 |
BILDIR | bıldır, geçen yıl, I, 456 |
BILDÜZMEK | bildirmek, öğretmek — II, 202 |
BILE | ile, beraber. I, 44, 82, 100, 170, 237, 242, 248, 354, 389, 417, 430, 434, 469, 528; II, 5, 22, 28, 79, 97, 128, 176, 212, 214, 215, 219, 226, 343; III, 11, 15, 22, 66, 71, 101, 166, 392, 393, 443 |
BILEGÜ | bileği — I, 447 |
BILEK | bilek, I, 325, 385, 518; II, 148, 214 |
BILEKLIG | bilekli, güçlü kuvvetli — I, 509, 511 |
BILEMEK | bilemek, II. 260, 325; III, 270, 272 |
BILEMSINMEK | biler görünmek — II, 260, 262 |
BILETMEK | biletmek — II, 310, 325 |
BILEZÜK | vez)k, I, 518; II, 82 |
BILEZÜKLENMEK | bllezik takınmak — III, 205 |
BILGE | bilge, hakim; akıllı, bilgin, alim — I, II, 51. 88, 207, 385, 388, 419. 428; III, 45, 46, 59, 137, 155, 158, 212, 303, 370, 380, 440 § bilge beg; bilgin, ak ıllı ve hakim bey — I, 428 § bügü |
BILGE | akıllı kişi, I, 428 § külüg bilge; ünlü ki şi — 1. 428 |
BILGEDMEK | akıllanmak — II, 340, 341 bkz. bilgetmek |
BILGELENMEK | akıllanmak, akıllılaşmak — III, 202 |
BILGETMEK | akıllanmak — II, 340 bkz. bilgedmek |
BILGIMSINMEK | kendini akıllı gösternnek — III, 202 |
BILIG | akıl, us; hikmet; bilgi — I, 61, 89, 92, 119, 140, 232, 252, 261, 385, 386, 467. 511; II, 22, 148. 243; III, 81, 228, 358, 385, 393 |
BILIGIN | bilgi ile, II, 91 |
BILIGLIG | bilgili — I, 510 |
BILIGSEMEK | akıllanmak; akıllı olmak istemek — III, 334 |
BILIGSLZLIK | bilgisizlik — I, 440 |
BILIMSINMEK | bilir görünmek — I, 262 |
BILINÇEK | bir zaman sonra hırsızın veya başkasının elinde bulunan her çalınmış malın adı — I, 510 § bilinçek neñ |
BILINMEK | kendi işini bilmek; itiraf etmek; bilinmek, anla şılmak — II, 23, 143, 228 |
BILIŞ | biliş, tanış; bilen, bilici — I, 12, 367 |
BILIŞMEK | bilişmek, tanışmak, II, 107; III, 71, 188 |
BILKSEK | kadının göğsü ile boynu arasında gerdanlık takılan yeri. I, 476 |
BILMEDÜK | bilinmemiş, tanınmamış, bilinmeyen, tanınmayan — III, 160 |
BILMEK | bilmek I, . 11, 12, 22, 38, 44, 63, 127, 212, 300, 332, 394, 425, 456, 510; II, 22; III, 20, 222, 233, 259, 359, 372 |
BILMIŞ | bilinmiş, tanınmış, bilinen tanınan — III, 160 |
BILSIKMEK | bilinmek I, 21 |
BILTÜRMEK | ögretmek, bildirmek — II, 176 |
BIR | bir — I, 15, 48, 50, 75, 107, 185, 186, 187, 189, 196, 219, 231, 232, 237, 239, 241, 258, 274, 283, 288, 296, 318, 321, 322, 329, 341, 349, 358, 369, 373. 382, 385, 387, 389. 391, 395, 396, 397, 398, 427, 429. 444, 523; II, 26, 42, 89, 92, 93, 94, 103, 107, |
BIRIG | kokmuş — I, 372 bkz. barıg |
BIRIN | birin birer birer — III, 360 |
BIRINÇ | sayıda birinciIII, 373 |
BIRKIG | atin veya eşeğin genizden ses çıkarması — I, 461 § at bırkıgı; atın ve eşeğin genizden ses çıkarması — I, 33 |
BIRKIRMAK | homurdanmak, genizden ses çıkarmak — II, 171 |
BIRLE | ile, beraber — I, 49, 61, 157, 167, 177, 180. 181, 182, 184, 185, 186, 190, 221, 231, 233, 234, 235, 236, 237, 240, 242, 333, 367, 371, 414, 424, 430, 474, 518, 519, 520; II, 3, 26, 77, 87, 88, 89, 91, 92, 93, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 102, 106, 107, 108, III, |
BIRTEM | uzun müddet — I, 484 |
BIRUK | teşrifatçı, hakanın yanına, aşamasına göre büyükleri alan ve yer gösteren adarn ın adı — (aslı buyruktur), I, 378 |
BISTE | tecimeni evinde konuklatıp onun mallarını satıveren ve koyunlarını toplayan ve tecimen giderken yirmi koyunda bir alan şahıs — III, 71 |
BISTIK | eğrilmek üzere hazırlanmış, atılmış pamuk sümeği I, 476 bkz. pistik |
BISTIK | fitil-I, 476 bkz. pistik |
BIT | bit — I, 320, III, 291 § tarıg biti tahıl biti — I, 320 |
BITI | gökten inen kitaplardan her biri. III, 217 |
BITIG | yazma, yazı, bkz. bitik |
BITIGÜ | Türk diviti ve başka divitler. III, 174 |
BITIK | kitap; mektup, yazma, yazı, yazış; yazılı şey, kâğıt, |, 71, 156, 186, 197, 202, 212, 226, 232, 302, 384, 459; II, 7, 21, 39, 75, 88, 95, 113, 119. 127, 131, 133, 139, 140, 145. 149, 160, 298, 318, 320, 321, 325, 333; III, 59. 64, 94, 105, 254, 305, 353, 43 |
BITIK(G) | muska, afsun, üfrük — I, 384; III, 164 |
BITIKLIG | yazı yazılacak nesne sahibi — I, 508, 511 |
BITIKLIK | yazı yazılmak için hazırlenan şey — I, 508 |
BITILGEN | daima yazılan — I, 521 |
BITILMEK | yazılmak. II, 119, 139, 160; III, 119 |
BITINMEK | yazılmak, yazınmak, kendisi için başkasının yardımı olmaksızın yazmak, II, 139, 140, 141, 160 |
BITIŞMEK | yazmakta yardım ve yarış etmek — II, 88, 113 |
BITIŞMEK | ikrar etmek, II, 88 |
BITITDECI | yazdırıcı. II, 318 |
BITITEÇI | yazdırıcı — II, 318 |
BITITGÜ | yazdıracak — II, 321 § bitig bititgü oruñ; yazı' yazdıracak yer — II, 321 |
BITITKÜÇI | yazdırıcı. II, 318 |
BITITMEK | yazdırmak — II, 298, 299, 312, 325 |
BITITMIŞ | yazılmış — II, 320 § bititmiş bitik; yazılmış yazı, eser — II, 320 |
BITİMEK | yazmak — II, 325 |
BITLEMEK | bit aramak — III, 291 |
BITRIK | fıstık — 1. 476 bkz. buturgak |
BITRIK | kadınların avret yerinde bulunan dilcik, d ılak — I, 476 |
BIZ | biz, I, 24, 25, 46, 94, 325, 341, 452, 509; II, 61, 66. 68, 274; III, 370 bkz. miz |
BIZI | ekmeğin üzerinde yanmaktan dolayı peyda olan siyahlık — III, 223 |
BOD | boy — I, 412 bkz. bod |
BOD | boy, kamet — III, 121, 216 bkz. bod |
BOD | toy kuşu — III, 121 |
BOD | misk ile râmek'ten yapılan şey — III, 121 §bod moncuk; cariyelerin misk ile râmekten yaparak takındıkları boncuk — III, 121 |
BODLUG | boylu, III, 121, 138, 156 |
BODUG | renk; boya — I, 175 bkz. bodug |
BODUG | boya; kına — II, II, 304 bkz. bodug |
BODUMAK | boyamak; yapıştırmak — III, 260 |
BOG | bohça, boğ, eşya konan heybe — II, 133, 141; III, 127 |
BOG(U)Z | boğaz — II, 24, 130, 290, 306; III, 264 bkz. bogaz |
BOGARMAK | ağaca kertik kertmek, II, 80 bkz. bogramak |
BOGAZ | boğaz, I, 364; II, 244 bkz. boguz |
BOGIM | boğum — I, 395 bkz. bogum, bogun |
BOGLAMAK | boğlamak, bohçalamak — III, 292 bkz. baglamak |
BOGLANMAK | bohçalanmak, II, 239 bkz. baglanmak |
BOGLUNMAK | boğulmak, II, 239 |
BOGMAK | boğmak, I, 86; II, 14, 24, 173; III, 406 |
BOGMAK | gömlek düğmesi. I, 466 |
BOGMAK | gerdanlık, gelin gerdanlığı — I, 466 |
BOGMAKLALMAK | düğmelenmek — III, 350 bkz. bogmaklamak, bogmaklanmak |
BOGMAKLAMAK | düğmelenmek — III, 350, 351bkz. bogmaklalmak, bogmaklanmak bogmaklanmak |
BOGNAKLANMAK | bulut parça parça olmak — II, 274 |
BOGRA | her hayvanın aygırı, boğa, deve aygırı, pohur — I, 187, 188, 420, 443, 521, 11. 223, 287, 334; III, 254, 282, 293 |
BOGRALANMAK | pohurlanmak, pohurlaşmak — III, 200, 201 |
BOGRAMAK | ağaçta kertik kertmek — II, 80; III, 277 bkz. bogarmak |
BOGRUŞMAK | ağaç yontmakta yardım ve yarış etmek — II, 203 |
BOGSUK | kölelerin boyunlanna geçirilen lâle — I, 465 bkz. bohsuk |
BOGTURMAK | boğdurmak, II, 171 |
BOGULMAK | boğulmak, II, 131 |
BOGUM | boğum — I, 399 bkz. bogım, bogun |
BOGUN | boğum — I, 399 bkz. bogım, bogum |
BOGUNDI | hayvanların sidikliği, mesane (yalnız hayvanların, insanların değil) . 1, 449 bogunmak |
BOGURDA | saç kıvırcık saç — I, 488 |
BOGUŞMAK | birbirini boğmak — II, 101 |
BOK | bok — III, 129 |
BOKA | boğa — II, 79; III, 226 |
BOKADMAK | boğalanmak, boğa olmak, II, 308 bkz. bokatmak |
BOKATMAK | boğalanmak, boğa 0111^. II, 308 bkz. bokadmak |
BOKLAMAK | boklamak, pislemek — III, 292 |
BOLGU | olma, oluş — I, 139 |
BOLMAGU | olmayacak (iş vb. ) — § boldiñ erinç |
BOLMAGU | ; olmayacak bir şey oldun — III, 245 |
BOLMAK | olmak — I, 26, 36, 37, 42, 47, 49, 51, 53, 54, 55, 59, 62, 64, 66, 69, 75, 79, 82, 89, 92, 93, 95, 104, 115, 138, 139, 186, 192, 200, 205, , 219, 243, 250, 251, 252, 288. 307, 309, 318, 322, 325, 326, 330, 333, 342, 348, 349, 358, 369, 390, 400, 402, 410, 42 |
BOLMIŞ | olmuş — I, 93 § bolmuş aş; olmuş (pişmiş) yemek — I, 93 |
BOLUŞ | sözle yardım — I, 367 |
BOLUŞ | kılmak sözle yardım etmek — I, 367 |
BOLUŞMAK | birinden yana çıkmak, birinin dileğine uymak — II, 108 |
BOR | şarap, süci — III, 119, 121 |
BORGUY | üflenerek öttürülen boru — III, 241 |
BORI | ok ucuna geçirilen temren oyu ğu halkası; hokka ve taş gibi şeylerin yarılmaması için ağızlarına geçirilen halka — III, 220 |
BORIK | huy, gidiş — I, 378 bkz. yorık, yoruk |
BOŞ | boş hür, ergin; boşanmış; sölpük, pörsük gevşek; salıverilmiş, boşaltılmış. I, 330; III, 124, 125 § boş yılkı; başıboş salınmış hayvan sürüsü, I, 330 bkz. ba şlag yılkı — I, 461 § ol işler boş; o kadın boştur; — o kadını boşadı, bıraktı, unuttu, I, 330 |
BOŞ | kılmak bırakmak, azat etmek, I, 330 |
BOŞANMAK | (kadın) boşamak, bağı çözülmek, II, 142 |
BOŞATMAK | boşaltmak; çözmek, çözülmek, bırakılmak, (kadın) boşatmak — II, 306, 307 |
BOŞGUNMAK | boş kalmak, boş olmak, işten yorulmak — II, 238 bkz. boşunmak |
BOŞLAGLANMAK | kızmak, öğüt tutmanıak — II, 272 |
BOŞUG | hanın, elçiye dönmesi için izin vermesi, izin — I, 372 § |
BOŞUG | aşı izin yemeği, I, 372 |
BOŞUGU | salıverme zamanı, I, 446 |
BOŞUMAK | boşalmak; boşanmak, çôzulmek, gevşemek; izln verip bırakmak; boşamak — III, 266 |
BOŞUNMAK | boşalmak — II, 238 bkz. boşgunmak |
BOŞUTGAN | çok yumuşaklık (ishal) veren, çok yumuşatan — I, 514 |
BOŞUTMAK | bırakmak, boş bırakmak, serbest bırakmak; yumuşaklık, (ishal) vermek, I, 210 |
BOTU | potuk, deve yavrusu — I, 120; II, 341 bkz. botuk |
BOTUK | potuk, deve yavrusu — III, 218 bkz. botu |
BOXSUK | kölelerin boyunlarına geçirilen lâle — I, 465 bkz. bogsuk |
BOXSUKLANMAK | eli boynuna bağlanmak — II, 272 |
BOXTAY | elbise bohçası, heybesi — III, 239 bkz; boxtuy |
BOXTUY | elbise bohçası, heybesi — III, 239 bkz. boxtay |
BOY | boy, ulus, kavim, kabile, aşiret; hısım — I, 44, 51, 237, 238, 338; II, 209, 274, 316; III, 141 |
BOY | yenilen bir ot, poy otu — III, 141 |
BOYIN | boyun, tutamak, III, 169 bkz. boyun |
BOYMAŞMAK | dolaşmak, açılmamak (ip gibi şeyler ve işler), karışmak — III, 194 |
BOYMUL | boynunda beyazlık olan hayvan, moymul — III, 176 |
BOYNAK | dağ boynu, belen — III, 175 |
BOYNAK | yılana ağı veren keler, III, 175 |
BOYNAMAK | kurulmak, gururlanmak, böbürlen-mek, mağrur olmak, dik başlı o1mak — I, 226; III. 377 |
BOYNATMAK | dik başlılık ettirmek — II, 357 |
BOYUN | boyun — I, 127, 213, 370, 518; II, 3, 74, 76, 164, 180, 218, 219, 233, 235, 236; III, 194, 230, 248, 288, 325. 427, 431 bkz. boyın |
BOYUNDURUK | boyunduruk — III, 179 |
BOYUNLAMAK | boyuna vurmak — III, 145 |
BOZ | boz reflk — II, 12; III, 122, 224 |
BOZLAMAK | ses vermek, bağırmak; bozlamak — I, 120; III, 291 |
BOZLATMAK | böğürtmek, II, 341 |
BOZMAK | bozmak, yıkmak — II, 8 |
BOZUK | bozuk, kırık yıkık, I, 378 |
BOZULMAK | bozulmak, yıkılmak — II, 131 |
BOZUŞMAK | bozmakta yardım ve yarış etmek, II, 99 |
BÖG | bir çeşit örümcek, böğ — III, 131, 141 bkz. bi, böy |
BÖGRÜL | bögrü ak olan hayvan — I, 481 § bögrül at; bö ğürleri ak olan at — I, 481 |
BÖGÜR | böğrek, böbrek — I, 316 |
BÖGÜRLEMEK | böğüre vurmak; harp safını karşılaşmadan sağ veya soldan vurup yenmek — III, 332, 345 |
BÖK | aşığın sırtının, tümseğinin yukarı gelmesi, III, 130 bkz. çik bök |
BÖKE | turmak bükülmek, eğilmek III, 231 |
BÖKMEK | eğilerek yere kapanmak, yemekten b ıkıp, doyup usanmak, bıkmak, gözü doymak, kanmak. II, 18, 19 bkz. bükmek |
BÖKÜTMEK | doyurmak, bıktırmak II, 309 |
BÖLÜK | bölük-I, 385 |
BÖLÜKMEK | hayvanlar bölüklere aynlmak — II, 118 |
BÖÑ | iri yarı, yoğun, obur — III, 354 |
BÖÑ | ağır bir şeyin düşmesiyle çıkan ses — III, 354 |
BÖRI | kurt — I, 36 |
BÖRK | başlık, külâh, börk, I, 349; II, 93, 281, 303; III, 175, 200, 336, 351, 361 § kuturma |
BÖRK | önde, arkada iki kanadı bulunan külâh — I, 490 § sukarlaç börk uzun külâh — I, 493 § kad ıglıg börk kenarlı, kıyılı külãh — I, 496 |
BÖRKÇI | takkeci, serpuşçu, külâh yapan ve satan — I, 26; II, 41, 52 |
BÖRLEYÜ | kurt gibi I, 189 |
BÖRÜÑ | suların yerde yaptığı yarıklar — III, 370 |
BÖY | bir çeşit örümcek — III, 141, 206 bkz. bi, bög |
BÖZ | bez — I, 21, 49, 117, 152, 382, 477; II, 129, 308, 337, 345, 365; III, 51, 69, 101, 122, 198, 208, 291, 296, 352 |
BU | bu — I, 34, 36, 46, 49, 64, 72, 74, 77, 94, 126, 128, 132, 136, 141, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 186, 190, 193, 197, 204, 230, 235, 238, 244, 246, 253, 255, 259, 266, 270, 288, 291, 292, 294, 297, 313, 315, 318, 323, 326, 329, 340, 362, 373, 374, 376, 391, |
BU | buğ, buhar, bugu — III, 206 |
BUÇ | buç kuşun ötmesi için "güzel güzel" yerinde söylenen bir söz, II, 290 |
BUÇ | kubuz inleyen utlardan bir ut — III, 173 |
BUÇGAK | bucak; açı, zaviye ve benzeri — I, 465 |
BUÇGAK | kesilmiş hayvan derisinden çarık yapılan uçlar — I, 465 |
BUÇGAK | kutur — I, 465 |
BUÇGAKLANMAK | köşelenmek — II, 273 |
BUÇI | bir çeşit kubuz; iyi ses veren, çok inleyen ut — III, 173, 219 |
BUDGAY | buğday — III, 240 bkz. bugday |
BUDMAK | buymak, donmak ve ölmek — III, 439 |
BUDUN | halk, ulus kavim, I, 155, 238, 239. 241, 352, 438, 439; II, 216, 223, 250; III, 398, 420 bkz. budun, buyun § budun başkanı |
BUDUN | halk, kavim, ulus — I, 45, 231. 398, 466, 512; II, 110, 127, 211, 216; III, 4, 47, 69. 75, 80, 90, 147, 185 bkz. budun, buyun |
BUDUNLUG | bukunlug ulusu, oymağı olan — I, 499 |
BUDURSIN | bıldırcın — I, 513 |
BUDUŞMAK | bir şey açılmak, ayrılmak (eğri bacaklar gibi), ap; ak olmak — II, 93 |
BUDUTMAK | soğukta dondurarak öldürmek — II, 302 bkz. yudutmak |
BUGA | Hindistan'dan getirilen bir ilâç, III, 224 |
BUGDAY | buğday — II, 235, 319, 363; III, 4, 73, 240, 254, 325 bkz. budgay |
BUGRIL | bıgrıl tulum ve benzeri kapların dolunca hasıl ettiği büküntü, girinti ve çıkıntı — I, 481 bkz. bugrıl, |
BUGRIL | tulum ve tuluma benzer dolu kapların hasıl ettiği büküntü, girinti ve çıkıntı. I, 481 bkz. bıgrıg, bıgrıl |
BUJIN | çöpleme denilen ağılı bir ot — I, 398 |
BUK | içi boş şeylerin yere düşerken çıkardıkları ses — III, 129 |
BUKAÇ | su kabı, topraktan yapılan çömlek ve benzeri şeyler, I, 357, 411 |
BUKAGU | hırsızların ellerlne vurulan kelepçe — I, 446 |
BUKAK | kuş kursagı. II, 285 |
BUKMAK | bükmek, kıvırmak, II, 16 |
BUKRAMAK | hayvan sıçramak, çamışlık etmek — III, 279 bkz. bukrımak |
BUKRIMAK | hayvan sıçramak, çamışlık etmek — III, 279 bkz. bukramak |
BUKUK | çiçek topluluğu; çiçek tomurcuğu. II, 285 |
BUKUK | boğazın iki yanında deri ile et arasında peyda olan et bezleri — II, 285 |
BUKUKLANMAK | tomurcuklanmak, kabarmak — I, 437; II, 285 |
BUKUKLUG | er boğazı urlu adam, I, 497 |
BUKULMAK | bükülmek, burkulmak, toplannnak — II, 131, 132 |
BUKUNMAK | bükmek, kıvırmak — II, 142, 143 |
BUKURMAK | indirmek — II, 82, 83 |
BUKURSI | sapan demiri. III, 242 |
BULADMAK | tencere buğusunda pişirtmek — II, 310 bkz. bulatmak |
BULAK | at boyu kısa, sırtı geniş at — I, 379 |
BULAMAK | pişirmek — III, 270 |
BULAN | Kıpçak illerinde avlanan büyük bir yaban hayvan ı — I, 413 |
BULATMAK | tencere buğusunda pişirtmek — II, 310 bkz. buladmak |
BULDUKMAK | bulunmak — II, 227 |
BULDUNI | içerisine yaş ya da kuru üzüm konan hoşmerim — I, 492 |
BULDUR | buldur güldür güldür, I, 456 |
BULDUR | buldur etmek güldür güldür etmek — l, 456 |
BULDUZMAK | buldurmak — II, 202 |
BULGAK | düşman gelmesi yüzünden halk arasına düşen karışıklık — I, 467 bkz. bulga; |
BULGAK | bulanık — III, 320 bkz. bulgayuk |
BULGAMA | yağsız ve tatsız bulamaç — I, 491 |
BULGAMAK | bulandırmak, karıştırmak, bulanıp kusayaznnak; öfkelendirmek — III, 289, 320 |
BULGAMAK | can sıkmak (yalnız kullanılmaz). III, 291 § bulgamak telgemek can s ıkmak — III, 291 |
BULGANMAK | bulanmak; kızmak, öfkelenmek; karışmak, II, 238, 242; III, 21 |
BULGAŞ | düşman gelmesi üzerine halk arasına düşen karışıklık. I, 460 bkz. bulgak |
BULGAYUK | bulanık — III, 179 bkz. bulgak |
BULGUNA | ılgın ağacına benzer gevrek, kırmızı bir agaçtır, develer yer, I, 492 bkz. malguna |
BULIT | bulut — I, 138, 139, 173, 186, 212, 251. 257, 258, 354, 376; II, 222, 223; III, 50, 147, 282, 298, 319, 398 bkz. bulut |
BULITLANMAK | bulutlanmak — II, 264 |
BULMADUK | bulunmamı; — I, 419 |
BULMAK | bulmak — I, 123, 215, 304, 360, 384, 398, 407, 445, 463, 508; II, 21, 22. 29, 316; III, 12, 90, 440 |
BULMIŞ | bulunmuş — III, 361 |
BULNAMAK | esir etmek, tutsak etmek — I, 60, III, 29, 301 |
BULNATMAK | esir ettirnnek — II, 350 |
BULUN | esir, tutsak, I, 215, 307, 399; II, 150, 307; III, 63, 85, 97 |
BULUÑ | köşe, bucak, zavlye — II, 371 |
BULUNMAK | bulunmak — II, 143 |
BULUŞ | kişinin yaptığı bir işten elde ettiği kazancı, kâr — I, 367 |
BULUŞMAK | buluşmak, II, 107, 110 |
BULUT | bulut — III, 39, 190, 217 bkz. bul ıt |
BURBAG | işi uzatma, işi yarına bırakma, sürüncemede bırakma — I, 461 bkz. yurbag |
BURBALMAK | karışmak, II, 228, 229 |
BURBAMAK | işi sallamak, savsaklamak, üzerine du şmemek — III, 275 bkz. buybamak, yubalmak, yubamak, yubanmak |
BURBaşMAK | karışmak — II, 203, 227 |
BURBATMAK | karıştırmak ve geciktirmek — II, 327 bkz. yap yup k ılmak, yubatmak, yubılamak, yuplamak |
BURÇAK | burçak — I, 466 |
BURÇAK | ter taneleri — I, 466 |
BURÇAKLANMAK | burçaklanmak; (akar hakkında) tane tane akmak, burçak burçak olmak, l, 466; II, 273, 279 |
BURDUZ | bahçe, bostan — I, 457 (öz Türkçe de ğil) |
BURIŞ | deride ve elblsedeki buruşukluk, I, 367 bkz. burkug |
BURKI | ekşi yüz, kırışık I, 18, 427 |
BURKITMAK | (yüz) buruşturmak, ekşitnnek — II, 339 |
BURKUG | deri ve deri gibi şeylerin büzülmesi — I, 461 bkz. bur ış |
BURKURMAK | buruşmak, büzülmek. II, 171, 188 |
BURMAK | kokmak (iyi), buğusu yükselmek, buğulanmak — II, 6; III, 180 |
BURSLAN | aslında "bebür" denen hayvan; erkek ad ı — III, 418 |
BURT | kâbus, karabasan — I, 341; II, 10 § köti burt; kâbus, I, 341 |
BURTA | altın kırıntıları. I, 416 |
BURTALAMAK | altın varaklar veya kınntılar yapıştırmak — III, 351, 352 |
BURTALANMAK | altın kırıklan lle süslenmek — III, 200 |
BURUN | burun, öne doğru çıkınti yapan yer; önce — I, 375, 398, 412, 515. 518, 524, II, 85, 313; III, 107, 273 § kıval burun |
BURUNDUK | /ular, buruna geçirilen yular, burunduruk, I, 501; II, 16 buru ışg ok atımı yer — llt, 370 |
BURUNLAMAK | buruna vurmak, III, 341, 342 buruşmak (yüz) buru; mak — II, 94 burutmak buğulandırmak, kokutarak yellenmek — II, 302 |
BURXAN | put, buda — I, 343, 436, III, 84 bkz. beder burhan, bedez burhan, furhan |
BUŞAK | içi sıkıntılı, mükedder I, 154, 378 bkz. buşgan, puşak |
BUŞGAN | içi sıkıntılı, mükedder — I, 154 bkz. buşak, puşak |
BUŞGUT | çırak — I, 451 |
BUŞGUTLANMAK | çırak, çömez sahibi olmak — II, 270 bkz. tu şgutlanmak |
BUŞMAK | sıkılmak, can sıkılmak, usanmak — I, 373; II, 12, 145; III, 262 bkz. pu şmak |
BUŞUG | can sıkıntısı. I, 373 bkz. puşug |
BUŞULGAN | (ş) eli işe yatkın — III, 53 |
BUŞURMAK | can sıkmak — II, 78 |
BUT | but, I, 254; III, 120 |
BUT | değerli ve büyük peruze — III, 120 |
BUT | büyük bir adamın armağanını getirene verilen bahşiş, III, 120 |
BUTAK | budak, dal — I, 44, 159, 168, 277, 377; II, 264 bkz. but ık |
BUTAKLAMAK | budamak — III, 336, 337 bkz. butıklamak, butımak |
BUTAKLANMAK | budaklanmak, tomurcuklanmak, kollar ı ayrılmak. II, 264, 269 |
BUTANMAK | budanmak — II, 141 |
BUTAR | hasır dokumasında kullanılan ip, I, 360 |
BUTIK | budak, dal, ağaç — I, 377; III, 19, 55, 58, 78, 83, 95 bkz. butak |
BUTIK | küçük testi, kırba, boduç — I, 377 |
BUTIK | atın ayak derisi çıkarılarak yapılan tulum, I, 377 |
BUTIKLAMAK | budamak — III, 336, 337 bkz. butaklamak, but ımak |
BUTIMAK | budamak — III, 337 |
BUTLAMAK | buduna varmak; budunu ısırmak, III, 291 |
BUTLU | devenin burnuna geçirilen burunsal ık; (deve) burnundaki yumuşak yer, I, 430; II, 16 |
BUTMUL | karabibere benzer bir bitki, darü fülfül I, 481 bkz. batmul, bibli |
BUTURGAK | pıtrak, fıstık biçlminde çengelli bir diken-I, 502 bkz. bitrik |
BUXSAMAK | kabul etmemek; zorla yapmak — III, 284 |
BUXSATMAK | dik başlılık ettirmek, II, 335 |
BUXSI | pişmiş buğday ile badem içl üzerine bal ve süt ile yap ılmı; bulamaç dökülerek meydana getirilen bir yemek — I, 423 |
BUXSUM | boza, darıdan yapılan bir içki — I, 485 |
BUYBAMAK | savsaklamak, yüz üstü bırakmak — III, 310 bkz. burbamak, yubamak |
BUYUN | kavim, ulus — III, 169 bkz. budun, budun |
BUYURMAK | buyurmak, emretmek III, 186 buz buz, I, 186, 353, 425; II, 214, 346; III, 123, 297 |
BUZAGU | buzağı I, 59, 446, 528; III, 91 |
BUZAGULAMAK | buzağılamak, buzağı doğurmak — III, 91 |
BUZLUK | buzluk, içerisine buz konularak yaz için saklanan yer, I, 466 |
BUZTILI | sıçan gibi küçük bir hayvan — I, 446 |
BÜDIK | oynayış, zıplayış, raks — I, 412 bkz. büdik |
BÜDIK | oyun, raks, III, 259 bkz. büdik |
BÜDIMEK | oynamak, raksetmek, III, 259 |
BÜDÜŞMEK | oyunda ve raksta yarışmak. II, 93 |
BÜDÜTMEK | oynatmak. II, 302 |
BÜGDE | hançer — I, 31, 418; III, 272 bkz. bükte |
BÜGDELEMEK | hançerlemek, III, 352 bkz. bükdelemek |
BÜGLÜNMEK | toplanmak, birikmek. II, 239 |
BÜGMEK | durdurmak, hareketine mani olmak; kapanmak, sed çekilmek, toplanmak; bükülmek, I, 100; II, 19 bkz. bükmek |
BÜGRI | (bukri) eğri büğrü — I, 219. 420 |
BÜGÜ | bilgin, akıllı, hakim. I, 428; III, 228, 303 bkz. bükü |
BÜGÜ | bilge akıllı — III, 228 |
BÜGÜLMEK | büğenmek, önü büğenerek toplanmak ve çoğalmak — II, 132 |
BÜGÜŞMEK | su büğemekte yardım ve yarış etmek, II, 105 |
BÜK | bük , sık ağaçlık — I, 245, 260, 333 |
BÜK | köşe, bucak, I, 333 |
BÜK | tomurcuk. I, 233 |
BÜKDELEMEK | hançerlemek. III, 352 bkz. bügdelemek |
BÜKE | ejderha, büyük yılan — III, 227 |
BÜKEN | karpuz, hint kavunu — I, 399 |
BÜKIN | erliksiz, puluç, I, 399 |
BÜKLÜNMEK | kıvrılmak — II, 239 |
BÜKMEK | durdurmak, toplanmak, bükmek I, 100 bkz. bügmek |
BÜKMEK | yere kapanmak, yemekten doyup, usanmak, doymak, kanmak, II, 18, 19 bkz. bökmek |
BÜKSÜKLENMEK | kızda meme tomurmak — II, 277 |
BÜKSÜLMEK | çatlamak, yanlmak — II, 229 |
BÜKTE | hançer-I, 31 bkz. bügde |
BÜKTEL | orta boylu (insan hakkında); yassı arkalı, oturamaklı (at hakkında). I, 481 |
BÜKTIR | dağlardaki çukur ve sert yerler; da ğların inişli çıkışlı yerleri, I, 455, 456 |
BÜKÜ | bilgin, akıllı, hakim. III, 228 bkz. bügü |
BÜKÜ | bilge bilgin, akılli, hâkim. III, 228 |
BÜKÜLMEK | bükülmek; kesilmek — I, 437; II, 132, 285 |
BÜKÜM | etük kadın pabucu, I, 395 bkz. mükim, mükin |
BÜKÜN | kör bağırsak — I, 399 |
BÜKÜŞMEK | bükmekte yardım etmek, II, 105 |
BÜL | zaman geçerek eskiyen herhangi bir şey, 1, 335 § bül at; ayakları sekili olan, ayaklarında aklık bulunan at — I, 335 § bül tarıg; üzerinden yıllar geçerek tadı bozulan tahıl — I, 335 |
BÜN | çorba, I, 31 bkz. mün |
BÜRGE | pire — I, 427 |
BÜRGE | kişi bir yerde durmayan, zevzek, taşkın kimse I, 427 |
BÜRGELENMEK | öfkeden pire gibi sıçramak, pirelenmek. III, 202 |
BÜRME | don, torba gibi şeylerin ağı — II, 94 |
BÜRMEK | büzmek — II, 6 |
BÜRÜK | sofra başı, şalvar uçkuru gibı şeylerde bulunan yuvar-lak ip ve iplikler — I, 385 |
BÜRÜLMEK | buruşturulmak, bükülmek. II, 131 |
BÜRÜNÇÜK | bürüncük, kadın baş örtüsü — I, 510; II, 151 |
BÜRÜNMEK | bürünmek. II, 141 |
BÜRÜŞMEK | yuvarlak ; ey dikmekte yardım etmek, II, 94 |
BÜSKEÇ | çörek — I, 452 bkz. püşkel |
BÜSTELI | kara pazı denen sebze, I, 493 bkz. püstüli |
BÜŞINÇEK | üzüm salkımı, I, 506 |
BÜTE | çok anlamına bir kelime; kısa zaman, III, 217 bkz. kibe |
BÜTKÜ | kaka, büyük abdest (çocuklara söylenir) — I, 430 |
BÜTMEK | ses kısılmak, alçalmak; borcu veya alaca ğı gerçekleşmek; yara kapanmak; sona ermek, yok olmak; bir şeye inanmak, ikrar etmek — I, 219; II, 294; III, 137, 166. 240 |
BÜTMEK | bitmek (nüşvü nema), yaratılmak, doğmak — II, 294 |
BÜTMIŞ | kapanmış, iyileşmiş (yara) — I, 245 bkz. yetmiş |
BÜTRÜŞMEK | muhâkeme olmak ve şahit getirmek. II, 203 |
BÜTSEMEK | iyileşmeğe yaklaşmak — III, 284 |
BÜTÜGE | patlıcan, I, 447 |
BÜTÜN | doğru, dürüst, sahih; bütün — I, 224, 398 |
BÜTÜNLEMEK | gerçekliğini aramak, III, 341 |
BÜTÜRMEK | sağaltmak, sağlam hale koymak; alacağını tanıklamak, ispat etmek — II, 72, 73 bkz. pötürmek; |
CIGI | sağlam (dikişte) — III, 229 bkz. yi, yigi |
CILDAY | atların gögsünde çıkan bir hastalık. III, 240 bkz. çildek |
CINCÜ | inci. I, 31, 417; III, 30, 229 bkz. yincü yinçü, yünçü |
CUGDU | … |
CÜVÜT | boya, III, 16Î |
ÇA | benzetme edatı — III, 207 bkz. çe çabak Türk gölünde bulunan ufak bir bal ık — I, 381 |
ÇABAK | er soysuz, mayası bozuk, sütsüz adam, I, 381 |
ÇAÇIR | çadır — I, 406 bkz. çaşır, çatır |
ÇADAN | çiyan, kuyruğu örü, akrep — I, 409; III, 367 |
ÇAFLI | şahin — I, 431 |
ÇAG | çug gürültü, çar çur — III, 128 |
ÇAGI | gürültü — III, 225 bkz. çogı, çugı |
ÇAGIG | kamçı, sırım II, 210 bkz. çavıg |
ÇAGILAMAK | bağırmak, çağırmak. III, 324 bkz. çogılamak |
ÇAGILAMAK | çağlamak. III, 324 bkz. jagılamak, şagılamak |
ÇAGIR | şarap, şıra — I, 363; II, 336; III, 286, 385 |
ÇAGIR | dar yol, küçük yol, çığır — I, 363 bkz. çıgır |
ÇAGIRLAMAK | şıra yapmak; şıra içmek — III, 331 |
ÇAGIRLANMAK | şıra veya şarap sahibi olmak — II, 267 |
ÇAGIRLIG | şaraplı, şarabı olan — I, 494 |
ÇAGLANMAK | börtmek; yarı pişmek (et) — II, 245 |
ÇAGMUR | şalgam — I, 16, 457 bkz. çamgur |
ÇAGMUR | çamı gürültü, bağırtı (yalnız kullanılmaz, "çogı" ile gelir). III, 234 |
ÇAGRI | doğan kuşu; çakır ku; u — I, 421; II, 343; III, 332 |
ÇAGRUK | sertleşen, katila; an — I, 469 |
ÇAK | bir şeyin özunü, aynını bildiren kelime, "tam, işte, aynı" sözleri gibi — I, 333 |
ÇAK | çuk odun, ceviz, kemik gibi çeylerin k ırılmasından çıkan ses, I, 333 |
ÇAK | çuk etmek odun, ceviz, kemik gibi şeyler kırılırken ses çıkarmak — I, 333 |
ÇAK | etmek ses çıkarmak — I, 333 |
ÇAKILMAK | çakılmak; ateş çakmak; eri; tirilmek — II, 133 |
ÇAKINMAK | çakınmak, kendisi için çakmak — II, 149 |
ÇAKIR | gök gözlü, çakır gözlü, çakır — I, 363 |
ÇAKIŞMAK | çakmakta yardım ve yarış etmek — II, 104 |
ÇAKLANMAK | çalkamak — I, 513 |
ÇAKMAK | çakmak; erişmek, II, 17, 23; III, 26 |
ÇAKMAK | (kuş) aşağı inmek — III, 46 bkz. çokmak, çukmak |
ÇAKMAK | çakmak (yakma aracı) — I, 469; II, 17, 104, 133, 149, 181; III, 26 |
ÇAKRAK | kel, daz, 1. 469 |
ÇAKRATMAK | gözü çakırlaştırmak — II, 334 |
ÇAKRIŞMAK | çağrışmak — II, 209 |
ÇAKTURMAK | çaktırmak; iki kişiyi kızı; tırmak — II, 181 |
ÇAL | alaca, kır — III, 156 |
ÇALAÑ | geveze, bağıran, çalçene — III, 371 § çalañ ba şı; çalçene, bağıran kişi — III, 371 |
ÇALAÑ | yanmış gibi siyah, ot bitmeyen, çorak yer — III, 371 |
ÇALDIR | çaldır ses ifade eden bir söz — I, 457 |
ÇALDIR | çaldır etmek çaldır çaldır etmek I, 457 |
ÇALDRAMAK | ; ağıl çuğul etmek, ses vermek, III, 447, 448 |
ÇALGAY | ku; kanadının uçları — III, 241 |
ÇALIG | yitik arama; bey|erln önemli bir işi çıktığında gelmeleri için köylere, obalara gönderdi ğl haber, I, 374 |
ÇALINMAK | kendini yere atmak; kulağına söz erişmek; anklannnak, zayıflamak — II, 149, 150 |
ÇALIŞ | çelme, güreş — I, 368 |
ÇALIŞMAK | bir şeyin çatlakları, ekleri, araları açılmak; güreşmek. II, 108, 114 |
ÇALK | çulk itmenin çıkardıgı ses, I, 349 |
ÇALK | çulk kılmak itmek, çarpmak — I, 349 |
ÇALKAN | yaranın bir yerden başka blr yere yürümesi veya 20^651. I, 441 |
ÇALMA | kerme, kemre, koyun ağıllarında veya deve ahırlarında toplanıp, kurutularak kışın yakmak Içln kesilen kesek, kuru tezek, I, 433 |
ÇALMAK | yere çalmak, vurmak, yenmek |
ÇALPAK | kir, pislik — 1. 470 § çalpak i ş; karışık iş — I, 470 |
ÇALPAÑ | sıvık çamur — III, 385 |
ÇALPAŞMAK | çarpışmak, mücadele etmek; sertleşmek; bir şey kötüleşip pisleşmek — II, 207 |
ÇALPUŞLANMAK | yapışkan olmak, çelpeklenmek. II, 271 |
ÇALTURMAK | yere çeldirmek, yere çaldırmak; aratmak, aramasını emretmek; işittirmek için çağrılmak. II, 182 |
ÇAMGUK | koğucu, kovcu — I, 470 |
ÇAMGUR | şalgam, I, 457 bkz. |
ÇAMRAK | çoluk çocuk, I, 469 bkz. çar çarmak |
ÇANAK | kekez kimse, korkak, gevşek, I, 358 |
ÇANAK | kap kacak, çanak, tuzluk ve tuzlu ğa benzer ağaçtan oyulmuş kap — I, 84, 381; III, 32, 109 bkz ayak |
ÇANAKLAMAK | birini arık (zayıf) saymak veya bulmak; arıklığa, gevşekliğe, kekezliğe nispet etmek — III, 330 ça(n)aklık kekezlik, gevşeklik, perişanlık — I, 503 |
ÇANÇU | erişte hamuru açılan oklava — I, 417 |
ÇANDIŞMAK | birbirine sertleşmek, birbirinden kaçınmak, çekinmek — II, 207, 208 |
ÇAÑILAMAK | döğülerek çenilemek; kötü söyleyip ba ğırmak — III, 404 |
ÇANKA | bir çeşit tuzak — I, 427 |
ÇANTURMAK | caydırmak — II, 182 bkz. çındu — turmak |
ÇAP | çap ses bildiren bir kelime, vurulan kamç ının ve dudağın şıpırdamasında çıkar — I, 318 |
ÇAP | çap yemek şapır şupur yemek — I, 318 |
ÇAPGUT | çaput, ; ilte — I, 451 |
ÇAPILMAK | Ince, iyi yumuşak çamurla sıvamak; boynu vurulmak — II, 119 |
ÇAPINMAK | kamçılamak; yüzmek, II, 149 |
ÇAPITGAN | çok saldıran — I, 513 çapıtgan er cellât, boyun vurnn, I, 513 çap ıtmak saldırmak, vurdurmak, II, 298 çapmak yüzmek; arı çamurla sıvamak; vurmak — II, 3, 149 |
ÇAPSAMAK | yüzmek istemek III, 284 |
ÇAPTURMAK | suda yüzdürmek; çamurla sıvatmak; boyun vurdurmak, II, 180 |
ÇAR | çar herhangi bir akarın çıkardıgı ses, I, 324 bkz. şar şar |
ÇAR | çarmak çoluk çocuk — I, 469; II, 148, bkz. çamrak |
ÇARÇUR | abur cubur — I, 323 |
ÇARÇUR | yemek eline geçeni yemek, bir şey bırakmamak, I, 323 |
ÇARLAMAK | cırlamak, ağlamak, bağırmak — III, 295 bkz. çoglamak |
ÇARLAŞMAK | ağlaşmak, bağrı; mak, kükremek — II, 210 |
ÇARLATMAK | cırlatmak, ağlatmak — II, 344 |
ÇARS | çars ses ifade eden bir kellme — I, 348 |
ÇARS | çars urmak çat çat dövmek — I, 348 |
ÇART | parça, I, 341 |
ÇART | çurt her şeyln ufağı, döküntusü — I, 341 |
ÇARUK | çarık — I, 318 |
ÇARUKLAMAK | çarıklamak, Türk çarığı giymek; çaruk boyuna nispet etmek, III, 337, 338 |
ÇARUKLANMAK | çarıklanmak — II, 266 |
ÇARUKLUG | çarıklı. I, 497 |
ÇARUKLUK | çarık yapılmak üzere yapılmış deri — I, 503 |
ÇARUN | çınar agacı — I, 414 bkz. çünük, şünük |
ÇAŞIR | çadır — I, 406 bkz. çaçır, çatır |
ÇAT | kuyu — III, 146 |
ÇAT | çat bir şeyin düştüğü zaman çıkardığı sesi anlatır — I, 320 |
ÇATIR | çadır, I, 406 bkz. çaçır, çaşır çatır nı; adır — I, 406 |
ÇATLLAMAK | şaklamak. III, 323 |
ÇATMAK | kuzuyu koyuna katmak, II, 294 |
ÇATPA | köy muhtarının ırmak, çeşme sularının yollarını kazmaya gitmeyen kimseterden aldığı tutu, I, 416 |
ÇATUK | Çin'den getirilen bir balık boynuzu — III, 218 |
ÇAV | şöhret, ; an; ses, I, 45; II, 250 |
ÇAVA | delikanlılara verilen adlardan — III, 225 |
ÇAVAR | ateş yakmaya yarıyacak nesne, tuturak, I, 17, 411 |
ÇAVAR | çuvar ateş yakmaya yarıyacak nesne, tuturak — I, 411 |
ÇAVARLIG | yer yavşan gibi tuturak yapmaya yarar odun bulunan yer — I, 495 |
ÇAVIG | kamçı, kamçı ucu, I, 374; II, 231 bkz. çagıg |
ÇAVJU | dalı, budağı, meyvesi kırmızı bir ağaç olup meyvesi acıdır — Kadınların parmağı kırmızılıkta buna benzetilir, I, 422 |
ÇAVLANMAK | sanlanmak, şöhretlenmek, ün sahibi olmakII, 245; III, 200 |
ÇAVLI | ateş yakılan meyve kabukları, III, 442 |
ÇAVUŞ | çavuş, savaşta safları düzelten ve askeri zulüm etmeğe bırakmayan kimse. I, 368 çaydam yatağa doldurulan veya yağmurluk yapılan Ince keçe — III, 176 bkz. çiydem |
ÇAXA | çakmak, I, 9 |
ÇAXŞAK | dağ tepelerindeki taşlık yer — I, 469 |
ÇAXŞAK | kurutulmuş kaysı, üzüm gibi meyveler, I, 469 |
ÇAXŞAMAK | çağıl çuğul etmek, takılan süs eşyası ses vermek — III, 286 |
ÇAXŞU | filiz herç çakses anlatan bir söz — I, 333 |
ÇE | benzetme edatı, III, 207 bkz. ça |
ÇEÇEK | çiçek I, 119, 179, 193, 233. 388 437; II, 122, 285 |
ÇEÇEKLENMEK | çiçeklenmek II, 266 |
ÇEÇEKLIK | çiçeklik, I, 508 |
ÇEÇGE | çulha tarağı, I, 429 |
ÇEFŞEÑ | koyun kırpılan makas, kırkı — III, 385 |
ÇEK | çizgili, kumaş gibi bir pamuk dokuma — III, 155 |
ÇEK | çük malın en değersizi, kıvır zıvır, I, 334 |
ÇEKEK | çiçek hastalığı, I, 388 |
ÇEKIK | nokta — II, 149, 181, 287 bkz. çikik |
ÇEKIK | küçük çocuk çükü — II, 287 bkz. çübek |
ÇEKIK | serçeye benzer alacalı bir kuş ki siyah kayalıklarda bulunur — II, 287 |
ÇEKILMEK | kitap (10^^111^. II, 133, 134 |
ÇEKINMEK | bohça bağlamayı üzerine almak, kendi kendine ba ğlamak, II, 149 |
ÇEKIŞMEK | nokta koymakta yardım ve yarışetmek — II, 107 |
ÇEKLEŞMEK | kur'a çekmek — II, 210 |
ÇEKLNMEK | kendisi için kitaba nokta koymak — II, 149 |
ÇEKMEK | kitap noktalamak; attan kan almak; s ıkılan oku çekmek — II, 21 |
ÇEKMEK | çekerek bağlamak — II, 21 bkz. çıkmak |
ÇEKREK | kapa yünden yapılan kölelerin giydigi cepsiz blr kaftan — I, 477 |
ÇEKTÜRMEK | noktalatmak; kan aldırmak — II, 181 |
ÇEKÜK | çekiç — II, 287 |
ÇEKÜN | ada tavşanı yavrusu, göcen — I, 402 |
ÇEKÜRGE | çekirge — I, 490 |
ÇELIÑ | çini; Çin'den gelme — III, 371 § çeliñ ayak; Çin kâsesi, III, 371 |
ÇELPEK | göz çapağı — I, 477 |
ÇELPEKLENMEK | çapaklanmak, II, 277, 279 çeuğ zil, çalpara — III, 357 çeñel er şer adam, şerli adam — II, 290 çeışğlik sarmaşık otu, III, 383 |
ÇEÑLI | merigli birçocukoyunu; salıncak — III, 379 |
ÇEÑŞÜ | küçük hırka — III, 378 |
ÇEPIŞ | altı aylık keçi yavrusu, çepiç — I, 368 |
ÇEPIŞLENMEK | çepiç olmak, çepiç haline gelmek, II, 266 |
ÇER | vücudun ağırlığını bildiren bir kelime, I, 322 |
ÇER | savaşta karşılıklı duran saflar — I, 323 |
ÇER | vakit, I, 323 |
ÇERIG | asker, asker dizisi, ordu, I, 123, 128, 323, 388, 442, 519; II, 97, 103, 209; III, 332 |
ÇERIK | her şeyin karşısı; her şeyin vakti, sırası, I, 388 |
ÇERKEŞMEK | saf haline gelmek, sıralanmak, dizilmek, düzelmek. I, 179, 442; II, 209, 210, 283, 303 |
ÇERLENMEK | vücut ağırlaşmak, agrımak, hastalanmak — I, 322; 11. 244, 245 |
ÇERLETMEK | bozmak; ajrıtmak; ağırlık vermek — II, 345 |
ÇERLIK | karşı, I, 323 |
ÇERLIK | vakit — I, 323 |
ÇERMELMEK | bir ; eyln ucu kıvrılmak, bükülmek — II, 231 |
ÇERMEŞMEK | bükmekte yardım ve yarış etmek — II, 210 |
ÇERMETMEK | bir şey fltil gibi bükülmek; ördürülmek. II, 349 |
ÇERTILMEK | yok edilmek; ortadan yok olmak, ölmek, kaybolmak, uzakla şmak, elden çıkmak — I, 103; II, 148, 229; III, 41 |
ÇEŞ | perüze, firuze — I, 330; II, 79, 192 |
ÇEŞKEL | çanak çömlek — I, 482 |
ÇETGEN | gem dizgini — I, 443 |
ÇETMEK | eri; mek — II, 314 bkz. yetmek, yetmek |
ÇETÜK | kedi — I, 388; III, 127 bkz. muş § küvük |
ÇETÜK | ; erkek kedi — I, 388 |
ÇEVRÜLMEK | çevrilmek, döndürülmek. II, 230 |
ÇEVRÜŞMEK | çevrlşmek. II, 208 |
ÇEVŞEÑ | gözü sulu, gôzü her zaman akan ki şi — III, 385 |
ÇEVTIRMEK | çevirmek, bir şeyi sol elin baş parmagı üzerinde çevirmek — II, 82 |
ÇEVÜRGEN | her zaman çevlren, I, 522 |
ÇI | toprakta yaşlık, yaş — III, 207 |
ÇIBEK | karguy delice doğan, moymul, at-macaya benzeı- bir ku; — I, 388; 111. 241 |
ÇIBEK | karkuy delice doğan, moymul, at-macaya benzeı- bir ku; — I, 388; 111. 241 |
ÇIBEK | kırguy delice doğan, moymul, at-macaya benzeı- bir ku; — I, 388; 111. 241 |
ÇIBEK | kırkuy delice doğan, moymul, at-macaya benzeı- bir ku; — I, 388; 111. 241 |
ÇIBIK | çubuk, yaş olan dal, I, 318 |
ÇIBIKLAMAK | taze çubukla vurmak. III, 337 |
ÇIBIRTMAK | çırpıçtırmak, taze ; ubukla döğmek — III, 430 |
ÇIÇALAK | serçe parmak, sırça parmak, I, 487 |
ÇIÇAMUK | yüzük parmağı — I, 487 |
ÇIF | hurma ve üzüm gibi şeylerin şırasının çömlek veya benzerlerinde kaynamas ından çıkan ses — I, 332 |
ÇIFILAMAK | çığıl çığıl ses verı — nek, şıra kaynarken ses vermek. III, 325 |
ÇIFŞEÑ | ekşi, ekşimiş III, 385 |
ÇIG | göçebelerin sele sazı (çığ otu) lle yaptıkları çadır örtüsü — III, 128 |
ÇIG | bir Türk arşını, Arap arşının üçte ikisi kadardır, göçebeler bununla bez ölçerler — III, 128 |
ÇIGAN | fakir, yoksul — I, 31 bkz. çıgay |
ÇIGAY | fakir, yoksul — I, 31, 214, 248, 349; III, 238, 239 bkz. ç ıgan |
ÇIGIL | tıgıl ses bildiren bir söz — I, 393 |
ÇIGIL | tıgıl kılmak çığıl çığıl etmek, I, 393 |
ÇIGILLEMEK | Çiğil*lerden saymak, Çigil'lere nisbet etmek — III, 345 |
ÇIGILLENMEK | Çiğil kılıgına girmek, II, 269 |
ÇIGILMEK | düğüm sıkıştırılmak, ip düğümlenmek — II, 134 bkz. çiklişmek, çiktürmek |
ÇIGILVAR | okı bir çeşlt küçük ok — I, 493, 494 |
ÇIGIR | daryol, küçükyol, çığır, I, 363 bkz. çagır |
ÇIGIR | çigir ekmek içerisinde taş kırıntıları olduğu zaman di; in ezemeyerek çıkardığı ses, I, 363 |
ÇIGIRLAMAK | çığır açmak; çığır açmağa yönelmek; karda ayağıyla yol açmak — III, 331 |
ÇIGIRLANMAK | çığırlar peyda olmak — II, 267 |
ÇIGIT | pamuk çekirdeği — I, 356 |
ÇIGLAMAK | Türk arşını ile ölçmek — III, 296 |
ÇIGLANMAK | ölçülmek — III, 198 çıglatmak uzunluk ölçtürmek — II, 345 |
ÇIGMAK | dürmek, çıkınlamak, bağlamak, II, 14, 15 |
ÇIGNE | mala, çiftçilerin "sürgü" dedikleri aygit — I, 435 bkz. çikne |
ÇIGRI | çıkrık, değirmen, çark, dolap gibi şeylerin çıkrığı, ip çıkrığı ve her türlü makara; değre, felek — I, 421, II, 82, 230, 241, 255. 303 § kök ç ıgrısı; felek, gök değresi- I, 421 |
ÇIGRITMAK | çiğnetmek; çiğneterek sertleştirmek; işte pişirmek (insan için) — II, 333 |
ÇIGRUMAK | gevşek şey sertleşmek, III, 280 |
ÇIJ | demir çivi, zırh çivileri ucu — III, 123, 214 |
ÇIJMAK | binilmek veya yüklenmek istenen yag ırlı hayvan eğinmek. II, 9 bkz. çijtürmek |
ÇIJTÜRMEK | hayyan yükten belini çökertmek — II, 180 bkz. ; ıjmak |
ÇIK | inciten ve korkutan kişiye karşı koyamayacak adama söylenen bir korkutma deyimi — III, 130 |
ÇIK | bök aşığın sırtının tüseğinin yukarı gelmesi — III, 130 bkz. bök |
ÇIK | çik oğlağı çağırmak ve gütmek için kullamlan bir söz — I, 334 bkz. çilik çilik |
ÇIK | turmak aşık oyununda aşık yan yatınca çukur tarafı yukarı gelmek — I, 334 |
ÇIKAN | yiğen, hala ve teyze oğlu — I, 402 |
ÇIKARMAK | çıkarmak — II, 83 |
ÇIKI | ; menfaat, çıkar — I, 368 |
ÇIKIK | nokta — II, 107 bkz. çekik |
ÇIKILMAK | çıkılmak, II, 133 |
ÇIKIN | ibrişim. I, 414 |
ÇIKIN | üzüm bağlarında biten hayvanların yediği başaklı bir ot — I, 414 |
ÇIKIŞMAK | çıkmakta yardım ve yarış etmek — II, 104 |
ÇIKLIŞMEK | sıkışmak, düğüm sıkışmak — II, 210 bkz. çigilmek, çiktürmek |
ÇIKMAK | çıkmak — I, 81, 305, 343, 362, 420, 424; II, 17, 18, 116, 246; III, 16, 120, 144, 161 bkz. taşıkmak, tışıkmak |
ÇIKMAK | çekerek bağlamak, II, 21 bkz. çekmek |
ÇIKMAK | nemlenmek — III, 183, 184 |
ÇIKNE | çiftçilerin "sürgü" dedikleri ayg ıt — III, 301 bkz. çigne |
ÇIKNEMEK | sıkı dikmek, altın tellerle (yani kılaptan denen altın sarılı tellerle) ipek kumaş üzerine nakış işlemek; yere sürgü çekmek, I, 414; III, 301 |
ÇIKRAMAK | gıcırdamak. III, 280 |
ÇIKRAŞMAK | çokça gıcırdamak, çıkırdamak — II, 209 |
ÇIKRATMAK | gıcırdatmak (diş, kapı, kalem gibi şeyler), II, 334 |
ÇIKREMEK | bir şeydekl yabancı şey gıcırdamak — III, 280, 281 |
ÇIKRIŞMAK | çıkarmakta yardım ve yarış etmek (bir şeyi çıkarmak, meydana çıkarmak gibi). II, 208, 209 |
ÇIKTEN | eğer örtüsü — I, 435 |
ÇIKTURMAK | çıkartmak — II, 181 |
ÇIKTURMAK | ıslatmak, ıslak yere koymak — II, 181 |
ÇIKTÜRMEK | sıkıştırmak, düğüm sıkıştırmak, II, 180 bkz. çigilmek çikli şmek — |
ÇIL | çokluk bildiren sıfat edatı — III, 56, 57 |
ÇIL | bere, döğmek yüzünden deri üzerinde olan iz — I, 336; III, 134 |
ÇIL | çirkinlik, çil — III, 134 |
ÇILANMAK | yaşlıktan ıslanmak; at terlemek — II, 150 |
ÇILAŞMAK | ıslatmakta yardım etmek, II, 108 |
ÇILATMAK | ıslattırmak, atı terletmek — II, 310 bkz. çıylatmak |
ÇILDAMAK | çıldır çıldır etmek — III, 281 bkz. çılramak |
ÇILDEK | atın göğsünde çıkan bir çıban — I, 477 bkz. cılday |
ÇILE | öğrekteki atın yaş gübresl, III, 233 |
ÇILEMEK | yaşartmak, ıslatmak — III, 271 |
ÇILGÜ | at al at — I, 430 |
ÇILIK | çilik oğlağı çağırmak için kullanılan bir söz-I, 388 bkz. çik çik |
ÇILNÜK | çınar ağacı, I, 388 bkz. çarun, şünilk |
ÇILRAMAK | çıldır çıldır etmek, III, 281 bkz. çıldamak |
ÇILRATMAK | seslendirmek, çığıl çığıl ettirmek — II, 333 |
ÇIM | bir şeyin çiğ veya ya; olmasında obartma istenildiği zaman kullanılan bir edat — I, 338 §çim yig et; çim çig et — I, 338 § çim öl ton; çip ıslak elbise — I, 338 |
ÇIM | ayrık otu — I, 338 |
ÇIMGUKLANMAK | koğcu (dedikoducu) olmak — II, 275 |
ÇIN | doğru, gerçek, sahih, I, 86. 339; III, 138 § ç ın bütün kişi; kendine güvenilebilen, do ğru dürüst kişi, I, 398 |
ÇIÑ | çınlama, çan ve leğen gibi ; eylerln verdiği ses, III, 357 bkz. çirig |
ÇIÑ | etmek çınlamak — III, 357 |
ÇIÑ | iyice, büsbütün. III, 357 § çiñ tolu; iyice dolu, büsbütün dolu — III, 357 |
ÇIÑ | leğen ve benzeri şeylerin çıkardığı ses — III, 370 bkz. çıñ |
ÇIÑARMAK | araştırmak, tahkik etmek — II, 182 |
ÇINAXSI | nakışlı bir Çln ipeklisi, I, 489 bkz. ç ıxansı, çıxşansı |
ÇINDAN | sandal ağacı — I, 436; 11 , 122 |
ÇINDAN | at kula renkli at — I, 436 çınduturmak caydırmak — II, 182 bkz. çanturmak |
ÇINIKMAK | gerçekleşmek — II, 117 |
ÇIÑIL | çıñıl bir şeyin çingil çingil ses ç ıkarması, III, 366 |
ÇIÑIL | çıñıl etmek çingil çlngil etmek — III, 366 |
ÇINIŞTÜRÜK | bir ağaç meyvesi (fındığa benzer, kırmızımsı beyazı olur, ilk yazda yetişir, yenir), I, 530 |
ÇINLAMAK | tahkik etmek, gerçekliğini araştırmak — III, 296 |
ÇINLATMAK | gerçekleştirmek, tasdik ettirmek — II, 345 |
ÇIÑRAK | gür ve pürüzsüz ses, III, 383 |
ÇIÑRAMAK | çınlamak III, 402 |
ÇIÑRATMAK | çınlatmak — II, 358 |
ÇINÜŞTÜRÜKSEMEK | canı "cinüştürük" istemek — I, 280 |
ÇIP | her ince ve yumuşak dal — I, 318 |
ÇIPIKAN | innap, vücutta çıkan kırmızılık — I, 448 bkz. çıpkan |
ÇIPKAN | innap, Zizyphus vulgarls; vücutta ç ıkan kırmızılık — I, 448 bkz. çıpıkan |
ÇIR | elbise yırtmakta, yırtılmakta çıkan ses — I, 323 |
ÇIR | yag — I, 323 |
ÇIRGUY | ok temreninin şişkince olan yeri — III, 241 |
ÇIRGUY | elbise kuşağının geçeceğl iki taraflı köprücük — III, 241 |
ÇIRT | ses ifade eden bir söz — I, 341 §çirt sudmak; di şler arasından "çirt" diye tükürük ç ıkamak — I, 341 |
ÇIŞ | çiş kadın çocuğu işetmek istediği zaman söyler; at hakkında da böyledlr, I, 331 |
ÇIŞEMEK | çişemek, çiş etmek, pislemek (çocuklarda) — III, 267 |
ÇIŞETMEK | çiş ettirmek, abdest bozdurmak — II, 307 |
ÇIT | kamıştan veya dikenden yapılmış duvar veya hüğ, çardak, I, 320 |
ÇIT | üzeri alaca nakışlı Çin ipeklisl, III. 120 |
ÇIVGIN | yağlı, doyurucu, besleyici — I, 443 bkz. kevgin § çivgin a ş; besleylci yemek — I, 443 § çivgin ot; hayvanları semirten ot — I, 443 |
ÇIVGÜNLENMEK | vücuda yararlı besleyici bulmak — II, 278 |
ÇIVI | cinlerden blr bölük — III, 225 |
ÇIXANSI | nakışlı bir Çin ipeklisi — I, 489 bkz. ç ıxansı, çınaxsı |
ÇIXŞANSI | nakışlı bir Çin ipeklisi — I, 489 bkz. ç ıxansı, çınaxsı |
ÇIYDEM | yatağa doldurulan veya yağmurluk yapılan ince keçe — III, 176 bkz. çaydam |
ÇIYLATMAK | ıslattırmak, at terletmek, II, 310 bkz. çılatmak |
ÇOBULMAK | elmanın yarısı, blr ; akı, elma kakı, 1, 503 |
ÇOCUK | domuz yavrusu; herşeyin küçüğu — I, 381 çodın tunç ve çözülmüş bakır, bakır — I, 409 § çoğın esiç; bakır tencere — I, 409 |
ÇOCUKLAR | bunu teperek oynarlar — I, 386 |
ÇOG | eşya konan heybe, bohça — III, 128 |
ÇOG | ateş alevi, ateş yalını, güneşin yalını, saçaklarL III, 128 |
ÇOGI | savaş — I, 41 |
ÇOGI | gürültü, bağırtı. III, 225, 234 bkz. çagı, çugı |
ÇOGILAMAK | bağırmak, çağırmak — III, 324, 325 bkz. çagılamak |
ÇOGLAMAK | fil bağırmak — III, 295 bkz. çarlamak |
ÇOGLAMAK | bağlamak, bohçalamak, III, 295, 296 |
ÇOGLANMAK | ateş yalınlanmak, güne; yalını yere düşmek — II, 245 |
ÇOGLANMAK | toplanmak, akışarak toplanmak — II, 245 |
ÇOGLANMAK | bağlanmak, heybelenmek — III, 198 |
ÇOGLATMAK | bohçalatmak, sardırmak, II, 345 |
ÇOGMAK | sarmak, sıkı bağlamak — I, 210 |
ÇOGULMAK | bağlanmak, bohçalanmak — II, 133 çok kötü, alçak — III, 130 |
ÇOKMAK | süzülüp inmek, konmak — Il, 17; III, 46 bkz. çakmak, çukmak |
ÇOKMAKLANMAK | yılan çöreklenmek II, 275, 279 |
ÇOKRAMA | yul suyu çok olan, fışkıran kaynak; fışkırma I, 492; III, 4 |
ÇOKRAMAK | (pınarda su ve tencerede bir şey) kaynamak — III, 280 |
ÇOKRAŞMAK | çoğalmak ve dalgaIanmak. II, 208 |
ÇOKRATMAK | kaynatmak. II, 333, 334 |
ÇOKTURMAK | saldırtmak, üzerine indirtmek II, 181 |
ÇOLAK | çolak — I, 381 |
ÇOMAK | asâ, çomak, I, 381 |
ÇOMAK | üygurlar'ca ve bütün Müslüman olmayan halk taraf ından Müslümanlar'a verilen ad, Müslüman . I, 381; II, 3 § çomak eri; Müslüman. I, 381 |
ÇOR | avret yeri bitişik olan kadın, sarılgan bitki — III, 121, 122 |
ÇOVLI | tutmaç süzgeci, III, 442 |
ÇÖGEN | topu çekmek için kullanılan ucu eğri bir değnek, çevgen — I, 187, 223, 242, 402 |
ÇÖJÜLMEK | gevşek ip gerilmek; uzayıp silnmek — II, 132 bkz. çüjülmek |
ÇÖK | çök deveyi ıhtırmak için kullanılır bir söz — I, 334 |
ÇÖKDI | kulağın altında "kafa baltası" denen yer — I, 418 |
ÇÖKMEK | diz çökmek, dibe çökmek — II, 21, 33 |
ÇÖKTÜRMEK | çöktürmek, maden ayırıp çök-türmek — II, 181, 182 |
ÇÖKÜRMEK | çökermek, ıhtırmak — II, 84 |
ÇÖKÜT | kısa — I, 356 çökütlük kısalık, cücelik. I, 506 |
ÇÖMÇE | kepçe, çömçe — I, 417 |
ÇÖMGEN | her zaman dalan, I, 401 |
ÇÖMMEK | dalmak, çimmek I, 401 |
ÇÖÑEK | çömçe, kutu — II, 290 |
ÇÖP | tutmaç parçası — I, 318 |
ÇÖP | şarabın tortusu, her şeyin çöküntüsü, çöp, çör çöp; herhangi bir şeyin çökeli I, 318; III, 119 |
ÇÖP | çep kişiler değersiz kimseler. I, 318 |
ÇÖPIK | meyve yenildikten sonra atılan şey, çör çöp — I, 390 bkz. şöpik |
ÇÖREK | çörek — I, 388 |
ÇÖREKLEMEK | çörek yapmak — III, 340 |
ÇUBARTMAK | çalıp, soyup çıplak bırakmak, cıbırlatmak — III, 429, 430 bkz. çubartus ımak |
ÇUBARTUSIMAK | çalıp soymak ve çıplak bırakmak, III, 430 bkz. çubartmak |
ÇUFGA | çabuk gitmek isteyen bir postac ının, yoldan alıp başkasını buluncuya değin binip gittigi at — 1. 424 |
ÇUFGA | kılavuz, başbuğ — I, 424 |
ÇUGI | gürültü — III, 128 bkz. çagı, çogı |
ÇUGLAN | Karluk büyüklerinnin adlarından — I, 444 |
ÇUGURDAN | uçurum, yar — I, 512 |
ÇUH | çuh atı yürütnnek ve azarlamak için ç ıkarılan ses — III, 117, 118 |
ÇUKMAK | süzülüp inmek, konmak — bkz. çakmak, çokmak |
ÇUKMIN | kurabiye blçlminde yapılan bir ekmek, çömlekte su buğusunda pişirillr — I, 444 |
ÇUKUBARI | pota yapılan çamur, lüleci çamuru — III, 243 bkz. hukubar ı |
ÇULBUŞ | elbiseye ve ele yapi{an meyve yap ı; kanlığı — I, 460 |
ÇULIK | çulluk, öveyik büyüklugünde alacal ı bir su kuşu — I, 381 |
ÇULIMAN | su birikintisi — I, 448 |
ÇULK | cılk, büsbütün, dibelik. I, 349 § çulk esgürük (esrük); c ılk sarhoş, bütün bütün sarhoş — I, 349 |
ÇULKUY | bir tarafa çarpılmı; — III, 242 § çulkuy elig; eli çolak, III, 242 § çulkuy etük; topu ğu çarpık papuç — III, 242 |
ÇULUMAN | ış içinden çıkılamayan iş, çepreşik iş — I, 448 |
ÇUMALI | karınca — I, 448 |
ÇUMGUK | ayağı ve başı kızıl, kanadında ak tüy olan karga, ala karga — I, 33, 470 bkz. çumuk |
ÇUMILI | bolmak sıcaktan göz kararmak, I, 448 |
ÇUMMAK | insan suya dalmak — II, 26 |
ÇUMRUŞMAK | dalmakta yardım ve yarış etmek — II, 208 |
ÇUMTURMAK | çimdirmek II, 182 çumuk ala karga — I, 33, 470 bkz. çumguk |
ÇUMURMAK | suya daldırıp batırmak — II, 85 |
ÇUMUŞLUK | aptesane, ayakyolu — I, 503 |
ÇUMUŞMAK | suya dalmakta yarış etmek, I, 441; II, 111 |
ÇUNMAK | yıkanmak, II, 314 bz |
ÇUPAN | köy büyüğünün (muhtarının) yamağı, gizir. I, 402 |
ÇUPRA | eski elbise — I, 421 |
ÇUR | çur hayvan sagılırken sütün kapta çıkardığı ses, I, 485 bkz. çür çür § tevl emgi çur çur; hayvan sağılırken sütün kapta çıkardığı ses (deve için), I, 485 |
ÇURAM | diğerlerinden daha uzağa glden yegnl bir ok atılı; ı — I, 412 § çuram okı; dlğerlerinden daha uzağa gidecek ; ekilde atılan ok, l, 413 |
ÇURNI | Türk hekimlerinin yaptikları sürgünlük ilâcı — 1. 435 |
ÇUTUR | huyu kötü, I, 363 |
ÇUVAŞ | çadır — I, 195; II, 7. 190; III, 60 |
ÇUVI | Hotan töresince hakandan iki derece a şağı kimselere verilen ungun — III, 225 |
ÇUVLAMAK | börtmek, iyi pişmemek — III, 296 |
ÇUVŞAMAK | kaynamak ve köpüklenmek; karn ı yanmak ve ekşimek — III, 286 |
ÇUVŞATMAK | ekşitmek, II, 336, 337 |
ÇUZ | yaldızlı kırmızı renkli bir Çin kumaşı — I, 325 |
ÇÜ(ÇU) | emirde (olumlu ve olumsuz) pekitme bildiren bir edat-III, 207 bkz. şu, şü |
ÇÜBEK | çocuk çükü — I, 388 bkz. çekik |
ÇÜBÜR | keçi kılı-I, 363 |
ÇÜBÜR | çebür abur cubur, malın kötüsü ve değersizi — I, 363 |
ÇÜBÜRLENMEK | keçi kıllanmak, keçinin kılı bitmek — II, 266 bkz. çüpürlenmek |
ÇÜJMEK | çekerek uzatmak, uzunluğunaçekmek. II, 9 |
ÇÜJTÜRMEK | gerdirmek, çektirmek, II, 180 |
ÇÜJÜLMEK | gerilmek, gevşek ip gerilmek, sakız veya macun gibi şeyler uzayıp sünmek — II, 132 bkz. çöjülmek ; |
ÇÜKREKLENMEK | yün elbise sahibi olmak ve giymek. II, 277 |
ÇÜLÜKMEK | bozulmak, perişanlaşmak. II, 118, 119, 166 |
ÇÜMERÜK | kişi her zaman gözü sulanan, gözü az gören adam — I, 488 |
ÇÜMGEN | çimenlik, ayrıkotu, Panlcum dactylon — |
ÇÜMMEK | ördek suya iylce dalmak — II, 26 |
ÇÜMTÜRMEK | suya daha derin daldırmak, II, 182 |
ÇÜMÜRMEK | suya derin daldırmak — II, 85 |
ÇÜMÜŞMEK | suya daha derin daldırmakta yarış etmek — II, 111 |
ÇÜPÜRLENMEK | keçi kıllanmak II, 266 bkz. çübürlenmek |
ÇÜR | menfaat — I, 323 |
ÇÜR | çür süt sağılırken kapta çıkardığı ses, herhangi bir akarın çıkardığı ses — I, 323 bkz. çur çur |
ÇÜRKÜ | çiş (çocuklar için). I, 430 |
ÇÜRLEMEK | menfaat elde etmek, I, 323 |
ÇÜRLENMEK | faydalanmak — II, 245 çürletmek aşırtmak. II, 345 |
ÇÜŞEK | ot, çayır — I, 389 |
ÇÜVÜT | boya. III, 162 bkz. çüvüt § kızıl çüvüt; kızıl boya, zindfre, sülüğen — III, 162 § alçüvüt; al boya — 111. 162 § kök çüvüt; lacivert boya — III, 162 § ya şıl çüvüt; yeşil boya — III, 162 § sarıg çüvüt; sarı boya, zırnık. III, 162 |
ÇÜVÜT | boya — III, 162 bkz. — çüvüt |
DAG | atlara ve başkalarına vurulan dağ, dağlamak — III. 153 |
DAG | yok, değil III, 153 bkz. dag ol, dag, tegül |
DAG | ol değil — I, 393, III, 153 bkz. dag, dag, tegül |
DAG | yok, değil, III, 153 bkz. dag, dag ol, tegül |
DAKI | dahi, II, 195 bkz. takı |
DAÑ | dan diye ses verme. II, 357 |
DAÑ | duñ etmek "dan dun" diye ses vermek — III, 357 bkz. tañ tuñ etmek-daş (-deş) iştirak, yakınlık gösteren bir ek — I, 407 |
DANGAL | saman kesmiği — III, 384 |
DAVA | ılgın ağacı meyvesi. III, 237 |
DAVA | yün sümeği — III, 237 |
DEDE | baba, III, 220 |
DEVE | deve — II, 195; III, 225 bkz. devey, teve, tevey, teve, tevey, tevi, tivi |
DEVENIN | uzamış olan 10/11. I, 31 bkz. |
DEVEY | deve — I, 31 bkz. deve, teve, tevey, teve, tevey, tev!, tivi |
DIDEK | gelin giderken yat kimselere görünmemek için örtülen örtü — I, 408 |
DIDIM | geline gerdek gecesi giydirilen taç — I, 397 |
DIK | dik — I, 334 |
DIK | turmak dik durmak — I, 334 |
DÜK | şu kadar, birkaçI, 334; III, 367 § dük miñ |
DÜK | urmak yumruğu ile yavaşçavurmak — I, 334 |
DÜLEK | ağzı kırık saksı ve testi, I, 389 |
DÜNÜŞGE | sülüklü pancar denen sebze — I, 490 |
EBEK | (çocuk dilinde) ekmek — I, 68 |
EÇ | eç atları gayrete getirmek ve sıkıştırmak için çıkarılan ş65. II, 282 bkz. heç heç |
EÇE | büyük kız kardeş — I, 86 bkz. eke, eze |
EÇI | yaşlı kadın, hanım nine — I, 87 bkz. açı |
EÇKÜ | keçi — I, 95, 128; II, 14, 117, 266 bkz. keçi |
ED | ipekli kumaş ve benzeri gibi dokuma cinsinden sanat eseri olan her şey — I, 79 bkz. ad |
EDER | eğer, hayvan eğeri — II, 224, 253, 283, 327; III, 300 |
EDERGEN | çok arıyan; hakkını arayan — I, 157 |
EDERLEMEK | eğerlemek — I, 300 ederlig eğerli, eğeri olan, I, 151 |
EDERLIK | üzerine eğer konulan ağaç — I, 151 |
EDERMEK | aramak — III, 11 bkz. edermek |
EDERMEK | aramak, takip etmek, kovalamak — I, 447 bkz. edermek |
EDGERMEK | iyi görmek, iyi bulmak, kulak asmak, dinlemek; düzeltmek, onatlamak — I, 227, 237; II, 29 |
EDGÜ | iyi. I, 34, 64, 79 , 114. 128 177, 221, 319, 386, 428, 432, 458, 523. 524; II, 153; III, 43. 155, 161, 214, 367, 374, 384, 435 § edgü yavlak; iyi kötü — I, 432 |
EDGÜLÜG( — K) | iyiIik. I, 44, 129, 158, 420; II, 26, 91, 112 |
EDIN | başka, dışında. III, 11 bkz. adın, adın, adruk, ayruk |
EDIRMEK | ayırıp seçmek, ayırmak, I, 177, 178 bkz. adırmak, ödürmek, ödürmek, udurmak, üdürmek |
EDIZ | yüksek, yüksek yer, her şeyin yükseği — I, 55, 94, 122 § ediz tag; geçit vermeyen da ğ — I, 55 |
EDIZLENMEK | engel ve sarp saymak — I, 292, 293 |
EDIZLIK | yükseklik. I, 152 |
EDLELMEK | ıslah olunmak; araştırılmak. I, 295 |
EDLEMEK | ülkü yapmak, değer vermek, ehemmiyet vermek, aklına getirmek; tesir etmek, I, 86. 286; III, 155 |
EDLENMEK | bir şey bir dllek için kullanılmak, bir şey dilek edinilmek. I, 257 |
EDLEŞMEK | saygı dolayısıyle birbirini aramak, I, . 239 |
EDLETMEK | iyileştirmek, ıslah ettirnıek — I, 264 |
EDLIG | faydalanılan, faydalı. I, 103 |
EDNETMEK | değişmek, bulunduğu halden başka bir hale girmek. I, 266, |
EF | ev, III, 207, 212, 266, 313, 314 bkz. ev, ev, öv, üv, üv |
EGET | gerdek gecesi gelin içln gönderilen hizmetçi kad ın — I, 51 |
EGETLEMEK | cariye göndermek, birisi ile birlikte güveyin evine hizmetçi göndermek — I, 299 egetlenmek gelin kendisi ile birllkte gönderllen cariye sahibi olmak, I, 291 |
EGETLIG | cariye sahibi gelin — l — 151 |
EGETLIK | kara baş gerdek gecesi gelinle birlikte gönderilen hizmetçi kad ın, sağdıç kadın — I, 150 |
EGILGEN | daima eğilen, eğilebllen — I, 159 |
EGILMEK | eğilmek I, 198; III, 215 |
EGIN | eğin, sırt — I, 77, 110 |
EGIN | eni bir buçuk karış, uzunluğu dört arşın gelen bir bez — I, 78 |
EGIR | karın ağrısını sağaltmak için kullanılan bir kök (ilâç), Acorus calamus — I, 53 |
EGIRGEN | çok eğiren — I, 158 |
EGIRMEK | sevketmek; döndürmek, eğirmek, çevirmek; bir yeri kuşatmak, sarmak. I, 178, 179; II, 13, 137 |
EGIRSEMEK | egir (ilâç) kullanmak ıstemek — I, 302 |
EGIRSEMEK | eğirmek istemek, (çevirmek, bir yeri ku şatmak) istemek — I, 302 |
EGIRTMEK | eğirtmek; kalenin etrafını kuşatmayı emretmek — III, 428 |
EGIŞ | maden eritildiği zaman çıkan pislik, I, 122 |
EGIŞMEK | çevgen eğmekte yardım ve yarış etmek — I, 187 |
EGIT | nazar değmennesi için çocukların yüzüne sürülen bir ilâç, bu ilâç safrana blrtak ım şeyler katılarak yapılır. I, 51 |
EGLEŞMEK | birbirine uyup durmak; bir şeyi ayakla çlğnemekte birblrine yardım etmek. , I, 241 bkz. iklemek, ikleşmek, yiklemek |
EGME | evin kemeri. I, 130 |
EGMEK | eğmek I, 100, 168 |
EGRI | eğri, I, 127, 458 |
EGRIK | egirtilen ip, egrilmiş ip — I, 105 |
EGRILMEK | kale ku; atılmak, sarılmak; ip eğrilmek, I, 248 |
EGRIM | düden, suyun toplanıp kaynıyarak dönerek aktığı yer — I, 107 |
EGRIMLENMEK | (su göllerde) eğreklenmek, kaynayarak ve akarak dönmek, düdenlenmek I, 314 |
EGRINMEK | kendi için eğirmek, kendini eğirir gibi göstermek — I, 253 |
EGRIŞMEK | bir yeri sarmakta, kuşatmakta yar-, dım etmek, ip eğirmekte yardım ve yarış etmek — I, 186, 236 |
EGSEMEK | eğmek istemek — I, 277 |
EGTÜRMEK | eğdirmek, I, 223 |
EGÜRGEN | taneleri olan bir bitki, Karluklar bunu yerler — I, 158 |
EĞMEK | ( — admak) yaradılış gösteren isimlerden fiil yapma edat ı — II, 340 |
EKDI | sığır, koyun gibi hayvanların kesildiği yer, mezbaha — I, 125 |
EKDÜ | kılıç kını ve benzeri şeyleri oymakta kullanılan ucu eğri bıçak, I, 125 |
EKE | büyük kız kardeş, koca vey» karının kendinden büyük kız kardeşi, I, 68, 90; III, 7 bkz. eçe, eze |
EKEÇ | akıllı küçük kız, büyüklük eseri gösteren küçük k ız, I, 52 |
EKEK | ortaya düşmüş. I, 78 § ekek işler; ortaya düşmüş kadın — I, 78 |
EKEK | işlerlik kadının arsızlığı, yüzsüzlüğü — I, 153 |
EKEKLEMEK | söğmek, "ortaya düşmüş karı"demek, kötülüğe nispet etmek — I, 306, 307 |
EKELEMEK | abla diye aytamak, "büyük k ızkardeş, abla" demek, I, 310 |
EKEME | bir çeşit çalgı, III, 174 bkz. ikeme |
EKILMEK | ekilmek I, 198 |
EKIM | bir kez ekilecek kadar olan yer — I, 75 |
EKIN | çiftlik, ekin ekilen yer, I, 78 |
EKINDI | öbürü, öteki — III, 75, 103 bkz. ikindi |
EKINDI | tarıg ekilen tohum, I, 140 |
EKINMEK | ekinmek, kendisi için ekmek — I, 203 |
EKIŞMEK | ekmekte yardım ve yarış etmek — I, 187 |
EKITMEK | ektirmek — I, 212, 213 |
EKLEMEK | çiğnemek, basmak — III, 443 bkz. erklemek |
EKMEK | bir şey ekmek — I, 64, 168 |
EKSÜK | eksik, I, 105 § eksük yarmak; eksik para — I, 105 |
EKSÜMEK | eksilmek. I, 278, 326 |
EKŞIG | ekşi, I, 105 |
EKTÜRMEK | ektirmek, I, 223 |
EL | i1, vilâyet — I, 48, 106, 168, 219, 354; II, 9, 10, 18, 25. 29, 238 |
EL | atı anlatır bir isim — I, 48 el açıklık, boşluk — I, 48 |
EL | kötü, değersiz. |, 49 el iki bey arasında barışıklık — I, 49 |
EL | başı ata bakan, seyis — I, 49 |
EL | bolmak sulh olmak, banşmak — I, 49 |
EL | kuş kartala benzeyen alacalı bir kuş — I, 49 |
ELDIRI | oğlak derisi, I, 127 bkz. elri |
ELDRÜK | üzerlik otu ve tohumu; Peganum harmala — III, 12, 412, bkz. ilrük, y ıdıg ot, yüzerllk |
ELGELMEK | elenmek — I, 250 |
ELGEMEK | elemek — I, 284 |
ELGENMEK | kendisi içln elemek — I, 255 |
ELGEŞMEK | elemekte yardım ve yarı; etmek, I. 238 |
ELGETMEK | eletmek — I, 264 |
ELIG | el — I, 72, 82, 134, 164, 197, 202, 242, 253, 288, 410, 448; II, 44, 78, 82, 105, 123, 134, 135, 147, 158, 231, 237, 238, 271, 292, 328, 346; III, 53, 62, 63, 79, 124, 134, 142, 154, 193, 242. 297, 307, 425 § oñ elig; sag el — I, 72 § sag elig; sa ğ el — I, 72 § sol elig; |
ELIGLIG | elli, eli olan — I, 336 |
ELIGLIK | eldiven, elcik — I, 153 |
ELIKLEMEK | alay etmek, I, 307 bkz. elük — |
ELKIN | yelici, koşan; konuk, misafir, yolcu, seyyah — I, 31, 44, 102; II, 242; III, 37, 85 bkz. yelkin, yelkin |
ELRI | oğlak derisi. I, 127 bkz. eldiri |
ELŞEMEK | acıkmaktan dolayı göz kararmak — I, 283 bkz. ölşemek |
ELŞETMEK | açlıktan gözünü karartmak, I, 263 bkz. öl şetmek |
ELÜK | alay etme, maskaraya alma — I, 122 bkz. eliklemek |
ELVIRMEK | sıçramak, atılmak — I, 226 bkz. alvırmak |
EM | kadının dişilik aygıtı, am — I, 38, 335 |
EM | ilaç. I, 38, 95, 407; II, 363; III, 157 |
EM | sem ilãç — I, 407 bkz. samlamak, sem |
EMÇI | ilâç yapan adam, eczacı, I, 38; III, 252 |
EMDI | şimdi. I, 36, 37, 41, 46, 74, 125, 192, 200, 367, 380, 442, 498; II, 110, 209, 264; III, 356, 372 bkz. imdi emeçlemek |
EMEK | olmak I, 494; II, 29 |
EMET | evet — I, 51; III, 8 bkz. evet, evet, yemet |
EMGEK | emek, zahmet, I, 110, 205, 420; II, 121, 130, 228, 233, 288; III, 372 |
EMGEKLENMEK | zahmetli saymak, I, 315 |
EMGEMEK | emek çekmek, zahmet çekmek — I, 284, 362 |
EMGENMEK | emenmek, zahmet çekmek — I, 255 |
EMGEŞMEK | birbiri yüzünden zahmet çekmek — I, 238 |
EMGETMEK | yordurmak, emek çektirmek — I, 264 |
EMIGLIG | işler emzikli kadın — I, 153 |
EMIK | (emig) meme — I, 72, 407; II, 70 § tevi emiki; deve memesi, I, 485 emik ılık, soğuduktan sonra ısınıp sıcaklığı artmayan — I, 72 § emik kün; ılık gün. I, 72 |
EMIKDEŞ | bir memeden emen iki çocuk, süt karde ş, I, 407 |
EMIKLEMEK | memesine vurmak, I, 308 |
EMIR | kırağı, sis — I, 54 bkz. amır, imir, iñir |
EMIRÇGE | kıkırdak, III, 442 |
EMITMEK | eğilmek, meyletmek — I, 69, 214; II, 312. 325 |
EMLELMEK | ilaçlanmak I, 296 |
EMLEMEK | ilâçlamak, sağaltmak (yalnız kullanılmaz, "samlamak" ile beraber gelir), I, 287, 380; III, 85, 295, 298 |
EMLENMEK | kendine ilâç etmek — I, 259 |
EMLEŞMEK | ilâçlanmak — I, 242 |
EMLETMEK | ilâçlatmak, ilâç ettirmek — I, 266; II, 363 |
EMMEK | emmek I, 169 |
EMRIMEK | kaşımak — I, 275 |
EMRIŞMEK | uyuz vb — şeylerden dolayı kaşınmak, deri karıncalanmak — I, 236, 463 |
EMRITMEK | kaçıma ve gidiştirme yüzünden gıdıklaniTiak — I, 261, 262 |
EMRÜLMEK | (kaynayan tencere, insan solu ğu) senmek, çekilmek — I, 53, 248, 249 bkz. amrulmak |
EMRÜLMEK | yatıştırmak, dindirmek — III, 428, 429 bkz. amrulmak, amrutmak |
EMSEMEK | emmek istemek — I, 278 |
EMŞEN | (amşan) kuzu derisi, kürk yapılan deri, I, 109 |
EMÜRMEK | emzirmek — III, 264 bkz. emilzmek |
EMÜZMEK | emzirmek I, 180; II, 264 bkz. emürmek |
EN | çukur; iniş. I, 49; III, 4 bkz. in § en yer |
EN | en, yan tarafa olan genişlik, yan — I, 49 |
ENDEK | satıh, bir nesnenin üst yanı; dam — I, 105 |
ENDIK | şaşkın — I, 106 § endik er; budala adam — I, 105 |
EÑEK | ağzın iki yanında, azıların bittiği yer, avurt — I, 135 |
EÑEK | kadınların baş örtülerini bağladıklan ip — I, 135 |
ENEMEK | enemek; kulaktan bir parçasını keserek imlemek III, 256 |
ENETMEK | enetmek; kulağın bir parçasını keserek imletmek — I, 215 |
EÑGMEGÜ | imtihan, sınav — I, 252 |
EÑITMEK | şa; ırtmak — II, 274 bkz. angıtmak |
EÑLIK | kadınlann yanaklarına sürdükleri allık — I, 115 |
EÑMEK | şaşmak — I, 174, 252 |
EÑREŞMEK | canı sıkılmak, inlemek, mızmızlanmak (çocuk hakkında) — I, 258, 289; III, 39 |
EÑTÜRMEK | işinde şaşırtmak, dandırnnak — I, 290 |
ENÜÇ | göze inen perde — I, 52 |
ENÜÇLEMEK | göze inen perdeye ilâç koyn ıak, I, 299, 300 |
ENÜÇLENMEK | göze perde inmek, I, 291 |
ENÜK | hayvan yavrusu, enik, arslan, s ırtlan, kurt, köpek yavruları. I, 72 |
ENÜKLEMEK | eniklemek, yavrulamak — I, 308; III. 92 |
ENÜKLENMEK | eniklemek, enik sahibi olmak, I, 294 |
ENÜKLÜG | yavrulu — I, 153 |
EP | pekitme ve obartma edatı — I, 34 |
EPMEK | ekmek — I, 101 |
ER | er, erkek, adam — I, 16, 21, 24, 33, 34, 35, 36. 37, 38, 49, 54, 63, 71, 99, 104, 124, 128, 139, 146, 147, 148, 152, 154, 155, 156, 157, 158, 160, 162, 164. 166, 167, 168, 169, 170, 172, 174, 178, 181, 190, 191. 192, 194, 195, 196. 198, 199, 200, 201, 205, 216 |
ER | delik açmak için kullanılan aygıt, delgiç, I, 45 |
ER | yer — I, 45 bkz. yer |
ER | yerin güneye bakan güneşli tarafı — I, 464 bkz. ir |
ERDEM | fazilet, edep, terbiye; hüner — I, 51, 89, 103, 107, 252; 336, II, 97, 229, 243, 343; III, 41, 133, 143, 211, 303, 440 bkz. erdem |
ERDEM | fazilet, edep, terbiye; hüner. I, 482 II, 8 bkz. erdem |
ERDINI | iri 100. I, 71, 141 |
EREĞMEK | erkekleşmek, I, 208 bkz. arıtmak, eretmek |
EREN | erin kural dışı çoğul şekli, I, 45, 74, 76, 85, 149, 183, 187, 210, 229, 230, 247, 359, 362. 370 384, 518; II, 17, 83, 101, 104, 220; III, 119. 155 230, 378, 393, 406 § kurç eren; dayanıklı, yiğit adam — I, 343 |
ERENTÜZ | Terazi yıldızı; Müşteri yıldızı — I, 76; III, 40 bkz. Karakuş, Karakuş yulduz |
ERETMEK | taşağı çıkarmak, iğdiş etmek; çocuğu sünnet etmek; erkekleşmek. I, 208 bkz. arıtmak, eredmek |
ERGÜRMEK | eritmek. I, 227; II, 198 |
ERGÜRMEK | erişmek, vaktinde yetişmek — I, 227, 228 |
ERIK | yağ ve yağa benzer eriyen şey, erimiş. I, 70 |
ERIK | yüğrük. I, 139 § erik yılkı; yorga hayvan — 1, 70 § erik at; yürüyen at — I, 70 § erik er; becerikli, yürekli adam — I, 70 |
ERIKLIK | hayvanın istekliliği, I, 152 |
ERILMEK | gedilmek, gedik açılmak; eksikleşmek — I, 270 |
ERIMEK | erimek III, 367 bkz. erilmek |
ERIN | dudak, I, 70, 77 bkz. ir(i)n |
ERINÇ | olur ki, belki — I, 132; III, 65, 245, 309, 449 |
ERINÇ | iyi ya; ayı; , nimet içinde geçiniş, nimet, bolluk, I, 46, 132; III, 449 bkz. erinj |
ERINÇIL | günah, bkz. I, 134 arınçu |
ERINÇÜ | günah — I, 134 bkz. arınçu |
ERIÑEN | ergen, bekâr — I, 117 |
ERINJ | nimet, bolluk, I, 132; III, 449 bkz. erinç |
ERINMEK | erinmek, üşenmek — I, 201 |
ERITMEK | eritmek. I, 208 bkz. erütmek |
ERK | saltanat, sözü ve buyruğu geçerlik, kudret, iktidar, gücü yeterllk, I, 43 |
ERKEÇ | erkeç, genç teke — I, 95 |
ERKEK | her hayvanın erkeğl — I, 111; II, 102; III, 6, 178 § erkek takagu |
ERKEN | iken anlamına hal bildiren edat — I, 108, 121, 376, 526; II, 68, 249, 301, 333; III, 168, 317 |
ERKEN | erken — I, 389 |
ERKI | şüphe ve sorgu bildlren edat — I, 129 |
ERKLEMEK | çiğnemek, basttiak. III, 443 bkz. eklemek |
ERKÜZ | suv ilkbahara doğru karların ve buzların erimesinden hasıl olan su — I, 96 |
ERLE | yurtluk, yurt tutulan yeı\ III, 251 bkz. irle |
ERLENMEK | kadın evlenmek, er sahibi olmak — I, 257 |
ERLEŞMEK | erkeklikte yarış etmek, I, 239 |
ERLIK | erkeklik. I, 104 |
ERMEGIL | tembel, eringen — I, 42, 70, 138 |
ERMEGÜRMEK | tembelleşmek — III, 349 |
ERMEK | olmak, imek — I, 24, 25, 74, 89, 109, 164, 215, 384, 399, 418, 430, 458, 516; II, 56, 57, 74, 169, 256. 257, 297, 320, 361; III, 38. 44, 168, 218, 219, 315. 333, 385 bkz. ermek |
ERMEK | i. rkilmek, yalnızlık duymak; (duvar) yarmak — I, 172, 173 |
ERMEK | olmak, imek, I, 24 bkz. ermek |
ERNEK | parmak — I, 104 bkz. errigek |
ERÑEK | parmak. I, 104, 121, 248; III, 130, 443 bkz. ernek |
ERÑEYÜ | altı parmaklı adam — I, 136 |
ERÑEYÜ | çok kısa boylu, cüce — I, 136 |
ERNKLENMEK | eriklenmek, erik meyvesi vermek, I, 294; III, 348 |
ERRE | sidik; eşek kaşandırılmak istendiği zaman iki üç kere bu söz söylenir — I, 38 |
ERSEK | ortaya düşmüş azgın kadın, orospu — I, 104; II, 56 |
ERSEKLENMEK | kadın azgınlığından erkek isternek — I, 314 |
ERSIG | ere benzeyen, erkek gfbı, III, 128 |
ERSINMEK | erkekleşmek I, 253 |
ERTE | erte — I, 124 |
ERTELEMEK | erken başlamak — I, 316 bkz. ırtalamak |
ERTIK | işlek yol, I, 103 |
ERTIŞMEK | geçmekte yarış etmek — I, 231 |
ERTMEK | geçmek-III, 233, 425, 427 |
ERTTINI | özük bedeni inci gibi kadın, I, 141 |
ERTÜRMEK | vazgeçmek, bağışlamak, kabullenmek; geçirmek — I, 220 |
ERÜK | kendisiyle deri sepilenen nesne — I, 70 |
ERÜK | ; eftali, kaysı, erik gibi meyvelere verilen genel ad — I, 69, 318; II, 282 § tülüg erük |
ERÜKLEMEK | sepilemek. I, 70, 306 |
ERÜKLÜK | eriklik, erik bahçesi I, 152 |
ERÜKSEMEK | eriksemek, canı erik istemek — I, 303 |
ERÜMEK | erimek. II, 198; III, 252 bkz. erimek |
ERÜŞMEK | erimek; erişmek — I, 182, 186 bkz. aruşmak |
ERÜTMEK | eritmek — I, 208 bkz. eritmek |
ES | fenalık, kötülük, ayıp şey; avret yeri. I, 210 |
ES | yırtıcı, vahşş hayvanların avı, payı — I, 17, 36; III, 46 |
ESBERI | külde pişirilen bir çeşit ekmek — I, 141 |
ESEN | sağ, salim — I, 62, 77 |
ESENLEMEK | selamlamak I, 308 |
ESGÜRÜK | sarhoş, I, 349 bkz. esrük |
ESIÇ | tencere, çömlek — I, 52, 166, 223, 248, 258, 313, 323, 327, 357, 409, 411, 514, 518; II, 12, 72, 78, 178. 201, 253, 302, 333, 356, 357; III, 142. 191, 206, 249, 280, 409, 430 bkz. a şaç, aşıç § eşiç bukaç; tencere, bardak, tas — I, 357, 411 |
ESILMEK | uzamak, uzatılmak. I, 196 bkz. asılmak |
ESILMEK | eksilmek. I, 270 |
ESIN | esinti, rüzgâr, I, 77, 165, 266, 288; II, 223; III, 147 |
ESINMEK | bir şeyi çekmek, germek, uzatmak, I, 201 bkz. as ınmak |
ESIRGEMEK | acımak, eseflenmek — I, 306 |
ESIRGENMEK | acınmak — i, 291 |
ESIŞMEK | ip ve benzeri şeyleri (çekmek, germek ve uzatmakta) yard ım ve yarış etmek — I, 185 |
ESITMEK | uzatmak — I, 209 |
ESIZ | yazık, esef, III, 51 bkz. essiz, ısız, ıssız, isiz |
ESIZLIG | fenalık, kötülük, haşarılık — III, 161 bkz. ısızlık, ıssızlık, isizlik |
ESKI | eski, I, 129 |
ESKIRMEK | eskimek, I, 228 |
ESKÜ | kalbur, elek, I, 129 |
ESLINMEK | bir şey bir şeye takılmak — I, 258, 259 bkz. aslınmak |
ESMEK | esmek; kalburlayarak savurrnak; uzatmak — I, 165 |
ESNEMEK | esmek; esnemek, I, 288; II, 223; III, 147 |
ESNETMEK | estirmek; esnetmek — I, 266, 267 |
ESRI | kaplan; tekir renk, kaplan rengi — I, 126 bkz. asr ı § esri yışık; alaca, iki renkli ip — I, 126 |
ESRILEMEK | nakışlamak, süslemek — I, 316 |
ESRÜK | sarhoş — I, 105, 194; II, 213, 289; III, 281 bkz. esgürük |
ESSIZ | acınmaa — nlatır, yazık, vah — I, 143; II, 188 bkz. esiz, ısız, ıssız, isiz |
ESTÜRMEK | uzattırmak, çektirmek, gerdirmek; elettirmek, I, 221 |
ESÜRTMEK | sarhoş etmek — III, 427 |
EŞ | eş, arkadaş — I, 47, 458 |
EŞEK | eşek — II, 246 bkz. eşgek, eşyek |
EŞGEK | eşek — I, III, 114 bkz. eşek, eşyek |
EŞGEKLENMEK | eşek sahibi olmak — I, 315 |
EŞIÇLENMEK | tencere sahibi olmak — I, 291 |
EŞIK | eşik- I, 42 |
EŞIKLIK | eşiklik I, 152 § eşiklik yıgaç; eşik yapmak için hazırlanan ağaç — I, 152 |
EŞILGEN | daima eşilen — I, 158 |
EŞILGEN | her zaman uzayan, çekılen — I, 158 |
EŞILMEK | eşilmek I, 197 |
EŞILMEK | uzamak — I, 158 |
EŞIŞMEK | toprak eşmekte yardım ve yarış et-mek, I, 185 |
EŞITMEK | eştirmek, araştırmak — I, 211 bkz. üşetmek |
EŞITMEK | işitmek. I, 212, 508, bkz. işitmek |
EŞITTÜRMEK | işittirmek — I, 222 bkz. eştlirmek |
EŞKIN | uzun yol — I, 109 |
EŞKIN | toprak akıp inen, üğünen toprak — I, 109 |
EŞKINCI | koşa koşa glden at postası — I, 109 |
EŞKÜRTI | ipekli, nakı; lı Çin kuma; ı — I, 145 |
EŞLIG | genç kadından eşi bulunan kimse, eşli, eş sahibi I, 47 |
EŞMEK | eşmek; taşmak; (at hakkında) yorga yürümek — I, 166 |
EŞTILMEK | işitilmek; I, 246 |
EŞTÜRMEK | eştirmek — I, 222 |
EŞTÜRMEK | işittirmek — I, 221 bkz. eşittürmek |
EŞÜK | büyüklerin ölümünde mezarları üstüne serilmek üzere gönderilen ıpek kumaş; bu kumaş sonra parçalanarak fakirlere da ğıtılır, I, 72 |
EŞÜK | bürgü, örtü, üste giyinilen, bürünülen her nesne — I, 14, 72 |
EŞÜKLIG | bürgülük kumaş sahibi. I, 153 |
EŞÜKLIK | barçın bürgu yapılmak için hazırlan-mış olan ipekli kuma; — I, 153 |
EŞÜLMEK | örtülmek, örtünmek — I, 197 bkz. aşulmak |
EŞÜMEK | örtmek, bürümek, I, 14; III, 253, 254 |
EŞÜTMEK | örttürmek — I, 210 bkz. aşutmak |
EŞYEK | eşek, I, III, 114, 244, 311, 492; III, 62, 326, 330 bkz. e şek, eşgek |
ET | et, I, 35. 36, 95, 169, 173, 177, 184, 196, 209, 220, 223, 236, 323, 338, 348, 379, 397, 401, 429, 444, 479, 485, 495; II, 4, 15, 78, 102, 120, 126, 129, 141, 156, 157, 174, 211, 217, 222, 230, 240, 243, 245, 248, 252, 254, 281, 282, 292, 293, 342, 348; III, 7, 16. 23, |
ET | yer yumuşak yer — I, 35 |
ETÇI | kasap, II, 48, 49 |
ETEÇ | çocukların ceviz oynadığı çukur, I, 52 bkz. etiç |
ETEÇLIK | ceviz oynamak için çukur aç ılmış yer — I, 151 |
ETEK | etek — I, 68 |
ETEKLENMEK | eteklenmek — I, 294 |
ETEKLIG | etekli, eteği olan, I, 122 |
ETEKLIK | eteklik I, 152 |
ETETMEK | sıkıntıya koymak — I, 207 |
ETIÇ | çocukların ceviz oynadıkları çukur — I, 52 bkz. eteç |
ETIK | pabuç, mest — III, 283 bkz. etük |
ETIKMEK | (çocük) yetişmek, tombullaşmak, büyümek. I, 192 |
ETILGEN | her zaman düzelen — I, 158 |
ETILGEN | atlarda bulunan bir hastalık — I, 158 |
ETILGEN | sayılgan birçok işlere giren, çıkan, I, 158 |
ETILMEK | düzelmek; edilmek, yapılmak — I, 53, 442; II, 209 |
ETINMEK | edlnmek, hazırlanmak — I, 82 |
ETIŞMEK | bariştırmak, beraber yapmak — I, 76 |
ETIZ | iki dere arasındaki su geçecek sed — I, 54 bkz. at ız |
ETIZLEMEK | ark açmak, set yapmak, topragı parçalara ayırmak, evlek yapmak — I, 301 bkz. atızlamak |
ETIZLENMEK | parçalara ayrılmak, (tarla hakkında) maşalaya ayırnnak — I, 292 bkz. atızlanmak |
ETLELMEK | et yapılmak — I, 295 |
ETLEMEK | etlik yapmak, et yapmak, I, 284, 285 |
ETLENMEK | etlenmek, şişmanlamak — I, 256, 285 |
ETLETMEK | kestirip et haline getirtmek, I, 264 |
ETLIG | kişi etli, şişman. I, 101 |
ETLIG | ki ; i et sahibi olan kimse — I, 101 |
ETLIK | et asılacak çengel, I, 101 |
ETLIK | kesilmek için hazırlanan koyun — I, 101 § etlik koy; etlik koyun, I, 101 |
ETMEK | (etmek) yenecek ekmek I, 102, 166, 197, 202, 211, 247, 262, 329, 391; II, 28, 30, 98, 112, 138, 197, 235; III, 93, 223, 280, 287, 304, 352, 426, 428 |
ETMEK | (yardımcı fiil) yapmak, etmek, eylemek, kılmak — I, 171, 324, 332, 333. 342 361. 456, 457, 486; 11. 25; 111. 128 129, 130, 357, 366, 370 |
ETMEKÇI | ekmekçi — II, 48, 49 |
ETMEKLENMEK | ekmek sahibi olmak — I, 314 |
ETREK | rengi kızıla çalan sarı adam — I, 101 |
ETSEMEK | canı et istemek — I, 275, 279 |
ETSETMEK | ete istek getirtmek, I, 262 |
ETTÜRMEK | büktürmek — I, 267, 268 bkz. iytürmek |
ETTÜRMEK | onartmak, düzeltmeyi emretmek. I, 217, 218 |
ETÜK | pabuç, edik, I, 68, 218, 395; II, 49, 315; III, 97, 242, 426, 430 bkz. etik § büküm |
ETÜK | ; kadın ayakkabısı — I, 395 |
ETÜKÇI | pabuççu, kavaf — II, 49 |
ETÜKLENMEK | ayakkabı, edlk sahibi olmak, I, 294; III, 348 |
ETÜKLÜK | sagrı ayakkabı yapmak için ayrılan sahtiyan I, 152 |
ETYIN | vücut — I, 463 |
EV | ev, I, 32, 211, 516 bkz. ef, ev, öv, üv, üv § ev k ızı; aile kızı — I, 326 |
EV | ev — I, 24, 25, 32, 33, 37, 38, 85, 104, 124, 147, 148, 169, 191, 197, 214, 225, 226, 227, 231, 251, 253, 257, 281, 283, 293, 298, 323, 343, 370, 375, 377, 378, 384, 422, 435, 446, 447, 464, 495, 496, 498, 499, 501, 504, 507, 514, 515; II, 3, 4, 6, 8. 17, 1 |
EVDILMEK | ele geçirilmek, toplanmak — I, 246 |
EVDIMEK | toplamak — I, 273 |
EVDINMEK | toplamak, toplamayı üzerlne al — mak, kendi kendisine toplamak — I, 251; II, 254 |
EVEK | acele, ivme; aceleci, iven — I, 77, 104, 387; II, 13, 19 § evek er; aceleci adam, I, 122 |
EVEKLIK | işlerde ivme, acelecillk — I, 153 |
EVET | evet, peki — I, 51 bkz. emet, evet, yemet |
EVET | evet, peki, I, 51 bkz. emet, evet, yemet |
EVET | acele, ivnne — III, 26 |
EVILMEK | ivilmek, acele edilmek. I, 271 |
EVIN | tane, I, 84 bkz. evin |
EVIN | tane — I, 77, 84 bkz. evin |
EVIŞMEK | koşu; mak, acele edl; mek — I, 186 |
EVLENMEK | hâlelenmek; kendine ev edinmek — 1. 258, 259 |
EVLENMEK | evlenmek — III, 87 |
EVLEŞMEK | evini ortaya koyup kumar oynamak, I, 240, 241 |
EVLEŞMEK | toplanmak, yığılmak — I, 240 bkz. avlaşmak |
EVLIG | ev sahibi. II, 106, 176 |
EVLÜK | kadın, I, 251 |
EVMEK | bir şeyin etrafına koşuşmak I, 167 |
EVMEK | acele etmek, I, 167 . 168; II, 12; III, 26, 183 |
EVRIŞMEK | uğraşmak, çabalaşmak, bir işin üstüne düşmek; çevirmekte ve bir şeyin altını üstne getirmekte yardım etmek, I, 235, 248 |
EVRÜLMEK | yönelinen yerden çevrilmek. I, 248 |
EVSEMEK | evini özlemek. I, 277, 279 |
EVSEMEK | ivmek, acele etmek (lstemek) — I, 277 |
EVSETMEK | evini özletmek, Istetmek, I, 262 |
EVSINMEK | evi benimsemek, kendi evi saymak. I, 253, 258 |
EVŞÜK | bir adama sonradan gelen hal, hastal ık ve benzeri, arıza; evin merteği, direği — I, 105 |
EVŞÜKGEN | tevürgen her zaman evirip çeviren, güç işleri başaran — I, 157, 521 |
EVÜRGEN | tevürgen her zaman evirip çeviren — I, 521 |
EVÜRMEK | çevirmek, evirmek, döndürmek, altını üstüne getirmek, I, 178; II, 82 |
EVÜSGÜ | savurma aygıtı — I, 13 |
EVÜŞMEK | savurmak — I, 13 |
EVZEMEK | koğlamak, müzevirlik etmek I, 275 |
EYEGÜ | her hayvanın eyeğisi, eye kemiği, kaburga; yan; çadırın yanı, I, 137; III, 174, 425 |
EYEGÜ | yer dağın ortası — I, 137 |
EYLE | öyle — I, 113, 166; III, 186 |
EYMENMEK | utanmak; çekinmek — I, 270; III, 377 |
EZE | buyük kız kardeş, I, 90 bkz. ece, eke |
EZIK | uzunlamasına çizik, tırnak yarası — I, 71 bkz. az, iz |
EZITMEK | uzunluğuna yirmek, I, 209 |
EZMEK | kazımak, sıyırmak — I, 165 |
EZTÜRMEK | yirdirmek-I, 220 |
FURHAN | evi put evi, puthane — I, 343, |
FURXAN | put — I, 343 bkz. burxan, beder burxan bedez burxan — |
GE | zarf (mefulüileyh) edatı — III, 212, . |
GERÜ | . . . doğru III, 251 |
GEŞÜR | havuç, I, 431 bkz. gezer, gizri, sar ıg, turma |
GEZER | havuç, I, 431 bkz. geşür, gizri, sarıg turma |
GINE | küçültme eki — III, 359 bkz. — kıya, -kiye |
GIZRI | havuç. I, 431 bkz. geşür, gezer, sarıg turma |
GU | fiillerin emir kipi üzerine gelerek zaman, yer ve ayg ıt ismi yapan edat — III, 211 |
HANA | ana, I, 32 bkz. ana |
HATA | ata, I, 32 bkz. ata |
HEÇ | heç atları gayrete getirmek ve sıkıştırmak çıkarılan ses I, 321; II, 282 bkz. eç eç |
HOÇ | hoç keçilergüdülüp sürülürken söylenen, — II, 282 |
HUKUBARI | pota yapılan çamur, lülecl çamuru — için ç ıkarılan ses, III, 243 bkz. çukuban |
IÇ | et ciğere bitişik olan ince et — I, 35 |
IÇ | söz yürekteki gizli şey, sır — I, 35 |
IÇEGÜ | kaburga kemiklerinin iç tarafında bu — lunan şeylerin adı, II, içirik I, 137 |
IÇGERMEK | içeriye koymak; suçlarını sôylemek, koğlamak — I, 227 |
IÇGIN | kaçırmak; kaybedilmek, yok edilmek, elden gitmek; yellen^iek. I, 253, 254; III, 307 |
IÇI | yaşça büyük olan erkek karde ş; kocanınyaşça büyük erkek kardeşL I, 87; III, 7 |
IÇIKMEK | savaşta kendi dileğiyle teslim olmak — I, 192; II, 118 |
IÇILMEK | içilmek . I, 194 |
IÇIN | ara, iç anlamını bildiren birek, I, 76, 230 |
IÇIŞMEK | içişmek, içmekte yardım ve yarış etmek, I, 181 içkin er düşmanlardan iken bu yana geçen, kendisine dokunulmayan, baysall ık verilen kişi, mülteci — I, 108 |
IÇKUR | iç kuşağı, uçkur, I, 35, 324 |
IÇKÜ | içki, içilen şey, I, 128 içlemek iç geçirmek, astarlamak, I, 286 |
IÇLENMEK | içlenmek, tanelenmek, içi olmak — I, 256, 257 |
IÇLIK | eger keçesi, içlik, I, 102, 104 |
IÇMEK | içmek, bir şeyi içmek veya sorup içine çekmek. I, 35, 47, 142, 164, 192; II, 6 |
IÇMEK | kuzu derisinden yapılmış olan kürk — I, 102 |
IÇMEKLENMEK | kuzu kürkü giymek 've buna sahip olmak, I, 314 |
IÇRE | de, içinde, içerisinde. I, 223, 367, 393; II, 83, 250; III, 235, 247, 339, 448 |
IÇRÜŞMEK | içirişmek, içı'rmekte yardım ve yarış etmek, I, 233 |
IÇSEMEK | içmek 1516010^I, 20, 276 |
IÇTONLAMAK | iç donu giymek — I, 314 bkz. iştonlanmak |
IÇTÜRMEK | içirmek, su içirmek, I, 218; II, 173 |
IÇÜK | samur, tegin gibi hayvanların derisinden yapılan kürk, I, 69 |
IÇÜKLEMEK | samur, teğin gibi hayvanların kürkünden urbasına iç geçirmek, iç kaplatmak, I, 305 |
IÇÜRGEN | çok içiren — I, 157 |
IÇÜRMEK | içirmek I, 47, 177. 218; II, 173 |
IDI | sahip, efendi; Tan^ı. I, 87. 320, 330, 410; II, 243 |
IDILMAK | salıverilmek, boşanmak — I, 194 |
IDINÇU | saç erkeğin sonradan bırakılan saçı — I, 133 |
IDINÇU | yılkı yük vurulmayarak bırakılan hayvan — I, 134 |
IDIŞ | kadeh, tas, bardak, tencere gibi her nevi kap — I, 61 bkz. idi ş |
IDIŞ | kadeh, kap; mal mülk, III, 61, 131, 232 bkz. idi ş |
IDIŞMAK | birbirine armağan vermek, armaganlaşmak ve bunda yarış etmek — I, 182 |
IDMAK | salmak, gôndermek, serbest bırakmak, I, 210, 421; III, 172, 230, 343, 438 bkz. tonatmak, tonıdmak |
IDRIK | katı nesne — I, 102 bkz. irik |
IDSAMAK | göndermek istemek — I, 276 |
IDU | zaruret, zahmet — I, 110 |
IDUK | kutlu ve mübarek olan; aslında sahibininyaptığı bir adak için saklanarak yünü k ırkılmayan, sütü sagılmayan, yük vurulmayarakbaşıboş bırakılan, salıverilen her hayvana bu ad verilir. I, 65 |
IDUK | tag geçitsiz sıra dağlar — I, 65 |
IG | iğ, I, 48, 85 bkz. ik, yig, yik |
IG | hastalık. I, 48, 296; III, 30, 224, 278, 281 |
IGÇIL | hasta, III, 57 |
IGEMEK | eğelemek, gıcırdatmak, III, 254, 255 |
IGEMEK | inat etmek, III, 255 |
IGENMEK | benimsemek; (kısrak) gebe kalmak; çamışlaşmak, harınlaşmak; çekinmek — I, 104, , 200, 203 |
IGEŞMEK | arka olmak, güvenmek — I, 187 |
IGEŞMEK | eğelemekte yardım ve yarı; etmek; çarpışmak, ısırı; mak, boğufmak — I, 187, 188; II, 287 |
IGIŞ | harınlaşan, inatlaşan hayvan, at — I, 122 |
IGLAMAK | ağlamak — I, 286, 287 bkz. yıglamak |
IGLAŞMAK | ağla; mak — I, 240 bkz. yıglaşmak |
IGLELMEK | hastalanmak, I, 296 |
IGLEMEK | hasta olmak — I, 287, 380 |
IGLENMEK | bir parça hastalanmak |
IGLEŞMEK | hastalaşmak — I, 241 |
IGLETMEK | hastalandırmak — I, 266 |
IGLIG | hasta — I, 79, 196, 273; II, 351 |
IJMAKLANMAK | bir yerde veya bir şeyde çok şap bulunmak; kelliği artmak, azmak — I, 313bkz. ajmuk |
IK | soğuk su içilerek üzerine ekmek yenildikte gögsü kabartarakç ıkan bir hıçkırık, hık — I, 37 |
IK | tutmak hıçkırık tutmak, hık tutmak — I, 37 |
IK | iğ — III, 144 bkz. ig, yig, yik |
IKDI | ; anaları bir olan — III, 382 |
IKDILMEK | terbiye edilmek, eğitllmek; beslenlenmek — I, 246 |
IKDÜK | peynlr gibi süt ve yoğurttan yapılıp yenen bir azık, I, 105 |
IKEME | bir çeşit saz, kubuz gibi çalınan bir çalgı — I, 137; III, 174 bkz. ekeme |
IKI | sayıda iki; ikisi I, 49, 131, 233, 256; II, 45, 251; III, 45, 101, 244, 363, 382 bkz. ikki |
IKIDMEK | terbiye etmek, eğitmek, yetlştirmek, I, 213 bkz. ikitmek |
IKILAÇ | asil, yüğrük at — I, 139 |
IKINÇ | sayıda 1^1110. I, 131, 132; III, 449 |
IKINDI | bazısı, öteki, ikinci — I, 140, 185, 186, 231, 238. 239; II, 89, 103, 203, 214, 217 bkz. ekindi |
IKINDI | ikindi, I, 140 |
IKIRÇKÜN | tereddüt, ikircim; tereddütlü, ikircimli. III, 419 |
IKIT | yalan — I, 51 |
IKITMEK | terbiye etmek, yetiştirmek . I, 213 bkz. ikidmek |
IKKI | iki, birblri, ikisi, iklden her biri — I, 182, 187, 188. 189, 234, 237, 239. 268, 270, 308, 317, 410, 519; II, 17, 88, 89, 93, 98, 99, 101, 102, 104, 105, 107, 108, 109, 112, 196, 203, 206, 207, 209. 211, 215, 217, 218, 220, 221, 222, 224, 258, 287; III, 71, |
IKKIZ | ikiz, I, 143 § ikkiz oglan; ikiz çocuk — I, 143 |
IKLEMEK | çiğnemek, basmak — I, 287, 380; III, 310 bkz. egle şmek, ikleşmek, yiklemek |
IKLEŞMEK | birbirine uyup durmak, bir şeyi ayakla çiğnemekte birbirine yardırn etmek, I, 241 bkz. egleşmek, iklemek, yiklemek |
IKLETMEK | çiğnetmek, bastırmak — I, 265 |
IKTÜ | ekti, elde beslenen hayvan, I, 114 |
IKTÜLEMEK | ot vermek; beslemek — I, 317 |
ILDURMAK | indirmek I, 224 |
ILEL | (beylere ve hanlara cevap verilirken) evet — I, 78 |
ILENÇ | düşüncesinin yanlışlığı belli olan bir ki-şinin bir iş üzerine sözsöy]emesini kınama; ayıplama, tekdir, çıkışma — I, 133, 204; III, 450 |
ILENMEK | kötü dua etmek, ilenmek; ayıplamak, tekdir etmek, I, 204, 205 |
ILERMEK | göze ilişmek, belirmek, gôrünmek — I, 179; II, 283 |
ILERSÜK | şalvar uçkuru — I, 152 |
ILERTMEK | iliştirmek, iliştirtmek. III, 427, 428 |
ILETMEK | iletmek, götürmek — I, 214, 369; II, 263 |
ILI | kapug iliştirilivermiş, anahtarsız açılabilen kapı — I, 92 |
ILIG | ılık, I, 31, 64 bkz. yılıg |
ILIK | ilik I, 72. bkz. yilik |
ILIMGA | hakanın mektuplarını Türk yazısıyle yazan kimse — I, 143 bkz. al ımga |
ILINMAK | ilişmek, tutulmak, uğramak, takılmak — I, 204; II, 288; III, 358 bkz. ilinmek |
ILINMEK | tutulmak, yakalanmak — I, 204, 205, 206; II, 288; III, 358 bkz. ılınmak |
ILIŞMAK | inmekte yarış etmek, ini; mek — I, 190 |
ILIŞMAK | blrbirine ilişmek; çatışmak; asmakta yardım etmek I, 188, 190 bkz. ilişmek |
ILIŞMEK | birbirine ilişmek; çatışmak; asmakta yardım ve yarış etmek — I, 188, 190 bkz. ılışmak |
ILK | ilk, her şeyin evveli — I, 43 |
ILMAK | inmek — 1. 169, 175; III, 69, 220 bkz. inmek |
ILMEK | ilişmek I, 169 |
ILRÜK | üzerlik tohumu, Peganum harmala — I, 105 bkz. eldrük, y ıdıg ot, yüzerlik |
ILSAMAK | inmek istemek — I, 278 bkz. insemek |
ILTÜRMEK | iliştirtmek, astirtmak — I, 224 |
IM | parola, orduda başbuğun askerler arasına silâh veya kuş adlarından birini belge olarak koyduğu kelimeler — I, 38 |
IMDI | şimdi. I, 36, 37, 41 bkz. emdi |
IMGA | malmüdürü, tahsildar, hazinedar. I, 128 |
IMIR | aydınlıkla karanlığın birbirine karışması — I, 94 bkz. emir, imir, iriğir |
IMLELMEK | gôz kırpmakla ve buna benzer şeyle işmar olunmak — I, 296 |
IMLEMEK | işmar etmek, işaret etmek, göstertmek — 1. 82, 287, 288; III, 84, 295, 310 bkz. yimlemek |
IMLEŞMEK | işaretleşmek — I, 242 |
IMLETMEK | işaret ettirmek — I, 266 |
IMREN | yurttaşlardan toplanan her yığnak — I, 88, 107 |
IMTILI | düşünüp taçınılmadan birdenbire yapılma. I, 141 |
IN | çukur — I, 49 bkz. en |
IN | yırtıcı hayvan ini. I, 49, 55 bkz. yın, yin |
IN | koyun pisliği — I, 49 bkz. yin |
INAL | anası hatun (kökten), babası ortalık adamı olan bütün gençlere verilen ungun, I, 122 |
IÑAN | dişi deve — I, 120, 289 bkz. iñen |
INANÇ | güvenilen, inanılan, I, 133; III, 450 § ınanç beg; inanılan, güvenilen bey — I, 133, 206 |
INANMAK | inanmak, güvenmek — I, 206; III, 161 |
INÇ | rahat, içi sakin, yüreği dölek — I, 74; III, 437 |
INÇIKMEK | duygusu gitmek, bayılmak, büzülmek, titremek — I, 243, 244 |
INEGIL | vücut içerisinde, göbek kar şısında kulunca benzer bir hastal ık — I, 137 |
IÑEK | 1116^I, 111; III, 91 iñek kaplumba ğanın dişisi — I, 111 |
IÑEK | küçi küçü otu tohunnu — III, 121 |
IÑEN | dişi deve, I, 120, 289 bkz. ıñan |
IÑES | kişi yabancı gibi sağına, soluna bakan adam — I, 94 |
INI | yaşça küçük kardeş, kocanın küçük erkek kardeşi — I, 93; III, 7 |
INILMEK | inilmek. II, 130 |
IÑIR | aydınlıkla karanlığın birblrine karışması, alaca karanlık. l, 94 bkz. amır, emir, imir |
INIŞMAK | inişmek I, 190 |
IÑLIÇ | kebapla yenir, sarımsağa benzer blr dağ otu — I, 115 |
INMEK | inmek I, 169; II, 204; III, 61 bkz. ılmak |
IÑRAMAK | deve inlemek — I, 120 |
IÑRANMAK | inlemek — I, 289 |
IÑRAŞMAK | inleşmek III, 398 |
IÑRATMAK | inletmek, II, 357, 358 |
INSEMEK | inmek istemek — I, 278 bkz. ılsamak |
IPRÜK | içerisine pekllk gelene (içlni sürdürmek için) yo ğurt ile süt karıştırılarak verllen ilâç — I, 101 |
IR | ır, ırlama — III, 4 bkz. yır |
IR | utanma bildiren bir söz — I, 36 bkz. ıra, ırra, ir |
IR | bulmak utanmak. I, 36 |
IR | yerin güney, güneşli yanı — I, 464 bkz. er |
IR | utanma bildiren bir söz, I, 36 bkz. ır, ıra, ırra |
IR | bolmak utanmak, I, 36 |
IR(I)N | dudaklar, ağız — III, 74 bkz. erin iririg 11-10. I, 135; III, 59 |
IRA | utanma — I, 39 bkz. ır, ırra, ir |
IRDEMEK | aramak — III, 228 |
IRGAG | donmu; olan buzu, buzluga çeklp getirmek için kullan ılan kanca, I, 141 |
IRGALMAK | sallanmak, ırgalanmak. I, 249 |
IRGAMAK | sallamak, ırgalamak, I, 283; III, 316, 321 |
IRGANMAK | ırgalanmak — I, 254 |
IRGAŞMAK | ırgalamakta yardım ve yarış etmek — II, 322 |
IRGATMAK | ırgalatmak, sallatmak — I, 263 |
IRIK | katı olan nesne — I, 71, 102 bkz. idrik |
IRIK | kel ve uyuzun kafası — I, 71 |
IRIK | erpik ve eski olan her nesne, I, 70 |
IRIK | otuñ odun kırıkları, kıymık I, 70 |
IRILMEK | kaygıdan titremek, kendi kendini yermek — I, 196 bkz. ar ılmak |
IRK | kâhinlik, fal, yürektekini d ı; arı çıkarma, I, 42 |
IRK | dört yaşına girmek üzere bulunan koyun — I. 43 |
IRKEKLENMEK | dalgalanmak; erkek olmaki ür-permek — I, 315 bkz. erkeklenmek |
IRKEŞMEK | topla; mak. I, 144 bkz. irkişmek |
IRKILMEK | toplanmak, çoğalmak I, 249 |
IRKIN | irkilen, iriken şey — I, 108 § irkin yagmur; günlerce süren ya ğmur, I, 108 § irkin suv; irkinti su — \, 108 |
IRKINMEK | irkmek, mal irkmek, kendisi için toplamak — I, 254, 255 |
IRKIŞMEK | irkmekte yardım ve yarış etmek, toplaşmak — I, 238, 325 bkz. irkeşmek |
IRKLAMAK | kâhinlik etmek, ırk (fal)a bakmak — III, 443 |
IRKMEK | toplamak — III, 420 |
IRLE | yurtluk, yurt tutulan yeı\ III, 251 bkz. erle |
IRPELMEK | bıçkı ile biçilmek, bo2ulmak — I, 244 |
IRPEMEK | bıçkılamak, biçmek, bozmak — I, 271 |
IRPETMEK | bıçkı ile biçtirmek, bozdurmak. I, 260 |
IRRA | utanma — I, 39 bkz. ır, ıra, ir |
IRTALAMAK | erken başlamak — I, 316 bkz. ertelemek |
IRTELMEK | aranmak, araştırılmak; istenmek. I, 245 |
IRTEMEK | arkasına düşmek; istemek — I, 245, 272; III, 356 bkz. istemek |
IRTEŞ | araştırma, irdeme; isteme; iş hususunda vaki olan bahis, dögü ş, kavga, I, 97, 402; II, 214; III, 416 |
IRTEŞ | kopmak bahis kızı; mak — I, 97 |
IRTEŞMEK | araştırmak. I, 230 |
IRTETMEK | istetmek, aratmak, I, 260 |
IRÜK | duvar ve duvara benzer şeylerdeki gedik — I, 70 |
IRVI | Hindistan'dan gelir bir ilâç — I, 128 |
IRVI | ince uzun — I, 128 § irvi kulak; ince uzun kulak — I, 128 |
ISIG | sıcak — 1. 72; III, 400 |
ISIG | yer uzayıp giden bozkır — I, 72 |
ISIGLEMEK | çok sıcakta gitmek — I, 306 |
ISIGLENMEK | bir şeyi sıcak bulmak — I, 294 |
ISIGLIK | sıcaklık. I, 152 |
ISIGLIK | sevda — I, 152 |
ISIMEK | ısınmak — III, 253 |
ISINMAK | ısınmak; sevmek — I, 201, 202 bkz. isinmek |
ISINMEK | ısınmak; sevmek — I, 201, 202 bkz. ısınmak |
ISIRGAN | ısırgan, çok tsıran — I, 156 |
ISIRGENMEK | sıcak yüzünden isiriklenmek — I, 290 |
ISIRMAK | ısırmak, sokmak — I, 178; II, 329 |
ISIRTMAK | ısırtmak — III, 428 |
ISIŞMAK | ısınmak, bir nesnenln bütün parçalar ı arasına sıcaklık yayılmak, I, 185 bkz. isişmek |
ISIŞMEK | ısınmak, bir nesnenin bütün parçalar ı arasına sıcaklık yayılmak — I, 185 bkz. ısışmak |
ISITMEK | ısıtrnak; ısıtmaya tutulmak — I, 209, 210 |
ISIZ | ele, avuca sığmayan, haşarı çocuk, utanmaz, arsız, ırsız, fena, kötü — I, 122, 386; II, 117 bkz; esiz, essiz, ıssız, isiz |
ISIZ | kötü, fena — II, 91 bkz. esiz, essiz, ısız, ıssız, |
ISIZLENMEK | sevimsizleşmek, yaramazlaşmak — I, 293 |
ISIZLIK | fenalık, kötülük, haşarılık. III, 161 bkz. esizlig, ıssızlık, isizlik ıslanmak ; islenmek — I, 298 bkz. işlenmek |
ISIZLIK | şer, kötülük I, 152 bkz. esizllg, ısızlık, ıssızlık, isizlik |
ISKEMEK | ditmek — I, 284 |
ISKENMEK | (kıl, ot vb — hakkında) koparmak, yolmak, ditmek — I, 255 |
ISRE | aşağı; sonra, I, 126 |
ISRIK | çocukları perilere ve göz dokunmasına karşı afsunlamak için ilâç yapıldığı zaman tekrarlanarak söylenir. I, 99 |
ISRILMAK | ısırılmak, I, 247 |
ISRIM | kişi suratsız, sıkıntilı adam — I, 107 |
ISRINMAK | öfkelenip derlenmek, toplanmak, çekilmek, büzülmek — (Bu kellme sebzelere iyice pi şmeden soğuk su konmasıyle pişme yerek çiğ kalması, sinirsek olması halinde 50/10^. Yumuşak huylu bir kimsenin ser-telmesi de bôyledir) — I, 251, 252 |
ISRIŞMAK | ısırışmak — I, 234, 285 |
ISRUMAK | ısırmak — I, 163 |
ISSIZ | kişi yüzsüz, lyilik bilmez adam — I, 142 bkz. esiz, essiz, ısız, isiz |
ISSIZLIK | , fenalık, kötülük, haşarılık. III, 161 bkz. esizlig, ısızlık, isizlik |
ISTEK | istek; ara; tırma — I, 120 |
ISTEK | kopmak istek gelmek, I, 120 |
ISTELMEK | istenmek, aranmak, I, 246 i |
ISTETMEK | istetmek, aranması için arkasından adam göndermek. I, 260 |
IŞ | iş — I, 47, 53, 64, 141, 146, 147, 155, 156, 157, 158, 168, 171, 179, 186, 187, 190, 193, 197, 201, 204, 209, 217, 220, 221. 230, 235, 238. 244, 255, 270, 271, 272, 295, 300, 307, 313, 315, 316, 320, 348, 368, 376, 391, 410, 428, 448, 459, 462, 470, 494, 52 |
IŞ | küdük iş güç — I, 391 |
IŞ | is, kandil dumanı — I, 37 |
IŞ | iş — I, 132, 253, 265; II, 166, 315; III, 68 bkz. ış |
IŞ | bolmak islenmek, klrlenmek — I, 37 |
IŞÇI | işçi — I, 468 § tarfak ışçı; kıvrak, çalışkan işçi — I, 468 |
IŞENMEK | güvenmek, inanmak I, 202 |
IŞGUNMAK | Fársça'sı "aşhun" Arapçası el-rşbâs olan bitki — I, 18, 109 |
IŞILER | kadın — I, 117 bkz. ışlar, işler |
IŞILMEK | işe yatmak, işe yordam hasıl etmek — I, 197 bkz. yişilmek, yuşılmak, yuşulmak, yüşilmek, yüşülmek |
IŞITMEK | işküm saraylarda hanlar 1çin kurulan, büyük çanak gibi ayaks ız sofra — I, 107 |
IŞLAMAK | işlemek — III, 138 bkz. işlemek |
IŞLAR | kadın — II, 150, . 171 bkz. işiler, işler |
IŞLELMEK | işlenmek — I, 295 |
IŞLEMEK | işlemek, I, 286 bkz. ışlamak |
IŞLENMEK | Islenmek, dumanla örtülmek, tütsülenmek; kendini i ş yapar göstermek — I, 297. 298; II, 72 bkz. ıslanmak |
IŞLER | kadın — I, 117, 153, 158, 314, 330, 477; III, 18, 57, 205, 432 bkz. ışlar, işiler |
IŞLEŞMEK | iş yapmakta yarış ve yardım etmek, I, 240 |
IŞLETMEK | işletmek I, 265 |
IŞLIG | i; sahibi olan (kimse). I, 495, 509 § ışlıg küdüglüg; işli, güçlü — 1. 509 |
IŞTONLANMAK | iç donu giymek, I, 314, 315 bkz. içtonlanmak |
IT | it, köpek — I, 35. 116, 156, 157, 164, 178, 228, 294, 308, 336, 346, 363, 365. 375, 483; II, 7, 8. 10, 16, 24, 73, 84, 177, 221. 292, 298, 305; III, 23. 70, 73, 214. 232, 255, 262, 291, 294, 300, 324, 353, 404, 405, 410, 429 |
ITEGÜ | değirmende dönen taşın üzerlne bindirilen ağaç parçası, ünun biraz kalın olması istenirse taş, bununla biraz yukarı kaldırılır, ince olması istenirse aşağı indirilir, I, 137 |
ITILMEK | itilmek, defedilmek; serpilmek, büyümek; imeklemek; sürünmek I, 193; II, 139 |
ITINÇÜ | nerig itilen nesne, I, 133 |
ITINDI | neñ itilmiş nesne, itik — I, 140 |
ITINMEK | itilmek, sürünmek II, 139 |
ITIŞMEK | itişmek, bir şeyi müdafaada yardım ve yarış etmek I, 180 |
ITLAMAK | köpekletmek, söğmek- I, 285, 286 |
ITLIG | itli, köpekli I, 98 |
ITLIG | yılı Türkler'ln on Ikill yıllarından biri — I, 346 |
ITLINMEK | itilmek — I, 256 |
ITLIŞMEK | itilmek, itilişmek, I, 239 |
ITMCK | itmek. , I, 171; III, 137, 251 |
ITSEMEK | itmek istemek, itsemek — I, 276 |
IVIK | kırlarda, taşlı yerlerde yaşıyan geyik — I, 67, 239, 265 |
IVRIK | ibrik I. 99, 100; III, 131 |
IYINMAK | ıkınmak, I, 269 |
IYTÜRMEK | büktürmek — I, 267, 268 bkz. ettürmek — |
IZ | yerde ve deride uzunlamasına olan çizik, 80 bkz. az, ezik |
IZDERIG | balık avlanan bir çeşit ağ, I, 116 |
IZI | öbür yıl, gelecek yıldan sonrakl yılı, 89 |
IZLIK | kesilen hayvanların derisinden yapılan Türk çarığı. I, 104 |
ÎÇ | iç — I, 35, 91, 225, 245; II, 208 |
İTİŞ | itişme, iki kişi arasında elle müdafaa — I, 61 |
JAGILAMAK | çağlamak, III, 324, 325 bkz. çagılamak, şagılamak |
KA | kap, akar konan kap, zarf — I, 407; III, 211 bkz. kaça, kakaça |
KA | kalın kelimelerde "de" anlamına zarfedatı — III, 211, 212 |
KA | Arapça'daki "ilâ ve izafet l'ı" anlamlarına edat, III, 212 |
KA | herhangi bir şeyin kıyısı — III, 152 |
KABAK(G) | kabak, yaş iken yemeği yapılan bir sebze, I, 382 |
KABAKLIK | kabak tarlası, kabak biten yer — I, 503, 505 |
KABARGAN | vücutta kaşınmak ve sıcak yüzünden çıkan kabartı, sivilce — I, 516 |
KABARMAK | kabarmak — II, 71 |
KABARTGAN | kabartan, şişiren, obartan (kimse) — I, 516 |
KABARTMAK | kabartmak, şişirmek, obartmak — III, 430 |
KABIRÇAK | tabut, (çok kere) ölü tabutu — I, 501 |
KAÇ | kaç, sayı soran bir edat — I, 321, 476, 498 |
KAÇ | kaç cin çarpmasına karşı üzerlik ile yapılan tütsüde söylenen söz — III, 163 |
KAÇA | kap — III, 238 bkz. ka, kakaça |
KAÇAÇ | ipekli Çin kumaşı; cariye adı — II, 285 |
KAÇAÇ | kir, II, 285 bkz. kakaç |
KAÇALAMAK | kaba koymak — III, 323 |
KAÇAN | ne vakit, vaktaki, ne zaman — |
KAÇAR | kaç kere — III, 247 bkz. kaçur |
KAÇGIN | kaçan — I, 21, 79 |
KAÇI1MAK | kaçılmak — II, 134 |
KAÇIGAY | kaçan — III, 106 § kaçıgay er; kaçan adam, I, 106 |
KAÇINMAK | kaçar görünmek. II, 154, 155 |
KAÇIŞ | halk arasındaki uyuşmazlık, döğüş, I, 369 |
KAÇIŞMAK | kaçışmak — II, 92 |
KAÇITMAK | kaçırtnnak — II, 300 |
KAÇMAK | kaçmak; gitmek, |
KAÇRUMSINMAK | kaçırır görünmek, II, 261, 262 |
KAÇRUŞMAK | birbirini kaçırmak, II, 218, 225 |
KAÇTURMAK | kaçırtmak — II, 89 kaçur kaç kere — III, 247 bkz. kaçar |
KAÇURGAN | her zaman kaçıran — I, 516, 517 |
KAÇURMAK | kaçırmak. I, 47; II, 75, 87, 164, 166, 225, 261, 262 |
KAÇURTMAK | kaçırtmak — III, 431 |
KAÇUT | savaş ve kavgada yiğitlerin blrblrleriyle çarpışmaları.I, 356 |
KAÇUT | kısa mızrak — I, 12 |
KAD | kar fırtınası, insan öldüren bora, tipl — II, 223; III, 147 |
KADAG | kanal, ırmak — II, 190 |
KADAŞ | kardeş, hısım, akraba, bkz. kada ş |
KADAŞ | kardeş glbi yakın olan hısım, akraba, I, 369; III, 23, 327 bkz. kada ş |
KADAŞLIK | kardeşlik, hısımlık — I, 503 |
KADGU | kaygı, III, 295, 309 bkz. kağgu kadılmak seyrekçe dikilmek — II, 134 bkz. kadumak kad ır güç, sarp, zor — I, 364; II, 54 § kad ır han; hakanlann sert ve çetin olan ı; "Hakanlı" ulusunun büyükleri — I, 364 § kadır |
KADGU | kaygı, tasa, I, 106, 425, 486; III, 374 bkz. kadgu |
KADGULANMAK | kaygılanmak. III, 201 |
KADGURMAK | kayırmak; kaygıya düşmek, kaygılanmak. II, 192, 193; III, 193. 194 bkz. kay-gurmak |
KADIK | ağaçtan oyulmuş nesne — I, 382 |
KADIN | kayın, dünür, hısım.I, 32, 403, 528; II, 110; III, 245 bkz. kay ın, kazın |
KADIN | kadnagun kayın ve kayınbabalar; "kayın mayın" gibi bir deyim — I, 523 |
KADIÑ | kayın ağacı, I, 32, 356; III, 134, 151. 369bkz. kay ıñ |
KADIRGAK | çok çalışmak yüzünden elde peyda olan nas ır — I, 502 |
KADIRGAN | daima egdiren, daima büktüren, I, 518; II, 74 |
KADIRLANMAK | huyunu çetinleşir göstermek — II, 267 bkz. kadrınmak |
KADIRMAK | döndürmek, reddetmek — I, 144, 508 |
KADIRMAK | büktürmek, eğdirmek, burdurmak; reddetmek — I, 370; II, 76, 164 |
KADIRTMAK | bıiktnrmek.III, 431 |
KADIŞ | kayış.I, 369, 499; III, 10, 325 |
KADIŞLAMAK | kayış yapınak. III, 335 |
KADIŞMAK | seyrekçe (ikileme) dikiş dikmekte yardım ve yarış etmek — II, 93 |
KADITGAN | kimseye boyun egmeyen, inatçı, dik başlı, I, 513 |
KADITMAK | inat etmek, dik ba; lı olmak, boyun egmemek, I, 513 bkz. kad ıtmak |
KADITMAK | geri dönmek, çekinmek; soğuktan ölmek.II, 301 |
KADITMAK | seyrekçe diktirmek. II, 301 |
KADITMAK | inat etmek, dik başlı olmak, kimseye boyun egmemek.I, 513 bkz. kad ıtmak |
KADIZ | ağaç kabuğu, I, 365 |
KADIZLANMAK | kabuklanmak — II, 267 |
KADLLG | ikileme dikiş, çifte dikiş, I, 375 |
KADMAK | tipiden ölmek — III, 440 |
KADNAGUN | kadın ile birlikte kullanılır, "kayın mayın" gibi bir deyim. I, 528 |
KADRAK | dağ katları ve kıvnmları, yamaç, yan — I, 320, 471 § kat |
KADRAK | ; yan, yamaç I, 472 |
KADRANMAK | kızmak, köpnrmek. II, 249 |
KADRILMAK | bükülmek, egilmek — II, 235 |
KADRINMAK | huyunu çetinle; ir göstermek — II, 267 bkz. kad ırlanmak |
KADRIŞMAK | bükmekte yarış etmek; karşılıklı olarak birbirinin sözlerini reddetmek, II, 218, 219 |
KADRUKLANMAK | dağın girintisi, çıkıntısı, sert yeri çok olmak — II, 275 |
KADUMAK | seyrekçe dikmek, III, 260 bkz. kad ılmak |
KAFÇITMAK | kızdırmak. II, 329 bkz. kavçımak |
KAFGAR | safran renginde ipek kumaş — III, 438 |
KAFTAN | kaftan, elbise; kapama. I, 435; III, 109, 287, 298 |
KAG | kug kazın çıkardığı ses — III, 128 bkz. kak kuk |
KAG | kug etmek kaz ses vermek, III, 128 |
KAGIL | üzüm asmaları bağlanan yaş söğüt dalı, I, 409 |
KAGRULMAK | kavrulmak.II, 144, 235 bkz. kagurmak, kavrulmak, kovurmak, kugurmak, kuvurmak |
KAGRUŞMAK | kavruşmak — II, 219 220 bkz. kavruşmak |
KAGUN | kavun — I, 15, 88, 174, 214, 268, 269, 395, 410; II, 290; III, 107, 129, 146, 190, 435 |
KAGUNLANMAK | kavun sahibi olmak, III, 206 |
KAGUNLUG | kavunlu — I, 499 |
KAGUNLUK | kavunluk, kavun tarlası — I, 504, 505 |
KAGUNSAMAK | canı kavun ıstemek — I, 280 |
KAGURMAK | kavurmak — II, 81 bkz.kagrulmak, kavrulmak, kugurmak, kuvurmak |
KAGUT | kavut, darıdan yapılan bir yemek, I, 406; III, 163 bkz. kavut |
KAH | kah köpeği çağırmak için kullanılan söz, III, 118 |
KAK | erik, kaysı gibl meyvelerin kurusu, II, 282; III, 155 |
KAK | kurutulmuş nesne — II, 282 |
KAK | göl, kurumuş göl, su birikintisi.I, 179; II, 282. 283; III, 155 |
KAK | kuk kazın çıkardığı ses — III, 130 bkz. kag kug |
KAKA | turmak kaka durmak, dürte durmak, döge durmak — I, 73 |
KAKAÇ | kir, pas, bulaşık.I, 358; II, 285 bkz. kaçaç kakaça içine akarlar konan kap; kap kacak, III, 211, 238 bkz. ka, kaça |
KAKIG | kakıma, kızma, istemezlik, rağmen, I, 376 |
KAKILGAN | her zaman itilip kakılan — I, 520, 525 |
KAKILGAN | sokulgan itilip kakılan — I, 520. 525 |
KAKILMAK | kakılmak.II, 135 |
KAKILMAK | sokulmak itilip kakılmak — II, 135 |
KAKIMAK | birine kızmak, danlmak. III, 269 bkz. kakumak |
KAKIŞMAK | birbirine kızışmak, birbirinln başına vuruşmak. II, 104, 105 |
KAKITGAN | daima kızdıran, can sıkan — I, 514 |
KAKITMAK | kızdırmak, canını sıktırmak — II, 308 |
KAKKUK | yarma, kurutulmuş et veya meyve. III, 130 bkz. kakuk |
KAKLANMAK | kurutulmak, kakaç yapılmak, su toplanmak — II, 252 |
KAKLATMAK | kurutturmak II, 348 |
KAKMAK | kakmak, hafifçe vurmak, I, .102; II, 293, 356 |
KAKRAŞMAK | su çekilmek, şiş ve ur inmek., II, 220 |
KAKRATGU | kaçırmak için çalınan şey, II, 334 |
KAKRATMAK | davul çalarak zararlı hayvanları, kuşları kaçırtmak — II, 334 bkz. kokratmak |
KAKSIMAK | kakaç olmak, kakaç olayazmak — III, 286 |
KAKTURMAK | başına kaktırmak — II, 191 |
KAKUK | yarma, kurutulmuş et veya meyve — III, 130 bkz. kakkuk |
KAKUMAK | birine kızmak, darılmak — III, 269 bkz. kakımak |
KAKURGAN | yağla yogrulan bir ekmek hamurudur, fırında veya tandırda pişirilir. I, 518 |
KAL | yaşlı adam, I, 409 |
KAL | aç kalın ve bekleyin anlamınadır — Halaç oymağının adı buradan gelmi; denir. III, 415 |
KALAMAK | yığmak, sandığa koymak, III, 249 bkz. kamak |
KALATMAK | kaplatmak, kılıf geçirtmek, bir şeyi sargıya veya sandığa koydurmak.II, 310; 311; III, 311 |
KALBUZ | lokma, yudum — I, 458 |
KALBUZLAMAK | yutmak; tıkım veya lokma yapmak, I, 458'; III, 350 |
KALDRAMAK | hışırdamak III, 447 |
KALDRUGA | hışırtı yapan her nesne için verilen s ıfat, III, 442 |
KALI | eğer, hasıl, nice, artık, ne kadar, ise, olduğunda anlamlarında bir edat — I, 82, 93, 207, 274, 425; II, 234; III, 26, 137, 158, 233, 234, 239, 272, 288 |
KALIK | hava, gök, sema, I, 354, 383; III, 46 |
KALIMA | güne; lik, yüksek çardak, III, 174 |
KALIMAK | sıçramak, çamiflanmak — III, 272 |
KALIN | kalabalık, çok, sürü, kalın, kesif, yıgarlı olan her nesne — I, 149, 371, 404, 424, 487; III, 216 |
KALIÑ | öncül mihir olarak kadına verilen çeyiz — III, 371, 372 |
KALIÑUK | ba; taki kepekler, kürk ve deriye yap ışkan bir şey bulaşmasıyle olan kıvrıntı — III, 383 bkz. kalñuk |
KALIÑULAMAK | suyun yüzüne çıkmak, şudan başını yüksek tutmak. III, 410 bkz. kalugulamak |
KALIŞMAK | sıçraşmak; halkı terketmekte iki kişi yarış etmek, II, 109 |
KALITGAN | her zaman kalkıtan, sıçratan — I, 515 |
KALITMAK | kalkıtmak, sıçratmak — I, 515 |
KALKAN | kalkan, I, 441; II, 356; III, 82, 221, 386 bkz. kalkañ |
KALKAÑ | kalkan, III, 386 bkz. kalkan |
KALMAK | kalmak, bırakmak — I, 41, 45, 68, 85, 110, 219, 294, 362, 370, 376, 384, 409, 410; II, 25, 250; III, 30, 49, 156, 221, 222, 258, 309, 367, 378, 384, 398 |
KALNADMAK | kalınlaşmak — II, 350 bkz. kalnatmak, kalnumak |
KALNATMAK | kalınlaşmak — II, 350 bkz. kalnadmak, kalnumak |
KALÑU | suyun yüzünde durma, suyun yüzüne ç ıkma — III, 379 |
KALÑUK | başta hasıl olan kepekler; kürk ve deri gibi şeylere yapışkan bir şey bulaşmaşsıyle olan |
KALÑULAMAK | suyun yüzüne çıkmak, sudan başını yüksek tutmak — III, 379 bkz. kal ıñulamak kalnumak kalınlaşmak, III, 302 bkz. kalnadmak, kalnatmak |
KALTUK | yaban sığırı boynuzu — I, 475 |
KALTURMAK | geçmek, arkada bı^akmak. II, 191 |
KALVA | öğrence oku, üzerinde temreni bulunmayan, yuvarlak bir tahta parças ı bulunan ok — I, 426, 528 |
KAM | kam, şaman, kâhin. I, 236, 283; III, 157, 443 |
KAMAK | kılmak, III, 231 bkz. kılmak |
KAMAK | yığmak; sandıga koynnak — III, 249 bkz. kalamak |
KAMAMAK | kamaşmak — I, 340; II, 311; III, 272 |
KAMAŞMAK | ekşi yemeden diş kamaşmak — II, 110, 111 |
KAMATGAN | çok kamaştıran — I, 515 |
KAMATMAK | kamaştı^mak. II, 311 kamçı kamçı — I, 417 § kılıç kamçı; içinde kılıç olan kamçı — I, 417 |
KAMÇI | at, deve ve sığırın erkekllk aygıtı — I, 417 |
KAMÇIGU | ağızda ve parmaklarda ; iddetli ağrı ve sıcaklık yüzünden çıkan bir sivilce.I, 491 kamçılamak kamçılamak, kamçı ile vurmak — III, 352 |
KAMDU | dört arşın boyunda, bir karış eninde bir bez parçasıdır, üzerlne üygur Hanı'nın mührü basılıp alış verişte para yerine kullanılır I, 418 |
KAMGAK | eylerin açık yerlerine ertülür, kamış gibi yüksekçe bir ot, semer otu — I, 475 |
KAMGI | eğri büğrü, çarpık — I, 426 § kamgı yüzlüg; çarpık yüzlü — I, 426 |
KAMGIRMAK | çarpılayazmak, eğrlleyazmak — II, 194 |
KAMIÇ | kepçe, kaşık, I, 52, 359; II. 75 |
KAMIÇAK | kurbağa yavrusu da denen su böce ği.I, 487 |
KAMIÇLAMAK | kepçelemek, kepçeyi daldırmak, III, 331 |
KAMIŞ | kamış, kamışlık.I, 369, 439; III, 193, 391 |
KAMIŞLANMAK | kamışlık olmak, II, 268 |
KAMIŞLIG | kamışlı — I, 495 |
KAMMAK | çok (dövüleni öldüresiye, kuvveti kesilesiye) dövmek — II, 27 |
KAMTURMAK | bayıltmak, sesl kısılayazmak — II, 191 |
KAMUG | bütün, hep, kamu, hepsi — I, 44, 103, 179, 183, 186, 190, 191, 235, 236, 239, 241, 274, 359, 376; II, 17, 45, 92. 98, 101, 104, 110, 128, 204, 205, 206, 210, 211, 213, 214, 215, 216, 217, 220 , 221, 222, 245, 274, 283, 350; III, 6, 65, 74, 88, 102, 105, 131, 1 |
KAMULMAK | söykenmek, yana yatmak — II, 135, 136 |
KAN | kan — I, 192, 272, 498; II, 115, 128, 141, 171, 184, 188, 264; III, 53, 66, 70, 77, 79, 157, 196, 270, 325, 356 |
KAÑ | kazın çıkardığı ses — III, 358 |
KAÑ | etmek kaz ses vermek, III, 358 |
KANAK | kaymak — I, 383 bkz. kayak, kıyak, konak |
KANAMAK | kanamak, kan gelmek, kan almak — II, 323; III, 263, 273 bkz. kan ımak |
KANAT | kanat — I, 34, 357; II, 4, 183 |
KANATGAN | daima kanatan — I, 515 |
KANATLANMAK | binek sahibi olmak; uçmak, kanatlanmak, kanad ı çıkmak, bitmek, II, 267 |
KANATMAK | kanatmak. II, 313, 323 |
KANÇA | nereye, I, 74, 354; III, 40 |
KANÇIK | dişi köpek; bir kadına sögülürken de böyle denir.I, 188, 475 |
KANÇUK | nereye?, nasılş — I, 195 |
KANDA | nerede? I, 46, 418; III, 69, 173, 218bkz. handa, kayda, kayuda |
KAÑDAŞ | babaları bir olan — III, 382 bkz. kañsık |
KANDIR | sepilenmeye yarayan deri yüzüldükten sonra etin üzerinde kalan ince zar, I, 457 |
KANDURMAK | su ve başka şeylere kandırmak — II, 192 bkz. kanturmak |
KANGU | nişter, kan alacak aygıt — I, 477 |
KANI | nere? III, 237, 238 |
KANIG | sevinç — I, 376, 377 bkz. kan ık |
KANIK | kanmış, kanık; sevinç — I, 46 bkz. kahıg |
KANIMAK | kanamak — III, 274 bkz. kanamak |
KANITGAN | her zaman şevke getiren, I, 515 |
KANITMAK | şevke getirmek, I, 515 |
KAÑLI | kagnı arabası (yük 1^).III, 379 |
KANMAK | su ve başka şeylere kanmak, I, 377; III, 184, 261 |
KAÑRAK | damak-III, 383 |
KAÑRAK | çan, III, 383 |
KAÑSIK | üvey — III, 383 bkz. |
KANTURMAK | su ve ba; ka şeylere kandırmak. II, 192 bkz. kandurmak |
KANU | hangi, hangi şey, I, 31; III, 237 bkz. hayu, kayu |
KAP | egreti hısım — III, 146 |
KAPA | kaba ve yüksek olan her nesne, III, 217 |
KAPAK | göz kapağı, I, 382 |
KAPAK | kızın kızlığı, bekâret. I, 382 |
KAPAKLAMAK | kız bozmak, III, 338 |
KAPAKLIG | kız kız oğlan kız, I, 496 bkz. kapıglıg |
KAPÇAK | su kollarının birbirine kavuştuğu yer, I, 471 |
KAPGA | büyük kapı, kale kapısı — I, 425 |
KAPGAK | kapak, sadağın kapağı — I, 471 |
KAPGAKLANMAK | kapaklanmak — II, 275 |
KAPGUÇI | kapıcı, kapan, çalan vb — II, 50 |
KAPIGLIG | kız oğlan kız, I, 496 bkz. kapaklıg kız |
KAPILMAK | kapanmak, hapsedilmek; kapılmak — II, 120 |
KAPINMAK | yağma eder görünmek; hastalığa kapılmak, yakalanmak — II, 154 |
KAPIŞ | kapış, kapıp alma, yağma etme, çalma — I, 369 |
KAPIŞMAK | kapışmak — II, 88 bkz. kapuşmak |
KAPLANMAK | kap sahibi olmak, III, 199 |
KAPLIG | ogul anne karnından torbası ile doğan çocuktur ki uğurlu olur — III, 146 |
KAPMAK | kapmak, çalmak; dokunnnak, çarpmak, uçurmak; hücum ve defi etmek — II, 4, 90, 113; III, 33, 80, 422 |
KAPSAMAK | kaplamak, kaplamak istemek; etrafını kaplamak, sarmak; kapmak istemek — I, 155, 463; III, 285 |
KAPTURMAK | kaptırmak, çaldırmak. II, 189 |
KAPUG | kapı — I, 48, 64, 94, 150, 163, 180, 218, 239, 256, 276, 337, 375, 478, 506. 511, 520; II, 11, 27, 108. 135, 203, 308; III, 49, 57, 76, 83, 94, 167, 234, 262, 268. 280, 292, 330, 345. 348, 376 § kapug sedrekmek; parmaklıklı kapı |
KAPUGLUG | kapılı — I, 495 |
KAPULGAN | daima sıkı; an — I, 520 |
KAPULMAK | sıkş; mak — I, 520 |
KAPUŞMAK | kapışmak — II, 113 bkz. kapışmak |
KAR | kar — 1. 7, 186, 326, 386; II, 99, 134.193, 204, 211. 305, 347; III, 39, 148, 263, 319, 324 |
KAR | kur ses anlatan bir kelime — I, 324 |
KAR | kur etmek guruldamak.I, 324 |
KARA | kara; karanlık, I, 7, 60, 338, 354, 382; II, 163, 223 |
KARA | ermek kararmak, II, 163 bkz. kararmak |
KARA | erük erik I, 69 |
KARA | etmek bir çeşit ekmek — III, 222 |
KARA | karak göz karası — I, 382 |
KARA | kura yan yana söylenen iki kelime — III, 222 |
KARA | Kuş Yulduz Müşteri gezegeni, Jüpiter. III, 221 bkz. Erentüz, Karaku ş |
KARA | orun sin, mezar — III, 221, 222 |
KARA | ot Hindistan'dan gelen ağılı bir bitki; baldıran otu, Aconitum — III, 222 |
KARA | yag neft — III, 222 |
KARABaş | gerdek gecesi gelinle birlikte gönderilen hizmetçi kad ın, sağdıç kadın; köle ve cariyelere verilen adlardandır — "kara baş" anlamınadır.I, 150; III, 222 |
KARAÇI | kapıları dolaşan dilenci — I, 445 |
KARAGU | zaç denilen kara boya, I, 446 |
KARAGU | kör — I, 446 |
KARAGUNI | akşamleyin çocukların oynadıkları bir oyun.III, 243 |
KARAK | göz bebeği, gözün renkli yeri; göz — I, 382; II, 116; III, 29 § kara karak; göz karas ı, I, 382 § ürüng karak |
KARAKAN | dağ ağaçlarından bir çeşit ağaç — I, 448 |
KARAKLAMAK | yol kesip mal almak — III, 338 |
KARAKLIG | gözlü, gözü olan her hayvan, I, 497 |
KARAKSIZ | gözsüz. I, 497 |
KARAKUŞ | Müşteri, (jüpiter), Mizan yıldızı, (Libra), I, 331, 332 III, 40, 221 bkz. Erentüz, Karaku ş, yulduz |
KARAKUŞ | kara kuş, tavşancıl — I, 331; III, 221 |
KARAKUŞ | deve tabanının uçları.I, 332; III, 221 |
KARALAMAK | karalamak; pislemek. III, 324, 329 |
KARAMUK | karamuk — I, 487 |
KARAMUÑ | karakun, kara belâ — III, 33 |
KARAÑGU | karanı, karanlık — III, 388 bkz. karañku |
KARAÑKU | karanlık — III, 217, 290 bkz. karañgu |
KARARMAK | kararmak — II, 77, 163 bkz. kara ermek |
KARARTMAK | kaı'artmak, III, 431 |
KARÇ | kurç "hatır hutur" gibi bir ses bildirir I, 343 |
KARÇ | kurç yemek hatır hutur yemek — I, 343 |
KARÇAMAK | katılaşmak — III, 276 |
KARDU | zemheri sıralarında su üzerinde yüzen fındık büyüklüğündeki buz parçaları, I, 419 |
KARGA | karga, I, 254, 425; II, 26 |
KARGAK | lânet, kargış, II, 288 bkz. kargış |
KARGAK | tarmak bir çeşit bitki I, 467 |
KARGALMAK | lânetlenmek — II, 236 |
KARGAMAK | lânet etmek, beddua etmek; lânetlemek — I, 284; III, 290 bkz. alkamak, kargamak arkamak, kırgamak, kızgamak kargamak |
KARGANAMAK | kendine lânet etmek II, 249 |
KARGAŞMAK | birbirine lânet etmek, II, 220 |
KARGATMAK | lânetletmek, II, 338 |
KARGILAÇ | kırlangıç kuşu — I, 526, 529; III, 178 bkz. karlıgaç |
KARGIŞ | lânet, beddua, 1161^0.I, 274, 461 bkz. kargak § karg ış kişi; lânetlenmii adam — I, 461 |
KARGU | dağ tepelerine minare biçlminde yapılan yapı olup düşman geldiği zaman herkesin hazır bulunması için üzerinde ateş yakılır — I, 426 bkz. karguy |
KARGUY | atmaca — III, 241 bkz. karkuy, kırguy, kırkuy § çibek karguy; atmacaya benzer bir ku ş, III, 241 |
KARGUY | dağ doruklarında düşmanı ihbar için yapılan kuleler — III, 241 bkz. kargu |
KARI | yaşlı, ihtiyar; yaşlı olan herhangl bir şey — I, 425; II, 30; III, 128, 222, 223, 421 |
KARI | karış, ölçü, bez ölçülen arşin — I, 117; III, 223 bkz. karış |
KARI | kurı tay kısrağın arkasında geri kaldığı zaman bu sözlerle çağrılır. III, 223 bkz. kurıh kurıh, kurı kurı, kurrıh kurrıh |
KARIGDAŞ | kap kap, tulum, çuval, dağarcık; zarf; anası karnında, çocuğun bulunduğu torba — I, 195, 268; II, 122, 127, 128, 164, 170, 189, 218, 229; III, 15, 16, 77, 81, 146, 174 |
KARIKMAK | kardan göz kamaşmak. II, 115, 116 |
KARILAMAK | yaşlı saymak, ihtiyarlığa nispet etmek — III, 324, 329 |
KARILAMAK | boylamak, karışlamak, arşınlamak, ölçmek — I, 309; III, 324, 329 |
KARILAMAK | karlamak, ses çıkararak kar getirmek, III, 324 |
KARILMAK | karışmak, karılmak — II, 134 bkz. katılmak, katılmak karılmak |
KARIMAK | kocalmak, yaşlanmak, kocamak, I, 147; III, 263 |
KARIMSINMAK | boğulur gibi olmak II, 260 |
KARIN | karın.I, 32, 171, 226, 324, 403, 486, 514; II. 201, 202, 288, 315, 337; III, 222, 244, 286. 289, 439 |
KARIN | atmak hayvan boğazlandıktan sonra, işkembe nişan alınarak ok atılır, Vuran adam etinden bir parça alarak götürür.I, 403 |
KARINÇA | karınca.I, 501; III, 375 bkz. karınçak |
KARINÇAK | karınca — I, 501 bkz. karınça |
KARINDAŞ | kardeş — I, 407 |
KARINLAMAK | karına vurmak — III, 345 |
KARINLIG | karınlı — I, 499, 500 |
KARIŞ | karış, I, 369; II, 365 bkz. karı |
KARIŞ | yünlü kumaş, III, 28 |
KARIŞLAMAK | karışlamak — III, 335 |
KARIŞMAK | karışmak; kamaşmak; karşılanmak; karşı koymak I, 367; II, 95, 97, 98; III, 11 |
KARIT | söğme, kufür — I, 356 |
KARITMAK | kocatmak — II, 304 |
KARIZAN | çok kocamış k.iy, I, 448 |
KARKAG | çöl, suyu ve bitkisi bulunmayan k ırlar, I, 465 |
KARKAMAK | lânet etmek, kötülüğü sayıp dökmek — t, 284 bkz. alkamak, kargamak, k ırgamak, kızgamak |
KARKUY | atmaca kuşu — III, 241 bkz. karguy, kırguy, kırkuy |
KARLAMAK | karlamak. I, 463; III, 298, 319 |
KARLANMAK | karlanmak, kar yağmak — III, 197 |
KARLATMAK | kar yağdırmak — II, 347 |
KARLIGAÇ | kırlangıç — I, 527 bkz. kargılaç |
KARLUKLAMAK | Karluk boyundan saymak, Karluk boyuna nispet etmek — III, 351 |
KARLUKLANMAK | Karluk kılığına girmek — II, 275, 276 |
KARMA | yağma. I, 410, 433 |
KARMAK | bir şeyi bir şeyle karıştırmak, katmak, karmak; boğazda su durmak, su bir yerde durmak, taimak — I, 432; 'II, 187; III, 182 |
KARMALAMAK | yağma etmek, kapmak, yağmalamak.I, 433; III, 354 |
KARMALAŞMAK | yağmalamakta yarış ve yardım etmek II, 221 bkz. karmaşmak |
KARMAŞMAK | yağmalamakta yarış ve yardım etmek, II, 221 bkz. karmalaşmak |
KARNAGU | er koca karınlı adam — I, 491 bkz. karnak er |
KARNAK | er koca karınlı adam — I, 473 bkz. karnagu er |
KARS | deve veya koyun tüyünden yap ılan elbise — I, 348 |
KARS | kars el çırpmaktan çıkan ses — I, 348 |
KARS | kars aya yapmak el ayalarını birbirine vurarak ses çıkarmak — I, 348 |
KARSAK | derisinden güzel kürk yapılan bir hayvan, bozkır tilkisi.I, 473 |
KARŞAG | elbisenin bir karış kadar olan parçası I, 464 |
KARŞAMAK | karışlamak, ölçmek III, 286, 287 |
KARŞATMAK | ölçtürmek, karışlatmak — II, 337, 365 |
KARŞI | hakan sarayı, köşk, I, 255, 423; III, 374 |
KARŞI | karşı, zıt, I, 423 bkz. karşu |
KARŞI | iki bey arasındaki uyu; mazlık — I, 424 |
KARŞU | karşı — III, 272 bkz. karşı |
KARŞUT | zıt — I, 451 |
KART | yara — I, 342; II, 234, 248, 255 |
KART | er huysuz adam — I, 342 |
KART | kurt ses bildiren bir kellme.I, 342 |
KART | kurt etmak çitlamak — I, 342 |
KARTAL | et parçalanmış et, I, 483 |
KARTAL | koy aklı karalı, alaca koyun — I, 483 |
KARTALMAK | azmak, yaranın başı koparılmak — II, 234 |
KARTAMAK | tırmalamak; sağaltmak — I, 245, 272; II, 255 bkz. kartanmak, k ırtlamak |
KARTANMAK | sağaltmak.II, 248, 455 bkz. kartamak, k ırtlamak |
KARTURMAK | tıkamak; kardırmak, karıştırmak — II, 190. 197 |
KARU | ..karşı ..dogru anlamına edat — II, 83 bkz. kerü |
KARVAMAK | ararken bir şeye dokunmak, III, 290 bkz. karvamak |
KARVAMAK | ararken bir şeye dokunmak — III, 290 bkz. karvamak |
KARVANMAK | aramak, II, 250 |
KARVAŞMAK | aramakta yardım etmek; karanlıkta el ile bir şey aramak, II, 221 |
KARVATMAK | gözü ile görmeden eliyle dokunarak aratmak — II, 339 |
KARVI | ince, yayımsı — III, 239 § karvı kaşlı kişi; yay gibi ince kaşlı adam — III, 239 |
KAS | kabuk, her ağacın kabuğu; sertllk, katilık, I, 356, 382; III, 134, 151, 369 bkz. kasuk, kaz |
KASI | hayvanlara ağaçtan yapılan ağıl — III, 224 |
KASIG | ağzın içi, sag ve sol yanları, avurt — I, 375; III, 345 |
KASIGLAMAK | iteklemek, itmek; avurda vurmak, III, 336, 345 bkz. k ısıglamak |
KASIRKU | kasırga — I, 489 |
KASNAMAK | zırıncımak, çeneleri birbirlne vurmak; titre şmek II, 223; III, 147, 302 bkz. kasnatmak, kıstaşmak |
KASNATMAK | titretmek — II, 350 bkz. kasnamak, kıstaşmak |
KASUK | ağaç kabuğu — I, 382 bkz. kas, kaz |
KASUK | at derisinden yapılan tulum — I, 382 |
KASUKLUG | er kendisinde kımız tulumu bulunan adam.I, 497 |
KAŞ | kaş, lekesiz beyaz veya kara ta; — I, 330; III, 22, 152 |
KAŞ | göz üstündeki kaş — I, 424, 524; II, 328; III, 152 |
KAŞAK | kındıra otu, halfa — I, 383; II, 328 |
KAŞAÑ | köleye söğmekte kullanılan bir kelime, "alçak" anlamınadır.III, 370 |
KAŞANMAK | (hayvan, at) i; emek — II, 155 |
KAŞGA | at yüzü ak, gözlerinin çevresi kara olan at, peçeli at — I, 426 § ka şga koy; başı ak, başka yerleri kara olan koyun — I, 426 |
KAŞGALAK | ördekten küçük blr su kuşu — I, 528 |
KAŞIK | kaşık — I, 504 bkz. kaşuk |
KAŞIKLAMAK | kaşıklamak, III, 338 bkz. kaşuklamak |
KAŞIKLIK | müñüz kaşık yapmak içtn hazırlanan boynuz, I, 504 |
KAŞIMAK | kaşımak — I, 438; III, 267 |
KAŞINMAK | I, 261 kaşıtgan çok kaşitan, I, 514 |
KAŞITMAK | kaşıtmak, II, 307 |
KAŞLAMAK | kaş, germeç yapmak; kaşa vurmak — III, 299 |
KAŞLIG | kaşlı — III, 239 |
KAŞUK | kaşık — I, 383; III, 347 bkz. kaşık |
KAŞUKLAMAK | kaşıklamak. III, 338, 347 bkz. kaşıklamak |
KAŞUKLANMAK | kaşık sahibi olmak — II, 268, 269 |
KAŞUKLUG | kaşıklı. I, 497 |
KAT | kat — I, 320; III, 27 |
KAT | nezd, yan — I, 64, 320; III, 240 |
KAT | mugaylan dikeni meyvesi; dikenli ; eylerin meyvesl; her bir a ğacın meyvesi — II, 146, 147 |
KAT | kadrak yan, yamaç — I, 472 |
KATA | kere, defa, kez, I, 321, 498; III, 218 |
KATARGAN | her zaman geri döndüren — II, 74 |
KATARMAK | geri döndürmek, yöneltisinden döndürmek, çevirmek.II, 74; III, 193 bkz. kaytarmak |
KATGI | katı, sert — I, 441 bkz. katkı |
KATGURMAK | gülerek katilmak — II, 188, 192, 201 |
KATIG | katı, sert, sıkı, kuvvetli, I, 110, 375, 472; II, 338, 354; III, 44, 219, 287, 373 |
KATIGLANMAK | çabalamak, uğra; mak — II, 268, 270; III, 159 |
KATIGLIG | soysuz, katiklı — I, 496 |
KATIGLIK | felâket — III, 233 |
KATIK | katgı, herhangi bir nesneye katılan; sirke, yoğurt gibi tutmaç yemejine katılan nesne — I, 382 |
KATILGAN | karılgan her işe her zaman katılan, karışan — I, 520 |
KATILMAK | karıştırılmak; erkek kadın çiftleşmek, II, 121 bkz. karılmak, katılmak karılmak katılmak karılmak |
KATINMAK | sertelmek — I, 498 |
KATINMAK | katar görünmek — II, 154 |
KATIR | katır, I, 364, 495; III, 302 |
KATIRTMAK | döndürmek; reddetmekle emretmek — III, 430, 431 |
KATIŞMAK | katmakta yardım ve yan; etmek, II, 89 |
KATKI | katı, I, 427 bkz. katgı § katkı kişi; kimseye boyun eğmeyen adam — I, 427 |
KATKI | (a?) ç çıyana benzer bir böcek — I, 455 |
KATLANMAK | meyvelenmek; dikenll ağaçlar meyvelenmek .III, 196, 197 |
KATLIŞ | katlış; su kollarının kavşıtında olan su birikintisi — I, 460 |
KATLIŞMAK | su kolları kavu; mak — I, 460 |
KATMAK | katmak, karıştırmak; katılaşmak, sert olmak; mihnete ve sıkıntıya düşmek, yorulmak — I, 205, 432, 440, 467; II, 295 |
KATMAK | karmak katmak, karıştırmak.I, 432 |
KATNATMAK | tekrar ettirmek — II, 349 |
KATRUNMAK | duraklamak, çekinmek, II, 249 |
KATTURMAK | büktürmek, katlatmak, kattırmak — II, 189, 190 |
KATUN | kadın, hatun, Afrasyab kızlarından olanların adı — I, 138, 376 , 410; III, 240 |
KATUNLANMAK | hanımlanmak, han karısı şekline girmek — III, 206 |
KATURGAN | çok sevlnen, çok öğünen, çok gülen — I, 516 |
KATURLUG | ok temreni ağıya bulaştırılmiş ok, II, 284 |
KATURMAK | katılaştırmak.II, 74 |
KATURMAK | sevinmek, öğünmek, gülmek.I, 516 |
KATUT | katık, II, 284 |
KATUT | kak, yarma — II, 284 |
KATUT | pabuçcu çirişi — II, 284 |
KAV | kav-III, 155 |
KAV | kuv dikişin büzülmesi, çekllmesi, elblsenin dikilirken k ırışıp büzülmesl — III, 129, 155 |
KAV | kuv bolmak diklllrken büzülmek, çekilınek, kötü dikilmekten kıvrışmak.III, 129 |
KAVÇIMAK | saldırmak, üstüne du; mek — III, 276 bkz. kafç ıtmak |
KAVDINMAK | acınmak, şefkat göstermek, fenalıktan kurtulması yollarını aramak — II, 249 bkz. kavdunmak |
KAVDUNMAK | acınmak, ; efkat göstermek, fenalıktan kurtulması yollarını aramak — II, 249 bkz. kavdınmak |
KAVIK | kepek, darı kepeği, III, 165 bkz. kavık |
KAVIK | kepek, darı kepeğl; kavuz — I, 221, 383; III, 165 bkz. kav ık |
KAVRAMAK | sıkmak, kavramak — II, 82 bkz.kavurmak |
KAVRULMAK | kavrulmak, II, 235 bkz. kagrulmak, kagurmak, kovurmak, kugurmak, kuvurmak |
KAVRUŞMAK | kavurmakta yardım etmek — II, 219, 220 bkz; kagruşmak |
KAVŞI | ince, çatık — I, 424 |
KAVŞUT | iki hanın, ülkelerinin baysallıği için, buluşarak barışmaları. I, 451; II, 102 |
KAVUK | mesane, sidiklik; kavuk, III, 165 bkz. kavuk |
KAVUK | sidiklik, mesane; kavuk, I, 383; III, 165 bkz. kavuk |
KAVURMAÇ | kavrulmuş buğday — I, 493 bkz. kogurmaç, kovurmaç |
KAVURMAK | kavramak, sıkmak, I, 518; II, 82 bkz. kavramak |
KAVUŞMAK | kavuşmak, yaklaşmak.II, 102, 103; III, 153, 188 |
KAVUT | kavut — III, 163 bkz. kagut |
KAVUZ | şaraptaki çör çöp, tortu — III, 164 |
KAYA | kaya — I, 73; II, 7, 19, 20, 170 § yal ım kaya; sarp dağın eteği — III, 19, 20 |
KAYA | körmek uzaktan görmek — III, 219 bkz. kıya körmek — kura körmek, kuya körmek kayda nerede — I, 52, 419; III, 173 bkz. handa, kanda, kayuda |
KAYAÇUK | güzel kokulu bir dağ otu — ("Safran"denen bitki olmak ihtimali vard ır).III, 177 |
KAYAK | kaymak (yenecek) — III, 167 bkz. kanak, k ıyak, konak |
KAYGIK | kayık, I, 100; III, 175 bkz. kayguk |
KAYGUK | kayık — I, 186 bkz. kaygık |
KAYGURMAK | kayırmak, kaygılanmak — II, 193; III, 193, 194 bkz. kadgurmak |
KAYIG | yer yoldan sapa olan yer — III, 166 |
KAYIN | kardeş, hısım ve akraba — I, 32 bkz. kadın, kazın |
KAYIÑ | kayın ağacı — I, 32 bkz. kağıñ |
KAYINMAK | kaynamak. III, 191 bkz. kaynamak |
KAYIR | kum, kaba topraklı yer — I, 158, 166; III, 165 |
KAYIRLIG | düz ve kaba topraklı — III, 178 |
KAYIŞMAK | birbirine acımak, birbirini kayırmak — III, 188 bkz. kaymak, kışmak |
KAYMAK | meyletmek, kaymak; caymak; acımak, kayırmak, tınmak, iltifat etmek — I, 403; II, 45; III, 182, 245, 246 bkz. kayışmak, kışmak |
KAYNAMAK | kaynamak; karşı gelmek, kabulden çekinmek, sözünü reddetmek — I, 166, 225, 248, 390, 441; III, 191, 280, 302 bkz. kay ınamak |
KAYNATMAK | kaynatmak — II, 357 |
KAYRIŞMAK | bükmekte yarış etmek — III, 194, 195 |
KAYTARGAN | daima geri döndüren, kaçıran.I, 516, 517 |
KAYTARMAK | yöneltisinde döndürmek, çevirmek, III, 193 bkz. katarmak |
KAYTARMAK | saldırtmak, III, 429 |
KAYTIŞMAK | birbiri ardına gitmek, III, 195 |
KAYTURMAK | kayırttirmak, yardım ettirmek — III, 193 |
KAYU | hangi, hani, nice — I, 31; III, 218, 237, 367 bkz. hayu, kanu |
KAYUDA | nerede, I, 99, 419; III, 173 bkz. handa, kanda, kayda |
KAYUKLANMAK | kaymaklanmak.III, 197, 198 |
KAZ | kaz — I, 100, 104, 254, 256, 487; II, 177, 181, 359; III, 128, 130. 149, 332, 358, 384 |
KAZ | her ağacın kabugu — III, 151 bkz. kas, kasuk |
KAZAÑKU | karma karışık, dolaşık (ip), III, 388 |
KAZGAN | sel sularının yardığı yer — I, 18 § kazgan yer; içerisinde yarlar, batakl ıklar, çatlaklıklar bulunan yer — I, 439 |
KAZGANÇ | kazanç — III, 386 |
KAZGANMAK | kazanmak — II, 249, 250 |
KAZI | etlilikten insan karnındaki girlnti ve çıkıntılar, at karnı içinden çıkan yağ — III, 223 |
KAZILMAK | kazılmak — II, 135 |
KAZIMAK | kazmak ve eşmek, deşmek, kazımak — III, 264 |
KAZIN | kayın, dünür, hısım — I, 403 bkz. kadın, kayın |
KAZINDI | toprak kazılmış toprak — I, 449 |
KAZINMAK | kazılmak, kazmayı iş edinmek, kazar görünmek — II, 155 |
KAZIŞMAK | kazmakta yardım ve yarı; etmek, II, 100 |
KAZLINMAK | kazılmak, çukurlar yapılmak, II, 251 |
KAZMAK | kazmak, at hafarılanarak ve çamışlanarak ayağıyle yerl kazmak, kazılmak — II, 10, 59 |
KAZÑUK | kazık, III, 383 bkz. kazuñuk |
KAZTURMAK | kazdırmak — II, 190 |
KAZUK | kazılmış — I, 382 § kazuk arık; kazılmış ark — I, 382 |
KAZUÑUK | kazık — III, 383 bkz. kazñuk |
KEBELI | ışık etrafında geceleri uçan kelebek, pervane, evelek — I, 448 |
KEBEZ | pamuk, I, 293, 303, 510 bkz. kepez |
KEBEZLIG | pamuklu, pamuk sahibi — I, 507 |
KEBEZLIK | pamukluk, pamuk biten yer — I, 507 |
KEBIMEK | bazı yerleri kurumak — III, 257 bkz. kepimek |
KEBIT | dükkân, magaza, içkl içllen yer, meyhane, I, 357 bkz. kepit |
KEBITMEK | kurutmak — II, 298 bkz. kepitmek |
KEÇ | geç (vakit).I, 294; III, 121 |
KEÇE | keçe, III, 219 |
KEÇE | karpuz ve hıyara ben2er şeylerin taşındığı sele ve sepet — III, 220 |
KEÇE | gece, III, 219 |
KEÇI | keçi, III, 219 bkz. eçkü |
KEÇIK | köprü, geçit, I, 390; III, 191 bkz. keçi ş |
KEÇILMEK | geçilmek — II, 136 |
KEÇILMEK | geciktirilmek. III, 195 |
KEÇIŞ | geçit, ırmağın, derenin geçidi, I, 369 bkz. keçik |
KEÇIŞMEK | geçmekte yardım ve yarış etmek, II, 93 |
KEÇITMEK | geçirtnnek — II, 300 |
KEÇITMEK | geciktirmek — II, 300 |
KEÇMEK | geçmek, ölmek — I, 44, 79, 80, 82, 94, 245, 451; II, 5, 6, 87, 164, 225; III, 5, 9, 33, 85, 121, 288 |
KEÇMEK | gecikmek — III, 180, 183 |
KEÇRÜMSINMEK | geçer görünmek — II, 261 |
KEÇRÜŞMEK | birbirini geçmek, geçirmekte yard ım etmek — II, 222, 225, 257 |
KEÇSEMEK | geçmek istemek — I, 155 |
KEÇSETMEK | geçmek umudunda bulundurmak — II, 336 |
KEÇTÜRMEK | geçtirmek II, 194 |
KEÇÜNMEK | geçer görünmek — II, 156 |
KEÇÜRGEN | her zaman başaran — II, 521, 522 |
KEÇÜRMEK | evirip çevirmek, başarmak; bağı; lamak, I, 47 |
KEÇÜRMEK | geciktjrmek — III, 187 |
KEÇÜRSEMEK | geçirmek istemek — III, 247 |
KEÇÜRTMEK | geçirtmek.III, 431, 432 |
KED | bir şeyi anlatmakta obartma ve pekitme istenirse kullan ılan edat — I, 321 bkz. ked, key |
KED | obartma, pekitme bildiren blr edat — I, 322 bkz. ked, key |
KEDGÜ | giyilecek nesne, I, 430 |
KEDILMEK | giyilnıek — II, 136 |
KEDINDI | ton çok giyilen elbise I, 449 |
KEDIRMEK | hayvan derisi yüzmek, bir hayvan ı kakaç (pastırma) yapmak — II, 76 |
KEDKIRMEK | hayvan çamışlık etmek, üstüne yük vurdurmaz olmak — II, 196 |
KEDLEMEK | çabalamak. III, 299, 300 |
KEDMEK | giymek — I, 12, 394; II, 296; III, 20, 156, 441 bkz. ketmek |
KEDRILMEK | et soyulup kurutulmak, kakaç (past ırma) yapılmak — II, 237 |
KEDRIM | et derisi yüzülmüş et — I, 485 |
KEDRIŞMEK | et soyup kurutmakta yardım etmek, II, 222 |
KEDRÜLMEK | giyilmek — II, 237 |
KEDRÜŞMEK | birbirine giydirmek, II. 222 |
KEDÜK | tulganın altına giyilen tüyden yapı1mış takke — I, 390 |
KEDÜK | yağmurluk-I, 508 bkz. kedük |
KEDÜK | kepenek, yağmurluk; elbise, giyecek, I, 390; III, 38 bkz. kedük |
KEDÜKLÜG | yağmurluk sahibi — I, 509 |
KEDÜKLÜG | kepeneği olan kimse — III, 256 |
KEDÜKLÜK | kidiz yağmurluk yapmak için ayrılmış, hazırlanmış keçe — I, 508 |
KEDÜRMEK | giydirmek.II, 76, 161 |
KEDÜRSEMEK | giydirmek istemek III, 332 |
KEDÜT | çamaçır, giyecek, gelin ve güveyin h ısımlarına armağan olarak giydlrdlkleri elbise — I, 12, 357 |
KEFEÑ | zahire armağanı — III, 385 bkz. kefşeng |
KEFGEK | peltek, kekeme kimse — II, 289 |
KEFREMEK | gevşemek, I, 103 bkz. kevremek, kövremek, küfremek |
KEFŞEÑ | harman temizlendikten sbnra gelen kimseye verilen zahire armagan ı. III, 385 bkz. kefeñ |
KEGIRMEK | geğirmek — II, 84 |
KEK | kin, hınç, öç; sıkıntı, zahmet, mihnet I, 44, 230, 479; II, 283 bkz. kekmek, kekmen |
KEKLIG | kinli, hınçlı — II, 283 |
KEKLIK | keklik — I, 479 |
KEKMEK | er tecrübeli adam — I, 479 bkz. kek, kekmen |
KEKMEN | başından geçen sıkıntı ve zahmetlerle pişmiş, pekleşmiş adam.I, 480 bkz. kek, kekmek |
KEKRE | develerin yediği acı bir ot — I, 422 |
KEKTEŞMEK | hınçlaşmak, kin bağlaşmak — II, 222 |
KEKÜK | seksek kuşu; kemiği büyü ve tılsım için kullanılır — II. 287 |
KEKÜŞ | ; işlik iç!n sürülen blr ilâç, aks ırgan otu; "Saponaria" veya "Veratrum album" — I, 407 |
KELDEÇI | gelici, gelen — I, 24 |
KELDÜGI | geli; i.I, 36; II, 42 |
KELDÜRMEK | getirmek.I, 20, 71, 93, 94. 97, 251, 340; II, 195; III, 144 bkz. keltürmek |
KELEÇÜ | söz — I, 445 |
KELEGEN | gelen — I, 24 |
KELEGÜ | tarla sıçanı soyundan bir hayvancık, geleni- I, 448 |
KELEP | Türk yaylalarında biten bir ot; davarı çabuk semirtir.I, 353 |
KELEPLENMEK | bir yer "kelep" otuna sahip olmak — 11. 269 |
KELER | keler, kertenkeleler!n genel ad ı — I, 364 |
KELESI | gelme zamanı — II, 69 |
KELGELIMET | gelmek için — I, 144, 325 |
KELGIN | büyük ırmaklann veya denizlerin taşar gibi kabarması, med — I, 443 |
KELGIRMEK | gele yazmak, gelmek istemek, II, 196 |
KELGÜ | gelme zamanı, geliş, gelecek — I, 119; II, 68 |
KELGÜÇI | gelici, gelen — II, 54 |
KELGÜLÜK | gelmeye hak kazanmış (kimse).I, 25 |
KELIG | gelecek, gelecegi.I, 26; II, 41, 52, 58, 172; III, 160 |
KELIGLI | gelmek üzere olan — I, 25; II, 58 |
KELIGSEK | gelmeye istekli olan; II, 55 |
KELIGSEMEK | gelmek istemek — III, 285, 335 bkz. kelsemek |
KELIMSENMEK | gelir görünmek.II, 259 |
KELIN | gelin — I, 404; III, 12, 242 |
KELIŞ | geliş.I, 370 |
KELIŞ | barış geliş gidiş.I, 370 |
KELIŞLIG | barışlıg ev konuk odası, I, 370 |
KELIŞMEK | gelişmek.II, 110 |
KELIŞMEK | barışmak birbirine gelip gitmek — II, 110 |
KELMEK | gelmek, I, 20, 24, 26, 35, 36, 37, 53, 76, 77, 82, 87, 88. 93, 97, 108, 125, 126, 129, 130, 132, 136, 165, 212, 219, 226, 315, 319, 323, 325, 328, 334, 339, 350, 387, 391, 403. 409, 417, 441, 442, 445, 462, 463, 468; II, 25, 26, 35, 38, 41, 43, 46. 59, 60, 6 |
KELÑIZ | sel I, 343 |
KELÑIZLEYÜ | sel gibi.I, 343 |
KELSEMEK | gelmek istemek, gelsemek — III, 285 bkz. keligsemek |
KELTÜRMEK | getirtmek — II, 195 bkz. keldürmek |
KEM | hastalık — I, 338; II, 363 |
KEM(I)ŞMEK | saldırmak, çıkarmak, atmak, sürmek; bir ; eyi çıkarıp atmak — I, 309, 441, 472; II, 112, 115 |
KEMDÜK | söñük sıyrılmış, eti yenmiş kemik. I, 480 |
KEMEK | pamuktan yapılmış çubuklu ve nakışlı bir dokuma; bundan bürgü yapılır, Kıpçaklar yagmurluk yaparlar — I, 392 |
KEMİ | gemi — I, 179; III, 235 bkz. kimi |
KEMLEMEK | kötülemek, hasta olmak, III, 301 bkz. kemlenmek |
KEMLENMEK | hastalanmak — I, 338; II, 253 bkz. kemlemek |
KEMLETMEK | sıkıntı veya zarar vermek, kötületmek, hasta etmek — II, 348, 349, 363 |
KEMRÜŞMEK | kemirişmek, kemirmekte yariş etmek — II, 224 |
KEMÜRMEK | kemirmek. II, 85, 86 |
KEN | dogu ülkelerinde her şehre verilen bir addır — I, 339 bkz. kend, kent |
KENÇ | genç, çocuk; her hayvanın küçügü — I, 169, 278; II, 304, 307; III, 181, 270, 438 |
KENÇEKLENMEK | Kençek kılığına girmek, Kençekleşmek II, 277 |
KENÇLIYÜ | hanların düğünlerlnde veya bayramlarda ya ğma edilmek üzere yapılan sofra — III, 438 |
KEND | şehir; kale — I, 22, 178, 236, 248, 302, 339, 343, 344; III, 150 bkz. ken, kent kendü |
KENDI | , zat, nefs, kendisi. I, 127, 419; III, 29 |
KENDÜK | küp gibi topraktan yapılan büyükçe bir kap, küp — I, 480; II, 129 |
KEÑEMEK | danışmak, görüşmek, tedbir etmek — III, 396 |
KEÑES | sığ, az, kolay, hafif — III, 364 |
KEÑEŞ | işlerde danışma, görüşme, düşünme, tedbir — III, 365 |
KEÑEŞLIK | danışıklı, tedbirli, I, 232; III, 358 |
KEÑEŞMEK | kar; ılıklı danı; mak, tedbir etmek — III, 393, 394 |
KEÑEŞSIZ | danışıksız, tedbirsiz — I, 232 |
KENPE | bir ot adı — I, 416 |
KENT | şehir — III, 34 bkz. ken, kend |
KEÑÜTMEK | genişletmek, II, 326 |
KENZI | kırmızı, sarı, ye; il gibi birtakım renkleri bulunan bir Çin dokuması — I, 422 |
KEPEK | unda ve başta bulunan kepek, I, 390; II, 310; III, 93, 101 |
KEPEK | yincü küçük inci — I, 390 |
KEPEKLIG | kepeği olan, I, 508 |
KEPEKLIK | kepek konan yer — I, 508, 510 |
KEPEZ | pamuk-I, 293, 303, 510 bkz. kebez |
KEPIMEK | bazı yerleri kurumak, III, 257 bkz.kebimek |
KEPIT | dükkân, mağaza, meyhane — I, 357 bkz. kebit |
KEPITMEK | kurutmak — II, 298 bkz. kebltmek |
KEREGÜ | çadır; kışlık ev, I, 404, 447, 448 |
KEREGÜLENMEK | çadırlanmak, çadır edinmek, çadıra girmek — III, 205 |
KEREK | gerek, olmalı, yaraşır, lâzım, ihtiyaç, gerekli. 1 126, 152, 163, 391; III, 44, 216, 371 |
KEREKLEMEK | yokluğu dolayısıyle aramak, araştırmak, III, 341 |
KEREKLIG | gerekli — I, 509 |
KEREM | izbe — I, 398 |
KEREY | saç tıra; eden ustura, III, 174 bkz. yüligü |
KERGEMEK | yaraşmak — I, 362 |
KERGÜK | koyunun içerisinde, kırkbayır ile beraber bulunan şirden gibi ; ey — II, 289 |
KERIK | geniş — I, 94 |
KERILGEN | her zaman gerilen, gerinen, esniyen — I, 523 kerilmek gerllmek, gerinmek, esnemek — I, 119; II, 136 kerim duvarlara örtülen, kaplanan dokuma nesneler.I, 398 |
KERIŞ | üstüne çıkılabilen dağ tepesi — I, 370 |
KERIŞ | atin karnı, sırtı — I, 370 |
KERIŞ | savaşta dayanma, I, 370 |
KERIŞ | kavga, çeki; — I, 370 |
KERIŞMEK | uğraşmak, kavga etmek, çekişmek — I, 370; II, 99, 115 |
KERIŞMEK | germekte yardım ve yarış etmek — II, 98 |
KERITMEK | havlatmak, ürdürmek — II, 305 |
KERİGIRSIMEK | dlbi yanmak, dibl yanarak koku yükselmek — III, 409 |
KERJÜ | tüfekte atılan yuvarlak taneler, III, 441 |
KERKI | dülger keseri, keser — I, 430 |
KERMEK | germek, çeklp uzatmak; kapatmak; ürümek, havlamak — II, 8; III, 39 |
KERPIÇ | kerpiç — I, 455; III, 119 § pışık kerpiç |
KERŞEGÜ | at kürek kemiğinin altında yağırı bulunan at — I, 491 |
KERTIK | ekmek ve ekmeğe benzer şeylerin sayısını bilmek için bir ağaçta yapılan kertik, çetele — I, 478 bkz. |
KERTIŞMEK | kenmekte yardım ve yarış etmek — II, 222 |
KERTMEK | kertmek (köleyi yola getirmek için söylenir) — III, 427 |
KERTÜK | kertilmek kenilmek; (insanlar için) horlanmak — I, 160; II, 236 |
KERTÜK | ağaçta açılan kertik- I, 478 bkz. kertik |
KERTÜK | kemrük kesik, gedik — I, 478 |
KERTÜRMEK | gerdirmek, serdirmek — II, 194 |
KERÜ | geri, .. den ise — I, 205, 361; II, 133 bkz.karu |
KES | parça — I, 329 bkz. kesek |
KES | kesek, abdest bozduktan sonra bununla temizlenilir.I, 329 |
KESEK | kesik, parça — I, 14, 391 bkz; kes |
KESGÜ | kesecek nesne — I, 13 |
KESGÜK | halka, köpeğin boynuna geçirilen halka, tasma — II, 289 |
KESILGEN | her zaman kesilen — I, 523 |
KESILMEK | kesllmek — I, 339; II, 136, 137 |
KESINMEK | kesinmek — II, 157 |
KESLEMEK | kesekle koğmak — III, 300 |
KESLINÇÜ | sarı keler, III, 242 |
KESLINMEK | kesilmek — I, 352; II, 253 |
KESLIŞMEK | kesilip ayrılmak — II, 224 |
KESLŞMEK | kesmekte yardım ve yariş etmek — II, 101 |
KESME | enli ok 100^01^.I, 434 |
KESME | kakül, zülüf, perçem, I, II, 233, 434 |
KESMEK | kesmek — I.11 13, 14. 434; II. 11 |
KESMELENMEK | zülüflenmek, kâküllenmek — III, 203 |
KESTEM | geceleyin davetsiz gelen adamlara verilen içki ziyafeti — I, 485 |
KESTER | saksı — I, 457 |
KESTÜRMEK | kestirmek — II, 195 |
KESÜRGÜ | dağarcık, kap — I, 358, 490; 111. 48 |
KEŞÜRGEN | çok bağışlayan — I, 521 |
KETEN | zahmet, sıkıntı, I, 404 |
KETERMEK | §1(161-1116^ III, 164 |
KETIŞMEK | ayrılmak, ayrışmak — II, 89, 90 |
KETKI | at sırtı dar, yanları geniş at — I, 430 |
KETMEK | giymek — II, 296 bkz. kedmek |
KETMEN | yeri kazmak için kullanılan aygıt — I, 444 |
KETÜ | çolak — III, 219 |
KETÜT | ekşi suratlı, buruşuk yüzlü — II, 284 |
KEVÇI | Uygur ellerine kadar Kâşgaristan'da kullanılan 10 rıtllık bir hububat ölçeği — I, 417 |
KEVEG | burundaki kıkırdak — I, 391 |
KEVEL | at yürüyüşlü, küheylan at, soylu at — I, 395; II, 133 |
KEVELMEK | gevşemek, zayıflamak, I, 397 bkz. kevllmek |
KEVGIN | aş doyurmayan aş — I, 443 bkz. çivgin |
KEVILMEK | gevşemek, zayıflamak — II, 131, 137, 138 bkz. kevelmek |
KEVLI | ırmak ağzı, III, 442 |
KEVMEK | gevelemek, gevmek; gevşetmek — II, 16; III, 288 |
KEVREK | gevrek, yunnu; ak (bitki) — I, 479 |
KEVREMEK | zayıflamak; gevşemek — III, 41, 282 bkz. kefremek, kövremek, kilfremek |
KEVRETMEK | gevşetmek — II, 334, 335 |
KEVRIK | gürgen ağacı — I, 479 |
KEVŞEK | gevşek, yumuşak. I, 479 bkz. küvşek § kevşek etmek; bir çeşit ekmek — III, 287 |
KEVŞEMEK | geviş getirmek; gevşemek, III, 287 |
KEVŞENGEN | çok geviş getiren — II, 256 |
KEVŞENMEK | geviş getlrmek — II, 252, 255 |
KEVŞEŞMEK | birbirini görerek geviş getlrmek — II, 351 |
KEVŞETMEK | gevşetmek, yurnuşatmak; geviş getirtmek — II, 338 |
KEVTÜRMEK | gevşetmek — II, 195 |
KEVÜRKEN | dağ soğanı — I, 525 bkz. kümürgen, kümürken, küvürken |
KEY | pek, gâyet, sağlam — I, 459 bkz. ked, ked |
KEYIK | geyik, yaban hayvanı, aslında yabani olan her şey, eti yenen hayvanlardan ceylân, s ıgın, dağ keçisi gibi hayvanlar, yabani (vah şi) -evcil (ehli) karşıtı-, av hayvanı ve av, I, 26, 155, 157, 171, 206, 224, 228, 263, 295, 306, 311, 421; 11, 8, 10, 16, 120, 14 |
KEYIK | maymun yapılı (insanlar için) — III, 168 |
KEYIK | söğüt yaban sogüdü — III, 168 |
KEYLIG | maynıun — III, 175 |
KEYLIG | kişi şaşkın veya yabanş gibi iki tarafına bakarak yürüyen adam. III, 175 |
KEYÜK | kebe ve kepenek gibi ; eyler — III, 168 |
KEZ | gez — I, 326; III, 106, 318 |
KEZ | süt ve un gibi şeylerin tencere dibinde yap ışıp kalan parçaları. I, 327 |
KEZ | ipekli bir Çin kumaşı — I, 327 |
KEZGERMEK | gezlenmek, geze getirmek — II, 196; III, 106 |
KEZIK | gezek; sıtma, nöbet, işte nöbet — I, 391 |
KEZIK | cesaret — I, 391 |
KEZIŞMEK | gezmekte yari{mak — II, 100 |
KEZITMEK | gezdirmek — II, 306 |
KEZLEMEK | gezlemek, gezini düzeltmek, temizlemek. III, 300, 318 — |
KEZLENMEK | gezlenmek; dibi tutmak, II, 252, 253 |
KEZLEŞMEK | gezlemekte yardım ve yarış etmek — II, 224 |
KEZLETMEK | gezletmek — II, 348 |
KEZLIK | küçük kadın bıçağı, kadınlar üst elbiselerine takarlar — I, 478 |
KEZMEK | gezmek, dolaşmak — II, 10 |
KI | nida "ya"sı yerine; çağırma edati — III, 212 |
KI | hısımlık bildiren isimler sonuna gelerek ac ıma ve sevme anlatan bir edat — III, 212 |
KIBE | az zaman, kısa zaman — III, 217 bkz. büte |
KIBE | bolmak az zaman geçmek, III, 217 |
KIÇI | hardal — III, 238 |
KIÇIK | küçük, küçüklük — I, 227, 390; II, 29, 95, 268; III, 87, 175 bkz. kiçük |
KIÇIKLEMEK | küçük saymak, III, 341 |
KIÇILAMAK | gıdıklamak — III, 323, 329 |
KIÇIMEK | kaşınmak, gidişmek. III, 259 |
KIÇINMEK | orospu olmak, gidişmek, ka; ınmak — II, 156 |
KIÇITMEK | kaşıtmak — II, 300 |
KIÇURMAK | kınamak, ayıplamak; başkasınm kaygısından ferah duymak — III, 187 |
KIÇÜK | küçuk — I, 93 bkz. kiçik |
KID | arka, âon, sonra — I, 200, 225; II, 142; III, 14 bkz. kid |
KID | arka, son, sonra — II, 25 bkz. kid |
KIDIG | kıyı, yan, kenar 1. 375, 496 |
KIDIGLAMAK | kıyı dikmek, kıyılamak — III, 336 |
KIDIGLANMAK | kıyılanmak, kenarlanmak.II, 268 |
KIDIŞMAK | kenar dilkmekte yardım etmek, değirmi bir şeyin kenarını dikmekte yardım etmek — II, 93 , 94 |
KIDITMAK | kenar diktlrmek, kıyılatmak — II, 301 |
KIDIZ | keçe, Türkmenler'in çadır örtüleri ve göç zamanı bürgüleri gibi — I, 316, 366, 508; II, 96, 304; III, 262, 329 bkz. kiviz, küvüz |
KIDIZGEK | tazeliği gidip keçeleşmiş (kavun için) — II, 290 |
KIDIZLIG | keçe sahibi olan — I, 507 |
KIDLZLIK | yüng keçe yapmak için hazırlanan yün — I, 507 |
KIFÇAKLAMAK | Kıpçak boyundan saymak — Kıpçak boyuna nispet etmek — III, 351 |
KIFÇAKLANMAK | Kıpçak kılıgına girmek — II, 279 bkz. Kıvçaklanmak |
KIFTU | makas, kırkı. I, 416 |
KIFTULAMAK | sındı ile kırkmak, kırpmak, III, 352 |
KIG | topragı kabartmakta kullanılan gübre — III, 129 |
KIGLATMAK | fışkı ile gübreletmek; (at) sıçırtmak, tersletmek — II, 348 |
KIK(I)RMAK | yüksek sesle çağırmak, bagırmak, haykırmak, I, 441, 442; II, 83 |
KIKÇTIRMEK | iki klşiyi birblrine kışkırtmak, sürttürmek II, 195, 196 |
KIKI | gürültü — III, 227 bkz. urı kıkı |
KIKMEK | bilemek, bir şeyi bir şey üzerine sürtmek — II, 293 |
KIKRIŞMAK | çagrışmak, bağrişmak — II, 220 |
KIKRÜLMEK | sokulmak, II, 237 |
KIL | kıl (insanda ve hayvanda) — I, 337 |
KIL | kudruk kıl kuyruk; ördeğe benzer bir kuş — I 337 |
KIL | kuş ördeğe benzer bir kuş, I, 337 |
KILDRUK | buğday vb — başaklanndakl kılçık, III, 417 |
KILFREMEK | gevşemek — I, 103 bkz. kcfremek, kevremek, kövremek |
KILFYENMEK | üstüne düşmemek. III, 196 bkz. küyfenmek |
KILGAN | çok kılan, çok yapan — I, 470 |
KILGU | kılı; , yapış, kılgı — I, 494 |
KILIÇ | kılıç — I, 183, 321, 339, 359, 397, 417; II, 116, 129, 147, 197, 246, 281, 308. 344, 356; III, 70, 77, 135, 169. 268 277, 296, 373, 437 |
KILIÇLAMAK | kılıçlamak, kılıç ile çalmak ve vurmak, III, 331, 346 |
KILIÇLANMAK | kılıç sahibi olnnak — II, 267 |
KILIDE | gerdanlık — I, 432 bkz. bakan |
KILIG | kılış, yapış — II, 40 |
KILIK | huy, gldi; — I, 383; II, 230 bkz. k ılk |
KILINÇ | iç, amel, ahlâk, nninez, huy, fena huy, kad ın naz ve kırışması — II, 156; III, 374 |
KILINÇLANMAK | nazlanmak (kadın), kırışmak — III, 374 |
KILINMAK | tavır takınmak (kadın), nazlanmak; yapılmak, kılınmak, işlenmek I, 64, 394, 508; II, 156; III, 20 |
KILIŞMAK | yapmakta yardım ve yarış etmek — II, 109 |
KILK | huy, gidiş — I, 383 bkz. kılık |
KILMA | yapma, yapı; , I, 150; III, 213 |
KILMAK | kılmak, yapmak, etmek, eylemek, olmak — I, 36, 39. 44.74, 113, 114, 141.171, 237. 263, 274, 321, 330, 342, 349. 350 367 371, 374, 376, 393, 399, 459, 462; 11. 25; III, 17, 122, 133, 159, 179, 213, 216, 224, 234, 239, 381, 432, 449 bkz. kamak |
KILMIŞ | yaptıgı, I, 205, 221, 253, 407 |
KILRETMEK | kaçırtmak, II, 305 |
KILTIK | başta bulunan kepek, konak — I, 475 |
KILTURMAK | yaptırmak — II, 191 |
KIMI | gemi — III, 235 bkz. kemi |
KIMIŞKE | Kaşgar'da çıkan nakışlı bir keçe — I, 490 |
KIMIZ | kımız.I, 365; II, 12; III, 197 |
KIMIZ | almıla ekşi elma — I, 366 |
KIMIZLANMAK | kımız sahibi olmak, II, 268 |
KIMSEN | başlıklan ve kavukları süslemek için kullanılan aitın kırıntıları — I, 437 |
KIMÜNÇE | sivri sinek — III, 358 bkz. kümiçe |
KIN | kın, bıçak ve kılıç kını, kılıf — I, 183, 339, 359, 397; II, 246; l1l, 140 |
KINAMAK | işkence etmek, cezalandırmak; bir şeye kın yapmak — III, 273 |
KINATMAK | işkence yaptırmak, cezalandırmak — II, 313 |
KIÑIR | kızgın, şiddetli.I, 170, 183, 359 |
KIÑIR | aşı, yan bakış — III, 363 bkz. kıñru |
KINIŞMAK | istekle işe koyulmak, II, 113 |
KIÑITMEK | genişletnıek — III, 396 |
KINLAMAK | kın yapmak — III, 299 |
KIÑRAK | et ve hamur kesilen satıra benzer büyük bıçak — III, 382 |
KIÑRU | yan, şaşı — III, 23 bkz. kıñır |
KIÑRÜNMEK | genişlemek, bir zaman nimet içinde yaşamak. III, 400 |
KIÑÜMEK | genişlemek, III, 396 |
KIÑÜRMEK | genişletmek. III, 392 |
KIP | kalıp, benzer, öğür, I, 483; III, 23, 61, 119 |
KIPI | gibi, I, 483; III, 23, 61, 119 |
KIR | kır, basık dağ, açık yer — I, 94, 324; III, 39 |
KIR | su bendi, §61-1116^I, 324 |
KIR | kır rengi — I, 324 |
KIR | yagı gizll düşman — I, 324 |
KIR | kir — II, 212, 230 |
KIRAGU | kırağı — I, 446 |
KIRBAS | er başında saç olmayan adam — I, 459 |
KIRÇALMAK | değmek, değip sıyırmak — II, 234 |
KIRÇAMAK | amacın kenarına dokunmak, silip geçmek — III, 276 |
KIRÇATMAK | sıyırtmak, yaralamak, amacı delip geçmek — II, 328, 329 |
KIRDEŞ | bir avluda beraber oturan k6mşu — I, 461 |
KIRGAG | bey ve hanın eli altındakilere kızması ve kakıması — II, 288 |
KIRGAG | elbisenin yanı, kenarı — II, 288 |
KIRGAMAK | kakımak, birine kızıp ondan yüz çevirmek, birine k ızıp uzaklaştırmak (yalnız yapan insan olduğu zaman söylenir) — II, 288; III, 290 bkz. alkamak, kargamak, kargamak arkamak (Tanr ı için), kızgamak |
KIRGAŞMAK | birbirinin tarafını dilemek — II, 220 |
KIRGATMAK | koğulamak, kızarak yüz çevirtmek — II, 338, 339 |
KIRGIL | kırçıl, I, 483 |
KIRGUY | atmaca — II, 95; III, 241 bkz. karguy, karkuy, k ırkuy |
KIRGÜ | girme zamanı, gırecek — II, 68; III, 6 |
KIRGÜCI | girici, giren.II, 51 |
KIRI | ; mek glri; mek, glrlşmekte yarış etmek — II, 99 |
KIRIG | geniş — III, 358 |
KIRIGSEMEK | girmek istemek — III, 334, 335 |
KIRIKMEK | kirlenmek II, 117, 119. 165 bkz. kirlenmek |
KIRILMAK | kabuğu soyulmak; malı alınmak, yoksullaşmak; kar kürünmek II, 134 |
KIRILMEK | girilmek. II, 136 |
KIRIMSINMEK | girer görunmek — II, 260 |
KIRINDI | her şeyin kınntısı, kazıntısı, soyuntu su — I, 449 |
KIRINMAK | soyar veya kazır görünmek — II, 155 |
KIRINMEK | girinmek, girer göstermek, girmek — II, 156, 157, 160 |
KIRIŞ | kiriş, yay kirişi, yay — I, 198, 370; II, 83; III, 215 |
KIRIŞ | bir adamın akarlarından olan geliri — I, 370 |
KIRIŞMAK | kazımakta ve sıyırmakta yardım ve yariş etmek — II, 98 |
KIRIT | anahtar, kilit — I, 357; III, 345 |
KIRITLEMEK | kilitlemek III, 330, 345, 348 |
KIRITLIG | anahtarlı, kilit kilit , I, 306, 506 § kiritlig kapug; killtli kap ı — I, 506 |
KIRK | sayıda kırk, I, 349; II, 331 |
KIRKILMAK | kırkılmak I, 236 |
KIRKIN | cariye.II, 110 bkz. xız kırnak, kız |
KIRKIN | boğranın, devenin kızgın zanıanı — I, 443 |
KIRKIŞMAK | kırkmakta yardım etmek — II, 221 |
KIRKLUM | dolusu bir klle edip orancıların kullandıkları bir ölçeğe verilen sıfat, III, 418 |
KIRKMAK | kırkmak — III, 422 |
KIRKUY | atmaca — III, 241 bkz. karguy, karkuy, k ırgüy |
KIRLAMAK | kazmak, yerde çukurlar açmak — III, 298, 299 |
KIRLANMAK | kırla; mak, kıraçlaşmak, yerde çatlaklar ve hendekler meydana gelmek — II, 251 |
KIRLATMAK | kıyı, kenar yaptirmak — II, 347 |
KIRLENMEK | klrlenmek; yumulmak.II, 252 bkz. kirikmek |
KIRMA | söbü (mahrut) şey — I, 433 § kırma topık; herhangi söbü (mahrut) topaç — I, 434 |
KIRMAK | kazımak, bir şeyi kökünden çıkarmak; kırmak, II, 7. 24, 401, 406 |
KIRMIŞÇE | girmiş gibi — I, 251 |
KIRNAK | cariye — I, 473 bkz. xız, kırkın, kız |
KIRPI | kirpi — I, 415 |
KIRPIK | kirpik. I, 478 |
KIRPILENMEK | sertle; erek kirpi gibi buzülmek, yüzü as ılmak — III, 200 |
KIRPÜKLENMEK | gözde kötü kıl bitmek — II, 277, 279 |
KIRŞEN | üstübeç; yüze sürülen düzgün. I, 437; II, 353 |
KIRŞENLENMEK | yüze düzgün sürünmek II, 278 |
KIRT | kısa, I, 342 § kırt ot; kısa ot — I, 342 |
KIRT | kişi kötü huylu ve plnti adam — I, 342 |
KIRTGINSEMEK | tasdik etmek istemek — I, 280 |
KIRTGÜNMEK | inannnak, gerçeklemek — III, 423 bkz. kirtinmek |
KIRTINMEK | inanmak I, 416 bkz. kirtgünmek |
KIRTIŞ | yüz rengi; yüz — I, 460 § yer kırtışı; yeryüzü. 1 461 |
KIRTIŞLAMAK | kazımak — III, 350 |
KIRTIŞLANMAK | güzelleşmek, güzelliği artmak — II, 272 |
KIRTIŞLIG | yüzlü — I, 461 |
KIRTLAMAK | kötü huylu saymak, yarayı iyi etmek — III, 445 bkz. kartamak, kartanmak |
KIRTURMAK | kazıtmak, sıyırtmak, II, 190 |
KIRTÜ | yemin, ant; gerçekllk, doğruluk — I, 416 |
KIRTÜÇ | kişi kimseyi ; ekemeyen huysuz kişi — I, 455 |
KIRTÜRMEK | girdirmek, II, 195 |
KIRUK | sakat — I, 382 § kıruk adak; topal — I, 382 § kıruk er; çolak — I, 382 |
KIRUK | adak topal — I, 382 |
KIRUK | er çolak, I, 382 |
KIRÜ | geri, arka, III, 65, 245, 246 |
KIS | karı, I, 329. 333 |
KISGA | kısa — II, 11 |
KISGAÇ | kısgaç — I, 455 |
KISGANMAK | kıskanmak; pintilik etmek, kısmırlanmak — II, 250 bkz. kısırkanmak |
KISIG | kısı, hapis, sıkınti — I, 376 |
KISIGLAMAK | itelemek, itmek, avurduna vurmak — III, 336 bkz. kas ıglamak |
KISILMAK | kısılmak, arada kalmak.II, 135 |
KISINMAK | kısmakcimrilik etmek; sidiği tutulmak — II, 155 |
KISIR | kısır, doğurmayan insan veya dört ayakl ı hayvan; kısrak — I, 236, 364; III, 88 |
KISIR | bolmak (kısraktan başka hayvan) kısır kalmak — III, 88 bkz. yozamak kısırkanmak |
KISIRGANMAK | , yedirmekten çekinmek — II, 263, 264 bkz. k ısganmak |
KISLINMAK | kısılmak, araya sıkışmak II, 251 |
KISMAK | kısaltmak, daha kısa yapmak, kısarak çalmak; kıstırmak — II, 11 |
KISMAK | üzenginin iki yanında bulunan kayış, ilmikli ip, kement — I, 474; II, 219 |
KISRAK | kısrak — I, 203, 207, 364, 474, 491, 500; II, 96 |
KISRAKLANMAK | kısrak sahibi olmak — II, 275, 279 |
KISRUŞMAK | kısmakta yardım etmek, II, 219 |
KISTAŞMAK | titreşmek, sı2laşmak. II, 221, 222 bkz. kasnamak, kasnatmak |
KISTURMAK | kıstırmak, işkence ile cezalandırmak; kısalmasını emretmek, azalmasını em-retmek — II, 190, 191 |
KISURMAK | kısaltmak II, 78 |
KIŞ | kış — I, 13, 22, 82, 170, 332; II, 26, 54, 97, 204; III, 159, 278 |
KIŞ | sadak, I, 393, 457, 494; II, 275, 333; III, 126, 281 |
KIŞ | samur.III, 126 |
KIŞ | kurman ok ve yay konan kap — I, 444 |
KIŞ | kurugluk sadak, gedeleç — I, 504 |
KIŞEMEK | kösteklemek, bağlamak — III, 268 |
KIŞEN | köstek — II, 13 |
KIŞI | kisi, adam, insan, kimse; halk; kar ı, kadın — I, 24, 44, 45, 46, 64, 74. 87 91, 98, 106, 109, 127, 129, 140, 142, 146, 147. 152, 154, 155, 156, 166, 167, 174, 179, 186, 187, 216, 240. 243, 265, 287. 296, 307, 308, 310, 317, 319, 326, 332, 342. 356, 363, 365, |
KIŞIRGEK | er evinde birini görünce canı sıkılan, evi kendine dar gelen ki şi, II, 290 |
KIŞLAG | kışlak, kışlanacak yer, I, 13, 464; III, 88 |
KIŞLAGLANMAK | kışlak edinmek, kışlamak — II, 273 |
KIŞLAMAK | kışlamak; III, 299 |
KIŞLATMAK | kışlatmak, bir şeyi üzerine alıp saklamak.II, 348 |
KIŞLIK | kışlık, kış için hazırlanmış şey — I, 474 |
KIŞMAK | meyletmek, kaymak — III, 182 bkz. kay ışmak, kaymak |
KIŞNEMEK | kişnemek I, 236, III, 302 |
KITERMEK | gidermek, kaldırmak.I, 440; III, 187 |
KITMEK | gitmek, çekilmek.II, 296; III, 48 |
KIV | devlet, kut, baht — I, 301, 332 bkz. kuv |
KIVAL | çekme, düzgün — I, 412 § kıval burun; çekme burun — I, 412 |
KIVÇAKLANMAK | Kıpçak kılığına girmek, II, 276 bkz. Kıfçaklanmak-kıya küçültme eki — III, 170, 359 bkz. -gine, -kiye |
KIVIZ | yaygı, halı, kilim gibi şeyler — I, 366 bkz. kidiz, küvüz-kiye küçültme eki, III, 170, 359 bkz. -gine, -k ıya |
KIVRINTI — | III, 383 bkz. kalıñuk |
KIYA | körmek yan bakmak, arkaya bakmak, I, 369 bkz. kaya körmek, kura körmek, kuya kârmek |
KIYAK | et suyu yağı, tereyağı, kaymak, III, 32 bkz. kanak, kayak, konak |
KIYIK | cayma, caymak; iğrilik, igri olan, sözde durmama, sözde durmayan — I, 70; III, 167 k ıyılmak inmek; geçmek; agaç igrilemesine |
KIYILMAK | sözden dönülmek — III, 190 |
KIYIM | düşman gelmesi yüzünden bir vilâyet halk ının korku ve dehşete düşmesi — III, 168 |
KIYIM | kiyim uyuşukluk, ne çalışmak ne işi büsbütün bırakmak, gaflet, elevaylık — III, 169 |
KIYIŞMAK | igrilemesine ağaç kesmekte yardım ve yarış etmek — III, 189 |
KIYMA | kıyılmış, III, 173 § kıyma ügre hamuru serçe dili gibi i ğri kesilen bir çeşit erişteIII, 173 |
KIYMAÇ | Çiğiller'in giydiği tiftikten yapılan beyaz başlık. III, 175 |
KIYMAK | sözden dönmek; kıymak, eğrilemesine doğramak — III, 246 |
KIYTURMAK | iğrilemesine kestirmek — III, 193 |
KIZ | kız, kız çocuk; cariye; pahalı nesne — I, 7, 236, 280, 291, 299, 312, 326, 382, 412, 442, 474, 496; II, 10. 25, 94, 96, 109, 182. 220, 272, 276, 277, 304, 340; III, 120, 137, 170, 203, 218, 259, 260, 265, 272, 289, 301, 328, 338, 371, 380, 408, 411, 450 bkz. |
KIZ | kırkın cariye — I, 326 |
KIZ | kişi pinti kişi, I, 326 |
KIZ | kuş insan üzerine düşecek gibi alçaktan uçan ve tüylerinin rengi bukalemuna benzeyip aç ılınca renkten renge giren bir kuş, I, 326, 332 |
KIZ | kutu, misk kutusu, taht, kürsü, sand ık, kap, heybe gibi ieyler — I, 327; III, 318 |
KIZAMAK | kızlık bozmak, III, 265 |
KIZARMAK | kızarmak — II, 77, 163 bkz. kızıl ermek |
KIZARTMAK | kızartmak — III, 431 |
KIZGAMAK | (kul) kızıp uzaklaştırmak, kakımak — III, 290 bkz. alkamak, kargamak, kargamak arkamak, kırgamak |
KIZGUL | at boz ile kır arasında olan at — I, 483 |
KIZGURMAK | işkenceye koymak, cezasını çektirmek, cezalandırmak. II, 194, 200 |
KIZGUT | ceza, işkence, başkaları görerek çekinmeleri için yap ılan ceza ve işkence — I, 451 |
KIZGUTLANMAK | suçunun cezasını görerek rüsva olduğundan bir işten çekinmek. II, 271 |
KIZIL | kızıl, kızıl renk, kırmızı — I, 40, 60, 362, 394, 395; II, 133; III, 20, 162, 183, 219, 325, 363 |
KIZIL | ermek kızarmak — II, 163 bkz. kızarmak |
KIZILMAK | yaptığı suça bir daha dönmemek üzere ceza görmek, nedamet etmek, k ıyılmâk. II, 135, 200 |
KIZLAMUK | kızamık, I, 528 |
KIZLANMAK | pahalı bulmak, II, 251; III, 198, 199 |
KIZLANMAK | kız edinmek, kız çocuk sahibl olmak — II, 251, 254; III, 198 |
KIZLAŞMAK | bahse bir kız (cariye) koymak II, 221 |
KIZLEMEK | gizlemek-I, 100; II, 172, 264; III, 71, 300, 318 |
KIZLENÇÜ | gizli.III, 242 |
KIZLENMEK | saklar görünmek, kendi kendine saklamak, II, 253 |
KIZLEŞMEK | birbirinden gizlemek — II, 224 |
KIZLETMEK | gizletmek — II, 348 |
KIZUMAK | pahalılanmak, fiyatı yükselmek. III, 265 |
KİM | kim.I, 125, 192, 200, 325, 338, 353, 362, 371. 377, 425, 440, 506; II, 118. 274, 284; III, 22, 106, 123, 141, 239. 251 288 |
KLRMEK | girmek.I, 87, 362, 395, 422, 443, 457, 488; II, 8, 18, 44, 55, 61, 67, 223; III, 65, 120. 147, 212, 222, 226 |
KOÇ | koç — I, 321; II, 184 bkz. koçñar |
KOÇMAK | kucaklamak — II, 5 |
KOÇÑAR | koç, I, 321; II, 101; III, 102, 381, 382 bkz. koç |
KOÇTURMAK | kucaklatmak, koçturmak — II, 189 |
KOÇU | kucaklaşma, koçuşma, I, 369 |
KOÇUŞMAK | kucakla; mak — II, 92; III, 188 |
KODI | a; ağı, aşağıya, arkası sıra — III, 46, 61, 69 bkz. kudı |
KODMAK | koymak, bırakmak, terk edilmek, koyuvermek — II, 29, 54, 140, 263, 295; III, 39, 172, 440 bkz. kotmak, koymak |
KODUŞMAK | birbirine güvenmek — II, 94 , |
KOG | göze veya yemeğe düşen çör çöp, pislik. III, 128 |
KOGIŞ | deri, II, 355 bkz. koguş |
KOGŞAK | gevşek, çürük — I, 474 |
KOGŞAMAK | katı şey gevşek olmak — III, 287 |
KOGŞAMAK | koğuş ağacı dalı iIe cilâlamak, perdahlannak — III, 287 bkz. kov şamak |
KOGŞAŞMAK | birlikte gevşemek, II, 350 bkz.kohşaşmak |
KOGŞATMAK | kuvvetini gevşetmek, II, 337 bkz. kohşatmak |
KOGU | ; okları perdah etmek içln koğu; (huş) ağacından yapılan aygıt — I, 369 |
KOGURMAÇ | kavr — ulmuç buğday — I, 493 bkz. kavurmaç, kovurmaç |
KOGUŞ | oluk, su oluğu, değirmen oluğu, I, 369 |
KOGUŞ | sepili, sepisiz (tabaklanmış, tabaklanmamiş) deri, kayı; — I, 369; II, 205. 210; III, 140, 308, 319 bkz. kogış |
KOGUŞLANMAK | su fışkırmak — II, 268 koh; aşmak birlikte gevşemek, II, 350 bkz.kogşaşmak |
KOKITMAK | kokutmak, II, 309, 323, 324 |
KOKMAK | fena kokmak, kokusu yükselmek (su) senmek, (hastal ık) sakinleşmek — II, 293, 323; III, 184 |
KOKRATMAK | eksiltmek, davul çalarak zararl ı hayvanları kuşları kaçırtmak, II, 334 bkz. kakratmak |
KOL | kol — III, 134, 161, 288 |
KOL | kılıç veya bıçakta bulunan yol biçimi oyma — III, 134, 135 |
KOL | dağın tepesinden a; ağı inen ve derenin ortasından yüksekçe olan yer — III, 134 |
KOLAÇ | kulaç — I, 358 bkz. kulaç |
KOLAN | kolan, bağırdak; yaban eşegi, I, 214, 263, 404, 415, 424; III, 122 |
KOLDAÇI | dilenci — I, 417 |
KOLDAŞ | koldaş, arkadaş — I, 461; III, 11 |
KOLDAŞLANMAK | arkadaş olmak, arkadaş saymak — II, 272 |
KOLGIRMAK | isteyeyazmak — II, 194 |
KOLMAK | rica etmek, istemek I, 274, 399; II, 25 |
KOLTIK | koltuk — I. 475 |
KOLTUKLAMAK | koltuklamak, koltuğuna almak, koltuğa vurmak — III, 351 |
KOLTURMAK | istetmek — II, 191 |
KOLUNMAK | rica etmek, kendi kendlne rica etmek, istemek .I, 22; II, 156 |
KOLUŞMAK | birbirinden istemek, isteşmek — II, 109, 110 |
KOM | deve havudu — III, 136 |
KOMIMAK | (bir şeye karşı) 02161110^III, 273 |
KOMINMAK | coşmak — II, 324 |
KOMITGAN | her zaman özleten, her zaman coşturan — I, 515 |
KOMITMAK | coşturmak, heyecana getirmek. I, 69; II, 311. 312, 324 bkz. komutmak |
KOMŞUY | kanla dolmuş kene — III, 241 |
KOMUK | at gübresi. I, 383 bkz. kumuk |
KOMUKLAMAK | pislemek, terslemek; Komuk boyuna nispet etmek — III, 339 bkz. kumuklamak |
KOMUTMAK | coşturmak, I, 214 bkz. komıtmak |
KOMÜNMEK | gömülmek; gömer görünmek — II, 158 |
KON | koyun — I, 31, 309; III, 140, 244 bkz. koy |
KONAK | bir çe; it kaba darı, I, 384; III, 347 bkz.koyak |
KONAK | kaymak (yenecek), I, 383 bkz. kanak, kayak, k ıyak |
KONAKLAMAK | darı yemek — III, 347 |
KONAT | birbirlerine yanaşan, toplanan insan kümesi — I, 357 |
KONATMAK | kondurmak, oturtmak, II, 313 |
KONDURMAK | kondurmak, üzerine koymak — II, 192 |
KONMAK | konmak, bir yere konmak — I, 319; II, 331; III, 184, 185 |
KOÑRAGU | çıngırak, konrak, tongurak, çan, I l, 358; III, 387, 402 |
KOÑRAGU | kulağın altındaki çıkıkça kemik — III, 387 |
KOÑRAMAK | ses kalınlaşmak; bir şey |
KONŞI | komşu, I, 435 bkz. koşnı |
KONUGLUG | konuk sahibi olan .1, 498 |
KONUK | konuk, misafir; ruh — I, 45, 46, 85, 332, 384, 517; II, 312 |
KONUKLAMAK | konuk etmek; ev sahibinin rızası olmadan evde gecelemek — III, 339, 347 |
KONUKLAŞMAK | birbirine konuk olmak, II, 258 |
KONUKLUK | konukluk, misafirlik I, 274, 504 |
KONUM | 'yurt, konulan yer, konak — I, 114; II, 103, 313 |
KOÑUR | (yani kestane rengi) olmak, III, 402 |
KOÑUR | boğuk ses — III, 363 |
KOÑUR | kestane rengi — III, 363 |
KOÑURMAK | sökmek, kanırmak, III, 392 |
KOÑUZ | osurgan böceği — III, 363 |
KOP | çok, pek, obartma ve pekitme edat ı — I, 319 |
KOP | sevinç, ferah, hop — III, 119 |
KOP | kılmak sevinmek, ferahlamak, içi hop etmek — III, 119 |
KOPMAK | kopmak, gelmek; kalkmak; başlamak, çıkmak; baş kaldırmak — I, 88, 97, 104, 120, 142, 234, 258; II, 4; III, 128, 137, 367 |
KOPRUŞMAK | bir şeyi yerinden kaldırmakta yardım etmek — II, 218 |
KOPSAMAK | çıkmak istemek — III, 285 |
KOPURGAN | çok koparan, I, 517 |
KOPURMAK | yerinden kaldırmak, kurcalamak — II, 72 |
KOPURTMAK | yerinden kaldırtmak — III, 430 |
KOPUŞMAK | kalkışmak, kalkmakta yardm ve yarış etmek — II, 88 |
KOR | ziyan , III, 122 |
KOR | yoğurt mayası — III, 122 |
KORDAY | kuğu kuşu, kuğu cinsinden bir kuş, II, 177; III, 240 |
KORIG | koru, küçük orman — I, 17, 18, 375; II, 98 |
KORIMAK | korumak — III, 263 |
KORINMAK | sıkılık etmek, pintilik etmek, II, 155 bkz. korunmak |
KORIŞMAK | korumakta yardım etmek — II, 98 |
KORKITMAK | korkutmak.II, 339 bkz. korkutmak |
KORKLUK | korkak — III, 417 |
KORKMAK | korkmak — II, 312, 331; III, 282, 377, 421, 422 |
KORKULMAK | korkulmak — II, 236 |
KORKUNÇ | korkunç — II, 365; III, 168, 387 |
KORKUNMAK | korku duymak ve korkusunu saklamak — II, 250 |
KORKUŞMAK | birbirinden korkmak, korkuşmak II, 221 |
KORKUTMAK | korkutmak — II, 365 bkz. korkıtmak |
KORLUK | içinde kımız biriktlrilen küçük testi — I, 473 bkz. kurluk |
KORU | kendisine "demir dikeni" ad ı verilen bitkinln "putrak" veya "p ıtrak" denilen meyvesi — III, 223 bkz. yapuşgak |
KORUGÇI | korucu, bir koruyu koruyucu .III, 242 |
KORUM | kaya, I, 398; III, 61, 105 |
KORUMLUG | taşlı, çakıllı — I, 498 |
KORUNMAK | sıkılık etmek, pintilik etmek — II, 155 bkz. kor ınmak |
KOSIK | fındık I, 382; III, 347 bkz. kosuk |
KOSIKLAMAK | fındıklanmak-III, 347 |
KOSIKLIG | fındıklı — I, 497 |
KOSUK | fındık III, 347 bkz. kosık |
KOŞ | çift, çifte, herhangi bir şeyin çifti, eşi — I, 359; III, 126 bkz. koşa |
KOŞ | at hakan yanındaki yedek at — III, 126 |
KOŞA | çift — III, 33, 60 bkz. koş |
KOŞLANMAK | koşlunmak iki şey birblrine yakın olmak, öğür kılınmak, hayvan bir araya koşulmak — II, 251, 252 |
KOŞMAK | koymak, katmak; türku düzmek, II, 14 |
KOŞNI | komşu — I, 435; III, 220 bkz. konşı |
KOŞUG | şiir, kaside — I, 376 |
KOŞULGAN | her zaman koşulan, katılan — I, 520 |
KOŞULMAK | birleşmek, katılmak, tertip edilmek, öğür kılınmak — II, 128, 135; III, 102 |
KOTKI | alçak gönüllü, yumuşak huylu, mütevazi I, 427 |
KOTKILIK | gönül alçaklığı, tevazu, II, 140 |
KOTMAK | bırakmak — II, 295 bkz. kodmak, koymak |
KOTRULMAK | boşaltılmak — II, 234, 235 |
KOTRUŞMAK | boşaltmakta yardım etmek, II, 218 |
KOTURMAK | boşaltmak, aktarmak — II, 71, 72, 164 |
KOTURMIIŞ | boşalmış. II, 170 § koturmuş kap; boşalmış kap, II, 170 |
KOVA | kova — I, 147; III, 237 |
KOVA | Türkler'in kullandığı gemlerde atların burnuna dogru dikilen kay ış — III, 237 |
KOVI | içi kof ve çürümüş olan — III, 226 bkz. kovuk, kov ı, kovuk |
KOVI | içi kof ve çürümüş olan — III, 225 bkz. kovı, kovuk, kovuk |
KOVI | talihsiz, uğursuz, III, 226 |
KOVMAK | kogmak, kovalamak, sürmek. II, 16; III, 183 |
KOVŞALMAK | perdahlanmak, huş ağacından yapilmış aygıtla perdahlanmak — II, 236 |
KOVŞAMAK | koğuş ağacı dalı ile cilâlamak — III, 287 bkz. kog şamak |
KOVŞAŞMAK | koğuş ağacı ile cilâlamakta yardım etmek — II, ' 350, 351 |
KOVŞATMAK | perdahlatmak, koğu; ağacıyle perdah yaptırmak — II, 338 |
KOVUÇ | cin çarpması eseri, III, 163 bkz. kovuz |
KOVUÇ | kovuç cin çarpmasına karşı üzerlik ve ödağacı ile yapılan tütsüde cinlere "kaç, kaç"demek üzere söylenen kelimeler. III, 163 |
KOVUK | içi boş olan her şey — III, 164 bkz. kovı, kovı, kovuk |
KOVUK | kovuk, içi boş olan her şey, I, 383; III, 164 bkz. kovı, kovuk, kovı |
KOVURMAÇ | kavrulmuş buğday — I, 493 bkz. kavurmaç, kogurmaç |
KOVURMAK | kavrulmak, II, 114, 235 bkz. kagurmak, kagrulmak, kavrulmak, kugurmak, kuvurmak |
KOVUŞMAK | koğmağa, tardetmege çalışmak — II, 103 |
KOVUZ | cin çarpması eseri — III, 163 bkz. kovuç |
KOXŞTMAK | kuvvetini gevşetmek, II, 334, 337 bkz. kogşatmak |
KOY | koyun, I, 31, 173, 193, 199, 215, 263, 264, 284, 295, 306, 317, 326, 346, 387, 389, 392, 411, 426, 472, 483; II, 14, 15, 27, 50, 76, 90, 118, 142, 152, 184, 185, 237, 238. 310, 330, 355, 359; III, 5, 60, 88, 95, 122, 126, 130, 132, 142, 148, 156, 157, 167, 17 |
KOY | elbisenin koynu; kucak — III, 142 bkz. koyun koy derenin koyag ı, dibi, düzlüğü, III, 142 bkz. kuy |
KOY | yılı koyunyılı; Türkler'in on ikili yıllarından biri.I, 346; III, 142 |
KOYAK | konak darısı — III, 167 bkz. konak |
KOYAR | hayvanlara ve kölelere sö ğülen bir kelime; "ağızdan salya saçan" anlamınadır — III, 171 |
KOYGAŞMAK | koynuna girmek, I, 243 |
KOYKA | deri, kürk, III, 173 |
KOYKALAMAK | derinin kıllarını temizlemek, yolmak.III, 173 |
KOYLUŞMAK | dökülüşmek — III, 195 |
KOYLUŞMAK | koyula; mak, III, 195 |
KOYMAK | koymak, koyuvermek, bırakmak, dökmek, çalkamak — II, 45; III, 39, 171. 246 bkz; kodmak, kotmak |
KOYTURMAK | … |
KOYU | koyu, kalın, sık — III, 367 |
KOYUG | (akarlarda) koyu — III, 166 |
KOYUGLUK | koyuluk, (akarlarda) koyuluk — III, 178 |
KOYULMAK | akar (nesne) koyulmak — III, 190 |
KOYUN | koyun, kucak, II, 339, 346; III, 18, 297 bkz. koy |
KOYUNMAK | kendine su koymak, dökünmek.III, 191 |
KOYUŞMAK | koyı — nakta yardım etmek, III, 189 |
KOZANMAK | süslenmek, bezenmek ("bezenmek" fiili ile birlikte gelir), II, 155 |
KÖÇ | saat, an, müddet — I, 321 |
KÖÇ | göç — I, 321 |
KÖÇMEK | göçmek — II, 5 |
KÖÇRÜM | belinleme, telâş, köy halkının şehre kaçışması, I, 485 |
KÖÇÜK | sagrı; bir hayvana binen iki adamdan arkadaki I, 390 |
KÖÇÜKLEMEK | sağrıya vurmak — III, 341 |
KÖÇÜRGEN | göçüren, uzaklaştıran — I, 522 |
KÖÇÜRME | oyun "on dört" adı dahi verlien bir oyun — I, 491 |
KÖÇÜRMEK | göçürmek; yazmak, istinsah etmek, nakletmek, II, 75, 76köçürme oçak; bir yerden öbür yere göçürülebilen ocak, I, 490 |
KÖÇÜT | at — I, 357; II, 76 |
KÖDEÇ | bardak, testi — I, 360 bkz. közeç, közüç |
KÖDEZMEK | saklamak, beklemek, korumak, gözetmek, II, 86, 162; III, 43, 263 bkz. köz atmak, közetmek |
KÖDMEK | gözlemek; görmek — II, 87; III, 23 |
KÖDÜŞMEK | bekleşmek, birbirini bekleşmek, II, 94 bkz. küdüşmek |
KÖG | şiirin vezni, aruzu, ırın ölçüsü, ırlamakta sesin yükselip alçal ışı.III, 131 |
KÖG | bir şehir halkı arasında bir sene içinde çıkıp gülünen şey, gülmece — III, 131 |
KÖG | koç veya ba; ka hayvanlar ın kı; a yakın aşması, III, 132 |
KÖG | ayna yüzünde meydana gelen pas; kad ınların yüzüne düşen çillik — III, 132 |
KÖG | yılkı başıboş yayılan hayvan — III, 131 |
KÖGEN | ilmikli köstek, süt sağılacağı zaman hayvanların ayağına vurulur I, 415 |
KÖGERMEK | göğermek, gök rengini almak — II, 84 |
KÖGLEMEK | (hayvan) yeşil ot yemek — III, 300, 301 |
KÖGLEMEK | ırlamak, taganni etmek — II, 255; 301 bkz. köglenmek |
KÖGLENMEK | yüzde çiller çıkmak; şarkı söylemek, ırlamak, taganni etmek, sesi yükselte alçalta şarkı çağırmak, I, 253; II, 253, 255; III, 131 bkz. köglemek |
KÖGÜZ | göğüs — I, 366 bkz. köküs |
KÖK | gök, hava, sema — I, 64, 123, 139, 193, 244, 338, 361, 362, 421; II, 27, 78, 81, 170, 252, 264, 283, 289, 307; III, 27, 124, 132, 282, 439 |
KÖK | gök rengi, gök renk, lâcivert. III, 132, 162 § kömgök; gömgök, I, 328, 338 § köpgök; gömgök — I, 328 |
KÖK | şehrin dört yanını saran yeşil bölge, III, 132 |
KÖK | eğer bağı — II, 283 |
KÖK | kök, asıl — II, 284 |
KÖK | tubulgan bir kuş adı — I, 519 bkz. kök tupulgan |
KÖK(Ü)S | göğüs — I, 230 bkz. kögüz |
KÖKDEDMEK | eğer tahtalarını diktirmek, bağlatmak- II, 328 bkz. kökletmek |
KÖKEGÜN | gök sinek I 188; II, 287 |
KÖKLEMEK | eğer bağını sıkı bağlamak, III, 300 |
KÖKLENMEK | sıkı bağlanmak; asaletli veya zengin olmak — II, 253 |
KÖKLEŞMEK | ilişip sokulmak; eğer bağlamakta yardım etmek; hısımlıkla bağlanmak, II, 224, 225 bkz. kökteşmek |
KÖKLETMEK | eğer tahtalarını diktirmek, bağlatmak — Il, 327, 328 bkz. kökdedmek |
KÖKREMEK | kükremek — I, 125, 142, 354; II, 13, 138; III, 282, 398 |
KÖKREŞMEK | gürlemek, kükremek, kişnemek, kükreşmek — II, 222, 223; III, 147 |
KÖKŞIN | göğümsü, gök renkte — I, 186, 437 |
KÖKTEŞMEK | ilişip sokulmak, eger bağlaınakta yardım etmek; hısımlıkla bağlanmak — II, 224 bkz. kökleşmek |
KÖKÜRÇKÜN | güyerdn — III, 419 |
KÖKÜRŞGÜNLEŞMEK | güvercini öndül koyarak yar ışa gitmek.II, 226 |
KÖKYUK | köylü ve Türkmen büyüklerine verilen ungun — III, 133 |
KÖL | göl, havuz, birikmiş su, I, 104; II, 79, 265; III, 135, 137, 357, 360 |
KÖL | denizin kendisi, III, 136 |
KÖL | suv Karluk büyüklerine verilen ungun — I, 108 |
KÖLERMEK | göl hallne gelmek, gölermek, toplanmak, su göllenmek.I, 179; II, 84, 283 |
KÖLIGE | koyu gölge — I, 448; III, 174 bkz. köllk |
KÖLIK | gölge — I, 409 bkz. kölige |
KÖLIKLIK | gölgelik — I, 510 |
KÖLTIÑ | kuşların indiği su birikintisl, gölcuk — I, 73; III, 372 |
KÖLÜK | arka; gölük, yuk yükletilen herhangi bir hayvan — I, 392 |
KÖLÜKLÜG | gölüklü — I, 510 |
KÖMÇÜ | gömü, define, hazlne — I, 418 bkz. kömüç § Tavgaç kömsi; Âd ulusundan kalma hazine, I, 418 |
KÖMEÇ | küle gömülerek pişirilen çörek — I, 12, 360 |
KÖMMEK | gömmek. I, 12; II, 27 |
KÖMTÜRMEK | gömdürmek — II, 196 |
KÖMÜÇ | gömü, deflne — I, 360 bkz. kömçü |
KÖMÜLDÜRÜK | at göğüslüğü.I, 17, 530 bkz. kümüldürük |
KÖMÜNDI | neñ gömülmüş nesne, I, 450 |
KÖMÜR | kömür — I, 506 |
KÖMÜRLÜG | kömür sahibi, kömürü olan — I, 506 |
KÖMÜRLÜK | kömür yapmak içln yakılan ağaç ve kömür konan yer, I, 506 |
KÖMÜŞMEK | gömmekte yardım etmek — II, 111 |
KÖN | at derisi veya gönü, ham derl, gön — III, 140, 335, 353, 425 |
KÖNDGERMEK | doğrultmak, düzeltmek, dikmek yola kılavuzlamak; Ikrar ettirmek — II, 199; III, 423 bkz. köndgürmek, köngermek |
KÖNDGÜRMEK | doğrultmak — II, 199 bkz. könd — germek, köñermek |
KÖNDGÜRTMEK | dogrultmak, diktirmek — III, 424 |
KÖNEK | matara, ibrik, su tulumu (kırba) — I, 392 |
KÖÑERMEK | doğrultmak; doğru yolu göstermek, kılavuzlamak; doğruyu söyletmek — II, 196, 197 bkz. köndgermek, köndgürmek |
KÖNI | düz, dogru; emniyetli.III, 151, 237 |
KÖNIKMEK | arkadaşlarından geri kalacak derecede zay ıflık. II, 165 |
KÖNITMEK | dogrultmak, II, 313 |
KÖÑLEK | gomlek — III, 350, 383 |
KÖÑLEKLENMEK | gömleklenmek, gömlek giymek — III, 411 |
KÖNMEK | düzelmek, doğrulmak; yola gelmek; inkârdan sonra ikrar etmek; yola ç ıkmak — II, 29, 30, 199 |
KÖÑÜL | gönül, kalp, yürek; anlayış — I, 69, 89, 152, 194, 207, 212, 214, 225, 245; II, 15, 125, 178, 203, 238, 243; III, 108, 137, 154, 239, 245 — 246, 289, 295. 309, 366, 391, 419 |
KÖÑÜLDE | ; gönül arkadaşı, I, 407 |
KÖÑÜLLENMEK | gönüllenmek; (çocuk) düşünmek ve anlamak; arzu etmek, III, 408 |
KÖÑÜLLÜG | gönüllü .I, 63; III, 366 |
KÖP | çok, bütün, hep; (saç ve ağaç hakkında) gür, sık, I, 319; II, 328 |
KÖPÇÜK | eğerin ön ve arka yastıkları — I, 478 |
KÖPITMEK | diktirmek, oyulgatmak — II, 298 bkz.kübimek, kübitmek |
KÖPRÜG | köprü — I, 478 |
KÖPSÜN | şilte, minder — I, 437 |
KÖPÜK(G) | köpük, I, 390; III, 136 |
KÖPÜLMEK | dikilmek — II, 120 bkz. kübülmek |
KÖPÜRMEK | köpürmek- II, 72 |
KÖPÜRTMEK | köpürtmek. III, 430 |
KÖPÜŞMEK | diknnekte yardım ve yarış etmek — II, 88 bkz. kübüşmek |
KÖRDÜGÜÑ | gördüğün — II, 42 |
KÖRK | güzellik. I, 353; II, 340; III, 161 |
KÖRKE | ağaçtan yapılmış tabak — I, 430 |
KÖRKEDMEK | güzelleşmek.II, 340 bkz. körketmek |
KÖRKETMEK | güzelleşmek.II, 340 bkz. körkedmek |
KÖRKLÜG | iyi, güzel ve gösterişli; dostça, I, 45, 319, 353. 461; III, 43 |
KÖRKÜTMEK | göstermek — II, 340 |
KÖRMEK | görmek, bakmak, I, 62, 79, 85, 108, 139, 149, 167, 205, 212, 274, 281, 352, 369, 373, 380, 384, 404, 420, 456, 464, 497, 528; II, 8, 17, 18. 41, 58, 82, 157, 283; III, 23, 26, 46, 60, 69. 119, 130, 137, 143, 245, 258, 265, 295, 317, 327, 339, 355, 365, 426 bk |
KÖRMEK | uzaktan görmek, III, 219 bkz. kaya körmek, k ıya körmek, kuya körmek |
KÖRMIŞ | görmüş — III, 125 |
KÖRPE | körpe, mevsimi geçtikten sonra ç ıkan şey; zamanından sonra dogan yeni hayyan — I, 415 § körpe ot; yeni bitmiş ot — I, 415 § korpe yemiş; vakti geçtikten sonra çıkan taze meyve, yemiş — I, 415 § körpe ogul; yazın doğan çocuk — I, 415 |
KÖRPELEMEK | körpe ot yernek, III, 351 |
KÖRPELENMEK | yeniden çıkmak, yeniden bitmek — III, 200 |
KÖRSEMEK | görsemek, görmek istemek, I, 281; III, 285 bkz. körügsemek |
KÖRTÜRMEK | gördürmek.II, 194, 195 |
KÖRÜGSEMEK | görsemek, görmek veya ka — vuşmak istemek, I, 281; III, 285, 334 bkz.körsemek |
KÖRÜK | kuyumcu veya demirci körüğü — I, 391 |
KÖRÜKLEMEK | körüklemek.III, 341, 348 |
KÖRÜLMEK | görülmek.I, 119; II, 136, 139 |
KÖRÜNÇ | görülecek şey; blr ; ey seyreden halk — I, 167; III, 373 bkz. közünç |
KÖRÜNMEK | görünmek, kavuşmak, I, 75, 191; II, 157; III, 43, 126 |
KÖRÜŞ | bakış .I, 370 |
KÖRÜŞMEK | (gözle) bakmak — II, 99 |
KÖRÜŞMEK | güreşmek.II, 97 bkz. küreşmek |
KÖSEKÇI | yemeklere i; tahlı — I, 153 |
KÖSEMEK | arzu etmek — III, 265 |
KÖSEŞMEK | istemek, öğünmek, II, 101 |
KÖSGÜK | göz değmesinden sakınmak için üzüm bağlarına ve bostanlara dikllen nazarl ık — II, 289 |
KÖSRÜK | tuşag atın ön ayaklarına vurulan köstek, I, 479 |
KÖSÜLMEK | (ayak) uzanmak, uzatılmak — II, 137 |
KÖSÜRGE | köstebek, tarla sıçanı soyundan bir hayvan — I, 490 bkz. küsürge |
KÖSÜRGEN | birçe; it köstebek, I, 522 bkz. kösürken |
KÖSÜRKEN | bir çeşit köstebek, I, 522 bkz. kösürgen |
KÖSÜRMEK | hayvanın ön ayaklarını kösteklemek — II, 78 |
KÖŞIGE | açık gölge, zayıf gölge, gölgemsi.I, 448; III, 174 |
KÖŞIK | örtü, perde, gölge — I, 409 |
KÖŞIKLIK | gölgelik, I, 509 |
KÖŞIMEK | kapatmak, örtmek, III, 267, 268 |
KÖŞINMEK | gölgeye çekilmek, kendini gizlemek örtmek — II, 157 bkz. kö şünmek |
KÖŞITMEK | örtmek II, 307, 308 |
KÖŞÜNMEK | gólgelenmek, gölgeye çekilmek, kendini gizlemek, örtmek II, 157 bkz. kö şinmek |
KÖT | göt, arka — I, 321 |
KÖT | iç genç çocuğa söğüldüğü zaman söylenen bir kelime — I, 360 |
KÖTI | burt kâbus, kara basan — I, 341 |
KÖTI | kızlak kuyruğu kırmızı bir çeşit kaba kuş — I, 473 |
KÖTKI | tepe, dağlık yer, tòprak yığını, tepecik, I, 18, 430 |
KÖTLEMEK | fenalık yapmak — III, 299 |
KÖTLETMEK | düzdurmek — II, 348 |
KÖTLÜK | söğmek için kullanılır; puşt, I, 478 |
KÖTRÜM | üzerinde oturulan kerevet, seki, dükkân — I, 485 |
KÖTRÜŞMEK | kaldırıp götürmekte yardım etmek, II, 222, 225 |
KÖTÜ | dam — I, 269, 278; III, 219 |
KÖTÜRGEN | her zaman götüren — I, 521 |
KÖTÜRGÜ | götürge, kendisiyle bir şey taşınıp götürülen nesne — I, 490 |
KÖTÜRMEK | götürmek, II, 44, 75, 166 |
KÖTÜRSEMEK | götürmek istemek — I, 280 |
KÖVEZ | kurumlu — I, 325 bkz. küfez, küvez |
KÖVEZLIK | şımarıklık, kurumluluk — I, 507, 508, 511 |
KÖVREMEK | gevşemek — III, 282 bkz. kefremek, kevremek, küfremek |
KÖYDE | altın ve gümüş eritilerek suzülen ocak, III, 173 |
KÖYMEK | yanmak; yakmak, I, 43, 448; II, 188; III, 47, 246, 435 |
KÖYTÜRMEK | yakmak; yaktırmak — III, 187, 193 bkz. köyürmek |
KÖYÜK | yanmış, yanık — III, 168 |
KÖYÜRMEK | yanmak, yaktırmak, II, 133; III, 187, 188 bkz. köytürmek |
KÖZ | göz — I, 46, 55, 157. 170, 178, 179, 183, 212, 222, 243, 291, 296, 299, 340, 359, 379, 464, 477, 515, 524; II, 45, 115, 130, 157, 172, 176, 228, 232, 245, 247, 252, 277, 279, 280, 306, 311, 334, 345; III, 5.14, 17, 33, 42, 55, 64, 76, 83, 84, 86, 97, 124, 151, |
KÖZ | ateş koru, köz, I, 337 |
KÖZ | atmak gözetmek, gözetilmek. II, 86 bkz.ködezmek, közetmek |
KÖZEÇ | bardak, testi — I, 360 bkz. ködeç, közüç |
KÖZEGÜ | küskü, ateş çekmek veya aktarmak için kullan ılan aygıt — I, 448 |
KÖZEMEK | ateş çevirmek, karıştırmak, toplamak — III, 265 |
KÖZEŞMEK | ateş ölçermekte ve karıştırıp altüst etmekte yardım ve yarış etmek — II, 100 |
KÖZETDEÇI | gözetici, II, 318 bkz. közetteçl |
KÖZETGEN | gözeten, II, 319. |
KÖZETGÜ | gözetecek — II, 321 |
KÖZETIGLI | gözetmeyi düşünen .II, 320 |
KÖZETIŞMEK | gözetmekte yardım ve yarış etmek — II, 322 |
KÖZETKÜÇI | gözetici.II, 318 |
KÖZETLGLIK | gözetmeye hak kazanan, II, 320 |
KÖZETLIG | gözetilen, saklanan, esirgenen — I, 506 |
KÖZETMEK | gözetmek, gözetilmek muntazır, olmak II, 86, 234, 306 bkz. ködezmek, közatmak |
KÖZETMIŞ | gözetilmiş.II, 170, 320 |
KÖZETTEÇI | gözetici. II, 318 bkz. közetdeçi |
KÖZGERMEK | gördürmek, görüştürmek.II, 196 |
KÖZGINE | gözceğiz — III, 359 |
KÖZI | çerlig gece görüp gündüz göremeyen, bulutlu günde görüp bulutsuz günde göremeyen kimse; Nyctalopie'ye tutulmuş adam — I, 477 |
KÖZKIYE | gözceğiz, III, 359 |
KÖZLEMEK | göze vurmak — III, 300 |
KÖZLER | gözler, III, 105 |
KÖZLEŞMEK | görme içinde (gözlemekte) yarış etmek — II, 224 |
KÖZLEYÜ | göz gibi, I, 100 |
KÖZLÜG | gözlü — I, 521 |
KÖZLÜK | at kuyruğundan yapılmış bir dokumadır, göz ağrıdığı veya kamaştığı zaman üzerine konur I, 478, 530 bkz. közüldürük |
KÖZMEN | közde plşirilen eknnek, közleme, gömme — I, 444; II, 27 |
KÖZÑÜ | ayna — III, 379 bkz. közüñü |
KÖZÜÇ | çömlek — I, 506 bkz. ködeç, közeç |
KÖZÜÇLÜG | çömlek sahibi, I, 506 |
KÖZÜÇLÜK | titik çömlek yapmak için ayrılan çamur — I, 506 |
KÖZÜLDÜRÜK | at kuyruğundan dokunur bir bez parçasıdır, I, 529 bkz. közlük |
KÖZÜNÇ | bir şey seyreden halk, III, 373 bkz. körünç |
KÖZÜNMEK | görülmek.II, 157 bkz. körmek |
KÖZÜÑÜ | ayna, III, 45, 132, bkz. közñü |
KUBA | at rengi kumral (konur al) lle sarı arasında olan at — III, 217 |
KUBSALMAK | kubuz çalınmak |
KUBURGA | baykuş — I, 489 |
KUBUZ | ut, kopuz, kubuz — I, 19, 365; II, 235; III, 173, 283 § buç ı kubuz; inleyen utlardan bir ut — III, 173 |
KUBUZLUG | kişi kubuzu olan adam — I, 495 |
KUBZALMAK | kubuz çalınmak, II, 235 bkz. kupsalmak, kubzalmak, kupzalmak |
KUBZAŞMAK | kubuz çalmakta yarış etmek — II, 220 bkz. kupzaşmak |
KUÇAK | kucak — I, 382 bkz. kuçam |
KUÇAKLAMAK | kucaklamak — III, 338 |
KUÇAM | kucak — I, 398 bkz. kuçak |
KUÇGUNDI | soğan — I, 493 |
KUDGU | karasinek, sinek — I, 425 bkz. kudgu |
KUDGU | sinek, III, 367 bkz. kudgu |
KUDGULANMAK | sineklenmek, kendinden sinek ko ğmak — III, 201 |
KUDI | kuyu, çukur; a; ağı, aşağıya — I, 100, 164, 169, 190; II, 24, 83, 228; III, 46, 61, 69, 220 bkz. kodı |
KUDRUÇAK | kuyruk kemiği — III, 179 bkz. kuduçak |
KUDRUK | kuyruk, göt, kıç — I, 472 bkz. kudruk |
KUDRUK | kuyruk — I, 513; ll , 298; III, 164, 256, 367 bkz. kudruk |
KUDUÇAK | kuyruk kemiği.III, 179 bkz. kudruçak |
KUDUG | kuyu III, 122, 282 bkz. kudug, kuyug |
KUDUG | kuyu — I, 375, 456, 457; II, 155; III, 166. 226, 448 bkz. kudug, kuyug |
KUDUGLUG | kuyulu — I, 496 |
KUDURÇUK | bebek, kukla — I, 501 |
KUDURGAK | kaftanın arka eteklerinden biri — I, 502 bkz. kudurgak |
KUDURGAK | kaftanın iki eteğinden biri — I, 17 bkz. kudurgak |
KUDURGUN | kuskun, egerin kuskunu — I, 17, 518 |
KUDURMAK | kudurmak; üstüne düşmek, çabalamak, I, 144; II, 76 bkz. kuturmak |
KUDUZ | dul kadın — I, 365 |
KUDUZLANMAK | dul karı ıle evlenmek — II, 267, 268 |
KUGU | kuğu kuşu, III, 225, 250 |
KUGURMAK | kavurmak — II, 81 bkz. kagurmak, kavrulmak, kogurmak, kovurmak, kuvurmak |
KUKUN | kıvılcımI, 404 |
KUKUNLUG | kıvılcımlı — I, 499 |
KUL | kul, köle — I, 27, 33.165, 276, 302, 320, 330, 336, 385, 386, 475; II, 5, 10, 152, 180, 219, 236, 277, 292, 294, 305, 338; III, 85, 84, 97, 263, 268, 336, 409, 421, 423, 427, 450 |
KULA | kula renk — III, 233 |
KULABUZ | kılavuz — I, 487 bkz. kulavuz |
KULAÇ | kulaç — I, 358 bkz. kolaç |
KULAÇLAMAK | kulaçlamak III, 330 |
KULAK | kulak, I, 209, 212, 220, 377, 383; II, 17, 23, 73, 133, 150, 154. 161, 337, 352; III, 31, 253, 286, 357, 358, 370.405, 410 bkz. kulhak, kulkak |
KULAK | ton yenlerl kısa elbise — I, 383 |
KULAKLAMAK | kulaga vurmak — III, 338, 339 |
KULAKLIG | kulaklı-I, 498 |
KULAVUZ | kılavuz — I, 487 bkz. kulabux |
KULHAK | kulak — I, 383 bkz. kulak, kulkak |
KULKAK | kulak — I, 383 bkz. kulak, kulhak |
KULNAÇI | kısrak doğuracak kısrak, I, 491 |
KULNAMAK | kulunlamak, kısrak yavru dogurmak, III, 92. 302, 319 bkz. kulunlamak |
KULSIG | er köleye benzeyen, huyu köleye benzeyen adam — I, 465; III, 128 |
KULUN | tay — I, 215, 404; II, 90; III, 92 |
KULUNLAMAK | kısrak yavru doğurmak — III, 92bkz. kulnamak |
KULUNLUG | tay sahibl olan — I, 500 |
KUM | kum, I, 197, 222, 268, 338, 457, 484; II, 80, 212 |
KUM | dalga, su dalgası — III, 137 |
KUMA | urmak birbirine kuvvetle vurmak — III, 382 |
KUMGAN | kova; ibrik; gügüm, gülsuyu şişesi — I, 432, 440; II, 353 |
KUMLAK | Kıpçak illerınde yetişir, yaprağı fasulye yapragına benzer sarmaşik gibi bir ot, I, 475 |
KUMMAK | dalgalanmak — II, 27 |
KUMTURMAK | dalgalandırmak — II, 192 |
KUMUK | at gübresi — I, 383 bkz. komuk |
KUMUKLAMEK | pislemek, terslemek; Kumuk boyuna nispet etmek — III, 339 bkz. komuklamak kumu şmak |
KUÑ | et kas, adale — III, 358 |
KUNÇUY | hatundan birderece aşağı kadın, bige, prenses — III, 240 |
KUNDIGU | döven, harman dövenl — I, 491 |
KUNDIMAK | parlâtgıçla blr şeyi parlatmak — III, 277 |
KUNDUZ | kunduz, su köpegi — I, 458 |
KUNDUZ | kayrı kunduz taşağından yapılan bir ilâç, I, 458 |
KUNMAK | soymak, çalmak — II, 29 |
KUNUŞMAK | birbirine soymakta yarış ve yardım etmek, birbirini soymak, çalmak, II, 112, 113 |
KUPSALMAK | kubuz çalınmak — II, 235 bkz. kubsalmak, kubzalmak, kupzalmak |
KUPZALMAK | kubuz çalınmak — II, 235 bkz. kubzalmak, kubsalmak, kupsalmak |
KUPZAMAK | kubuz çalmak — I, 19; III, 283 |
KUPZAŞMAK | kubuz çalmakta yarış etmek, II, 220 bkz. kubzaşmak |
KUPZATMAK | kubuz ; aldırmak — II, 335 |
KUR | kuşak, kemer — I, 324; § iç kur; iç ku şağı, uçkur — I, 35; 11. 249, 255, 337; III, 84. 305 |
KUR | mertebe, a; ama — I, 324 |
KUR | kuru, III, 122 bkz. kurug, kuruk kura |
KUR | kur etmek guruldamak — I, 486 |
KURAM | mertebe, aşama; sırasına göre.I, 413 § kuram kişiler; sankı hakanın yanında oturur gibi sırayla oturmuş olan kimseler — I, 413 |
KURARMAK | kurtarmak II, 199, 200 bkz. kutgarmak |
KURASI | kuracak — II, 68 |
KURBAKA | kurbağa, III, 122 |
KURÇ | katı, içi dolu ve sorn nesne; çelik — III, 287 |
KURÇ | eren dayanıklı ve yiğit adamlar — I, 343 |
KURÇ | temür çelik I, 343 |
KURDAŞMAK | bir dereceye, bir sıraya oturmak — II, 218 |
KURGADMAK | kuraklamak. II, 338 bkz. kurgatmak |
KURGAK | kurak — III, 69 |
KURGALIR | kurmak üzere bulunan — II, 67 |
KURGAMAK | kurunnak — III, 290, 318 |
KURGATMAK | kuraklamak, kıtlık olmak — II, 338 bkz. kurgadmak |
KURGIRMAK | kurumak, II, 193, 194 ' |
KURGIRMAK | zevzeklik etmek, yeğnilik etmek — II, 194 |
KURGU | zevzek, kararsız, huyu yeğni kişi — I, 18, 426 |
KURGU | kuracak — II, 68 |
KURGUÇI | kurucu — II, 50 |
KURGULANMAK | taşkınlık ve yeğnilik etmek, III, 201 |
KURGULUK | taşkınlık, yeğnilik, zevzeklik — I, 528 |
KURI | bir şeyin etrafı, I, 127, 324 |
KURI | kurı tay kısrağın arkasında geri kaldığı zaman bu kelimelerle çağırılır — III, 223 bkz. karı kurı, kurıh kurıh, kurrıh kurrıh |
KURIGU | kuruyacak zaman; kurumak üzere olan nesne, I, 446 kur ıh |
KURIH | tay kısrağın arkasında geri kaldığı zaman bu kelimelerle çağırılır — III, 223 bkz. karı kurı, kurı kurı, kurrıh kurrıh |
KURIMAK | kurumak, I, 12, 20; II, 188; III, 140, 263, 264 bkz. kurumak, kuz ımak |
KURINMAK | kurunmak, kurulanmak, I, 505; II, 155, 160 bkz. kurunmak |
KURIRMAK | kurumaya yüz tutmak — II, 77 bkz. kururmak |
KURIŞMAK | kuruşmak, kurumakta yardım ve yarış etmek — II, 97 bkz. kuruşmak |
KURITGAN | her zaman ve çok kurutan, I, 514, 524 |
KURITMAK | kurutmak, II, 304 bkz. kurutmak |
KURLAMAK | kuşak yapmak ve bağlamak — III, 298 |
KURLANMAK | acınmak, tasa, acı duymak, ziyan görmek; katılaşmak, koyulaşmak, mayalanmak, ekşimek — II, 250, 251; III, 197 bkz. korlanmak |
KURLUK | içinde kımız biriktirilen küçük testi, l, 473 bkz. korluk |
KURMAK | kurmak, germek, toplamak; himaye etmek — II, 7, 8, 37, 59. 61, 65, 66, 67, 83, 198; III, 62, 219, 318 |
KURMAK | yuvmak erişmek, varmak, mal vererek gönül almak, III, 62 bkz. yavsamak, yüvmek, yüvsemek |
KURMAN | gedeleç, yaylık, yay kabı — I, 444; III, 16 |
KURMIŞ | kurulu — I, 198; II, 59; III, 215 |
KURRIH | kurrıh tayı çağırmak içln nida.I, 9 bkz; karı kurı, kurıh kurıh, kurrıh kurrıh |
KURŞAG | kuşak kuşanma — I, 464 |
KURŞAG | tura; yünden dokunur, bel kuşağına benzer bir nesne olup çadıra sarılır — I, 464 |
KURŞAMAK | kuşanmak, kuşağı bağlamak, II, 255; III, 287 bkz. kurşanmak |
KURŞANMAK | kuşanmak, ku; ak kuşanmak, II, 249, 255 bkz. kurşamak |
KURŞATMAK | kuşak kuşatmak, II, 337 |
KURT | solucan soyundan olan hayvanlar; y ırtıcı hayvanlardan olan kurt — I, 342; III, 6 |
KURTANMAK | bitten kaşınmak, koyunlarda bit aramak — II, 248 |
KURTGA | kocakarı — III, 259 |
KURTLAMAK | kurt çıkarmak — III, 447 |
KURTULMAK | kurtulmak, doğurmak — II, 121, 233, 234, 237 bkz. kut bulmak, kutulmak |
KURTURMAK | kurdurmak, toplatmak — II, 190, 198 kurug kuru; as ılsız — I, 12, 198, 375, 383; III, 82, 122 bkz. kur, kuruk |
KURUG | ev içinde kimse bulunmayan ev — I, 375 |
KURUGJIN | kurşun — I, 512; II, 293 bkz. kuşun |
KURUGLAMAK | kuru olarak kullanmak III, 336 |
KURUGLANMAK | kuru bulmak — II, 268 |
KURUGLUG | sadak, okluk, gedeleç — I, 501 bkz. kurugluk |
KURUGLUG | ya kurulu, kurulmuş yay — I, 496, 500, 501 |
KURUGLUK | kuruluk — I, 503, 505 |
KURUGLUK | sadak, okluk, gedeleç — I, 504 bkz. kuruglug § ki ş kurugluk; sadak, okluk, gedeleç — I, 504 |
KURUGSAK | kursak, 01^6.I, 17, 502; III, 334 |
KURUGSIMAK | kurumaya yüz tutmak — III, 334 |
KURUK | kuru — I, 383 bkz. kur, kurug |
KURULGAN | daima kurulan, I, 520 |
KURULMAK | kurulmak; büzülmek I, 195; II, 134, 138 |
KURUMAK | kurumak, II, 206 bkz. kurımak, kuzımak |
KURUN | kurum, duvara, ocaga sıvaşmış, toplanmış olan duman eseri — 'l, 404 |
KURUNÇI | dumandan kirlenmiş olan keçe — II, 242 |
KURUNLUG | kurumlu — I, 499 |
KURUNMAK | kurunmak, II, 155 bkz. kurınmak |
KURURMAK | kurumaya yüz tutmak — II, 77 bkz.kurırmak |
KURUŞMAK | kurmakta yardım ve yarış etmek, Il, 98, 114 bkz. kunşmak |
KURUŞMAK | her tarafı kurumak, II, 98 |
KURUT | keş, çökelek, yağı alınmış yoğurttan yapılan lor peyniri, kurut, kuru yogurt, I, 357; II, 15, 81 |
KURUTLUG | çökelekli.I, 494 |
KURUTMAK | kurutmak — I, 19 bkz. kurıtmak |
KURUTSAMAK | kurut istemek III, 332 |
KURVI | çuvaç hana ait yuvarlak çadır, I, 195 |
KUSGAÇ | küçük, kara bir hayvancık, insanı 1511-11-. I, 455 |
KUSGAÇ | serçe kuşu — I, 455 |
KUSIG | kusu, kusma, I, 376 |
KUSINÇIG | kusunç, iğrenç — III, 232 |
KUSMAK | kusmak; (boya) solmak, bezikmek — II, 10, 11 |
KUSTURMAK | kusturmak, (boya) soldurmak II, 190 |
KUŞ | kuş, I, 22, 34, 36, 156, 163, 176, 233, 253, 280, 299, 319, 331, 439, 483; II, 4, 7, 12, 17, 18, 45, 83, 173, 181, 183, 192, 199, 204. 218, 239, 267, 324, 331, 348, 359; III, 6, 63, 92, 144, 184, 194, 232, 328, 357, 358, 390, 397, 403 § ürüñ ku ş; akdoğan — I, 331, |
KUŞGUN | hayvanların yedlği taze kamı; — I, 440 |
KUŞGUN | ekşi bir çeşlt ot — I, 440 bkz. uşgun |
KUŞIL | atmaca — I, 331 |
KUŞLAG | kuşların çok olduğu yerdir, burada av yapılır — I, 465 |
KUŞLAGLANMAK | kuş avlağı yapmak — II, 273 |
KUŞLAMAK | kuş avlamak, I, 22; III, 299 kuşlatmak kuş tutturmak, kuş avlatmak — II, 343, 348 |
KUŞLUK | kuşluk vaktl — I, 474 |
KUŞUN | kur; un, I, 513 bkz. kurugjın |
KUT | kut, uğur, devlet, baht, talih, saadet, I, 85, 92, 164, 200, 272, 301, 304, 320, 384. 508; II, 177. 229 kut almak |
KUT | bulmak baht bulmak- II, 122 bkz. kurtulmak, kutulmak |
KUTALMAK | mesut olmak — II, 121 bkz. kut almak, kutatmak |
KUTANMAK | kutlu olmak, ulu nasipli olmak — II, 154 |
KUTARMA | börk önde arkada Iki kanadı bulunan bork. I, 490 |
KUTGARMAK | kurtarmak.II, 192, 199, 201 bkz; kurarmak |
KUTLUG | kutlu, I, 60. 82, 320, 413. 463, 464 § |
KUTLUG | tegin ; uğurlu köle — I, 413 |
KUTRUŞMAK | oynamak ve sevlnmek — II, 218 |
KUTSUZ | kutsuz, işlerl ters giden adam — I, 457 |
KUTULGAN | daima kurtulan, I, 520 |
KUTULMAK | kurtulmak; doğurmak, II, 121, 234 bkz. kurtulmak, kut bulmak |
KUTURMAK | haddini aşmak, kudurmak, azmak — I, 508; II, 74. 75 bkz. kudurmak |
KUTUZ | yaban sığırı — I, 365 |
KUTUZ | ıt kuduz köpek, kudurmuş köpek — I, 365 |
KUTUZLUK | yaban sığırı sahibi — I, 495 |
KUV | kut, saadet — I, 320 bkz. kıv |
KUVURMAK | kavurmak. II, 81 bkz. kagurmak, kavrulmak, kogurmak kovurmak, kugurmak |
KUY | dere; kuytu yer, dip — III, 65.106, 142 bkz. koy |
KUYA | körmek uzaktan görmek, III, 219 bkz. kaya körmek, k ıya körmek, kura körmek |
KUYAŞ | güneş; koyu sıcak, güneşin şiddetli vurması — 1. 155; 353; II, 337; III, 172 |
KUYMA | bir çeşit yağlı ekmek — III, 173 |
KUYMA | herhangi bir madenden (çekiçle dövme ile de ğil, eritilerek dökme ile) yapılmış havan, çırakman, çekiç gibi aygıtlar — III, 174 |
KUYMAK | üremek III, 246 |
KUYUG | küyu — III, 166 bkz. kudug, kud, ug |
KUYUTMAK | ürkütmek — II, 326 |
KUZ | güne; gormeyen yer, gölgeli yer — I, 325; 326; III, 124 |
KUZGIRMAK | kar sağnak halinde esmek — II, 193 |
KUZGUN | kuzgun — I, 439; III, 240 |
KUZI | kuzu — I, 7, 208. 303, 444, 520; II, 294, 310; III, 102, 224, 270. 408, 444 kuz ımak kurumak; yemeğe iştihası gelmek — III, 264 bkz. kurımak, kurumak |
KUZUTMAK | boğazını kurutmak; yemeğe iştihasını getirmek II, 306 bkz. kurutmak |
KÜ | ün, şan — III, 212 |
KÜBEN | deve havudunun altına konulan çul; gölüğe gerekli olan çul ve çula benzer şeyler — I, 404 klibe yarık bütun vücuda giyilen zırh — III, 15, 217 |
KÜBIMEK | sık dikişli dikmek. III, 257 bkz. köpitmek, kübitmek kübitmek diktirmek, oyulgatmak — II, 298 bkz. köpitmek, kübimek |
KÜBÜLMEK | dikilmek, oyulgan II, 120 bkz. köpülmek |
KÜBÜŞMEK | kaba dikmekte ve oyulgamakta yard ım ve yarış etnnek — II, 88 bkz. köpüşmek |
KÜÇ | kuvvet, zor, güç; zulüm — I, 81, 167, 183, 237, 359, 381, 397; II, 13, 18, 103, 137, 138, 195, 289, 334, 335; III, 120, 239, 282, 288, 412 |
KÜÇ | susam, künçü, III, 121 |
KÜÇ | tegin kuvvetli tegin — I, 413 |
KÜÇELMEK | zulmetmek; malı zorla elinden alınmak — II, 136 |
KÜÇEMÇI | zulmeden kimse — III, 121 |
KÜÇEMEK | zulmetmek, zorla fe'nalık etmek, III, 258, 259 |
KÜÇENMEK | gücü kuvveti kalmamak; zulmetmek; ag ırlaşmak, fazla yüklenmiş olmak — II, 148, 156 |
KÜÇEŞMEK | yağmada yardım ve yarı; .etmek — II, 93 |
KÜÇETMEK | yağma ettirmek — II, 300 |
KÜÇLENMEK | kuvvetlenmek, II, 252 küçlig güçlü, kuvvetli. I, 509 |
KÜÇLÜG | güçlü, kuvvetli — III, 121, 161 |
KÜDEGÜ | güveyi. III, 12, 166 |
KÜDEN | düğün yemeğl, düğün, I, 404 |
KÜDILŞMEK | bekleşmek — II, 94 bkz. ködüşmek |
KÜDMEK | durmak, beklemek, gözlemek, gütmek, I, 321; III, 441 bkz. kütmek |
KÜDÜK | iş güç, alış verl; (yalnız kullanılmaz, "ış" ile birlikte 86111-).I, 391 bkz. küdük § ış küdük; iş güç, I, 391 |
KÜDÜK | iş güç, alı; veriş.I, 509 bkz. küdük § ışlıg küdüklüg; işli güçlü — I, 509 küfeç, gem, damakl ı gem, III, 256 bkz. küvüç |
KÜFEÇLIK | gemli, III, 256 |
KÜFEZ | kurumlu, kasalak, I, 411 bkz. kövez, küvez |
KÜJIK | perçem, zülüf — I, 391 |
KÜKÜ | hala — III, 232 bkz. küküy |
KÜKÜY | hala, III, 232 bkz. kükü |
KÜL | kül I, 129, 337 |
KÜLDREMEK | güldür güldür etmek-III, 448 bkz. külremek |
KÜLERGEN | her zaman karnı şiş; en ve yıkılıp yere yayılan — I, 523 |
KÜLERMEK | yıkılıp yere yayılmak, karın şişkinliğinden ve benzeri şeylerden yere yıkılıp yayılınak.II, 84 külf gürültü (ses taklidi) — I, 348 |
KÜLGEN | daima gülen — II, 54 |
KÜLGUÇI | gülücü-II, 51 |
KÜLGÜ | gulüş, gülme; kalb sektesiI, 96, 430 bkz. kültgü |
KÜLI | yarmaksızın çeklrdeğiyle kurutulan zerdali, kay ısı, ; eftali ve erik glbi meyveler — III, 234 |
KÜLIMEK | gömmek — III, 272 |
KÜLIŞMEK | gömmekte yardım etmek — II, 110 |
KÜLITMEK | gömdürmek II, 311 |
KÜLMEK | gülmek 129; II, 26, 35, 54, 65, 192, 249, 260; III, 43 |
KÜLREMEK | gürlemek, güldür güldür etmek — III, 282, 283 bkz. küldremek |
KÜLSIRGEN | gülümseyen-II, 256 |
KÜLSIRMEK | gülümsemek, gülümser görunmek — II, 196 |
KÜLTGÜ | kalb sektesi — I, 430 bkz. külgü |
KÜLTÜRMEK | güldürmek II, 195 kültürmek (at) bağlatıp kö!tekletmek ve yıktırmak — II, 195 |
KÜLÜG | iğreti .I, 391 |
KÜLÜG | ünlü, şanlı .III, 212 § külüg bilge; ünlü şanlı .III, 212 |
KÜLÜMSINMEK | gülümsemek, güler görünmek, gülümsenmek — I, 20; II, 259, 260 |
KÜLÜNÇ | gülünç, III, 374 |
KÜLÜNMEK | eli ayağı yorulup zayıf olmak II 158 |
KÜLÜŞMEK | gülü; mek, II, 110 |
KÜLÜT | halk arasında gülünç olan nesne — I, 357 |
KÜMIÇE | sivrisinek I, 445 bkz. kimünçe |
KÜMÜLDÜRÜK | at göğüslüğü — I, 17, 530 bkz. kömüldürük |
KÜMÜRGEN | dag soğanı — I, 522 bkz. kevürken, kümürken, küvürken |
KÜMÜRKEN | dâğ soğanı — I, 522, 525 bkz. kevürgen', kümürken, küvürken |
KÜMÜŞ | gümüs; akça; kadın adı, I, 165, 370, 371, 413; II, 153, 181; III, 251 |
KÜN | gün, güneş, gündüz, I, 69, 70, 72, 82, 100 124, 165, 202, 245, 288, 320, 331, 340, 423, 515; II, 5, 9, 14, 97, 125, 128, 140, 143, 157, 163, 170, 172, 232, 293, 303, 304, 311, 313, 335; III, 52, 63, 77, 83, 86, 128, 167, 169, 182, 190, 247, 258, 267, 333, 3 |
KÜN | togsug doğu — I, 463 |
KÜN | yıpar misk göbeği — I, 340 |
KÜNÇEK | yaka, urba yakası — I, 480 bkz. künçük |
KÜNÇÜK | yaka, urba yakası — I, 480 bkz. künçek |
KÜNÇÜKLENMEK | yaka yapılmak. II, 277 |
KÜNDI | aşağılık, kötü (sözün arkası akla gelmediği zaman söze yardım olarak kullanılır) I. 419 |
KÜNDÜZ | gündüz, gün ışığı, I, 458; III, 87, 288 |
KÜNGRENMEK | harınlaşarak kendi kendine söylenmek — III, 399, 400 |
KÜNI | kuma — III, 237 |
KÜNLÜK | , gün hesabıyle yapılan iş, gündelik. I, 480 |
KÜNLÜK | yem günlük azık, I, 480 |
KÜÑÜZ | örenliklerde, yıkıntılarda bulunan küllük, gübre, III, 363 |
KÜP | küp — I, 147, 154, 209; III, 119, 246, 253, 325 |
KÜPE | küpe, III, 217 |
KÜPIK | hırka, bezin iki katı arasına pamuk koyarak dikme; seyrek diki ş, kaba dikii, I, 408 |
KÜR | yiğit, sarsılmaz, pek yürekli, kabadayı — I, 324, 325 |
KÜREMEK | kaçmak — III, 263 |
KÜREŞMEK | güreşmek — I, 474 bkz. körüşmek |
KÜREŞMEK | kürümekte yardım ve yarış etmek — II, 99 |
KÜRETMEK | küretnnek — II, 305 kürgek kürek — 11. 289 |
KÜRIĞ | cariye — II, 82, 186, 248; III, 358, 428 |
KÜRILEMEK | kebap kızartmak — III, 444 bkz. kürplemek |
KÜRIMEK | eşinmek, yeri e; mek, kürümek, (hayvan) ha şarılık etmek, III, 256, 263 |
KÜRIN | kürün; içerisinde kavun, karpuz, h ıyar gibi şeyler taçınan küfe — I, 404 |
KÜRK | kürk, I, 353 |
KÜRKÜM | safran, I, 486 |
KÜRLENMEK | gürlemek — II, 252 |
KÜRMET | pek kuvvetli — I, 325 |
KÜRPLEMEK | kebap kızartmak.III, 444 bkz. kürilemek |
KÜRSEMEK | kanlanmak, etlenmek; hamur gibi şeyler kap içine konduktan sonra mayalan ıp taşmak.III, 421 bkz. kürsmek |
KÜRSMEK | kanlanmak, etlenmek; hamur gibi şeyler kap içine konduktan sonra mayalan ıp taşmak — III, 420, 421 bkz. kürsemek |
KÜRŞEK | darı özü suda veya sütte kaynat ıldıktan sonra üzerine yağ dökülerek yenen bir yemek — I, 478 |
KÜRT | kayın ağacı, bundan yay, kamçı, değnek gibi şeyler yapılır — I, 343 |
KÜRT | kürt yemek bir şeyi "kütür kütür" ses çıkararak yemek, I, 343 |
KÜRTÜLEMEK | tasdiklemek — III, 352 |
KÜSMEK | küsmek. II, 12 |
KÜSRI | kaburga kemikleri; göğsün yanları — I, 422 |
KÜSÜRGE | tarla sıçanı soyundan bir hayvan — I, 490 bkz. kösürge kü şermek dolmak, taşasıya dolmak — I, 73; II, 79 |
KÜTATMAK | kutlu olmak, baht ve devlet sahlbi olmak — II, 299 bkz. kutalmak, kut almak |
KÜTMEK | gütmek, II, 264 bkz. küdmek |
KÜTTÜRMEK | güttürmek — III, 187 |
KÜVENMEK | öğünmek — II, 157 |
KÜVEZ | gurur, magrur, gururlu, I, 252; II, 140 bkz. kövez, küfez |
KÜVIJ | söğüt gibi çürüyen, içi kovalan her a ğaç; tadı bozulan, kaçan her ; ey, I, 366 § küvij turma; tadı bozulan, tadı kaçan turp — I, 366 |
KÜVLÜK | çamurdan fındık büyüklüğünde yapılan yuvarlaklar, kururnadan önce ve kuruduktan sonra zıp zıp gibi atılır, I, 479 |
KÜVRE | hayvan ölerek, içerisindeki nesneler çürüdükten, eti kemikler üzerinde kuruduktan sonraki kalıbı — I, 422 |
KÜVRÜG | kös, davuLI, 479 |
KÜVŞEK | gevşek, yumuşak, sölpük — I, 479 bkz. kevşek § küv; ek et; gevşek, sölpük et — I, 479 |
KÜVŞEK | etmek iyi hamurdan yapılan ekmek, I, 479 |
KÜVÜÇ | küçük — III, 163 bkz. küfeç |
KÜVÜÇ | yügün küçük yular, çilbir — III, 163 |
KÜVÜK | erkek — III, 165 bkz. küvük § küvük mu ş; erkek kedi- III, 165 |
KÜVÜK | saman — III, 165 |
KÜVÜK | erkek — I, 391 bkz. küvük § küvük mu ş; erkek kedi — I, 391 |
KÜVÜRGEN | dağ soğanı. I, 522 bkz. kevürken, kümürken, küvürken |
KÜVÜRKEN | dağ soğanı — I, 522 bkz. kevürken, kümürken, küvürgen |
KÜVÜZ | yaygı, yünden dokunmu; döşek ve yaygı gibi şeyler — III, 164 bkz. kidiz, kiviz |
KÜYE | güve III, 170 |
KÜYELEMEK | güve silkmek, güveden kurtarmak ve korumak, III, 329 |
KÜYFENMEK | üstüne dü; memek — III, 196 bkz. küfyenmek |
KÜZ | güz, güz mevslmi, sonbahar, I, 327; II, 172; III, 160 |
KÜZEMEK | güzlemek — III, 265 |
KÜZERMEK | güzleşmek II, 77 |
KÜZGERMEK | güzleşmek, güze doğru gitnnek — II, 196 |
KÜZKÜNEK | çakıra ve kelere benzer bir kuş, hava yutmakla geçlnir, I, 528 |
KÜZKÜNI | bok böceği cinsinden bir böcektir, geceleri ses vererek uçar, ate ş böceği — I, 493 |
KÜZÜK | çulha aygıtlarındandır, blrblri üzerine düğünnlenen birtakıın Iplikler olup, onunla üst eri ş, alt erişten ayrılır Kumaş ve kumaşa benzer şeyler dokuyanlara da böyle denir, I, 391 |
KÜZÜKMEK | güzleşniek — II, 118 |
KÜZÜN | kendisiyle serçe kuşu, tarla sıçanı, köstebek gibi şeyler avlanan sıçan cinsinden bir hayvan — I, 404-la işin tahakkukunu ve bitmesini gösteripfiiller sonuna gelen bir ek — III, 213 veya balgam akmak. I, 127 |
LAÇIN | şahin; yiğit adam — I, 410 |
LAGUN | ölçek gibi oyulmuş bir şey olup ayran, süt gibi şeyler içilir I, 410 |
LATU | kar, buz gibi şeylerle sogutulup içerisine baharat konarak so ğukluk yerine yenen bir çeşit şehriye çorbası , III, 237 bkz. |
LAV | mühür mumu III, 155 bkz. avus-lıkın (-likin) "ile" anlamına ek — II, 91 |
LIMGEN | sarı erik — I, 444 |
LIŞ | salya, balgam — III, 127 § liş akmak salya veya balgam atmak I, 127 |
LITÜ | kar buz gibi şeylerle sogutulup içerisine baharat konarak sogukluk yerine yenen bir çe şit şehriye çorbası, III, 237 bkz. latu |
LIYU | kuruyunca balçık haline gelen ince kumlu çamur, III, 238 |
LOXTAY | üzeri sarı benekli kırmızı bir Çin İpeklisi.III, 240 |
LÜÇNÜT | imice; buğday ve buğdaya benzer şeyleri temizlemekte, köylülerin yard ımlaşması — I, 451; |
MA | emirlerin sonuna gelen nefi eki — III, 213 |
MA | al, işte anlamına bir kelime — III, 213 bkz. mah, meh |
MAH | işte, al anlamına bir şey verildiği zaman söylenen bir kelime, III, 118 bkz. ma, meh |
MAK | … |
MALGUNA | ılgın ağacına benzer bir ağaç — I, 492 bkz. bulguna |
MAMA | harmanda ortada bulunup öteki öküzlerin etraf ında döndükleri öküz, III, 235 bkz.op |
MAMU | gerdek gecesi gelinle beraber gönderilen kad ın (öz Türkçe degil), III, 235 |
MAN | yaşlıg koy dört yaşını geçen koyun (yalnız koyun için) — III, 157 |
MAÑA | bana — I, 20, 26, 36, 63, 69, 84. 126, 132, 174, 176, 180, 182. 183, 184, 185, 187, 188, 202, 205, 210, 212, 215, 218, 221, 223, 224, 226, 231, 232, 233. 234, 235, 238, 251, 254, 261, 264, 265, 267, 269, 276, 308, 318, 354, 367, 399; II, 12, 16, 24, 28, 33, 5 |
MANÇU | sanat sahlbine verilen ücret — I, 418, 419 |
MANÇUK | heybe, torba gibi at eğerine takılan iey — I, 476 |
MANÇUKLANMAK | elbiseyi eğer heybesine koy-mak ve heybeyi egerin arkas ına asmak, II, 276 |
MANDAR | ağaçlara sarılan bir bitki, sarmaşık — I, 457 |
MANDARLANMAK | sarmaşıklanmak II, 271 |
MANDU | bir çeşit sirke — I, 420 |
MANDÜRMAK | kuşattırmak; bandırmak — II, 197 |
MANGIRMAK | bandırayazmak, II, 197 |
MAÑIG | adım — III, 365 |
MANILMAK | banılmak, II, 138 |
MANMAK | kuşanmak; banmak — II, 30 |
MAÑRAMAK | bağırmak — III, 402 bkz. müñremek |
MAÑRAŞMAK | bağrışmak — III, 398 bkz. müñreşmek |
MAÑRATMAK | bağırtmak. II, 358 bkz. müñretmek |
MARAZ | karanlık gece, I, 411 |
MARAZ | ücretle çalı; an adam, ırgat — I, 411 bkz. hıyar maraz |
MAT | öyle, ancılayın — I, 321 § andag mat; o öyle — I, 321 |
MAYAK | hayvan gübresi (en çok deve için) — III, 167, 168 |
MAYGUK | paytak klmse; top tırnaklı hayvan-lardan tüyleri kısa olan — III, 175 |
MAYIL | olgun; meyvelerde çürümeye yakla şma halL III, 168 |
MAYILMAK | gev; emek, II, 190 |
MAYIŞMAK | buyurulan bir Işi yapmaktan çe-kinmek; tembellikten yere yap ışıp kalmak, III, 189 bkz. yamaşmak; |
ME | oğlakların ve kuzuların seslerlni bildlren bir kelime. III, 214 |
MEH | al, işte anlamına blr kellnne — III, 213 bkz. ma, mah |
MEJEK | pislik — I, 392 § ıt mejeki; it plsliği — I, 392 |
MEKKEH | Çin'den getlrilen bir çeşlt mürekkep, Türk yazısı bununla yazılır — III, 424 |
MELDEK | keçeleşen, sölpıiyen nesne — I, 480 |
MEN | ben — I, 20, 22, 25, 26, 31, 37, 40, 51, 52, 53, 61, 69. 80, 87, 109, 120, 125, 130, 131, 163. 166, 167, 169, 171, 174, 179, 180, 181, 184, 185, 186, 190, 198, 199, 201, 202, 204, 206, 207, 209, 211, 215, 216, 217, 223, 225. 226, 231, 233, 237, 240, 256, 26 |
MEÑ | yem, tane, kuş yemi — I, 425; II, 18; III, 358 |
MEÑ | yüzdeki ben, III, 359 |
MEÑ(I)Z | beniz, yüz, I, 60, 65. 486; III, 363 |
MEÑDEMEK | /olmak, ditmek — III, 401, 402 bkz. mirigdetmek |
MEÑDEŞMEK | kıl yoluşmak. III, 399 bkz. mirig-deşmek |
MENDIRI | gelin ile güveyinin başlarına, gece-le/in, saçı saçmak için toplanılan yer, I, 492 |
MEÑGÜ | ebedi, daima, sonsuz, ebedilik, son-suzluk, I, 44; III, 65, 378 |
MEÑGÜ | ajun sonsuz dünya, âhiret — III, 378 |
MEÑILEMEK | beyin yemek; beyni için koyun kesilmek; yan ında güzel gıdalar bulunmak — III, 405, 406 bkz. mürigilemek; |
MEÑIZLENMEK | benizlenmek, güzelleşmek, benzine renk gelmek — III, 407, 408 |
MEÑLENMEK | kendine tane toplamak — II, 290 |
MEÑLETMEK | yemletmek — II, 359 |
MEÑLIG | benli.III, 359 |
MEÑZEMEK | benzemek — III, 403 |
MEÑZETMEK | benzetmek.II, 358 |
MERDEK(G) | ayı yavrusu, domuz yavr — usu.I, 480 |
MEŞIÇ | üzüm kara üzüm — I, 360 |
MI(MI) | yalnız füllerin üçüncü ; ahıs' sorgu şekli edatı — III, 214 bkz. mu (mü) |
MIN | ben — I, 60, 69 bkz. ben, men |
MIÑ | sayıda bin — I, 243, 334, 417; III, 14, 360, 367 |
MIÑDEŞMEK | kıl yolu; mak — III, 399 bkz. meıiğ-deşmek |
MIÑDETMEK | dittirnıek — II, 358 bkz. meñ-demek |
MINDETÜ | ipek elbise- I, 491 |
MIÑEŞMEK | birlikte ^1115010^III, 399 bkz. müñe; mek |
MIÑI | beyin — II, 299 |
MIÑUY | kâğıt yapjştırılan bir çeşit hamur — III, 241 |
MIRIGAR | pınar, su gözü — III, 280, 363, 376 |
MIZ | biz — I, 327 bkz. biz |
MONÇUK | boncuk, süs Için boyuna tak ılan değerli taşlar-I, 475; II, 123; III, 121 |
MONÇUK | atın boynuna takılan değerli taş, arslan tırnagı, muska gibi şeyler — I, 475 |
MONÇUKLANMAK | boncuklanmak — II, 276 |
MÖRIGMEK | ayaklarını toparlayıp tekme atmak — III, 391 |
MU | (mü) soru edatı, Isim ve fül sonuna gelir — I, 88; III, 147. 154, 214, 224, 256, 437 bkz. m ı (mi) |
MUGUZGAK | bal arısına benzeyen blr sinek — I, 504 |
MUN | hastalık, ayıp — III, 140, 141 |
MUN | kişi yüreği dölek, gönlü selek adam — III, 140 |
MUÑ | sıkıntı, ıztırap, bun, mihnet — I, 425; III, 33, 359, 360 |
MUÑ | tag kişi kendine gelip 16-17 yaşına girdiğinde çıkan di; , ergenlik dişi. III, 359 |
MUÑADMAK | bunaltnak — II, 84 |
MUÑAR | buna, bunda, I, 352; III, 363, 375 |
MUNDA | bunda, burada — I, 74, 160, 219, 352, 419, 420; II, 55, 56, 57, 61; III, 54, 143, 333 mundag böyle — I, 36, 64, 160; III, 154 |
MUNDIN | buradan, II, 57 |
MUNDUZ | budala, alık, I, 458 |
MUNDUZ | akın ansızın gelen sel — I, 77, 96, 458 |
MUNDUZ | yorıga at yorga yürıiyüşten başka yürüyüş bilmeyen at — I, 458 |
MUNGAN | geveze, bo; boğaz — I, 440, 476 |
MUNI | (munu) "işte, bu" anlamına edattır, "kanu"ya cevap olur, bu, bunu — I, 126; III, 237, 238, 372 |
MUÑKARMAK | bunaltmak, sıkıntiya sokmak, III, 397, 398 |
MUÑLUG | bunlu, sıkıntılı — III, 382 |
MUNMAK | saçmalamak — II, 30 |
MUÑUKMAK | bunlanmak, sıkıntılanmak — III, 395 |
MURÇ | karabiber- I, 343; II, 186 |
MUŞ | kedi — I, 438; II, 14, 105; III, 127, 165, 267 bkz. çetük § küvük mu; ; erkek kedi, I, 391 § küvük muş; erkek kedl — III, 165 |
MUYAN | sevap, hayır, III, 172, 179 |
MUYANÇILIK | muyancılık, aracılık, barjştırıcılık. III, 179 |
MUYANLIK | yollarda yolcuların su Içmelerl için yapılan hayrat, III, 172 |
MUYAVMAK | miyavlamak — II, 14 |
MÜK | bükük — I, 335 |
MÜK | turmak rükû eder gibi durmak, eğilınek — I, 335 |
MÜKIM | kadın pabucu, I, 395 bkz. büküm, mükin |
MÜKIN | kadın pabucu — I, 395 bkz. büküm, mükim |
MÜN | çorba — I, 31, 36. 75, 163, 176, 198, 209, 232, 245, 340; III, 122, 253, 331 bkz. bün münderü ipekle süslenmiş gelin odası — I, 529 k |
MÜNDÜRMEK | bindirmek. ll', 197, |
MÜNELMEK | uçları ve artıkları kesilmek. II, 138 |
MÜNEMEK | eğriliğini düzeltmek için bir şeyinuçlarını kesmek, III, 274 |
MÜÑEŞMEK | birlikte binişnnek — III, 399 bkz miñefmek |
MÜNGREMEK | böğürmek — III, 403 bkz mañramak |
MÜNGREŞMEK | böğrüşmek, gürültü etmek — II, 79; III, 398 bkz mañra şmak |
MÜNGÜZ | baka kaplumbağa — III, 225, 226 |
MÜÑILEMEK | nimet bulmak — III, 406 bkz. meñilemek |
MÜNLEMEK | çorba içmek — III, 301 — |
MÜNMEK | binmek I, 421; III, 30, 48, 60, 177, 429 |
MÜÑRETMEK | böğürtmek; büngüldetmek. II, 358 bkz. mañratmak |
MÜNÜLMEK | binilmek — II, 138 |
MÜÑÜZ | boynuz, I, 504; II, 327; III, 145, 363, 364 |
MÜÑÜZ | müngüz blr çe; it çocuk oyunu ve bu oyunda söylenen bir söz — III, 363, 364 |
MÜÑÜZGEK | çalışma yüzünden elde peyda olan kat ılık, nasır — III, 388 |
MÜÑÜZLENMEK | boynuzu çıkmak, boynuzlanmak — III, 408 |
NAMIJA | kadının kız kardeşinin kocası, bacanak, I, 446 |
NARU | bir taraf, ' yan, bir yana, nereye, nere, I, 199, 352; II, 140, 193; III, 223 |
NE | ne, nasıl, (soru anlamıyle) ne — I, 44, 53, 72, 74, 79, 87, 94, 126, 132, 320, 406; II, 287; III, 131, 207, 214, 215, 236, 360, 364 |
NE | Araplar'daki şaşalama, "ma"sı yerine bir edat, III, 214 ' |
NE | elük nasıl-I, 94 bkz. nelek, nelik, nelük |
NE | kerek ne gerek — I, 392 bkz. nerek |
NECE | (neçe) ne kadar, nice, kaç — I, 49, 63, 332, 384, 458; III, 157, 220 |
NEÇÜK | neden, 111^111.I, 79, 392 |
NEGÜ | ne anlamına edat — III, 215 bkz. nü nek timsa^1. III, 155 |
NEK | yılan ejderha — III, 155 |
NEK | yılı Türkler'in on ikili yıllarından biri, timsah yılı, I, 346; III, 156 |
NELEK | niçin.I, 370, 498 bkz. ne elük, nelik, nelük |
NELIK | niçin — III, 385 bkz. ne elük, nelek, nelük |
NELÜK | niçin, neden, I, 392; III, 188, 245 bkz. ne el ılk, nelek, nelik |
NEME | ne kadar, III, 38 |
NEME | bilmem anlamına bir kelime, "ne" anlamında pekitme edatı — III, 214, 215, 236 |
NEÑ | nesne, şey, mal — I, II, 12, 13, 14, 15, 31, 34, 50, 53, 84, 98, 126, 140, 143, 145, 147, 157, 159, 162, 164, 169, 170, 177, 179, 185, 189, 193, 196, 197, 204, 227, 238, 239, 241, 245, 246, 247, 251, 254. 256, 257, 258, 264, 268. 269, 270, 272, 273, 278, 281, 282, 28 |
NEREK | neye, I, 392 bkz. ne kerek |
NETEK | nice, nasıl-I, 27, 378, 392; II, 40, 52; III, 15. 123, 366 |
NIJDAG | bileği taşı — I, 465 |
NOM | millet; şeriat, yasa — III, 137 |
NÜ | ne anlamına, "ve" yerine blr edat — III, 215 bkz. negü |
OBA | oba — I, 86 |
OBRAK | eskimiş — I, 118 bkz. oprak |
OBRAMAK | eskimek, I, 273 bkz. opramak |
OBRATMAK | yıpratmak — I, 261 bkz. opratmak |
OBU | üstübeç ; .I, 86 |
OBUZ | katı olan — I, 54 |
OBUZLUG | sarp, I, 146 bkz. opuzlug § obuzlug yer; sarp, engebeli yer, I, 146 |
OÇAK | ocak, I, 64, 490 |
OÇAKLANMAK | ocaklanmak — I, 293 |
OÇAKLIG | ocaklı — I, 147 |
OÇAKLIK | titik ocak yapılacak çamur ve benzeri olan her nesne — I, 150 oçakl ık yer ocaklık yer — I, 150 |
ODGUÇ | ateşin alevi.I, 95, 177, 248 |
ODLUK | kol kemiğinin kalın yeri — I, 98 |
ODUNMAK | sönmek, I, 200 bkz. udınmak, udunmak |
OGLA | genç, yiğit — I, 129 |
OGLAGU | bolluk içinde büyüyen — I, 138 |
OGLAGU | katun asaletli, asil kadın, I, 138 |
OGLAK | oğlak — I, 65, 119, 468; II, 22, 266, 294; III, 102, 145 |
OGLAK | ay ükbahar, I, 347 bkz. ulug oglak ay |
OGLAN | oğlan, oğul, çocuk, çocuklar — I, 74, 119, 143, 192, 193, 208, 209, 240, 263, 286, 289, 293, 373, 386; II, 4, 19, 26, 74, 93. 121, 154. 209, 210, 212, 218. 244, 272, 294, 300, 302, 329, 340, 341, 344, 348, 351. 354, 366; III, 80, 102, 108, 125, 145, 196, 202, 25 |
OGLANSIG | çocuk gibi, çocuk huylu — III, 128 |
OGLITMAK | üretmek, çoğaltmak — I, 265 |
OGRADAÇI | uğrayan, uğrayıcı — III, 314 ograg niyet, kurma, kas ıt; uğrama, uğrak — I, 118 ograg dağ yamacı, derenin dönemeci — III, 65 bkz. ogrug, ovrug |
OGRAGAN | uğrayan — I, II, 314 |
OGRAGLI | uğramak isteyen — III, 315 |
OGRAGLIK | uğramak hakkı olan — III, 315 |
OGRAGSIK | uğramak hakkı olan — III, 315 |
OGRAGUÇI | uğrayan, uğrayıcı — III, 314 |
OGRAKLANMAK | Ograk kılığına girmek, I, 313; II, 279 bkz. Ugraklanmak |
OGRALMAK | uğranılmak — I, 247 |
OGRAMAK | uğramak — I, 125, 160, 274; III, 106, 272, 311, 312, 313. 321 372 |
OGRAMSINMAK | uğrar görünmek, III, 322 |
OGRAŞMAK | uğraşmak — I, 170, 234, 235 |
OGRATMAK | göndermek, uğraştırmak — I, 261 |
OGRI | gizli, I, 380; II, 234 |
OGRI | hırsız; hırsızlık — I, 126, 224, 300, 483; II, 29, 171, 174, 197. 341; III, 75, 89, 423, 429 |
OGRILAMAK | çalmak, hırsızlık etmek — I, 316, 317 |
OGRILIK | hırsızlık II, 208 |
OGRUG | kemiğin ek yerleri, bel kemlğinln boyu-na birleştiği yer; dağ yamacı ve dağın bittiği yer; derenin dönemecl — I, 98, 118; III, 65 bkz. ograg, ovrug § tag ogrug ı; dağın dönemeci — I, 98 |
OGRULAYU | hırsız gibi — I, 102 |
OGRULMAK | kemlk yarılıp ayrılmak. I, 247, 248 |
OGRUŞMAK | kemik yarıp ayırmakta yardım ve yari{ etmek — I, 235 |
OGUK | çizme — I, 67 |
OGUL | ogul, çocuk, I, 37, 51, 68, 74, 86, 123, 180, 206, 220, 246, 253, 256, 262, 264, 288, 299, 319, 370, 415, 440, 515, 524; II, 14, 80, 84, 120, 143, 173, 175, 178, 183, 240, 249, 302, 311, 330. 333, 335. 343, 357; III, 33, 58. 78, 87, 105, 128, 137, 141, 146, 159, |
OGULÇUK | ana rahmi, oğulduruk — I, 149 |
OGULMUK | üstüne hatıl atilmak için uzatılmış olan düz direk — I, 149 |
OGUR | karşılık, ivaz — I, 53 |
OGUR | bir işte imkân ve fırsat — I, 53 |
OGUR | uğur, bereket, devlet — I, 53 |
OGUR | vakit, zaman — I, 33, 53, 136, 273, 294; II, 68, 321, 322, 362; III, 55, 317 |
OGUR | bolmak yol uğurlu, hayırlı olmak I, 53 |
OGURLAMAK | vaktinde yapmak; çalmak, hırsızlık etmek — I, 300 |
OGURLANMAK | vakti yaklaşmak; uğurlanmak, uğurlu olmak; bağışlananın karşılığı verilmek — I, 292 |
OGURLUG | bolmak sırasında ve yerinde olmak — I, 53 |
OGURLUG | ış vaktinde ve yerinde yapılan 1; .I, 146 |
OGURLUK | karşılık, ivaz olan, I, 114 |
OGURMAK | kemik yarıp ayırmak — I, 178 |
OGUŞ | oymak; hısım, akraba — I, 61, 88, 114; II, 83, 103 |
OGUŞLANMAK | aile, hısım sahibi olmak, I, 293 |
OGUŞLUG | aile, hısım sahibi — I, 146 |
OGUZLAMAK | Oğuz saymak, Oğuzlar'dan saymak, Oğuzlar'a nispet etmek, I, 302; II, 345 |
OGUZLANMAK | Oğuzlaşmak, Oğuz kılığını almak, Oğuz kılığına girmek, kendini Oguz'lar'dan saymak, I, 293; II, 269 |
OĞGARMAK | düşünme sonunda anlamak, I, 255 |
OK | ok, I, II, 21, 37, 157, 160, 166, 170, 171, 180, 193, 199, 217, 222, 237, 267, 275, 326, 393, 457, 493, 494, 522 |
OK | paylar ve toprak hisseleri üzerine üle şmek için atılan ok, çekilen kur'a, mirasta düşen pay — I, 37, 48 |
OK | hâl anlamına yakın anlamlı bir edat; fiillerde pekitme edat ı; vakit, zaman — I, 37, 71, 160; III, 16 |
OK | yılan kendisini insan üzerine atan y ılan, I, 37; III, 29 |
OKA | kefillik, kefâlet. I, 40 |
OKA | almak kefil olnnak — I, 40 |
OKÇI | okçu — II, 199 |
OKILMAK | okunmak — I, 197 bkz. okınmak |
OKIMAK | okumak; çagırmak. II, 333; III, 254 |
OKINMAK | okunmak, okur görünmek — I, 202, 203 bkz. ok ılmak |
OKIŞMAK | okuşmak, okumakta yardım ve yarış etmek; (ağrı; mak — I, 186, 359 bkz. okuşmak |
OKITGAN | çok okutan — I, 156 |
OKITMAK | okutmak I, 212 , |
OKITSAMAK | okutmak istemek, çagırtmak istemek — I, 302 |
OKLUG | kirpi büyük kirpi, oklu kirpi — I, 415 |
OKLUK | sadak, I, 100 okramak yem zamanında kişnemek, homurdanmak — I, 275 |
OKRAŞMAK | yem zamanında birlikte ki; nemek — I, 235, 236 |
OKTA | yazturmak ok atmakta yanıltmak — III, 95 |
OKTAM | ok atımı; okluk, I, 107 § bir oktam yer; bir ok atim ı yer — I, 107 |
OKTAMAK | ok atmak, I, 26; II, 97 |
OKTAŞMAK | ok atışmak; kur'a içln ok atıçmak — I, 231 |
OKTATMAK | ok attirnnak — I, 260 |
OKUŞMAK | çağrı; mak — I, 183; II, 103 bkz. okışmak |
OL | o, -dır, -dir, -dur, -dür.I, 20 21, 22, 24, 25, 27, 33, 34, 36, 37, 38, 39, 40, 46, 60. 61, 71, 72, 76, 77, 97, 108, 126, 129, 132, 136, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 164, 165, 166, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 176 , 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, |
OLDAÑ | pabuç altı, tabanı, mestin alt yanı — I, 116 bkz. uldañ |
OLDRUM | kötürüm, yatalak, oturum — III, 412 |
OLDUK | nalsız, yalın ayak — I, 101 bkz. ulduk |
OLDURMAK | oturmak — III, 235 bkz. olturmak |
OLGUN | olgun — III, 167 |
OLGUTMAK | oturtmak — I, 260 bkz. olhutmak |
OLHUTMAK | oturtmak — I, 260 bkz. olgutmak |
OLMA | testi, çanak çömlek — I, 130 , 375; II, 234; III, 182 bkz. ulma |
OLTURMAK | oturmak — I, 219, 224, 374, 413; II, 21; III, 230 bkz. oldurmak |
OLUK | oluk, yalak — I, 67 |
OLUK | küçük kayık, I, 68 |
ON | sayıda 011. I, 49, 69, 219 |
OÑ | kolay — I, 41 bkz. oñay |
OÑ | sağ, solun karşıtı — I, 41 § oñ elig; sağ el — I, 41, 72 |
OÑAY | kolay — I, 41, 244, bkz. ong |
OÑIKLANMAK | zülüflü olmak, takma saçlanmak. I, 311, 312 bkz. öñlklenmek |
OÑMAK | solmak — I, 175 bkz. oñukmak |
ONU | onu — III, 238 |
OÑUKMAK | solmak, rengi atmak, hastalık ve benzerlerinden dolayı buruşmak, tazeliğlni ve parlaklığını kaybetmek — I, 175. 216; III, 394, 395 bkz. oñmak |
OÑULMAK | iyileşmek, düzelmek, lyl olmak, 1 216, 217; III, 395 |
ONUNÇ | sayıda onuncu — I, 132, 133; III, 449, 450 |
OP | harman dövmek Için koşulan öküzlerin ortasında bulunan öküz — I, 34 bkz. mama |
OP | op eşeğin ayağı kaydığında , söylenen söz — I, 34 |
OPMAK | höpürdeterek içmek, I, 172 bkz. öpmek |
OPRAK | yıpranmış, yıpramış, eskimiş — I, 118; III, 16, 38 bkz. obrak |
OPRAMAK | yıpramak — I, 273; III, 358 bkz. obramak |
OPRAŞMAK | yıpraşmak, yıpranmaya başlamak — I, 231. 232 |
OPRATMAK | yıpratmak — I, 261 bkz. obratmak |
OPRI | obruk, çukur; dere — I, 125; III, 134 |
OPRUŞMAK | içmekte yardım ve yarış etmek — I, 232 bkz. öprüşmek |
OPUZLUG | sarp, I, 146 bkz. obuzlug |
OR | at donu al ile doru arasında bulunan at — I, 45' |
ORDU | hakanın oturduğu şehir.I, 124 |
ORDU | sıçan, köstebek gibi yerde ya şayan hayvanların yuvası — I, 124 |
ORDU | başı hakanların döşeyicisi, yaygıcısı. I, 124 |
ORDULANMAK | başşehir edinmek — I, 296 bkz. ordulanmak |
ORDULANMAK | yurt tutmak, yerleşmek — II, 294 bkz. ordulanmak |
ORDUTAL | hamamotu. I, 124 bkz. arğutal, urdutal |
ORGAK | orak — 1. 14, 119; II, 128, 244, 307; III, 45, 267 |
ORILAŞMAK | bağrışmak, çağrışmak.I, 239 bkz. orlaşmak, urılamak, urılaşmak, urlamak, yurlamak |
ORLAŞMAK | bağrışmak, çağrışmak.I, 239 bkz.orılaşmak, urılaşmak, urlamak, urlaşmak, yurlamak |
ORMAK | kesmek, biçmek, vurmak, urmak — I, 14, 172; III, 45 |
ORNAMAK | yerleşmek, yer tutmak, yer edinmek; (güneş) batmak, kaybolmak.I, 288 |
ORNATMAK | yerine koymak — I, 266 |
ORPATMAK | ürpertmek, saçını dağıtmak, I, 259, 260 bkz. örpeşmek, ürpekmek, ürpermek, ürpeşmek |
ORTAK | ortak — I, 99, 439; III, 71 |
ORTAKLIK | ortaklık II, 90 |
ORTU | orta, I, 124, 125 bkz. otra, otru, utru § ortu er; orta ya şlı adam — I, 124 § kün ortu; ögle vakti.I, 124 |
ORTULAMAK | ortalamak, ortasına varmak, I, 316 |
ORU | şalgam, buğday ve buna benzer şeyleri saklamak için kazılan çukur, I, 87 |
ORULMAK | biçlmek I, 194, 195 |
ORUM | kesim — I, 75 § bi orum ot; bir orakta ç ıkarılan ot — I, 75 |
ORUN | yer, mekân, ınevki.II, 72, 177; III, 222, 430 |
ORUNÇ | rüşvet, gevik — III, 449 bkz. urunç |
ORUNÇAK | emanet — I, 148, 149 |
OSRUK | osuruk — I, 99 |
OSRUŞMAK | osuruşmak — I, 234 |
OSUG | bir nesnenin bir nesneye de ğişmesi, bir nesnenin bir nesne ile kar; ılandırılması — I, 64 osuglamak hile ile kilit açmak — I, 306 bkz. üsüglemek |
OSURGAN | osurgan, çok osuran — I, 156 |
OSURMAK | osurmak — I, 178 |
OT | ot, hayvan yemlerinin hepsi — I, 14, 35, 65, 75, 169, 172, 195, 225, 255, 342, 415, 469; II, 79, 108, 133, 294, 330, 348, 351; III, 4, 47, 68, 122, 141, 200, 263, 277, 287, 374, 436, 442 § çivgin ot; hayvanları semirten ot — l, 443 |
OT | ilâç, em, zehir. I, 35, 47, 154, 514, 515; II, 72, 116, 127, 176, 315, 345; III, 224, 252 |
OT | ateş, duman, I, 43, 164, 176, 177, 183, 195, 200, 202, 208, 230, 332, 400, 499, 513, 514, 522; II, 78, 100, 133, 144. 176, 245, 292, 293, 299, 302, 353, 358; III, 16, 23, 63, 65, 96. 97, 265, 341, 348, 430 |
OT | karak gözün gören yeri — I, 382 |
OTAÇI | hekim, ilâç yapan, I, 35, 299 |
OTAG | otag — III, 208 |
OTAMAK | ısınmak, odun yakmak; ilâç yapmak — III, 252 |
OTGARMAK | otlatmak — I, 225 |
OTGUN | eğerin solunda kolanın geçirilerek dile bağlanan enli bir kayışı — I, 107 |
OTLAMAK | otlamak, I, 285 |
OTLANMAK | ateşlenmek, ateş kesilmek, ateş gibi olmak; öfkelenmek — I, 297 |
OTLUG | otlu — I, 98 |
OTLUG | yemlik, ahır, I, 98 |
OTRA | orta, ortada, arada, I, 125, 188, 308; II, 89, 287 bkz. ortu, otru, utru |
OTRAN | don, elbise, I, 108 |
OTRU | karşı, ön, ara, orta, ortasında — I, 68, 126, 494; II, 28, 145; III, 40, 156, 422 bkz. ortu, otra, utru |
OTRUG | ada — I, 97 |
OTRULANMAK | yüz yüze gelmek — I, 296, 297 bkz. utrulanmak |
OTRUNMAK | karşı koymak istemek — I, 251 bkz. utrunmak |
OTRUŞMAK | karşı koymak, karşı gelmek, karşılaşmak — I, 232 bkz. utru; mak ottuz sayıda otuz — I, 142 |
OTULMAK | ekini bozan bitkiler keslimek, ba şi vurulmak.I, 193 bkz. utulmak |
OTUÑ | odun — I, 14, 67, 70, 134, 272, 449; II, 238, 341; III, 153, 187, 246, 249, 252, 292, 351 otuñluk odunluk, I, 162 ot yem karabiber, klmyon glbi tohum ve baharlar, III, 5 |
OVRUG | kemiğin ek yerlerl, bel kemiğinln boyunla birleştiği yer; dagın yamacı ve bittiği yer, I, 118 bkz. ograg, ogrug |
OVUNMAK | oğuşturmak, I, 202; II, 147 bkz. uvunmak |
OXSINMAK | pişman olmak, I, 253 bkz. oxsunmak |
OXSUNMAK | pişman olmak III, 373 bkz. oxsınmak |
OXŞAG | benzeyen, benzer. I, 118 |
OXŞAGU | oyuncak; (mecazen) kadın — I, 138 |
OXŞAMAK | okşamak, şakalaşmak; benzemek; (at) uyumak. I, 282, 283; II, 286 |
OXŞANÇIG | okşanmaya deger, III, 232 oxşatmak benzetmek — I, 262 |
OY | yerdeki oyukluk, çukurluk — I, 49, 146 |
OY | at yagız at, I, 49 |
OY | obuz basık, düz yer — I, 54 |
OY | obuzlug yer sarp, engebeli yer — I, 146 bkz. oy opuzlug yer |
OY | opuzlug yer sarp, engebeli yer — I, 146 bkz. oy obuzlug yer |
OYMA | çizme yapılacak Tnrkmen keçesi — II, 100, 207 |
OYMAK | oymak, yerleştirmek, sıkıştırmak, I, 174 |
OYNAGU | yer oynanacak yer, I, 121 oynak i şler oynak kadın — I, 120 |
OYNAMAK | oynamak.I, 225. 226, 240; II, 114, 226; III, 131, 377 |
OYNAŞ | oynaş, başka biriyle sevişen kadın, I, 120 |
OYNATMAK | oynatmak, I, 271 |
OYTURMAK | oydurmak, bastırmak, sıkı; tırmak — I, 269 |
OYUK | hayal, belge, bostan höyügü — I, 81, 85, 384 |
OYULMAK | oyulmak, çukurlaşmak, sıkıştırılınak — I, 268, 269 oyun oyun, yar ış, I, 85; II, 25 |
OYUŞMAK | oymakta ve basmaktâ yardım ve yarış etmek — I, 268 |
OZGAN | at çok ileri giden, başkalarını geçenat — I, 470 |
OZITGAN | daima ileri sürüp geçerek kazanan — 1, 155 |
OZITMAK | ileri sürmek — I, 155 |
OZMAK | başkasından lleri geçmek — I, 173 bkz uzmak |
OZUK | at koşu ve benzerlerinde lleri glden ve ba şka atları geçen at — I, 66 |
ÖÇ | öç, hınç, kin, 111^111.I, 41, 43, 44, 50, 230; II, 103 |
ÖÇEŞ | yarış, t, 61 |
ÖÇEŞMEK | yarış etmek — I, 61, 181 |
ÖÇLÜG | öcü ve hıncı olan, II, 283 |
ÖÇRÜŞMEK | söndürmek, yatıştırmak.I, 233 |
ÖÇÜRMEK | söndürmek, yatiitırmak, soluğunu kesmek — I, 176, 177, 522 bkz. üçürmek |
ÖÇÜT | öç, I, 50 |
ÖD | duvarda ve ağaçta delik, I, 31 bkz. öt |
ÖD | zaman, vakit; mevsim, hava — I, 44, 330, 353; II, 77, 101; III, 125 bkz. öd |
ÖD | sığır, öküz, I, 45, 346 bkz. ud, ud |
ÖD | öz, kendi. f, 243 öd zaman, vakit — I, 245, 477; II, 68, 321; III, 190, 191 |
ÖD | dag arasındaki dere, geçit — I, 110 bkz. öz, özi |
ÖDIK | sevgi — II, 144, 311 bkz. üdik |
ÖDLEK | zaman, felek, I, 41, 82, 103; II, 196, 234, 304. 335; III, 41, 233, 425 |
ÖDRÜLMEK | ayrılmak, seçilmek — I, 247 |
ÖDRÜM | her şeyin seçilmişi.I, 107 |
ÖDRÜNDI | üründülenmiş, seçilmi; — I, 145 |
ÖDRÜŞ | birtakım şeyler arasında muhayyerlik, seçim — I, 96 |
ÖDRÜŞMEK | seçmekte yardım ve yarış etmek, I, 234 |
ÖDÜRGEN | her şeyi seçen, üyürtleyen. I, 157 |
ÖDÜRMEK | seçmek, üstün tutmak, III, 11 bkz.ad ırmak, edirmek, ödürmek, udurmak, üdürmek |
ÖDÜRMEK | seçip ayırmak. I, 144, 370; III, 228 bkz. adırmak, edirmek, ödürmek udurmak, üdürmek, |
ÖFKE | öfke — I, 195 bkz. öpke |
ÖGDI | alkış, I, 515 |
ÖGE | çok akıllı, yaşlı kimse, ulusun büyüğü.I, II, 48, 90, 310, 356 |
ÖGE | tegit orta halli adamların büyüklerine ve hakan çocuklar ının küçüklerine verilen ungun, I, 356 |
ÖGELEMEK | öge demek, "öge" adı vermek I, 310 bkz. öklemek |
ÖGEY | üvey — I, 123 § ögey ogul |
ÖGMEK | ögmek, sena etmek — I, 174, 472; II, 38 |
ÖGRENMEK | 1 |
ÖGRETMEK | öğretmek — I, 261 |
ÖGREYÜK | görenek, âdet, I, 159, 160 |
ÖGSEMEK | öğmek istemek — I, 277, 278 |
ÖGTÜRMEK | öğdürmek I, 223 |
ÖGÜLMEK | öğülmek, ögünmek — I, 198; III, 343 |
ÖGÜNÇ | ögünç, öğünme.I, 132; III, 449 |
ÖGÜNGÜÇI | kendini öğen — I, 203 |
ÖGÜNMEK | kendini öğmek — I, 140, 203. 252, 309 |
ÖGÜR | koyun, geyik, bağırtlak ku; u, deve, cariye gibi şeylerin toplu bir halde bulunmas ı, bunların sürüsü, bölük — 1. 54, 236, 285, 389; II, 153; III, 6 |
ÖGÜRLENMEK | at sürüsü, aygıra sahip olmak, başka hayvahlar sürü ve bölük hallne gelmek — I, 292 |
ÖGÜRLÜG | er koyun ve benzerl hayvanlardan sürüsü bulunan adam — I, 152 § ögürlüg adg ır; kısrakları, eşleri bulunan aygır — I, 152 |
ÖGÜŞMEK | öğü; mek — I, 187 |
ÖGÜT | ögüt, vaaz — I, 51, 89, 102, 440; III, 46, 155, 440 bkz. ötlük, övüt |
ÖGÜTLEMEK | ögüt vermek, öğütlemek I, 299 |
ÖK | akıl ve anlayış, I, 48, 96, 243 bkz. öksüz |
ÖK | orta yaşı bulup büyümüş hayvan — I, 48 § ök at; dört ya şını geçmiş at — I, 48 |
ÖK | kendi — I, 71 |
ÖKIL | çok, J, 74 |
ÖKLEMEK | öge adı vermek — I, 310 bkz. ögelemek |
ÖKLENMEK | dinlenmek; önceden anlamayıp sonradan anlamak; (çocuk) büyumek, I, 259, 298 |
ÖKLIMEK | aıtmak, çoğalmak; büyümek.I, 287, 362; II, 366 |
ÖKLITMEK | çoğaltmak II. 366 |
ÖKLÜNMEK | yığılmak.I, 258 |
ÖKLÜŞMEK | birbiri üzerine yığılmak, toplanmak — I, 241 |
ÖKLÜTMEK | çoğaltmak, arttırmak.I, 264 |
ÖKME | yığılan her ; ey, I, 130 bkz. ökmek § ökme toprak; y ığma toprak, I, 130 |
ÖKMEK | yığmak, biriktirmek — I, 168 |
ÖKMEK | toplanmış olan her nesne — I, 105 bkz. ökme |
ÖKMEK | kadınların kulaklarına taktıkları altın veya gümüşten yapılmış halka — I, 105 |
ÖKMEKLENMEK | küpelenmek, küpe sahibi olmak — I, 314 |
ÖKSEMEK | yıgmak istemek I, 278 |
ÖKSÜZ | öksüz; şaşkın, akılsız — I, 96 bkz. ök |
ÖKTÜRMEK | yığdırmak — I, 223 |
ÖKÜLGEN | daima yığılan, I, 159 |
ÖKÜLMEK | yığılmak, toplanmak, I, 198, 437; II, 285 |
ÖKÜM | yığın. I, 75 bkz. ökün § öküm toprak; bir tarafa toplanm ış toprak — I, 78 |
ÖKÜN | para, gül ve buna benzer şeylerin yığını — I, 75, 78 bkz. öküm |
ÖKÜNÇ | pişmanlık — I, 132; III, 449 |
ÖKÜNMEK | pişman olmak I, 132, 200, 203; III, 361 |
ÖKÜŞ | çok I 62, 89, 167, 233, 467, 477, 516; II, 156; III, 373, 374 |
ÖKÜŞ | yılkı haşarı hayvan, harın at — I, 62 390, 438, 498, 501, |
ÖKÜŞ | yılkı haşarı hayvan, |
ÖKÜŞLENMEK | çok saymak; çok sanmak — I, 303 |
ÖKÜZ | ırmak, dere, I, 59, 513; III, 191, 341 |
ÖKÜZ | öküz — I, 59, 446, 528; III, 421 |
ÖKÜZLENMEK | öküz sahibi olmak I, 293 |
ÖL | ıslak, yaş, nem, I, 48, 338 |
ÖLDECI | ölecek, I, 438; III, 267 |
ÖLDÜRMEK | öldürmek-I, 224, 522 |
ÖLIMEK | ıslanmak — II, 324; III, 256 |
ÖLIŞMEK | nemlenmek, yaşlık yayılmak — I, 189 |
ÖLITMEK | ısıtmak I, 213; II, 324 |
ÖLMEK | ölmek I, 15, 38, 41, 54, 115, 228; III, 47 |
ÖLSEMEK | ölmek istemek I, 278 |
ÖLŞEMEK | acıkıp gözleri kararmak, açlıktan bayılayazmak — I, 283 bkz. elşemek |
ÖLŞETMEK | acıktırarak gözü görmez etmek — I, 262, 263 bkz. el şetmek |
ÖLÜG | ölü, I, 15, 72, 463; II, 27, 110, 127, 128, 139, 179, 311, 324; III, 272, 309, 424 |
ÖLÜGSEMEK | ölmek istemek — I, 303 |
ÖLÜM | ölüm — I, 47, 75, 516; II, 74, 134; III, 327. 339 |
ÖLÜT | birbirini öldürme, öldürüşme — I, 52 |
ÖLÜT | er kuvvetten düşmüş, yaşlı kimse — I, 52 |
ÖLÜTÇI | öldüren, katil — I, 52 |
ÖLÜTLEMEK | çarpı; mak, aralarında ölüm olayazmak — I, 299 |
ÖMEK | düşündükten sonra anlamak.I, 11 |
ÖMGEN | şah damarının iki tarafında bulunan damar, I, 1 — 20 |
ÖMZÜK | eğerin ön ve arka tarafları, 11011.I, 105 |
ÖÑ | ön, önce, öndün.1, 40, 115 |
ÖÑ | renk, bir şeyin rengi, I, 41 |
ÖÑDÜN | öndün, önce — I, 40, 115 |
ÖÑDÜNKI | önceki, III, 14 |
ÖNDÜRMEK | (bitki) bitirmek, yetlştirmek; yöneltmek — I, 225 |
ÖÑEYÜK | bir şeye, bir kimseye mahsus olan, ayr ılan, özel I, 162 |
ÖÑI | ba; ka, I, 135 bkz. öñin |
ÖÑI | öñlenmek renklenmek, kızarmak, hastalıktan sonra rengi yerine gelmek — I, 289 |
ÖÑIK | kadınların takma olarak keçi kılından yaptıkları zülüf — I, 135 § öñik yörgeyek; ulanm ış zülüf — I, 135 |
ÖÑIKLENMEK | zülüflü olınak, takma saç (zülüf) takmak. I, 311, 312 bkz. oñ ıklanmak |
ÖÑIN | başka, başkası — I, 94, 135 bkz. |
ÖÑLÜG | renkli.I, 41 |
ÖNMEK | (bitki) bitmek, yetişmek, neşvünema bulmak; bitmek , I, 35, 65, 169, 424; II, 21, 204, 328; 111. 359 |
ÖÑMEK | delmek — I, 174 bkz. öñmek |
ÖÑÜK | yastıkların uçlarına yapılan ipek Sal kımlar, saçaklar — I, 135 |
ÖP | öp bir kimse çok öğünüp de dediğini tanıklayamazsa, o kimse için söylenir — I, 43 |
ÖPKE | akciğer, ciğer — I, 128; II, 144; III, 393 |
ÖPKE | öfke, kızgınlık — I, 125, 128, 158, 164, 176, 233; III, 392, 428 bkz. öfke |
ÖPKELEMEK | ciğerine vurmak; öfkelenmek, I, 317; III, 208 bkz. öpkilemek |
ÖPKLIEMEK | öfkelenmek, kızdığı için yüz çevirmek — i, 317 bkz. öpkelemek |
ÖPMEK | öpmek — I, 163, 280 |
ÖPMEK | içmek, I, 163; III, 122 bkz. opmak |
ÖPRÜLMEK | -içiilmek 1. 245, 246 |
ÖPRÜŞMEK | içişmek, höpürdetişmek, içmekte yardım ve yarış ^ş0^I, 232 bkz. opruş-mak |
ÖPSEMEK | öpmek istemek — I, 275, 280 |
ÖPTÜRMEK | öptürmek I, 217 |
ÖPÜLMEK | öpülmek .. I, 193 |
ÖPÜM | yudum — I, 75 |
ÖPÜNMEK | içer gibl görünmek — I, 198 |
ÖPÜRGEN | daima, çok içiren I, 157 |
ÖPÜRMEK | içirmek I, 171, 176 |
ÖPÜRTMEK | içirtmek III, 427 |
ÖPÜŞ | öpüş (iki kişi arasında) — I, 60 |
ÖPÜŞMEK | öpüşmek — I, 180 |
ÖR | kaftanın koltuk altları — I, 45 |
ÖRÇÜK | örülmü; saç — I, 103 bkz. örgüf, örküç |
ÖRDEK | ördek — I, 103, 104, 222, 528; II, 26; III, 17, 391 |
ÖREN | her şeyin kötüsü — I, 76 |
ÖRGEN | urgan, I, 108, 195 |
ÖRGÜÇ | kadınların başlannda bulunan saç ör-güsü, örülmü ş saç — I, 95, 103 bkz. örçük, örküç |
ÖRGÜÇLENMEK | örgülü saç sahibi olmak — I, 312, 313 |
ÖRIMEK | içten çürümek — III, 252, 253 bkz. ürimek |
ÖRK | yular; at tavlası, 1; 43 |
ÖRKLEMEK | örklemek, sıkı sıkıya bağlamak. III, 443 |
ÖRKÜ | örküç, hörküç, I, 129 |
ÖRKÜÇ | örülmüş saç, I, 103 bkz. örçük, örgüç |
ÖRKÜÇ | dalga — I, 95 |
ÖRKÜÇ | sacayagı.I, 95 |
ÖRKÜÇLENMEK | dalgalanmak.I, 95, 312 |
ÖRKÜÇLENMEK | sacayaklanmak.I, 313 |
ÖRLENMEK | belirmek, çıkmak, yükselniek.I, 257, 258 bkz. örmek |
ÖRME | saç örme saç, I, II, 129 |
ÖRMEK | belirmek, çıkmak, kopmak, yükselmek (bulut).I, 139, 173, 257; III, 398 bkz.örlenmek |
ÖRMEK | örmek, I, II, 172, 173 |
ÖRPEŞMEK | (tüy) ürpermek. I, 229, 230 bkz.orpatmak, ürpekmek, ürpermek, ürpe şmek |
ÖRT | yangın, yanan nesne — I, 42 |
ÖRTELMEK | yakılmak. I, 245 |
ÖRTEMEK | yakmak. I, 129, 245, 272; III, 356 |
ÖRTENMEK | yanmak, tutuşmak, kızarmak — I, 251; II, 133 |
ÖRTEŞMEK | karşılıklı birbirini yakmak; saldırışmak .I, 231; II, 219 |
ÖRTETMEK | yaktırmak — I, 260 örtgün samanı ayrılmış harman, çeç — III, 412, 416 bkz. örtkün |
ÖRTIÑ | gençlerin tirnakları üzerinde bulunan aklık, I, 134 bkz. ak, ürüñ § tırñak örüñi; tırnak beyazlığı — I, 134 |
ÖRTKÜN | harman, samanı ayrılmış harman, çeç; harman zamanı — I, 402, 526; II, 214; III, 412, 416 bkz. örtgün |
ÖRTMEN | dam, satıh — III, 412 |
ÖRTRNEK | örtmek — II, 26; III, 425 |
ÖRTÜK | bir şeyin örtüsü, eğer örtüsü — I, 103 |
ÖRTÜLMEK | örtülmek, kapalı kalmak; kanşmak — , I, 139, 244; II, 237 |
ÖRTÜNMEK | örtünmek — I, 250 |
ÖRTÜŞMEK | örtmek, örtmekte yardım etmek, birbirini örteyazmak — I, 230, 231; II, 97 |
ÖRÜK | örülmüş olan her nesne — I, 69 |
ÖRÜK | bir yerde bir müddet kalmak — I, 69 |
ÖRÜLEMEK | ayakta kesmek, boğazlamak, I, 309, 310 |
ÖRÜMÇEK | örümcek, I, 152 |
ÖRÜÑ | arpacıya (afsuncuya) verilen para — I, 134 |
ÖRÜŞMEK | belirmek, yükselmek. I, 186 |
ÖRÜŞMEK | örmekte yardım ve yarış etmek I, 183 örü tartmak birbirine yard ım etmek — III, 382 |
ÖSTIKMEK | özlemek, istek göstermek, I, 244 bkz. öztikmek |
ÖŞERGEN | açlık ve benzerlerinden daima gözü kararan.I, 157 |
ÖŞERMEK | açlıktan göz kararmak. I, 178; III, 68 |
ÖT | acılık; öt kesesi — I, 43 |
ÖT | delik, çukur — I, 31, 43, 276; II, 119, 247; III, 263 bkz. öd |
ÖTELMEK | çalışmak, yorulmak, I, 193 |
ÖTEMEK | ödemek, III, 251 |
ÖTGEN | çok öten.I, 473 |
ÖTGÜNMEK | yansılamak, takllt etmek ve bunda yar ış etmek, I, 254 |
ÖTGÜRMEK | ötüıtmek, sürdürmek; göndermek bir şeyi bir şeyin içinden öteye geçirtmek.I, 226, 227 |
ÖTGÜRÜŞMEK | bir şeyi bir şeye geçirmekte yardım ve yarış etmek; mektupla; nnak — I, 232 bkz. ötrü şmek |
ÖTKI | ivaz, bedel, karşılık — I, 128 |
ÖTKÜNÇ | hikâye, I, 161 bkz. ötükünç |
ÖTKÜNMEK | hikâye söylemek; hakana dilek sunmak — I, 161, 199 bkz. ötünmek |
ÖTLEŞMEK | yağma zamanında eşya dellk deşik olmak. I, 238, 239 |
ÖTLEŞMEK | savaşmak, uğraimak, I, 239 |
ÖTLÜG | delikli, delinmiş .III, 30 |
ÖTLÜK | ögüt, I, 102 bkz. ögüt, övüt |
ÖTMEK | ötmek — I, 529; II, 290; III, 178, 194, 240, 384 |
ÖTMEK | bir şeye geçmek; delmek; boşalmak, (karın) sürmek, I, 171, 371, 424; II, 303 |
ÖTMEK | (yenecek) ekmek — II, 268, 276; III, 57 |
ÖTNÜ | ödünçI, 130 bkz. ötünç |
ÖTRÜM | müshil, sürgün ilacı I, 106, 226 |
ÖTRÜŞMEK | göndermek, herhangi bir şeyde yardım ve yarış etmek — I, 232 bkz. ötgürüşmek |
ÖTSEMEK | öte geçmek istemek, delip geçmek istemek I, 276 |
ÖTTÜRMEK | öttürmek — I, 217 bkz. ötürmek |
ÖTUŞ | ötuş bir çeşit çocuk oyununda "arkada şını, yanındakini, it" anlamına söylenen söz — I, 61 |
ÖTÜG | kusma — I, 68 |
ÖTÜGLÜK | kişi hakandan dileği olan kimse — I, 152 , |
ÖTÜK | hikâye; hakana sunulan dilek — I, 68, 199 |
ÖTÜKÇI | ötüncü, hakan yanında şefaatçi .II, 144 |
ÖTÜKÜNÇ | hikaye.I, 161 bkz. ötkünç |
ÖTÜNÇ | ödünç — I, 131; III, 448 bkz. ötnü |
ÖTÜNMEK | büyüklerden bir dilek istemek — I, 376 bkz. ötkünmek ötünmek hikâye söylemek — I, 199 bkz. ötklinmek |
ÖTÜRMEK | hatırlatmak — I, 267 |
ÖTÜRMEK | delmek, I, 176; II, 44 |
ÖTÜRMEK | hatırlatmak I, 176 bkz. öttürmek |
ÖTÜŞ | bir çeşit çocuk oyunu; bu oyunda ütme, yutma — I, 60 bkz. ütü ş |
ÖV | ev — I, 81 bkz. ef, ev, ev, üv, üv |
ÖVMEK | ufalamak I, 166 bkz. uvmak, uvmak |
ÖVÜT | öğüt, nasihat- I, 102 bkz. ögüt, ötlük |
ÖYEZ | öyez, övez, bir çeşit sivrisinek I, 84 |
ÖYLE | öğle vakti — I, 113 bkz. özle |
ÖZ | öz, kendi, nefs; can, ruh, gönül, I, 45, 46, 63, 154, 201, 202, 203, 206.210, 243, 251, 254, 296, 298, 300, 309, 384, 433. 464, 504, 513; II, 141, 145, 146, 147 , 149, 150, 151, 155, 157, 159, 238, 240, 241, 244, 245, 248, 249, 252, 254, 313, 315; III, 5, 14, 33, 43, |
ÖZ | yürek ve karnın içindeki nesne — I, 46 |
ÖZ | yağ — I, 36, 45 |
ÖZ | iki dağ arasında bulunan dere, I, 46 bkz. öğ, özi |
ÖZ | ağaç özü — I, 46 |
ÖZ | sağır — I, 45 bkz. üz § öz kül; sağır adam — I, 45 |
ÖZ | kişi hısım — I, 46 özle öğle vaktl — I, 114 bkz. öyle |
ÖZEK | beliniç yanında bulunan damar — I, 71 |
ÖZEKLEMEK | ; ah damarını kesmek, şah damarına vurmak, I, 306 |
ÖZELMEK | özlemek III, 131 |
ÖZI | iki dağ arasındaki yol, geçit — I, 89 bkz. öd, öz |
ÖZLEMEK | külde plşlrmek, közleme yapmak, I, 286 |
ÖZLÜG | yağlı — I, 36, 45 |
ÖZLÜK | hususi, hususi at — III, 438 |
ÖZTIKMEK | özlemek, istek gösternnek — I, 244 bkz. östlkmek |
ÖZÜK | kadınlara verllen ungun — I, 71 § altun özük; alt ın gibi temiz ruhlu kadın, I, 71 § ertini özük; bedeni inci gibi temiz olan kad ın — I, 71 |
ÖZÜK | oyularak havuz yapılan her yer — I, 71 |
ÖZÜK | suv büyük derelerden ayrılan her çay, kol — I, 71 |
PAMUK | pamuk, I, 380; III, 346 |
PARS | yırtıcı bir hayvan; Türkler'in onikili y ıllarından 611-1.I, 344, 346 bkz. bars |
PARTU | üste giyilen hırka, pardesü — I, 416 bkz.bertü |
PAT | cibre, her nesnenin çöküntüsü.I, 319 |
PAT | ses ifade eden kelime — I, 319, 320 |
PAT | tüşmek ağır bir şey düşerken ses çıkarmak — I, 320 |
PATLAMAK | kolalamak, mayalı bir tortu ile tortulamak, III, 291 bkz. batlamak |
PEKMES | pekmez, I, 448 bkz. bekmes |
PERÇEM | alâmet, belge, I, 483 bkz. beçkem |
PILRLENMEK | tomurcuklanmak, filizle^mek. II, 237, 238 |
PIS | pis, dağar ve tulum gibi şeylerin dibinde kalan çöküntü, tortu — I, 328 |
PISTIK | egrilmek üzere hazırlanmı; , atılmış pamuk sümeği — I, 476 bkz. bistik |
PISTIK | fitil — I, 476 bkz. bistik |
PIŞIG | pişmiş.I, 372, 373, 379, 455; II, 124; III, 23, 321 bkz. p ışık |
PIŞIG | kerpiç pişmiş kerpiç, tuğla, kiremit — I, 373, 455 |
PIŞIGLAMAK | pişirmek — III, 335, 336 |
PIŞIK | pişmiş — I, 379; III, 23 bkz. pışıg |
PIŞMAK | pişmek, olmak, kımız tulumıınu olması için sallamak.I, 169; II, 12, 120; III, 321, 382 |
PIŞRILMAK | pişirilmek. III, 32 |
PIŞURMAK | pişirmek, II, 78 |
PORSMUK | porsuk — III, 417 bkz. porsuk |
PORSUK | porsuk — III, 417 bkz. porsmuk |
POV | bayatsımak veya kokuşmak sonu ekmek üstünde beliren ye şillik. III, 129 |
PÖTÜRMEK | sağlam hale koymak ispat etmek — II, 72, 73 bkz. bütürmek |
PUS | sis, duman — III, 124 pusarmak pusarmak, sislenmek — II, 78 |
PUS | bolmak puslanmak, duman |nmek — III, 124 |
PUSMAK | pusu kurmak, pusuya girmek, I, 434; II, 10 bkz. püsmek |
PUSUG | pusu — I, 372, 407 bkz. püsüg |
PUSUGLUG | pusu kuran — I, 496 § pusuglug yag ı; pusu kuran düşman — I, 496 |
PUSUKMAK | pusuya girmek, II, 116 |
PUSUŞMAK | birbirine pusu kurmak — II, 101 |
PUŞAK | kederli. I, 154, 378 bkz. buşak, buşgan |
PUŞMAK | sıkılmak (can), usanmak — I, 373; II, 12, 145; III, 262 bkz. bu şmak |
PUŞUG | can sıkıntısı — I, 373 bkz. buşug |
PÜRÇEK | insanın kâkülü, perçeml, atın perçemi. I, 476 |
PÜRÇEKLENMEK | pürçeklenmek, yelesi çıkmak, kâkül (perçem) çıkmak — II, 276 |
PÜRKÜRMEK | bulutlanmak, bürünmek; püskürmek, f ışkırmak.II, 170, 171 |
PÜSMEK | pusu kurmak; çok dövmek, I, 385; II, 10 bkz. pusmak |
PÜSTÜLI | karapazı denilen, yenilen bir ot — I, 451 bkz. büsteli |
PÜSÜG | pusu, I, 385 bkz. pusug |
PÜŞKEL | yufka, pide glbl ince ekmek, çörek — I, 481 bkz. büskeç |
RAK | fazlalık bildiren edat — I, 7 |
RAPÇAT | angarya, beyin halkın gölüklerini alıp üzerine yük yükletmesi .I, 451-sa şart bildiren ek, III, 207 |
SA | sen anlamına bir kelime — III, 208 |
SABAN | sapan, çift ve çiftçi takım ve aygıtları; çifçilik — I, 402; II, 214; III, 216 |
SABANLAMAK | sapanla sürmek — III, 342 bkz. sapanlamak saç saç (ba ştaki) — I, 14, 42, 69, 172, 176, 246, 319, 321, 342, 354, 403, 488; II, 126, 145, 316, 358; III, 47, 84, 85, 207, 260, 386, 401 |
SAÇ | tava — III, 347 |
SAÇGAK | kişi malını saçan, israf eden kişi I, 470 |
SAÇGIRMAK | saçtırayazmak — II, 187 bkz. saçgurmak |
SAÇGURMAK | saçtırayazmak — II, 187 bkz. saçgırmak |
SAÇILMAK | saçılmak — I, 258; II, 122 |
SAÇINDI | nerig saçılan, yayılan şey — I, 449 |
SAÇINMAK | saçmayı iş edinmek — II, 150 |
SAÇITMAK | saçtırmak, dağıtmak, dağıtmayı emretmek.. II, 299 |
SAÇLANMAK | saçlanmak — II, 246 |
SAÇLAŞMAK | birbirinin saçlarını yakalamak. II, 215 |
SAÇLIG | saçlı — I, 464 |
SAÇMAK | saçmak — I, 79, 272; II, 4 |
SAÇRAMAK | sıçramak — II, 133 |
SAÇRATGU | bir çeşit kuş tuzağı — II, 331 bkz. saçrıtgu |
SAÇRATMAK | istemeksizin sıçratmak — II, 331, 332 bkz. saçrıtmak |
SAÇRITGU | bir çeşit kuş tuzağı — II, 331 bkz. saçratgu |
SAÇRITMAK | istemeksizin sıçratmak — II, 331, 332 bkz. saçratmak |
SAÇTAŞMAK | birbirinin saçlarını yakalamak — II, 211 |
SAÇTURMAK | saçtırmak, II, 183, 184 |
SAÇU | elbise ve mendil saçağı, II, 219 |
SAÇUK | neñ saçık, saçılmış nesne — I, 381 |
SAÇULAMAK | saçaklamak, saçak yapmak — III, 323 |
SAFDIÇLANMAK | sepet sahibi olmak — II, 271 |
SAG | sağlık, esenlik — I, 89; III, 154 sag sa ğ, tatII, iyi, temiz, halis; sağ, sağlam; sıcak — III, 154 § sag yag; sade yag, sag ya ğ — III, 154, 159 |
SAG | akıl, zeyreklik, anlayı; — III, 153, 154 |
SAG | yün atmak ve kabartmak için kullan ılan "sağ" denen çubuklar — III, 154 |
SAG | yag sade yag — III, 154, 159 saht e ğerlere, kemerin ba; ına, tokalara işlenen altın veya gümüş l{leme — I, 107 bkz; üstem sak i'şte uyanık ve zeyrek olan — I, 333 |
SAGDIÇ | sagdıç, dost — I, 455; III, 374 |
SAGILMAK | sağılmak — II, 124, 163 |
SAGIM | sağış, sağım — I, 397 § bir sagım süt; bir sağışta sağılan süt — I, 397 |
SAGIN | sağmal — I, 499 |
SAGINLIG | sağmal sahibi, sağmalı olan — I, 499 |
SAGINMAK | sağar görünmek — II, 152 |
SAGINMAK | sanmak, zannetmek; sözle yardım etmek — II, |
SAGIR | içerisine şarap konulan havana benzer söbü bir kap — I, 406 |
SAGIŞMAK | sağmakta yardım ve yarış etmek — II, 101 |
SAGIZ | sakız — I, 365 bkz. sakır, sakız |
SAGIZ | toprak yapışkan toprak — I, 365 |
SAGIZLIG | sakızlı, sakızı olan — I, 495 |
SAGIZLIG | çamurlu yapışkan — I, 495 |
SAGLIG | sayılı olan her ; ey — I, 464 |
SAGLIK | dişi koyun; sağmal, sağılan hayvan — I, 471, 520; II, 22; III, 102 |
SAGLIKLANMAK | sağmal sahlbl olmak — II, 275 |
SAGMAK | sağmak. I, 389; II, 15, 37, 43. 50, 51, 61, 66; III, 325, 339 |
SAGNAGU | kurumu; kabak — I, 491 |
SAGRAK | sürahi, kâse, kap — I, 100, 468, 471 |
SAGRI | deri, her şeyin derisi — I, 421, 422; III, 350 § yer sagr ısı; yeryüzü — I, 422 |
SAGRILAMAK | kaba derlyi sertle{tirmek — III, 353 |
SAGTURMAK | sağdırmak — II, 185 |
SAGU | ölçek — III, 225, 418 |
SAGULAMAK | ölçeklemek, ölçekle ölçmek — III, 325 |
SAGURMAK | su içmek, suyu Içlrmek, suyu çektirmek, kurutmak, suyunu s ızdırarak keş haline getirmek; tükürmek — II, 18, 80, 81 bkz. sudmak, sutmak |
SAK | sak nöbetçinin, bekçinin kaleyi ve at ı koruyablimek için uyanık olmasını emreden söz — I, 333 |
SAKA | dağ yamacı — III, 226 |
SAKAK | çere — I, 282; II, 286 |
SAKAL | sakal — I, 230, 282, 390; II, 286; III, 228 |
SAKALDURUK | külahın başta durması ve yere düşmemesi için çene altından geçirilerek bağlanan ipekten örülmüş bir kaytan — I, 530 |
SAKALDURUKLANMAK | sakalduruğu bağlamak — III, 205 |
SAKIG | ılgın, yalgın, serap — I, 191; III, 268 |
SAKIMAK | hayal imiş gibi görünmek — III, 268, 269 |
SAKINÇ | sakınacak şey; sıkıntı, sakınma, kaygı — I, 69, 100, 142; III, 333, 374 |
SAKINMAK | sakınmak; sanrnak, düşünmek — I, 242, 419; II, 153, 167; III, 61, 361 |
SAKIR | elbiseye bulaşan meyve suyu veya hurma pekmezi gibi nesneler — I, 365 bkz. sag ız, sakız |
SAKIRGAN | büyük sıçan, geme — I, 521 bkz. sıkırkan |
SAKIRKU | kene, sakırga — I, 489 |
SAKIŞ | sayma, sayış, III, 247 bkz. sakmak, samak, sanamak, sanmak |
SAKIZ | elbiseye bulaşan meyve suyu veya hurma pekmezi gibi şeyler — I, 365 bkz. sagız, sakır |
SAKIZLIG | sakızlı, yapışkan şeyler yapışmış olan — I, 495 |
SAKLANMAK | saklanmak, çekinmek — II, 247 |
SAKLAŞMAK | saklaçmak, gizlennnek — II, 216 " |
SAKLIK | uyanıklık — I, 471 |
SAKMAK | saymak, I, 85, 384 bkz. sakış, samak, sanamak, sanmak |
SAL | sal — III, 156 |
SAL | kaplardaki sır — III, 157 |
SALÇI | aşçı, mutfakta bulunan kimse — III, 442 § salç ı biçek; aşçı bıçağı, III, 442 |
SALGA | at gem alınaz, başı sert, çamış at — I, 425 |
SALI | sıva aygıtı, mala — III, 233 |
SALIMLAŞMAK | çarpışmak ve saldıri{mak — II, 258 |
SALINDI | atılan, çıkarılan; erkegin arkaya doğru salıverdiği saç — I, 449 bkz. sulındı § salındı otuñ; sellerin getirerek kıyıya attığı odun — I, 449 |
SALINMAK | sarkmak — II, 154 |
SALIÑULAMAK | yukandan aşağı sarkmak; taşlamak — III, 410 |
SALIŞMAK | sallaşmak, birbirini güreşte sallamak, silkişmek, birbirine sallamak; işaretleşmek, II, 109 |
SALMAK | átmak; bir ; eyle işaret etmek; göndermek, götürmek; toplamak, toplu hale getirmek — II, 24 |
SALÑU | çakıl taşı atılan sapan — III, 379 |
SALTURMAK | saldırtmak; sallatmak, sallamayı emretmek; çıkarıp atmayı emretmek II, 187 samak saymak, I, 281; III, 247, 250 bkz. sak ış, sakmak, sanamak, sanmak |
SAMAN | saman, I, 415; II, 316 |
SAMANLIG | saman sahibi olan — I, 499, 500 |
SAMDA | ayağa glyilen sandal — I, 418 |
SAMDUY | ılık yemek — III, 240 |
SAMLAMAK | ilâç etmek; sağaltmak — III, 298 bkz. em sem, sem |
SAMSITMAK | incitmek — II, 336 |
SAMURSAK | sarımsak, sarmısak — I, 527 bkz. sarmusak |
SAMURTUG | ış içinden çıkılamayan karışık i; , I, 494 |
SAN | sayı, sayma, addü itibar, III, 157, 429 |
SAÑ | kuş pisliği — III, 357 |
SAÑA | sana — I, 391, 392, 423; II, 57, 78, 193; III , 156, 208, 272, 285, 313, 315, 322, 368, 372, 440 |
SANAÇ | dağarcık — I, 358 § sanaç kesürgü; k ırmızı dağarcık — I, 358 |
SANAMAK | saymak — III, 274 bkz. sakış, sakmak, samak, sanmak |
SAÑAN | tadı buruk olan — III, 376 |
SANÇIKMAK | yenilmek; vurulmak, sancılmak — II, 228 |
SANÇILMAK | saplanmak, sancılmak; (asker, ordu) yenilmek. II, 231 |
SANÇIŞMAK | birbirine hançer, bıçak gibi şeyler saplamak, birbirine sanc ımak; birbirlyle savaş yapmak — II, 217 |
SANÇMAK | sançmak, dürtmek, sokmak; yenmek — III, 420 |
SANDIRIŞ | kavga, çekişme — I, 402; II, 214; III, 416 bkz. sandr ış, sandruş |
SANDIRIŞMAK | kavga etmeki saçmalamak — II, 214 bkz. sanr ışmak, sanruşmak |
SANDRIMAK | saçmalamak — III, 281 bkz. sanrımak |
SANDRIŞ | çekişme — III, 416 bkz. sandırış, sandruş |
SANDRUŞ | çekişme — III, 416 bkz. sandırış, sandrış |
SANDUVAÇ | bülbül — I, 529; III, 178, 311 |
SANGARMAK | bir şeyden saymak, bir şeye nispet etmek — II, 188, 189 |
SAÑLAMAK | kuş pislemek. III, 403 |
SAÑLATMAK | kuş pisletmek. II, 359 |
SANMAK | saymak, sayılmak; sanmak, I, 68; II, 28 bkz. sak ış, sakmak, samak, sanamak |
SANRIMAK | saçmalamak.III, 281 bkz. sandrımak |
SANRIŞMAK | saçmalamak — II, 214 bkz. sandırışmak, sanruşmak |
SANRUŞMAK | saçmalamak — II, 213 bkz. sandırışmak, sanrışmak |
SAP | sap, kılıç veya bıçak sapı — I, 384; III, 145 |
SAP | bir söze verilecek cevapta s ıra, yanut; değirmende, su!amada ve gezekte sıra — III, 145 |
SAPANLAMAK | sapanla sürmek, III, 342 bkz.sabanlamak |
SAPIG | çadırın eteği — I, 374 |
SAPILMAK | saplanmak, birisi giderken yan ına takılmak, katılmak — II, 120 |
SAPIMAK | sallamak, hareket ettirmek — III, 256, 257 |
SAPINMAK | saplamayı üzerine almak, saplar gibi görünmek II, 150 |
SAPITGAN | daima sallayan — I, 513 |
SAPITMAK | sallamak, hareket ettirmek; sallatmak II, 298 |
SAPLAMAK | sap yapmak — III, 296 |
SAPLATMAK | saplatmak, sap taktırmak — II, 344 |
SAPLIK | saplık, kılıç ve bıçak gibi şeylere sap olmaya yarayan nesne — I, 470 |
SAPMAK | ipliği iğneye geçirmek, saplamak; bir şeyi sarmak, cinsinden eksik kalan bir şeyi başkasıyle tamannlamak — II, 3, 4 |
SAPTURMAK | ördürmek, yamatmak. II, 183 |
SARAGUÇ | kadın yaşmağı — I, 487 |
SARAGUÇLANMAK | başörtüsü örtmek — III, 205 |
SARAN | hasis, cimri, II, 250 |
SARANLAMAK | pinti saymak, pintilere nispet etmek — III, 345 |
SARANLIK | pintilik, cimrilik I, 504 |
SARGAN | çorak yerlerde biten bir ot — I, 438 |
SARGAN | kamış kamışı kurutan tepe — I, 439 |
SARGAN | yer "sargan"ın bittiği yer — I, 438 |
SARGARMAK | sararmak — I, 69, 486; II, 187, 188 |
SARIÇGA | çekirge, I, 489 bkz. sırıçga |
SARIÇGA | er gevşek ve tembel adam — I, 489 |
SARIG | sarı, sarı renk — I, 329, 374, 395; III, 162, 224 § sap sarıg |
SARIG | erük kayısı, zerdali — I, 69 |
SARIG | kezik sarılık hastalığı — I, 391 |
SARIG | suv karında toplanan sarı su — I, 374 |
SARIG | turma havuç — I, 431 bkz. geşür, gezer, gizri |
SARIGLAMAK | sarılamak, sarı yapmak — III, 336 |
SARIGLIG | sarılık hastalığı olan — I, 496, 500 |
SARIGLIK | sanlık — I, 503 sarıg surıg herhangi bir sarı renk — I, 374 |
SARILMAK | kırmak, darılmak — II, 123 bkz; sarmak, sermek, sürmek |
SARILMAK | sarılmak II, 123 |
SARIM | ibrik, testi glbi şeylerden içilecek olan nesnenin süzülmesi Için bu kaplar ın ağzına gerilen ipek kumaş parçası — I, 397 |
SARINMAK | bir şeyi sarınmak, örtünmek; bir işe sanlmak — II, 151 |
SARIÑULAMAK | buz ve benzeri ; eyler üstıinden kaymak. III, 409, 410 bkz. seriñülemek |
SARIŞMAK | sarmakta yardım ve yarış etmek — II, 96 |
SARITMAK | sardırmak, sarmayı emretmek — II, 304 bkz. sarutmak |
SARKAÇ | karamuk; yaban hindibasına benzer bir ot — I, 454; III, 240 |
SARKAÇLANMAK | yerde yaban hindibasına benzer bir ot bitmek, karamuk otu bitmek II, 271 bkz. surkuçlanmak |
SARKANIK | hayvanlardaki "kırk bayır" denen işkembe — III, 179 bkz. sarkayık |
SARKAYIK | hayvanlardaki "kırk bayır" denen işkembe — III, 179 bkz. sarkanık |
SARKIM | soğuk günlerde kar glbi yağan çiğ — I, 485 |
SARKINDI | suv iri su damlası — I, 493 |
SARKIŞMAK | çok damlamak.II, 214, 215 |
SARKITMAK | damlatmak — II, 339 |
SARKMAK | akar şey sızıp damlamak; uyuşmak, III, 421 |
SARKURMAK | damlatmak — II, 189 |
SARLAMAK | sarmak, III, 296 |
SARLANMAK | sarınmak, sarılmak.II, 246 |
SARLAŞMAK | sarmakta yardım ve yarış etmek — II, 215 |
SARLATMAK | sardırmak, II, 346 |
SARMAÇUK | bir çeşit şehriye .I, 527 |
SARMAK | bir şeyi süzmek ve ayırmak; olgun hale gelmek, III, 167 bkz. sarmalmak, sarma şmak, sarmatmak, sermetmek |
SARMAK | kızmak, çıkışmak, sertelmek, sert söz söylemek II, 38, 39; III, 181 bkz. sar ılmak, sermek, |
SARMALMAK | süzülmek, dolanmak II, 233, 237 bkz. sarma şmak, sarmatmak, sermetmek |
SARMALMAK | sarılmak, dolanmak.II, 233, 237 |
SARMAŞ | sarmaş, bir şeyin bir ; eye sarılması.I, 460 |
SARMAŞ | bolmak halk birbirine kanşmak — I, 460 |
SARMAŞMAK | sarmakta yardım etmek — II, 216 |
SARMAŞMAK | karışmak; süzülmek; bir akarın içinden başka bir şey çıkmak, bunda yardım ve yarış etmek, II, 216, 217 bkz. sarmak, sarmalmak, sarmatmak, sermetmek |
SARMATMAK | sardırmak. II, 349 |
SARMATMAK | bir şeyi sudan ayırıp çıkartmak, süzdürmek. II, 349 bkz. sarmak, sarmalmak, sarma şmak, sermetmek |
SARMUSAK | sarmısak, sarımsak — I, 527 bkz. samursak |
SARNIÇ | deve derisinden yapılan su tulumu; ağaçtan oyulmuş kap — I, 454 |
SARSAL | sansar, samura benzer bir hayvanc ık — I, 483 |
SARSIG | katı ve sert olan her şey — I, 464 § sarsıg söz; katı söz, I, 464 |
SARSITMAK | sert ve kaba muarnele yaptırmak, II. 336 |
SART | tacir, tecimen, satıcı, I, 66, 342; III, 13 |
SART | surt "zart zurt", "fart furt" gibi ses bildiren söz — I, 342 |
SART | surt kılmak "zart zurt", "fart furt" gibi ses ç ıkarmak — I, 342 |
SARTLAMAK | sart (tecimen, tacir) saymak — III, 444 |
SARUMAK | sarmak — III, 262 |
SARUTMAK | sardırmak, sarmayı emretmek — II, 304 bkz. sarıtmak |
SASIG | kokmuş — I, 372 |
SASIG | barıg kokmuç, sası — I, 372 |
SASIK | saksı — I, 382 |
SASIMAK | sasımak, kokmak — III, 265 |
SAŞ | ürkek, III, 152 |
SAŞTURMAK | sayışmak, kesişmek — II, 185 bkz. sayışturmak |
SAŞURMAK | arasını ayırmak — II, 79 |
SATA | mercan, III, 218 |
SATGALMAK | çiğnenmek; borç, takas yapılmak — II, 233 |
SATGAMAK | çiğnemek; bir yol bir yola çatılmak; uğramak; ödeşmek; kar; ılaştırmak — III, 288 |
SATGAN | satan, çok satan, II, 296 |
SATGAŞMAK | rastgelnnek, kavuşmak; sataşmak, saldırışmak; sayışmak, ödeşmek, II, 214 |
SATGUÇI | satıcı — II, 296 |
SATGULUK | satmaya hakkı olan — II, 297 |
SATIG | satış, satma — I, 374 |
SATIGLAMAK | satışmak — III, 336 bkz. satıglaşmak |
SATIGLAŞMAK | satışmak — III, 336 bkz. satıglamak, |
SATIGLI | satmak azminde olan — II, 297 |
SATIGLIK | satılık — I, 503 |
SATIGSAK | satmak isteyen — II, 296, 297 |
SATIGSAMAK | satmak Istennek — III, 333 |
SATILMAK | satılmak II, 121 |
SATINMAK | satar görünmek — II, 150 |
SATIR | piç, aslı belirsiz anlamına sövme .I, 406 |
SATIŞGAN | alışgan daima alıp satan, I, 518, 519 |
SATIŞGAN | tavışgan daima satan ve tasarruf eden; daima alan satan — I, 519 |
SATIŞMAK | satmakta yardım ve yarış etmek, karşılıklı alış veriş etmek II, 89; III, 71 |
SATLANMAK | cesaret göstermek, cüret etmek, atılmak — II, 248 |
SATMA | kulübe, bağ bekçisinin geceleri barınmak için ağaç üzerinde yaptığı çardak — I, 433 |
SATMAK | satmak. I, 519; II, 193, 219, 294, 295, 296 |
SATSAMAK | satmak istemek — III, 284 |
SATTAÇI | satıcı — II, 296 |
SATTURMAK | sattirmak — II, 183 |
SATULAMAK | faydasız söz söylemek, gevezelik etmek — III, 194, 323 |
SATURMAK | saydırmak — III, 186, 187, 192 |
SAV | şöhret, san — III, 43 |
SAV | söz, haber, salık; mektup; risale; atalar sözü, darb ımesel; kıssa, hikâye, tarihsel şeyler, I, 97, 207, 362, 409, 471, 508, 523, 524; II, 20; III, 154, 155, 158, 441 |
SAVAŞMAK | sava; mak, çarpı; mak — II, 102 |
SAVÇI | elçi, peygamber; hısım ve dünürler ara sındaki elçi — III, 154, 441 |
SAVDIÇ | sepet, sele, I, 173, 455 |
SAVGARGULUK | sulamak hakkı olan — II, 256 |
SAVILMAK | savulmak; (güneş) inmek I, 106; II, 170 bkz. savulmak |
SAVLAMAK | söylemek, atalar sözü söylemek — III, 297 |
SAVLANMAK | atalar sözu söylemek — III, 199 |
SAVLAŞMAK | birbirine sav söylemek; sal ık vermek; herhangi bir şey üzerine konuşmak, II, 215, 216 |
SAVRAMAK | savulmak; azalmak, seyrekleşmek, savsamak, gevşemek; savmak, sağalmak — III, 41, 278, 281 bkz. savrımak, sevremek |
SAVRIMAK | azalmak, seyrekleşmek, III, 278 bkz. savramak, sevremek |
SAVRUKMAK | savrulmak, akan su köpüre kö-püre dalgalanarak çalkalanmak, II, 172, 228 |
SAVRULMAK | savrulmak, saçılmak — II, 232 |
SAVRUŞMAK | savurmakta yardım etmek — II, 212, 213 |
SAVULMAK | bulunduğu halden ayrılmak, bir yana eğilmek, batmak; savulmak, gitmek II, 125, 163; III, 80 bkz. savılmak |
SAVURMAK | savurmak, saçmak — I, 330; II, 82 |
SAVURTMAK | savurtmak III, 431 |
SAY | kara taşlık yer — III, 158 |
SAY | vücuda giyilen zırh, III, 158 § say yarık; demir göğüslük III, 15, 158 |
SAYGIRMAK | yer kara taşlı olayazmak. III, 193 |
SAYIKMAK | yer kara taşlı 0111^.III, 189, 190 |
SAYILGAN | etilgen birçok işlere giren çıkan — I, 158 |
SAYIŞ | ödenek — III, 126 bkz. seyş |
SAYIŞTURMAK | sayışmak, kesişmek, II, 185 bkz. saşturmak |
SAYPAMAK | israf etmek III, 310, 311 |
SAYPATMAK | israf ettirmek II, 357 |
SAYRAM | suv topuktan yukarı çıkmayan sığ su II, .111, 176 |
SAYRAMAK | şakımak, ötüşmek; saçmalamak, hezeyan etmek, I, 467; III, 240, 311 |
SAYRAMLANMAK | su azalmak, sığ bir hal almak, su biraz çekilmek — III, 205 |
SAYRATMAK | çok söyletmek II, 357 |
SAZINÇI | taşı alçı taşı — III, 375 |
SEÇE | serçe kuşu — III, 219 |
SEÇIŞMEK | saçmakta yardım ve yarış etmek — II, 92 |
SEDREK | kapug parmaklıklı kapı — I, 478 |
SEDREK(G) | seyrek, I, 384, 477 § sedrek böz; seyrek bez — I, 477 |
SEDREMEK | incelmek, seyremek, seyrekleşmek; elbise erpimek.III, 167, 277 |
SEDREŞMEK | seyrekleşmek. II, 211 |
SEDRETMEK | seyrek hale getirmek; seyretmek. II, 332 |
SEFINÇ | memnun olma, sevinç — III, 377 bkz. sevinç |
SEGIRTMEK | segirtmek, koşturmak II, 274; III, 429 bkz. sekirtmek |
SEGREMEK | seğirtmek — I, 142 bkz. sekremek, sekrimek |
SEGRIŞMEK | seğrişmek, koşuşmak, seğirtmekte yardım ve yarış etmek — I, 214; II, 225 bkz. sekrişmek |
SEKIRTMEK | seğirtmek, koşturmak — II, 274; III, 429, 431, 432 bkz. segirtmek |
SEKITMEK | sektirmek — II, 310 |
SEKIZ | sayıda sekiz — I, 365 bkz. sekkiz |
SEKIZ | on sayıda seksen — I, 437 bkz. seksün |
SEKKIZ | sayıda sekiz — I, 365 bkz. sekiz |
SEKREMEK | seglrtmek, I, 142 bkz. segremek, sekrimek |
SEKRIMEK | seğirtmek — I, 354; III, 281 bkz..segremek, sekremek |
SEKRIŞMEK | seğrişmek, koşuşmak, sejlrtmekte yardım ve yariş etmek I, 214; II, 225 bkz. segrişmek |
SEKRITMEK | sıçratmak, atlatmak — II, 333 |
SEKSÜN | sayıda seksen — I, 437 bkz. sekiz on |
SEKÜ | dükkân; seki — III, 230 |
SELÇÜK | sü-başı Selçuk hanlannın dedesi olan kişi-I, 478 |
SEM | ilâç — III, 157 bkz. em sem, samlamak |
SEMIZ | semiz — I, 365 bkz. semüz |
SEMIZLIK | semızlik. I, 507 |
SEMRIMEK | semirmek, yağlanmak — II, 365; III, 281 |
SEMRIŞMEK | semizleşmek II, 213 |
SEMRITMEK | semirtmek.II, 333 |
SEMÜRGÜK | bülbüle benzer bir kuş — II, 290 |
SEMÜZ | semiz — I, 285 bkz. semiz |
SEN | sen — 1, 36, 43, 74, 76, 79, 87, 110, 126, 134, 207, 281, 339, 353. 365, 391, 403, 412, 462, 529; II, 40, 42, 69, 167, 185, 204, 347; III, 26, 124, 131, 138, 145, 147, 154, 173, 178, 179. 207, 208, 214, 222, 233, 234, 256, 349, 357, 367, 440- |
SEÑEÇ | fındık gibi küçük ve tatlı bir elma — III, 381 bkz. senkeç |
SEÑEK | su içilen testi; ağaçtan oyulmuş su kabı, III, 367 |
SEÑIL | insanın yüzünde çıkan siyil, ergenselik; yüzde olan çi ğit hastalığı — I, 483 |
SEÑIR | dağ çıkıntısı, dağ burnu; herhangi bir duvarın ucu .III, 360, 362 |
SENKEÇ | fındık küçüklüğünde akı ve kırmızısı olan bır çeşit tatlı elma.I, 455 bkz. señeç |
SENLEMEK | sen diye aytamak, küçük say ılmak III, 298 |
SENLETMEK | sen ile aytatmak — II, 346, 347 |
SEÑREGÜ | her zaman burnundan sümük akan çocu ğa sövmede kullanılan kelime — III, 387 |
SEÑREGÜ | at engi hastalığına tutulmuş olup burnundan irln gibi sümük akan at — III, 387 |
SEP | gelinin malı olan çeyiz — I, 319 |
SEPTÜRMEK | çeyizlemek, çeyizle güveyin evine gönderme ği enrıretmek — II, 182 |
SERGEK | sarhoşun, sarhoşluk yüzünden iki tarafa sallan ınası — II, 289 |
SERGEKLEMEK | yalpalanmak, iki yana sallanmak II, 289 |
SERILMEK | sarsılmak, sendelemek, yalpa ile dü şeyazmak — 1. 196; II, 123 |
SERINMEK | sabretmek, II, 167; III, 233 |
SERIÑÜLEMEK | buz ve benzeri şeyler üstünden kaymak — III, 400, 410 bkz. sar ıñulamak |
SERK | saksı ve saksı kırıkları — I, 353 |
SERKER | haydut, yol kesen — I, 457 |
SERMEK | sabretmek — II, 7, 38 |
SERMEK | kızmak, çıkışmak, sertelmek, sert ve kaba söz söylemek, II, 38, 39; III, 181 bkz. sar ılmak, sarmak, sürmek |
SERMETMEK | bir şeyi sudan åyırıp çıkartmak, süzdürmek. II, 349 bkz. sarmak, sarmalmak, sarma şmak, sarmatmak |
SERÜ | evlerde üzerine eşya konan raf — III, 221 |
SESINMEK | niyetlenmek, hazırlanmak; (at) bağından çözülmek üzere olmak — II, 152 bkz. se şilmek, seşlinmek, seşümek |
SEŞILGEN | daima çözülen — I, 524, 525 |
SEŞILMEK | çözülmek, ayrılmak.II, 124; III, 102 bkz. sesinmek, se şlinmek, seşümek |
SEŞLINMEK | çözülmek, bagından boşanmak. II, 247 bkz. sesinmek, seşilmek, seşümek |
SEŞMEK | çözmek — II, 13, 14 bkz. şeşmek |
SEŞTÜRMEK | çözdürmek, II, 184, 185, 187 bkz. şeştürmek |
SEŞÜK | çözük, çözülmüş — I, 390 |
SEŞÜMEK | gevşemek, çözüleyazmak. III, 267 — bkz. sesinmek, se şilmek, 'seşlinmek, |
SEVINÇ | sevinç, I, 12; III, 373, 374 bkz. sefinç |
SEVINMEK | sevinmek. I, 12. 100, 142, 285, 419; II, 167, 268; III, 87, 159 bkz. sevünmek |
SEVINMEK | sey ; ödenek — III, 126 bkz. sayış |
SEVIŞMEK | sevişmek — II, 102 |
SEVMEK | sevmek — II, 15; III, 175, 385 |
SEVREMEK | seyremek — I, 103 bkz. savramak, savrımak |
SEVRITMEK | eşyayı boşaltmak, işi bitirmek ve işten vaz geçmek II, 332, 333, 335 |
SEVTIIRMEK | sevdirmek.II, 185 |
SEVÜK | sevgili, seviIen. I, 94, 390 |
SEVÜKLÜK | sevgi- II, 172 |
SEVÜKSÜZ | sevgisiz — II, 250 |
SEVÜNMEK | sevinmek. II, 153 bkz. |
SEZIK | seziş, sezme — I, 408; II, 152 |
SEZIKMEK | sezmek — II, 117 |
SEZINMEK | sezinmek, sanmak — I, 419; II, 152 |
SIBEK | değirmen taşının üzerinde döndüğü demir.I, 389 |
SIBEK | sübek, çocuğun içine işemesi için beşiğe konan kamış, I, 389 |
SIBIZ | kişi alık, dalgın adam, I, 406 |
SIBIZGU | düdük, boru — I, 217, 246, 489 bkz. s ıbuzgu |
SIBUZGU | düdük, boru — I, 176 bkz. sıbızgu |
SIÇGAK | sıçırgan, sık sık sıçan — I, 470 |
SIÇGAN | sıçan, fare — I, 75, 345, 409, 438; II, 263; III, 263, 267. 282, 412 |
SIÇGAN | yılı Türkler'in onikili yıllarından biri — I, 345, 438 |
SIÇITMAK | sıçırtmak — II, 300 |
SIÇMAK | sıçmak, I, 343; II, 4 |
SIÇTURMAK | sıçtırmak .II, 184 |
SIDIG | kaftanın göğse kadar olan iki eteğinden biri.I, 374, 389 bkz. sidig |
SIDIG | diş etleri arasındaki a(iklık — I, 374 bkz. sıgzag |
SIDIG | kaftanın iki yanından, sağ ve sol taraflarından birisi, I, 389 bkz. sıdıg |
SIDIRGAK | çatal tırnaklı olan sığır, geyik gibi hayvanların tırnakları — I, 502 |
SIDIRGAN | sıyırmak yaratilışında olan, daima sıyıran — I, 517 |
SIDIRMAK | sıyırmak — I, 517 |
SIDITMEK | işetmek — II, 302 |
SIDMEK | işemek, siymek, II, 295; III, 321, 440 bkz. sitmek |
SIDRILMAK | sıyrılıp kaçmak, kaymak; bütün kıvrıntı ve büküntüleriyle yola bak ılmak ve düşünülmek. II, 231, 232 |
SIDRIM | sırım.I, 485 bkz. sıdrım |
SIDRIM | ışlıg er işlediği işi bitiren, başkasına bırakmayan adann — I, 485 |
SIDRIM | sıyrım; sırım — I, 517 bkz. sıdrım |
SIDRIŞMAK | sıyırmakta, kar kürümekte yardım etmek II, 211 bkz. sıdrışmak |
SIDRIŞMAK | sıyırmakta ve kar kürümekte yardım etmek — II, 211 bkz. sıdrışmak-sıg ( — sig) isim sonuna getirilen benzetme eki, III, 128 |
SIDTÜRMEK | işetmek, siydirmek — II, 183 bkz. sittürmek |
SIDÜK | sidik — I, 389 bkz. sidük |
SIDÜK | sidik, III, 321 bkz. sidük |
SIGAN | saç sığanmış saç, kıvırcık olmayan saç — I, 403 |
SIGDATMAK | ağlatmak — II, 327 bkz. sıgtatmak, sıhtatmak |
SIGIL | siyil — I, 394 |
SIGINMAK | sığınmak — II, 152, 160 |
SIGIR | hanların halk ile beraber yaptığı sürgün avı- I, 364 |
SIGIR | sığır — I, 364; II, 79, 189 § suv |
SIGIRÇIK | sığırcık kuşu — I, 501 bkz. sıgırçuk |
SIGIRÇUK | sığırcık kuşu — I, 505 bkz. sıgırçık |
SIGIRI | ; manda — I, 368 |
SIGIRLAMAK | sığırdan saymak, sığıra nispet etmek, III, 331 |
SIGIRLIG | sığırlı, sığır sahibi — I, 495 |
SIGIT | ağlama, ağlayı; — I, 356 bkz. sıhıt |
SIGMAK | sığmak; tesir etmek, dokunmak, koymak — I, 183, 359, 397; II, 15 |
SIGRA | iki dağ arasındaki geniş dere — I, 422 |
SIGRIG | dağda atlamakla geçilen yer — I, 478 bkz. sikrig |
SIGRUŞMAK | 51^5111-11^.II, 212 |
SIGTAMAK | ağlamak. III, 275, 355 bkz. sıhtamak |
SIGTAŞMAK | ağlaşmak. II, 211 bkz. sıhtaşmak |
SIGTATMAK | ağlatmak, II, 360 bkz. sıgdatmak, sıxtatmak |
SIGTURMAK | sığdırmak — II, 185 |
SIGUN | yaban sığırı, dağ keçisi tekesi — I, 409 |
SIGUN | ot kökü insana benzeyen, çiftle; me kuvveti kalmayanlarca kullan ılıp erkeğl ve dişisi bulunan ve erkeği erkeğe, dişisi kadına verilen bir ot — I, 409 |
SIGURMAK | sığdırmak.II, 81 |
SIGZAG | dişlerin arasındaki açıklık, I, 464 bkz. sıdıg |
SIGZALMAK | bir şeyi bir şeye sığdırmak, sıkıştırmak — II, 232, 233 |
SIGZAMAK | dişek ve hilâl ile diş kurcalamak; papuçta dikiş arasına parça koyarak sızgı yapmak, iki şeyin arasına bir şey sıkıştırıp koymak, III, 283 |
SIGZIG | mest ve ayakkabı gibi şeylerde iki dikiş arasına konulan sahtiyan — I, 464 |
SIGZIG | iki şeyi birleştiren kenet — I, 464 |
SIK | az, III, 130 |
SIK | sik, I, 201, 334 |
SIKAMAK | el ile sığamak — III, 269 |
SIKILMAK | sıkılmak — II, 125 |
SIKILMEK | sikilmek II, 126 |
SIKIRKAN | büyük sıçan, geme, I, 521; II, 263 bkz. sak ırkan |
SIKIRMAK | ıslık çalmak — II, 83 |
SIKIŞ | itişme, çarpışma — I, 368 |
SIKIŞ | sikiş, I, 369 |
SIKIŞMAK | sıkışmak, sıkmakta yardım ve yarış etmek — II, 104 |
SIKIŞMEK | sikişmek — II, 107 |
SIKITMEK | düzdürmek, siktirmek II, 309 |
SIKKEN | her zaman siken — I, 401 |
SIKLIŞMAK | sıkışmak, sıkılmak., II, 216 |
SIKMAK | sıkmak — II, 18 |
SIKMAN | üzüm sıkma zarnanı — I, 444 |
SIKMEK | sikmek — I, 401; II, 22 |
SIKRIG | dağda atlamakla geçilen yer — I, 478 bkz. sigrig |
SIKRIŞMAK | birlikte ıslık çalmak, II, 213 |
SIKTURMAK | sıktırmak, sıkılnmak, II, 186 |
SIKTÜRMEK | siktirmek II, 186 |
SIL | her yemekten tiksinen, bogazs ız insan; az yem yiyen hayvan — III, 134 |
SILIG | temiz, ince, yakışıklı, tatlı dilli. I, 390 |
SILKINMEK | silkinmek; ürpermek — II, 246 |
SILKMEK | silkmek, III, 422, 423 |
SILKNEMEK | siğile ilãç yapmak, sağaltmak — III, 301, 302 |
SIMAK | kırmak; bozmak; yenmek, galebe etmek, I, 282, 382, 473; III, 249 |
SIMSIMRAK | bir çeşit yemek — III, 136 |
SIN | boy, bos — III, 138 |
SIN | mezar — III, 65, 138 |
SIN | sen — III, 138 |
SIÑ | çınlama, vızlama sesi — III, 358 |
SIÑ | etmek çınlamak, vızlamak — III, 358 |
SINALMAK | sınanmak — II, 126 |
SINAMAK | denemek, sınamak — I, 242; III, 273 |
SIÑARLAMAK | yalnız ve yardımcısız bulduğu için zayıf görüp öç almak — III, 409 |
SIÑARSUK | iki kişi bir ata bindiğinde ikincinin oturduğu yer, III, 388 |
SINATMAK | sınatmak, tecrübe 0111^0^II, 312, 313 |
SINÇGAN | mugaylan dikeni, Lycium europeum — III, 146 |
SINÇÜ | somunla yufka arası bir çeşit ekmek, pide. I, 417 |
SINDU | makas — I, 418 |
SIÑDÜRMEK | sindirmek, hazmettirmek; saklamak — III, 397 bkz. siñirmek, singürmek |
SIÑEK | sinek, sivrlsinek, karaslnek. II, 13, 352; III, 100, 367 |
SIÑI | içe sinen, hazmolunan, III, 368 |
SIÑIL | kocanın kendinden küçük kız kardeşi I, 57; III, 7, 366 |
SIÑILAMAK | soğuktan zırıncımak, donacak halde soğumak; çınlamak — III, 405 |
SIÑILLENMEK | kız kardeş edinmek.III, 408 |
SIÑIR | 51^1-.I, 520; III, 362 |
SIÑIRLEMEK | sinir sarmak — III, 409 |
SIÑIRLENMEK | sinirlenmek, siniri çoğalmak, sinir sarılmak.III, 407 |
SIÑIRMEK | sindirmek, emdirmek III, 392 bkz. siñdürmek, siñürmek |
SIÑIŞMEK | çekilmek; başkasının parçaları arasına sinip sızmak (akarlar için) III, 394 |
SINLIG | boylu poslu — III, 138 |
SINMAK | kırılmak, bozulmak, incitmek I, 254; II, 19, 29; III, 365 |
SIÑMEK | sinmek, hazmedilmek; işlemek, girmek; saklanmak, sahibine sormadan bir yere girip sinmek III, 155. 391 |
SINUK | sınık, kırılmı; — III, 365 bkz. |
SIÑUK | sııigar bir şeyin tarafı, yanı — III, 375 |
SIÑUK | sınık, kırılmış — III, 365 bkz. sınuk |
SIÑÜRMEK | yutmak, hazmetmek. III, 392, 397bkz. siñdürmek, siñirmek |
SIÑÜT | karşılığına bir şey verilmeyen ve geri gönderilmeyen arma ğan. III, 362 bkz. süñüt |
SIP | iki yaşına girmiş olan tay — I, 207, 319; III, 158 |
SIP | akur hayvan torbası — I, 487 § sıp akurı; hayvan torbası; ikl yaşındaki tayın yem yedigi yer — I, 487 |
SIPÜT | karabiber, kimyon gibi yemeğe katılan bir ot — I, 356 |
SIR | kendisiyle Çin kâseleri dlâlan ıp üzerine nakış yapılan macun, sır — I, 324 |
SIR | ağustos böceginin, kalem ve kaleme benzer şeylerin çıkardığı sesi anlatan bir kelime. I, 324 |
SIR | etmek (agustos böcegi) ötmek — I, 324 |
SIRIÇGA | sırça — I, 489 |
SIRIÇGA | çekirge — I, 489 bkz. sarıçga |
SIRIÇGA | er gevşek ve tembel adam, I, 489 |
SIRILMAK | bulaşmak, yapı; mak — II, 123, 124 |
SIRIMAK | pislemek, siymek; sık dlkişle dlkmek — III, 262 |
SIRIŞMAK | sık dikmekte yardım etmek — II, 96 |
SIRITMAK | sık diktirmek — II, 304 |
SIRKE | sirke, I, 191, 207, 209, 430; II, 30, 138, 295, 337; III, 121, 252, 284 |
SIRKE | bit yumurtası, sirke — I, 430 |
SIRKELEMEK | (bir şeye) sirke katmak; (baştan) sirke toplamak III, 353 |
SIRKELENMEK | sirkelenmek, (baş) bit yavrusu (sirke) ile dolmak — III, 202 |
SIRLAMAK | sırlamak, sır vurmak — III, 296 |
SIRLANMAK | (işe) hazırlanmak; sırlanmak — II, 246, 247 |
SIRLATMAK | sırlatmak — II, 346 |
SIRLIG | sırlı, nakışlı.I, 324 § sırlıg ayak; sırlı kâse — I, 324 |
SIRMAK | eşek palanındaki teyeltl — I, 471 |
SIRT | kıl, kalın kıl; bayır, yokuş, sırt, küçük dere — I, 342 |
SIRTIG | herhangi bir sözün izeridir kl hepsl de ğil bir parçası anla; ılabilır — I, 463 sırtıg bulmak sözün izerini bulmak — I, 463 |
SIRTLAMAK | kuyruğu iple bükmek; küçük bir dereden yukar ı çıkmak.III, 444 |
SIRUK | sırık, çadır direği. I. 381 |
SIRUKLUK | sırıklık, I, 503, 505 |
SIŞ | şiş, tutmaç şişi.I, 331; II, 15, 174; III, 125bkz. şış |
SIŞ | şişmiş olan her nesne, yumru — III, 125, 184 bkz. s ışılmak, siş |
SIŞ | şişmiş olan her nesne, yumru. bkz. sış, sışılmak |
SIŞILMAK | kabına sığmayacak kadar su ile şişmek, II, 124 bkz. sış, siş |
SITGALMAK | sığanmak, sığanılmak II, 233 |
SITGAMAK | sığamak — I, 325; 111. 288 |
SITGANMAK | sığanmak — II, 245, 246 |
SITGAŞMAK | sıgaşmak, sığamakta yardım ve yarış etmek — II, 214 |
SITMEK | işemek II, 295 bkz. sidmek |
SITTÜRMEK | işetmek, siydirmek — II, 183 bkz.sidtürmek |
SITURMAK | kestirmek, kıydırmak, kırdırmak. III, 187 |
SIXIT | aglama — III, 275 bkz. sıgıt |
SIXTAMAK | ağlamak.III, 275 bkz. sıgtamak |
SIXTAŞMAK | aglaşmak — II, 211 bkz. sıgtaşmak |
SIXTATMAK | aglatmak, II, 327 bkz. sıgdatmak, sıgtatmak |
SIYUMAK | yenmek, bozmak, yarmak.I, 123, 128 |
SIZ | siz, büyük ve sayılan kişilere "sen" yerinde aytanan söz, I, 25, 339, 365. 376, 407; II, 347; III, 124 |
SIZGURMAK | sızdırmak, eritm — ek; arıklatmlak, zayıflatmak — II, 188 |
SIZITMAK | sızdırmak, I, 374; II, 305, 306 |
SIZLAG | soğuk su içmekten veya buz çiğnemekten dişlerin üşüyerek uyuşması, I, 464 |
SIZLAMAK | sızlamak, ağrımak. III, 297 |
SIZLATMAK | sızlatmak, soğuktan ağrı veya 'sızı duyurmak — II, 346 |
SIZLATSI(-SI) | sónu sâkin kelimelerde izafet edat ı — III, 209, 210 |
SIZLEMEK | aytarken büyüklemek — III, 298 |
SIZLETMEK | siz diye aytatmak, hitap ettirmek II, 347 |
SIZMAK | sızmak, erimek; (güneş) belirmek, ucu görünmek; arıklamak, zayıflamak — II, 9, 10; III, 182 |
SOGAN | soğan, I, 409 bkz. sogun |
SOGAN | yılan tulum gibi irl bir yılan — I, 409 |
SOGIMAK | soğumak. III, 268 |
SOGLIMAK | aramak için elini koynuna sokmak — III, 297 bkz. sogl ıtmak, sogratmak, sugratmak |
SOGLITMAK | aramak için elini koynuna sokturmak II 346 bkz. sogl ımak, sogratmak, sugratmak |
SOGMAK | elde etmek, edinmek — II, 15 bkz. sogratmak, sogurmak, sugratmak |
SOGRAŞMAK | sormak, emmek, II, 212 |
SOGRATMAK | aratmak, aratarak her şeyi görmek — II, 332 bkz. soglımak, soglıtmak, sogmak, sogurmak, sugratmak ; |
SOGUK | soguk — I, 503 |
SOGUKLANMAK | soguk bulmak veya soğuk saymak — II, 266, 267 |
SOGUKLUK | sogukluk için hazırlanmış — I, 503 |
SOGULGAN | daima çabuk soğulan, sızıp kaybolan. I, 520 |
SOGULMAK | (su) topraga sızıp kaybolmak, (su, süt) çekilmek, azalmak.II, 124, 125, 139, 163, 170 |
SOGUN | sogan. I, 409 bkz. sogan |
SOGUNLUG | soğanlı, I, 499 |
SOGUNMAK | üşümek; sidikten ve benzerlerinden temizlenmek. II, 152 |
SOGUR | ada tavşanı, kelere benzer bir çeşit ada tavşanı.I, 363; II, 227 bkz. sugur |
SOGURLUG | tavşanı çok ve bol olan — I, 494 |
SOGURMAK | elde etmek, edinmek — II, 15 bkz. sogmak, sogratmak, sugratmak |
SOGUŞMAK | soğumağa yüz tutmak — II, 101 |
SOGUT | bumbar dolması, bumbar yemeği — I, 356 bkz. soktu |
SOGUT | ekşi sütten yapılan peynir, I, 356 |
SOK | aç gözlü; alçak — III, 130 bkz. suk § sok er; aç gözlü; alçak adam — III, 130 |
SOKAR | boynuzsuz hayvan; başı saçsız adam, I, 411 § sokar koy; boynuzsuz koyun, I, 411 |
SOKIM | bir agaç parçasıdır ki çam kozası şeklinde kesilerek içi oyulur, üç taraf ından delinerek okun üzerine konur, I, 397 |
SOKKU | havan — III, 226 bkz. soku |
SOKLUK | oburluk.I, 471 |
SOKLUNMAK | sokulmak — II, 247 |
SOKLUŞMAK | birbirine sokulmak ve yerleşmek II, 216 |
SOKMAK | sokmak, delmek, döverek inceltmek, toplamak I, 425; II, 18; III, 142 bkz. sukmak |
SOKRU | izinsiz, gizlice. I, 422 |
SOKTU | sucuk; karaciğer, et ve baharat karıştirılarak doldurulan ve pi; irildikten sonra yenen bağırsak dolması — I, 416 bkz. sogut |
SOKTURMAK | sokturmak; bir nesneyi dövdü rerek inceltt ırmek.II, 185, 186 |
SOKU | havan. III, 226 bkz. sokku |
SOKULMAK | bir şeyin içine sokulmak; dövülerek inceltilmek II, 125 |
SOKUŞMAK | döverek inceltmekte yardım ve yarış etmek, II, 104 |
SOL | sol.I, 72; III, 134 |
SOLAMUK | solak, I, 487 |
SOLUŞMAK | solmak; yaş meyve veya sebze tazeliğini kaybetmek. II, 109 |
SON' | som, içi dolu madenden olan şey — III, 138 |
SOÑ | bir adamın çolugu çocuğu; her şeyin ve her işin sonu, sonra — III, 357 |
SOÑDAMAK | arkasından kovalamak.III, 400, 401 |
SOÑKUR | sonkur kuşu, yırtıcı kuşlardan biri. II, 95; III, 381 |
SOÑRAMAK | kabulde tembellik etmek ve sözü ikircimlemek III, 402 |
SOÑUK | son, bir şeyin sonu — III, 107 |
SORGU | hacamat aygıtı, kendlsiyle kan alınacak ve emilecek aygıt ve şişe — I, 16, 425; II, 69 |
SORIŞMAK | yüzü ek; inıek — II, 96 |
SORITMAK | emdirmek; buruşturmak, sorutmak, II, 304 |
SORMAK | emmek, sormak — I, 16; II, 70; III, 181 |
SORMAK | (sorgu) sormak, aramak. III, 181 |
SORTURMAK | sordurmak (sorgu) sordurmak; emdirmek II, 184 |
SORUG | sorma, soru, arama; kaybolan şey, aranan şey, I, 374; II, 184 |
SORUGÇI | sorucu, kaybolan şeyi arayıcı — III, 242 |
SORUKMAK | kaybolan ; eyin arandıktan sonra haberi alınmak, aranıp sorularak salık almak — II, 115 |
SORUŞMAK | (suyu veya teri) sormak II, 96 |
SOVUŞGAN | solucan yüzünden olan sarılık has talıgı — I, 519 |
SOYMAK | soymak; deri yıizmek.III, 244 |
SOYSUKMAK | soyguna uğramak — I, 21 bkz. soyukmak |
SOYUKMAK | malı soyulınak — III, 189 bkz. soysukmak |
SOYULMAK | açılmak, dağılmak, (deri veya elbise) soyulmak. III, 190 |
SOYUŞMAK | bir şeyi soymakta yardım etmek, III, 188 |
SÖBI | uzun veya sivri nesne (yuvarlak olmayan). III, 217 bkz. sub ı |
SÖGE | turmak sövmekte devam etmek, III, 230 |
SÖGMEK | söğmek, sövmek I, 27; III, 184 bkz. sökmek |
SÖGTÜRMEK | sövdürmek.II, 186 bkz. söktürmek |
SÖGÜK | küfür, sövme. I, 27 |
SÖGÜŞ | sövme, sövüşme — I, 368 |
SÖGÜŞ | kebap etmeye yarar oğlak veya kuzu — I, 369 |
SÖGÜŞMEK | sövüşmek II, 89, 107 |
SÖGÜT | sögüt ağacı — I, 319, 356; III, 134, 168. 369 bkz. söküt § keyik |
SÖGÜT | ; yaban söğüdü, III, 168 |
SÖGÜTLENMEK | söğütlük olmak, II, 266 |
SÖGÜTLÜG | söğüt sahibi olan, I, 506 |
SÖGÜTLÜK | söğütlük, sögüt ağacı biten yer, I, 506, 510 |
SÖKE | diz üstü çökmek, III, 230 |
SÖKE | olturmak diz çökerek oturrT.ak. II, 21; III, 230 |
SÖKE | turmak diz üstü oturmak III, 230 |
SÖKEL | hasta, II, 10, 40, 216, 394; III, 181, 286, 395 |
SÖKLÜNÇÜ | kebap, II, 309; III, 242 |
SÖKLÜNMEK | kebap edilmek, kebap etmek, kendi kendine et kebap etmek II, 248, 254 |
SÖKMEK | sövmek — I, 27 bkz. sögmek |
SÖKMEK | sökmek, yarmak, yırtmak; diz çökmek, I, 444; II, 21, 22 |
SÖKMEN | yiğitlere verilen ungun — I, 444 |
SÖKMENLENMEK | kahramanlaşmak, kendini kahraman saymak — II, 278 |
SÖKTI | kepek, I, 416 |
SÖKTÜRMEK | sövdürmek II, 186 bkz. sögtürmek |
SÖKTÜRMEK | söktürmek. II, 186 |
SÖKÜLMEK | sökülmek, bozulmak. II, 125, 126 |
SÖKÜLMEK | kızartılmak, kebap 0(^010^II, 126 |
SÖKÜNMEK | diz çökmek; söker görünmek II, 154 |
SÖKÜŞMEK | sökmekte ve yıkmakta yardım ve yarış etmek — II, 90, 107 |
SÖKÜT | söğüt ağacı — I, 319, 356; III, 134, 168, 369 bkz. sögüt |
SÖMRÜŞMEK | sömrüşmek ve bunda yarış et-mek, II, 213 |
SÖMÜRGEN | daima sömüren — I, 523, 525 |
SÖMÜRMEK | sömürmek, II, 85 |
SÖVLEMEK | söylemek, III, 278 |
SÖVLENMEK | fısıldamak, III, 278 |
SÖZ | söz, I, 35, 92, 96, 122, 156, 174, 197, 215, 216, 221, 223, 227, 228, 229, 230, 243, 246, 267, 268, 269, 270, 275, 277, 290, 305, 319, 374, 383, 428, 463, 464, 515, 525; II, 9, 15, 16, 17, 23, 73, 76, 84, 86, 112, 117, 118, 130, 133, 150, 218, 247, 312, 315, 325, 3 |
SÖZEÑRI | saçma sapan söyleyen — III, 389 |
SÖZKELI | söze, III, 145 |
SÖZKIYE | sözceğiz. III, 359 |
SÖZLEMEK | söylemek, konuşmak — I, 339, 402; III, 208, 296, 297 |
SÖZLENMEK | söylemek, sözü açıklamak — II, 247 |
SÖZLEŞMEK | söyleşmek, konuşnnak — II, 215; III, 104 |
SÖZLETMEK | söyletmek, II, 346 |
STEMEK | istemek, arkasına düşmek, aramak — I, 272 bkz. irtemek |
SUBI | uzun ve sivri nesne (yuvarlak olmayan) — III, 217 bkz. söbi |
SUBILAMAK | enll şeyi söbü yapmak, ucunu sivriltmek, yanlar ını daraltmak — III, 323 |
SUBIMAK | uzamak, incelmek, söbüleşmek — III, 257 |
SUBITMAK | sivriltmek, söbütmek — II, 298 |
SUBURGAN | maşatlık — I, 516 bkz. subuzgan |
SUBUZGAN | maşatlık .I, 516 bkz. suburgan |
SUÇ | suç, cürüm, bir çeyin sapmasını bildirir.I, 321 |
SUÇ | kılmak sapmak, kesmemek, I, 321 |
SUÇ | kılmak işl üzerine almaktan çekinmek. I, 321 |
SUÇGURMAK | sıçrayayazmak — II, 187 |
SUÇIMAK | sıçramak. III, 258, 279 § suçımak burkımak; sıçramak — III, 279 |
SUÇITMAK | sıçratmak — II, 300 |
SUÇLUNMAK | sıyrılmak, bir şey yerlnden çekilip çıkarılmak II, 246 |
SUÇLUŞMAK | bir şeyi dışarı çekip çıkarmakta yardım ve yarış etmek — II, 215 |
SUÇULMAK | (çiçek) açılmak, çıkmak; (elbise) çıkarmak, soyunmak; (koyun) yıizülmek. II, 122 |
SUÇUŞMAK | sıçraşmak, kalkı; mak — II, 92 |
SUDMAK | tükurmek, II, 81, 295; III, 132, 321, 439 bkz. sagurmak, sutmak |
SUDTURMAK | tükürtmek II, 183 bkz. sutturmak |
SUDUK | tükrük, I, 381; III, 102, 321 |
SUF | su, III, 427, 431 bkz. suv |
SUF | yün ipliklerinden elie örülen ku şak, III, 129 |
SUFSAMAK | fısıldamak, okuyup üflemek — III, 286 bkz. suf şamak, şuvşaşmak, şuvşatmak |
SUFŞAMAK | fısıldamak, okuyup üflemek — III, 286 bkz. sufsamak, şuvşaşmak, şuvşatmak |
SUGDIÇ | kışın dostlar arasında sıra ile yapılan şölen — I, 455 |
SUGRATMAK | aratmak, aratarak her şeyi görmek — II, 332 bkz. soglımak, soglıtmak, sogmak, sogratmak, sogurmak |
SUGUR | kelere benzer bir çeşit ada tavşanı.I, 363 bkz. sogur |
SUK | aç gözlü; alçak, III, 130 bkz. sok § suk er |
SUK | erıñek işaret (şahadet) parnnağı — III, 130 |
SUK | yalñus er kendine yardım eden bir kimsesi ve arkadaşı bulunmayan, yapyalnız adam — I, 333 |
SUKAK | sığın, geyik, be/az geyik — I, 214; II, 287 |
SUKAKLIG | geyikli, geyiği çok olan — I, 498 |
SUKARLAÇ | börk uzun külâh, börk, I, 493 |
SUKIMAK | parmağıyla gıdıklamak — III, 269 |
SUKINMAK | yıkanmak — II, 153, 154 |
SUKMAK | delmek — I, 425 bkz. sokmak |
SULAK | dalak — I, 411 bkz. talak |
SULINDI | erkeğin arkaya doğru salıverdiği saç — I, 449 bkz. salındı |
SULUK | sarık — III, 262 bkz. suvluk |
SUMA | önce ıslatılıp sonra kurutularak öğüdülen ve bulamaç, ekmek gibi şeyler yapılan bugday, aynı suretle hazırlanıp şerbet hamurunda kullanılan arpa — III, 234 |
SUMAK | itaat etmek; bükülmek üzere sümek göndermek III, 248. 249 |
SUMLIM | Türkçe bilmeyen kimse.I, 486; II, 347 |
SUMLIM | Tat hiç Türkçe bilmeyen Farslı — I, 486 sumlışmak yabancı dil konuşmak — II, 216 bkz. sumluşmak |
SUMLIMAK | Türkçe'den başka bir dille konuşmak, III, 298 |
SUMLITMAK | yabancı dil ile söyletmek, II, 347 |
SUMLUŞMAK | yabancı dil konuşmak.II, 216 bkz. sumlışmak |
SUN | kişi yumuşak huylu, yüreği selek adam — III, 138 |
SUNDILAÇ | yund kuşu, çayır kuşu, I, 526, 529; III, 178 |
SUNDIRI | deniz — I, 492 bkz. sundurı |
SUNDURI | deniz. I, 492 bkz. sundırı |
SUNI | evin kirişleri .III, 236 |
SUNMAK | sunmak — II, 28 |
SUNU | çörek otu, Nigella sativa — III, 238 |
SUNUŞMAK | birbirine sunmak — II, 112 |
SUNZI | pire soyundan bir hayvan — I, 422 |
SUR | sur dudağın çıkardığı ses — III, 122 |
SUR | sur öpmek şarul şurul içmek — III, 122 |
SURAMAK | kullanmak — I, 428 |
SURÇITMAK | sürçtürmek — II, 328 bkz. sürçitmek, silrçmek |
SURKAÇ | lök agacı zamkı — I, 454 bkz. surkuç |
SURKUÇ | lök ağacı zamkı, I, 454 bkz. surkaç |
SURKUÇLAMAK | lök macunu ile sap peklştirmek — III, 350 |
SURKUÇLANMAK | lök macunu ile sıkiştırılmak, berkitilmek. II, 271 |
SURKUÇLANMAK | yerde yaban hindibasına ben-zer bir ot bitmek, karamuk otu bltmek — II, 271 bkz. sarkaçlanmak |
SURPLAMAK | kur'a çekmek — III, 443, 444. 446 bkz. sürllemek |
SURUŞ | buğday başaklarındaki taneler sertleş-meden önce başak alevde ütülür, sonra dövülerek yenir, ütme, firik I, 368 |
SURUŞLAMAK | başak ütmek, başak kavurmak — III, 335 |
SUSGAK | susak, kendisiyle su ve benzeri ; eyler dald ırılarak alınan nesne — I, 470 |
SUSIK | kova — I, 382 |
SUTMAK | tükürmek — II, 295 bkz. sagurmak, sudlmak |
SUTTURMAK | tukürtmek, II, 183 bkz. suğturmak |
SUV | su — |
SUV | katlışmak su kollarının kavşıtında su birbirine karışmak — I, 460 |
SUV | sıgırı manda, dombay — I, 364, 368 |
SUV | tirkeşi dere kolları suyunun toplandığı yer — I, 460 |
SUVALMAK | sulanmak, su verilmek, su saç ıltnak — II, 125, 162; III, 240 |
SUVALMAK | (çamur vb.) sıvanmak. II, 125 |
SUVARMAK | sulamak, suvarmak — I, 498 |
SUVAŞMAK | (çamur vb.) sıvamakta yardım veyarış etmek, II, 102 |
SUVGARDAÇI | sulayan, sulayıcı — II, 256 |
SUVGARGUÇI | sulayan, sulayıcı, su veren — II, 50, 256 |
SUVGARIGLI | sulayan — II, 257 |
SUVGARIGSAK | sulamak dileğind — e, azminde olan, II, 257 |
SUVGARIMSINMAK | sular görünmek, suvarır görünmek. II, 202, 261 |
SUVGARIŞMAK | sulamakta yardım etmek — II, 201 |
SUVGARMAK | sulamak, su vermek.II, 44, 188, 199, 255 bkz. suvrarmak |
SUVGARTMAK | sulatmak, sulatmak için birini göndermek — II, 256 |
SUVGARUNMAK | sular görünmek II, 202 |
SUVIGLANMAK | sulu bulmak, II, 267 bkz. suvık, suvuk |
SUVIK | sıvık, cıvık, sulu, durultularak akar haline getirilen her şey; ağaç ve kuyruk gibi şeylerin upuzun ve çırıl çıplak kalmış hali — III, 164 bkz. suvuk, suv ıglanmak § suvık kudruk; katır kuyruğu gibi kılsız ve uzun kuyruk — III, 164 |
SUVIŞMAK | sıvıklaşmak, cıvıkla; mak — II, 102 |
SUVLAG | hayvan sulanacak yer, yalak, I, 464 |
SUVLAMAK | sulanmak, su içmek; sulandırmak, su koymak — III, 297 bkz. |
SUVLAÑ | dalı budağı olmayan ağaç; kıvırcık olmayıp düz olan saç, III, 386 |
SUVLANMAK | sulanmak, sulu olmak II, 247 |
SUVLATMAK | sulatmak — II, 346 |
SUVLUK | sarık, mendil ve benzerleri. — I, 201, 471; II, 96, 151, 215, 246, 304, 346; III, 296, 323 bkz. suluk |
SUVRARMAK | sulatmak .II, 199, 200 bkz. suvgarmak |
SUVSAMAK | susamak — I, 281; tII, 284 |
SUVSATMAK | susatmak — II, 336 |
SUVSIMAK | sùlanmak, sulu olmak — I, 282; III, 284 |
SUVSUŞ | buğdayın kuvveti gittikten sonra al ınan son suyu; üzerine su kat ılmış ayran, I, 460 |
SUVUK | … |
SUVULMAK | bkz. suvlamak |
SUYAGU | horozun ayağındaki mahmuz — III, 174 |
SUYRAN | minare ve buna benzer şeyler gibi uzun olan her nesne, I, 436 |
SÜ | asker I, 69, 144, 195, 249, 307, 321, 353, 371, 399, 443, 490, 516, 521; II, 5, 7, 19, 29, 190, 209, 231. 239, 245. 274, 312; III, 59, 77, 78, 81, 94, 104, 105, 114, 180, 192, 208, 249, 260, 292, 305, 339 |
SÜCINMEK | tadını bulmak, mahzuz olmak — II, 150 bkz. süçünmek |
SÜÇIK | tatlı; içilecek şey, şarap — I, 154, 157, 211, 282, 338, 373, 408; III, 164, 166, 397, 427 bkz. süçük § kızıl |
SÜÇIK | şarap — I, 408 |
SÜÇIMEK | tatlılanmak ve güzelleşmek III, 258 |
SÜÇIRMEK | tatlılaşmak, tatlanmak — II, 75 |
SÜÇIŞMEK | tatlılanmak, II, 92 bkz. süçüşmek |
SÜÇITMEK | iyileştirmek, tatlılandırmak — II, 299, 300 |
SÜÇÜK | şarap — II, 190 bkz. süçlk |
SÜÇÜNMEK | tadını bulmak, mahzuz olmak, II, 150 bkz. süçinmek |
SÜÇÜŞMEK | tatlılanmakII, 92 bkz. süçişmek — |
SÜGLIN | sülün, I, 444 bkz. süvlin |
SÜGRÜG | kadının avret yeri — I, 478 |
SÜKEN | eşek yükünün bir tarafında olan sepet, sele gibi şeyler, seklem — I, 403 |
SÜKNEGÜ | et ile tirnak arasında çıkan sivilce I, 491 |
SÜKSÜK | dağdağan denilen bir agaç, Kaloxylon ammodendron — I, 486 |
SÜKÜL | siğil — III, 301 sül ette ve ağaçta olan yaşlık ve tazelik — I, 1, 356; III, 134, 369 |
SÜLEMEK | düşmana karşı asker göndermek, savaş yapmak, III, 271, 272 |
SÜLLÜG | çiğ, pişmemiş. III, 134 |
SÜMSÜÇIK | tap tatlı, pek tatlı nesne — I, 338 |
SÜÑIŞ | savaşta saldırma ve süngü durtme — III, 365 bkz. süñü ş |
SÜÑÜ | süngü, mızrak, kargı — I, 349, 441, 497; II, 264; III, 337, 368 |
SÜÑÜK(G) | kemik. I, 178, 235, 247, 380; II, 85, 224; III, 52, 297, 367 |
SÜÑÜKLENMEK | kemiklenmek, büyümek.III, 408 |
SÜÑÜLEMEK | süngülemek, süngü ile dürtmek III, 405, 406 |
SÜÑÜŞ | savaşta saldırma ve süngü dürtme — III, 365 bkz. süñi ş |
SÜÑÜŞMEK | çarpmak, süngüleşmek, savaşta süngüleşmek — III, 393, 394 |
SÜÑÜT | karşılıgına bir şey verilmeyen ve geri gönderilmeyen arma ğan .III, 362 bkz. siñüt |
SÜPRÜK | süprüntü; bir adama kızıldığında söğme olarak kullanılır — II, 231 |
SÜPRÜLMEK | süpürülmek. II, 231 |
SÜPRÜNDI | sıiprıintıi.I, 493 |
SÜPÜRGÜ | süpürge, I, 490 |
SÜPÜRMEK | süpürmek — II, 85 |
SÜRÇEK | gece toplantısı, müsamere — I, 478 bkz.sürçük |
SÜRÇITMEK | sürçtürmek — II, 328 bkz. surçıtmak, sürçmek |
SÜRÇMEK | sürçmek, ayak kaymak — III, 420 bkz.surç ıtmak, sürçitmek |
SÜRÇÜK | gece toplantısı, müsamere — I, 478 bkz.sürçek |
SÜRGÜCI | sürücü — II, 51 |
SÜRILEMEK | kur'a çekmek, III, 443, 444, 446 bkz.surplamak |
SÜRK | soğuktan donma, katıla; ma, I, 353 |
SÜRKILEMEK | kovalamak, sürmek, kovalayıp sürerek üzerine saldırmak.III, 353 bkz. sürkülemek |
SÜRKÜLEMEK | kovalamak, sürmek, kovalayıp sürerek üzerine saldırmak, III, 353 bkz. sürkilemek |
SÜRMEK | … |
SÜRMEK | sürmek, kovmak, sürgün etmek; devam etmek — II, 7, 39, 51, 90, 177; III, 217 bkz. sar ılmak, sarmak, sermek |
SÜRSEMEK | sürmek istemek III, 284 |
SÜRTMEK | sürtmek; sürmek, III, 426, 427 |
SÜRTÜK | ezilen, sürüştürülen her şey — I, 477 § sürtük işler; sürüştüren, kendis!ne sürüştürülen kadın; sevici kadın — I, 477 |
SÜRTÜLMEK | sürtülmek, dövülmek; ezilmek II, 231; III, 303 |
SÜRTÜNMEK | sürtünmek, 3111-11^6^ II, 245 |
SÜRTÜRMEK | sürdürmek, sürttürmek — II, 184 |
SÜRTÜŞMEK | sürmek ve sürtmekte yardım ve yariş etmek — II, 210, 211 |
SÜRÜG | sürü, I, 389; III, 102 |
SÜRÜLGEN | her zaman, her yerden sürülen — I, 523, 525 |
SÜRÜLMEK | sürülmek; ezllmek, II, 123 |
SÜRÜNDI | er her yerden sürülen, sürüntü adam — I, 449 |
SÜRÜNMEK | kendini kaşımak; sert bir şey dövülerek ezilmek — II, 151 |
SÜRÜŞMEK | (aygır aşmak Istediğinde kısrağı) dişleyerek sürüklemek; itiçmek; borcu alacakla ödemek II, 96, 97 |
SÜSGEN | (süsegen) çok süsen — III, 364 |
SÜSGIRMEK | süsmek istemek, süsmeğe saldırmak — II, 189 bkz. süsgürmek |
SÜSILŞMEK | süsüşmek, II, 101 |
SÜSMEK | süsmek — II, 293 süst(irmek süstürmek, tos yapt ırmak, II, 184 süslinmek (başını) vurur gibi görünmek — II, 152 |
SÜŞGÜRMEK | süsmek istemek, süsmeğe saldırmak — II, 189 bkz. süsgirmek |
SÜT | süt — I, 157, 180, 181. 193, 218, 397. 398, 449, 468. 523; II, 13, 37. 43, 51, 61. 66, 72. 85, 101, 124, 139; III, 102, 120, 129, 167, 181, 195, 197. 198, 264 |
SÜT | ötrüm mercimeğe benzer ishal veren bir ot — I, 107 |
SÜTGERMEK | süt gibl sulu, duru yapmak, II, 189 |
SÜVRI | sivri — I, 422 |
SÜVRITMEK | sivriltmek — II, 332 |
SÜVÜN | sülün — I, 444, 447; III, 11 bkz. sügün |
SÜZGÜN | rengi kara, dikenli bir dağ ağacı — I, 443 |
SÜZLÜNMEK | süzülmek — II, 247 |
SÜZLÜŞMEK | süzülmek — II, 215 |
SÜZME | keş denilen yağsız kuru peynlr, ayran süzmesi — I, 433 |
SÜZMEK | süzmek, I, 450; II, 9 |
SÜZTÜRMEK | süzdürmek — II, 184 |
SÜZUK | süzük, süzülmü; — I, 389 |
SÜZÜLMEK | süzülnnek — II, 124, 139 |
SÜZÜNDI | suv süzülmüş su — I, 449, 450 |
SÜZÜNMEK | süzülür glbi görünmek — 11. 151152 |
ŞA | alacalı bir kuş, III, 211 § erdemsiz şa |
ŞAGILAMAK | çağlamak — III, 324 bkz. çagılamak, , jagılamak |
ŞALAŞU | bir çeşit Çin dokuması — I, 446. |
ŞAMUŞA | yenilen bir ot, poy otu — I, 446 |
ŞAP | şap vurmada çıkan ses, yemekte ağızda çıkan şapırtı, III, 145, 146 |
ŞAR | şar yağrnurun sağnak halinde yağmasından çıkan ses, herhangi bir akarın çıkardığı ses — I, 324 bkz. çar çar |
ŞAT | cüret, cesaret — I, 320 — |
ŞAV | üç'ta biten ve elbise temizlenen çöven gibi bir ot — III, 155 |
ŞEBENG | demirden yapılmış baston, cop — III, 354 bkz. şebing |
ŞEBIÑ | küçük demir çomak, demir baston, III, 369 bkz. şebeñ |
ŞEBÜK | çabuk — I, 147 |
ŞEKIRTÜK | fıstık, I, 507 |
ŞEL | şül udumsuz, yöntemsiz — I, 336 |
ŞENBUY | ba; ka bir davetten sonra geceleyin gidilen içki ziyaføti — lil, 239 |
ŞEP | ivmeyi, aceleyi anlatan bir edat — I, 319 |
ŞEP | kelmek çabuk gelmek, I, 319 |
ŞEŞMEK | çözmek — II, 293 bkz. seşmek |
ŞEŞTILRMEK | çözdürmek — II, 187 bkz. se; tilrmek |
ŞI | Çin hakanlarının selâmlandığı bir kelime. III, 211 |
ŞILTÜK | sığır boynuzundan yapılan divit — I, 390 şütük sakal köse sakal, I, 390 |
ŞIN | taht; sedir, III, .140 |
ŞIŞ | şiş, tutmaç yedikleri ş1ş.II, 179, 282 bkz. sış |
ŞÖPIK | meyve yenildlkten sonra atılan şey, çör çöp, I, 390 bkz. çöpik |
ŞU | emir ve nehiyde sona gelerek pekitme bildiren "çu" yerine kullan ılan bir kelıme.III, 211 bkz. çu, çü, şü |
ŞUGLU | tilki üzümü, Solanum nigrum — I, 431 |
ŞUTI | kırkayak, örümcek, çıyan glbi bir böcek, III, 218 |
ŞUVŞAŞMAK | gizli söz fısıldaşmak — II, 350 bkz. sufsamak, sufşamak, şuvşatmak |
ŞUVŞATMAK | fısıldatmak, II, 337 bkz. sufsamak, suf şamak, ; uvşaşmak |
ŞÜ | emir ve nehiyde sona gelerek pekitme bildiren "çü" yerine kullan ılan bir kellme — III, 211 bkz. çu, çü, şu |
ŞÜK | susturma edati — I, 335 |
ŞÜK | turmak sükut etmek, I, 335 |
ŞÜÑLE | Argu diyarında biten ve kökü yenen bir ot, III, 379 |
ŞÜNÜK | çınar ağacı — I, 390 bkz. çarun, çünük |
ŞÜT | soy, asıl — III, 120 |
TABA | yan, taraf, cihet; ". . . e, . . . e dogru. . . . e yan ına" aniamlarına ve Arapça "ila" ve "rağmen" karşılığında bir edat ve kelime — |
TABALAMAK | kınamak, ayıplamak — III, 322, 327 |
TABAN | taban; deve tabanı — I, 400, 405 |
TABANLAMAK | (deve) tepmek, III, 342 |
TABANLIG | tabanlı, I, 499 |
TABARU | . . . ya dogru, ". ya karşı anlamına edat — I, 445; III, 69, 440 tabızmak bilmece söylemek ve sormak — II, 164 bkz. tabuzmak, tapuzmak |
TABLAG | rıza, muvafakat — I, 462 bkz. taplag |
TABUZGU(NEÑ) | bilmece. l, 489 bkz. tabuzguk, tapzug, tapzuguk |
TABUZGUK | bilmece — I, 502; II, 164 bkz. tabuzgu, tapzug, tapzuguk |
TABUZMAK | bilmece söylemek veya sormak, I, 462; II, 86 bkz. tab ızmak, tapuzmak |
TADA | on adımdan görülebilen yer parçası — III, 220 bkz. tata |
TADGUN | Fırat ve ona benzer akan dere — I, 438 |
TADU | insanın tab'ı ve tabiatı — III, 220 |
TADUN | bir yaşındaki buzağı, III, 171 |
TADUN | tosuñ, iki yaşında olan sığır I, 400 |
TAFARÇI | yük taşıyan — III, 149 |
TAFRAK | çabuk, acele, kıvrak, çalı; kan — I, 468 bkz. tavrak, tofrak § tafrak i şçi; kıvrak, çalışkan işçi — I, 468 |
TAG | dag, |
TAGAR | çuval, dağarcık, içerisine buğday ve başka şeyler konan nesne, harar — I, 17, 244, 411; II, 147, 306 |
TAGAY | dayı — III, 238 |
TAGIKMAK | dağa çıkmak, daga kaçmak, yozlaşmak — I, 192; II, 117 |
TAGILMAK | (bıçak gibi keskin ; eyler) körle şmek — II, 129 bkz. tıgmak, tigmek |
TAGLAMAK | dağlamak — III, 294 taglatmak daglatmak — II, 344 |
TAGNA | yava kasnı ağacı püsresi olup yogurtla kariştırılarak tutmaca katilan ve ona renk veren bir deva — I, 434 |
TAGUZMAK | er etine dolgun, bodur ki; i — I, 504 bkz. takuzmak |
TAH | tah salındıktan sonra doğanı veya ; ahini çagırmak için bir nida — I, 9; III, 117, 118 |
TAHÇEK | bir çeçit Çin ipeği. 'I, 476 bkz. taxtu |
TAKAGU | tavuk (cins adı) — I, 217, 447; III, II, 97 bkz. takuk § t ışı takagu; tavuk — I, 447 |
TAKAGU | yılı Türkler'in on ikili yıllarından biri I, 346, 447 |
TAKI | dahi. I, 73, 274, 412, 456, 468, 494; II, 110, 118, 177, 195, 263, 335, 356; III, 188, 226, 278, 378, 398 bkz. dakı |
TAKILMAK | takılmak, dizilmek — II, 129 takır takır ses blldiren bir kellme, I, 361 bkz. tikir tikir |
TAKMAK | takmak — II, 16, 17 |
TAKTURMAK | taktırmak, dizdirmek — II, 174 |
TAKUK | horoz, tavuk — II, 286; III, 114 bkz. takagu § takuk yal ıgı |
TAKUKLUG | tavuklu, I, 497 |
TAKUZMAK | er etlne dolgun, bodur kişi — I, 504 bkz. taguzmak |
TAL | dal, yaş dal, I, 412; 11. 105; III. 156 |
TAL | bodlug boyu düzgünce kişi; (en çok) ince uzun cariyeler için kullan ılır — III, 156 |
TALAGU | çabuk öldüren ağı; iç ağrısı — I, 447 |
TALAK | dalak — I, 411 bkz. sulak |
TALAS | at yarı; ında, top ve çevgen oyununda çizilmi ş sınır ve gerilmiş ip — I, 366, 392 bkz. tasal |
TALBINMAK | (kuş) dalbınmak, çırpınmak — II, 239, 240 bkz. talpınmak, talpırmak, talpışmak |
TALGAG | Insanı öldürecek derecede şiddetli tipi, II, 288 |
TALGAN | ig sara, tutarık, I, 438 |
TALGIRMAK | kar tipisi kopmak — II, 179 bkz. talgurmak |
TALGUÇ | hayvan sırtına yükletilen yükü sıkiştirmak için kullanılan agaç, I, 453 |
TALGUK | baltanın sapını sıkıştırmak Içln çakılan çivi — I, 469 |
TALGURMAK | kar tipisi kopmak — II, 179 bkz. talg ırmak |
TALGURMAK | (mide, iç) bulanmak, karışnrtak — II, 178, 179 |
TALIG | tat, lezzet — I, 408 |
TALKA | koruk — I, 179, 427 bkz. tarka |
TALKALANMAK | koruklanmak, salkım koruk olmak, III, 201 talkan kavut, kavrulmu; dövülmü ş arpa — I, 440; II, 89, 154, 189, 190 |
TALKIG | dağların çatıçtığı yer — I, 463 |
TALKIG | işleri sürüncemede bırakma — I, 463 |
TALKILMAK | itilmek, kakılmak, defedilmek, savulmak — II, 230 |
TALKIMAK | ayıp sayılnnak. II, 304 |
TALKIŞMAK | dürmekte ve bükmekte yardım etmek, II, 207 |
TALKITMAK | işi geciktirmek; yükü çarpıtmak, çarpık yapmak; yükle ip arasına bir ağaç parçası koyarak yükü düzeltmek için bük türmek, II, 339 bkz. t ılkatmak |
TALKMAK | (talkamak) zarar vermek — I, 506 |
TALKU | eğrilmiş, bükülmü; nesne — I, 427 § talku y ışıg |
TALPINMAK | (kuş) dalbınmak, çırpınmak — II, 239, 240 bkz. talbınmak, talpırmak, talpışmak |
TALPIRMAK | kanat çırpmak, dalbınmak — II, 173 bkz. talbınmak, talpınmak, talpışmak |
TALPIŞMAK | kanat çırpışmak, dalpışmak, dalgalanmak. II, 204, 205 bkz. talb ınmak, talpınmak, talpırmak |
TALU | seçme — III, 232 talulamak seçmek — III, 326, 347 |
TALVIR | keklik- II, 173 tam duvar, dam, kale — |
TAMA | tama damlaya damlaya — III, 360 |
TAMAK | boğaz, I, 33 bkz. tamgak tamar damar — l"362; III, 201 bkz. tam ır, tamur |
TAMÇIRMAK | damlamak, serpilmek — II, 201 bkz. tamçurmak |
TAMÇURMAK | sepelemek — II, 175 bkz. tamçırmak |
TAMDU | kuvvetli, alevli ateş, tuturuk — I, 418 bkz. tamduk |
TAMDUK | kuvvetli, alevli ate; , tuturuk — I, 418 bkz. tamdu |
TAMDURMAK | yaktışmak. II, 176 bkz. tamturmak |
TAMGA | denize , göle veya dereye dökülen suyun bir kolu; gemilerin demlr att ıkları iskele veya liman — I, 424 |
TAMGA | damga, hakanın ve başkalarının damgası, 1. 424 |
TAMGAK | boğaz, damak — I, 33; 467, 469 bkz. tamak |
TAMGAKLAMAK | boğaza vurmak III, 351 |
TAMGALAMAK | hakanın damgasını (turasını) vurmak, III, 353 |
TAMGALIG | blr kişilik sofra; küçük ibrik; hakan ın damgası bulunan eşya — I, 527 bkz. tamgalık |
TAMGALIK | küçük ibrlk; bir kişilik sofra; hakanın damgası bulunan eşya — I, 527 bkz. tamgalıg |
TAMGIRMAK | dannlayayaznıak — II, 179 bkz. tamgurmak |
TAMGURMAK | damlayayazmak. II, 179 bkz. tamgırmak |
TAMINDI | sıv su damlası, I, 450 |
TAMINMAK | yağ çıkarmak, taktir etmek — II, 149 |
TAMIR | damar, sinir , I, 495 bkz. tamar, tamur |
TAMIRLIG | damarlı — I, 495 |
TAMIŞMAK | damlaşmak — II, 110, 111 |
TAMITMAK | damlatmak — II, 311 |
TAMMAK | damlamak — I, 60, 376; II, 26. 87; III, 123, 360 |
TAMTURMAK | damlattirmak, damzııtmak. II, 175 |
TAMTURMAK | yaktırmak — II, 176 bkz. tamdurmak |
TAMU | cehennem — III, 234 |
TAMU | hele, cümlenln anlamını pekitme için gelen bir edat — I, 420 |
TAMULAMAK | sıkılamak, sıkıştırmak, pekitmek — III, 327 |
TAMUR | damar — I, 362 bkz. tamar, tamır |
TAMURGAN | her zaman kanayan, damlayan — I, 518, 524 bkz. yamurgan |
TAMURMAK | (burun) kanamak, damlamak. II, 85 bkz. yamurmak |
TAMUZMAK | damlatmak, damzırmak — II, 86, 164 |
TAN | sabah, ak; am esen serin esinti — III, 157 |
TAÑ | şaşacak, şaşılacak nesne, danılacak şey, acayip şey, I, 62; III, 355 |
TAÑ | tan, sabah vakti. I, 170, 251; III, 355, 356 tañ eski zamanlardan kalm ış olan yapı — III, 356 |
TAÑ | elek, III, 355 |
TAÑ | atmak tan yeri ağarmak. III, 356 |
TAÑ | tuñ etmek "tan tan" diye ses vermek — III, 357 bkz. dañ duñ etmek |
TANÇAMAK | bozulmak, çürümek — III, 303 bkz. tançgamak, tanç ımak, tınçamak, tınçımak, tunçımak |
TANÇGAMAK | bozulmak, çürümek — III, 303 bkz. tançamak, tanç ımak, tınçımak, tunçımak |
TANÇIMAK | bozulmak, çürümekIII, 303 bkz. tançamak, tançgamak t ınçamak, tınçımak, tunçımak |
TANÇIŞMAK | bozulup kokuşmak II, 217 |
TANÇU | lokma, tıkım, III, 392 bkz. tunçu |
TANÇULAMAK | (ağızda) çiğnemek, III, 352 |
TANDAÇI | çiftçi — II, 51 bkz. tarıgçı |
TAÑILMAK | iple sarılmak. III, 395 |
TAÑINMAK | bir sargı ile sarmak; bir işi başlı başına yapmak. III, 395 |
TANIŞMAK | birbirine karşı borçlarını inkâr etmek — II, 112 |
TAÑIZMAK | şişmek. III, 392, 393 |
TAÑLAMAK | danlamak, taaccüp etmek III, 403 |
TAÑLAŞMAK | şaşmak, taaccüp etmek, I, 395; III, 398 |
TAÑLATMAK | danlatmak, şaşırtmak — II, 350, 359 |
TANMAK | inkâr etmek — III, 184 |
TAÑMAK | bir şey ile sarmak, III, 390 |
TAÑSUK | şaşılacak, acayip; nefis — III, 382 |
TANTURMAK | inkâr ettirmek — II, 176 |
TANUK | şahit, tanık, I, 18, 380; II, 37; III, 166 |
TAÑUK | hakanlara sefer ve benzeri zamanlarda yemek ve ipek kuma ş gibi şeylerden verilen armağan — III, 365 |
TAÑUK | çevgen oyünunda topu gerilen ipten geçirebilene verilen ipek kuma ş — III, 365 |
TAÑUK | savaşta mızrakların ve bayrakların uçlarına takılan ipek kuma; — III, 365 tap elverir, yeter, I, 318 |
TANUKLUK | şahitlik, tanıklık; tutak — I, 503 |
TANULMAK | söz söylenmek, söz geçilmek; i şaret edilmek II, 130 |
TANUMAK | danışmak; işaret etmek; söylemek, emretmek; tavsiye etmek — II, 112; III, 273 bkz. tanıışmak tanuşmak |
TANUTMAK | başkasına söz eriştirmeyi tavsiye ve emretmek — II, 312 |
TAP | yaralama veya dövme izleri . III, 145 |
TAP | bolmak elvermek, yetmek — I, 318 |
TAP | tap çabuk çabuk — III, 145 |
TAPÇAN | erişilemeyen üzüm salkımlarını kesmek için toplayının üzerlne çıktığı sofra biçiminde üç ayaklı bir nesne — I, 435 bkz. tapçañ |
TAPÇAÑ | eri; ilemeyen üzüm salkımlarını kesmek için toplayanın üzerlne çıktığı sofra biçiminde üç ayaklı bir nesne — III, 385 bkz. tapçan |
TAPÇURMAK | tapşırmak, ulaştırmak, teslim etmek — II, 175 bkz. tapşurmak |
TAPI | bir şeye razı olma — III, 216 |
TAPI | ne uzun ne kısa, orta — III, 216 |
TAPINDAÇI | tapan, tapınan — II, 168 |
TAPINGAN | tapınan, daima tapan, II, 168 |
TAPINGUÇI | tapan, tapınan, II, 168 |
TAPINGULUK | tapınmaya hakkı olan — II, 169 |
TAPINIGLI | tapan, tapınan. II, 169 |
TAPINMAK | tapmak, tapınmak, hizmet etmek — II, 140, 160, 161, 167, 168 |
TAPIŞ | iki kişinin işlerini birbirine tapşırması, vekilleşme, yekeleşme — I, 367 |
TAPLAG | rıza, muvafakat — I, 462 bkz. tablag |
TAPLAMAK | kabul etmek, razı olmak — III, 293 |
TAPLAŞMAK | bir işe razı olmak, uzlaşmak II, 206 bkz. tepleşmek |
TAPLATMAK | razı etmek — II, 341 |
TAPLUK | yer yarıkları — I, 467 |
TAPMAK | tapmak, hizmet etmek; bulmak, sezmek — I, 425; II, 3; III, 222 |
TAPRAŞMAK | sıçraşmak (yalnız deve için ). II, 217 |
TAPRIMAK | sıçramak (yalnız deve için)III, 277 |
TAPŞURMAK | tapşırmak, ulaştırmak, teslim etmek, II, 175 bkz. tapçurmak |
TAPUG | hizmet, tapma, tapı — I, 373, 376; II, 168; III, 58, 251 |
TAPUGÇI | hizmetçi — I, 376 |
TAPUGLUG | devamlı hizmeti olan — I, 495 |
TAPUGSAK | hizmet eden, hizmet etmeyl seven — II, 168; III, 377 |
TAPULMAK | (kaybolan şey) bulunmak, II, 119 |
TAPUZMAK | bilmece sormak ve seylemek — I, 462 bkz. tab ızmak, tabuzmak |
TAPZUG | bilmece — I, 462 bkz. tabuzgu, tabuzguk, tapzuguk |
TAPZUGUK | halkın birbirini sınamaya çektikleri bilmece — I, 462, bkz. tabuzgu, tabuzguk, tapzug |
TAR | dar — III, 97, 148. 259 |
TAR | kelek, (ırmaklarda) sal, III, 148, 157 |
TAR | yağ tortusu — III, 148 |
TARALMAK | taranmak, II, 126 |
TARAMAK | taramak, dağıtılmak, I, 14 |
TARANMAK | taranmak, kendini yardımsız taramak. II, 145 |
TARASLAMAK | bir şeyi kuvvet ile dağitmak — III, 332 |
TARGAK | tarak, I, 14, 467 |
TARGIL | (attan ba; ka her hayvan için) alaca — I, 15, 482 § targ ıl yılkı; alaca hayvan — I, 482 |
TARHAN | islamlık'tan önce verilmi; olan bir addır, "bey" demektir. I, 436 |
TARIG | ekin, bitki, arpa, buğday, tane, tohum, zahire. I, 19, 140, 154, 165, 168, 187, 193. 194, 198, 203. 208, 212, 213, 223, 256, 293. 302, 320, 373, 499, 509, 514; II, 49, 74, 81, 82, 106, 124, 125. 126, 145, 159. 162, 204, 212, 219, 232, 238, 240, 259, 263, 307, 319, |
TARIG | biti tahıla düşen ufak hayvan — I, 320 |
TARIG | kesmikli buğday, 1. 499 bkz. tupunlug tarıg |
TARIGÇI | çiftçi, ekinci. II, 49. 51; III, 242 bkz. tar ıdaçı |
TARIGLAG | tohum ekilecek yer, tarla, ekerge — I, 496, 500 |
TARIGLANMAK | ekin sahibi olmak — Il, 269 |
TARIGLIG | ek!n bulunan yer, ambar — I, 496 § tar ıglıg ev; buğdaylı ev — I, 501 |
TARIGLIG | yer ambar — I, 496, 501 |
TARIGLIK | ambar — I, 503 |
TARIKMAK | daralmak — II, 115 |
TARILMAK | (bir nesne, ötekisi içine) da ğılmak, yayılmak; ayrtlmak — I, 15; II, 126. 209; III, 6 |
TARILMAK | ekilmek — II, 126 tarım tekinlere ve Afrasyab soyundan olan hatunlara ve bunlar ın çocuklarına karşı söylenen bir kelime, Hakanlı hanları oğullarından başkasına söylenmez — I, 396 § altun ta rım; büyük kadınların ungunu — I, 396 |
TARIM | göllere, kumluklara dökülen çay kollar ı — I, 396 |
TARIMAK | (ekin) ekmek — III, 262 |
TARIMLAMAK | ırmağı bir adadan öbür adaya atlamak suretiyle geçmek — III, 341 |
TARIMSINMAK | ekin eker görünmek — II, 259 |
TARINMAK | yalnız başına ekmek; ekin eker görünmek II, 145, 159 |
TARIRKU | otları birbirine karışmamı; olan yer, otu az yer — I, 489 |
TARITGAN | ekincilik eden — I, 514; II, 319 |
TARITGU | (ekin) ekecek — II, 321 |
TARITIGLI | çiftçllik etmek üzere olan — II, 320 |
TARITIGLIK | çiftçllik yapmak hakkı olan — II, 320 |
TARITIGSAK | çiftçiliğe düşkün olan — II, 319 |
TARITMAK | eklncilik etmek, ektirmek — I, 514 |
TARKA | koruk- I, 427 bkz. talka |
TARMAK | dağıtmak, yaymak, ayırmak — I, 399; III, 180, 260 bkz. taramak |
TARMAK | yırtıcı hayvanların pençesi. I, 467 |
TARMAKLANMAK | kol kol kuş pençesi glbl akın etmek; pençe sahibi olmak (ku ş); kol kol olmak (su) — II, 274 bkz. tarmutlanmak |
TARMAMAK | tirmalamak — II, 364 |
TARMAŞMAK | tirmalaşmak, birlikte kaşınmak — II, 207 bkz. tırmaşmak |
TARMATMAK | tırmalatmak — II, 349, 364 |
TARMAZ | ; en hıyarı — I, 457 bkz. turmuz |
TARMUT | dağların tepelerl, derelerl, I, 451 |
TARMUTLANMAK | (su) kollara ayrılmak — II, 270 bkz. tarmaklanmak |
TARTAR | kumruya benzer bir kuş — I, 485 |
TARTIG | yük ipi, denk sargısı; blr iş çıkması üzerine hakanın adamlarını çağırması — I, 462 |
TARTIGÇI | davetçi — I, 462 |
TARTILMAK | tartılmak; gerllemek ve çekilmek — II. 229, 237 |
TARTIN | ylyecek, başka bir yerden getirilen zahire — I, 435; III, 426 |
TARTINMAK | 6zlemek; acınmak; götürür görünmek, II, 240 |
TARTIŞMAK | tartışmak, taıtmada yardım etmek; germekte yardım etmek; birblrinl cezbetmekte ve çekmekte ve kurmakta yardımetmek; sızlamak, I, 230; II, 205; III, 255 |
TARTMAK | tartmak; cezbetmek; çekmek, uzatmak, germek; getirmek, almak, ç ıkarmak, III, 426 |
TARUMAK | daralmak — III, 261 262 |
TARUNMAK | canı sıkılmak, usannnak, sıkılmak — II, 145 |
TARUS | evin çatısı — I, 366; II, 105 |
TARUSLAMAK | çatı yapmak, III, 332 |
TARUTMAK | darla; tırmak — II, 302 — |
TAS | her nesnenin kötüsü, bayağısı, I, 329 |
TASAL | çevgen oyununda çlzilmlş sınır — I, 392 bkz. talas |
TASGAMAK | tokatlamak — III, 287, 288 |
TASGAŞMAK | tokatlaşmak; tokatlamakta yardım ve yarış etmek, II, 220 bkz. yasgaşmak |
TASGATMAK | tokatlatmak, II, 338 |
TAŞ | taş, kaya, I, 135, 163, 254, 256, 276, 517; II, 7, 14, 23, 129, 133. 184, 234; III, 58, 152, 187, 280. 282 286, 372, 375. 426 435, 447, 448 |
TAŞ | dış, taşra, gurbet; geniş açıklık; yazı; yabancı yer — I, 91, 435; II, 74; III, 152 |
TAŞAK | erkeklik aygıtı. I, 380, 438; III, 267 |
TAŞAKLIG | taşaklı — I, 497 |
TAŞGURN | -ıak taşayazmak, II, 178, 201 |
TAŞIKMAK | dışarı çıkmak — II, 116 bkz. çıkmak, tışıkmak |
TAŞIRKAN | közlüg patlak gözlü, lokma gözlü — I, 521 |
TAŞIRMAK | tafirmak — I, 521 |
TAŞITGAN | daima taşıtan, taşınan — I, 514 |
TAŞITMAK | taşitmak — II, 307 |
TAŞLAMAK | taşlamak; gurbete gitmek, dışarılıklı olmak, III, 294 |
TAŞLATMAK | taşlatmak; taşraya yollamak. II, 343 |
TAŞMAK | taşmak — II, 12 |
TAŞRA | dışarı — I, 424 |
TAŞUG | taşınabilen mal, eşya, menkul mal — I, 411 |
TAŞUMAK | taşımak; çıkarıp atmak, kovmak — I, 102; III, 266 |
TAŞURGAN | daima ta; ıran — I, 518 |
TAŞURMAK | taşırmak, II, 78 |
TAŞUTMAK | taşitmak — I, 210 |
TAT | tat, yabancı; müslüman olmayan; üygur, Farslı, Acem, Farsça konuşan — I, 36, 349, 454, 483, 486; II, 3, 216, 280, 281, 294 |
TAT | kılıç ve benzeri şeylerin üzerine çöken pas — II, 281 bkz. tut |
TAT | Tavgaç üygur ve Çinli; Farslı ve Türk — I, 454; II, 280 |
TATA | on adımdan görülebilecek yer parças ı, III, 220 bkz. tada |
TATGANMAK | tatlı bulmak, tat almak — II, 241 |
TATIG | tat, lezzet — I, 408 |
TATIG | talıg tat, lezzet, I, 408 |
TATIGLANMAK | tatlanmak — II, 265 |
TATIGLIG | tatlı — I, 495, 496 |
TATIGMAK | tat, lezzet — I, 408 |
TATIGSAMAK | canı tatlı istemek, I, 279; III, 332, 333 |
TATIKMAK | Tatlaşmak; Farslaşmak — II, 116, 281 |
TATIKMAK | paslannnak — II, 281 bkz. tutukmak |
TATILMAK | tadılmak, tadına bakılmak, II, 120 |
TATIMAK | tat vermek — III, 257 |
TATINDI | süt bol süt — I, 449 |
TATINMAK | tadar görünnnek — II, 158 |
TATIR | yer kıraç yer, I, 361 tatıtmak tadılmak, tadına tesir etmek, tat vermek, II, 299 |
TATIRGA | tirşe denen sepilenmiş beyaz deri — I, 489 |
TATIRLIG | yer toprağı düz ve sert olan yer, bozkır, I, 494 |
TATLAMAK | Fars, ve Farslı saymak — III, 293 |
TATLAŞMAK | Farsça veya üygurca konuşmak, II, 206, 207ı |
TATLIG | tatlı — I, 45, 529; III, 178, 194 |
TATRUŞMAK | birbirine tattırmak — II, 217 |
TATURGAN | daima tattıran — I, 515, 516; II, 74 |
TATURMAK | tattırmak — II, 73; III, 186 |
TAVAR | mal, davar — I, 79, 234, 235, 238, 264, 265, 300. 303, 362; III, 310, 334, 338, 419, 420, 445, 447 bkz. tavar |
TAVAR | mal, mülk, eşya — I, 22. 79, 86, 114, 189, 210, 238, 255, 261, 264, 284, 291, 295, 362, 411, 498, 514; II, 17, 19, 29, 50, 55. 58, 61, 81, 87, 89. 93, 101, 112, 113, 121, 125, 136, 153, 154, 155, 156, 158. 183 189, 224, 237, 249, 250, 253, 295, 296, 297, 3 |
TAVARLIG | mallı, mal sahibi. I, 495 |
TAVARLUK | mal konan yer, hazine. I, 503 |
TAVARSAK | mal sever — II, 56 |
TAVGAÇ | edi Araplar'ın "Âd ulusunun izeri" dedikleri büyük ve eski yap ılara verilen ad — I, 454 |
TAVGAÇ | yudası susam çiçeğinin (urfağının) yaprağına benzer yaprakları bulunup ilaç için kullan ılan bir |
TAVGAÇLANMAK | Maçin halkı kılığına girmek II, 271 |
TAVGAÇLARMAK | Maçinli saymak — III, 350 |
TAVILGUÇ | tabarhun; innap dediklerl meyve; k ızıl ağaç; bakam ağacı; tarhun denen sebze; kızıl söğüt, I, 488, 489 bkz. tavılku |
TAVILKU | tabarhun — I, 489 bkz. tavılguç |
TAVIŞ | duygu ve kımıldanma. III, 165 bkz. tavuş, tavuş |
TAVIŞGAN | tavşan — I, 513, 525 |
TAVIŞGAN | yılı Türkler'in on ikili yıllarından biri. I, 346, 513 |
TAVIŞGANLAŞMAK | öndül olarak tavşan koyup yarış (bahis) etmek — II, 226 |
TAVMAK | tasarruf etmek, I, 519 |
TAVRAK | çabuk, acele, kıvrak, çalışkan, çabukluk — I, 156, 468, 520; III, 46, 69, 258 bkz. tafrak |
TAVRAMAK | davranmak; büyümek, kuvyetlenmek, I, 103; III, 41, 279 bkz. tuvramak |
TAVRAN | şalvar uçkuru ve sapan kolu yapmak için örülmü ş ip, I, 436 |
TAVRANMAK | davranmak — II, 240 |
TAVRATASI | davrandıracak — II, 362 § tavratası yer; davrandıracak yer — II, 362 |
TAVRATGAN | daima acele ettiren, daima davrand ıran — II, 360 |
TAVRATGU | davranılacak. II, 362 § tavratgu ogur; davran ılacak zaman — II, 362 |
TAVRATGUÇI | acele ettiren, davrandıran. II, 360 |
TAVRATIGLI | acele ettiren ve işe başlatmak üzere olan — II, 361 |
TAVRATIGLIK | davrandırma, acele ettirme hakkı olan, II, 361 |
TAVRATIGSAK | acele ettirmek, davrandırmak isteyen II, 360, 361 |
TAVRATIGSI | davrandırına, acele ettirme hakkı olan. II, 361 |
TAVRATIŞMAK | ivmekte ve yürüyüşte yarış etmek, II, 363 |
TAVRATMA | davrandırrria. II, 360 |
TAVRATMAK | acele etmek, acele ettirmek, davrand ırmak; (ip) eğirmek — II, 330, 335, 336, 360 tavratmış kıvratılmış. II, 362 § tavratmış yıp; kıvratılmış ip, II, 362 |
TAVRATTAÇI | acele ettiren, davrandıran — II, 360 |
TAVUŞ | duygu ve kımıldanma — III, 165 bkz. tavış, tavuf |
TAVUŞ | duygu ve kımıldanma — I, 367 bkz. tavuş, tavış |
TAVUŞLAMAK | kımıldanma, duyu ve hareket belirtmek III, 335 |
TAXTU | eğrilmeıniş ham ipek, I, 416 bkz. tahçek |
TAY | tay, I, 206, 207, 313; III, 71, 158 |
TAYAGU | taş ve tezek parçası — III, 174 |
TAYAK | dayak, dayangaç — I, 417; III, 166 |
TAYAKLANMAK | dayak, baston sahibi olan III, 197 , 198 |
TAYAMAK | dayak koymak, dayak dikmek, dayamak, III, 274 |
TAYANMAK | dayanmak, III, 161, 190, 191, 380 |
TAYAÑU | mabeyinci, perdeci — III, 380 |
TAYGAN | tazı, av köpeği. I, 421; II, 15, 343; III, 174, 175 |
TAYIG | kaygın — III, 165 |
TAYIŞMAK | kaymakta yarış etmek — III, 188 |
TAYITMAK | kaydırmak — II, 325, 326 bkz. tayturmak |
TAYLAÑ | er ince, kibar, güzel, boylu boslu, rengi parlak, elbisesi temiz adam (en çok gençlerde kullanılır) — III, 386 bkz. tayuk § taylañ yigit; dalyan (daylan) gibi genç, III, 386 |
TAYMAK | kaymak — III, 166, 243, 244 |
TAYTURMAK | kaydırmak, 2iyındırmak — III, 192 bkz. tayıtmak |
TAYUK | er ince, kibar genç — III, 166 bkz. taylañ |
TAYUKLANMAK | dayılanmak, kibarlanmak. III, 197, 198 |
TAZ | kel, daz, boynuzsuz, bitkisiz, çorak — I, 26, 313; II, 41, 52; III, 148, 149 § taz koy; kel koyun, boynuzsuz koyun, III, 148 § taz yer; bitkisi az olan çorak yer, kel toprak — III, 148 |
TAZ | at alacalı at — III, 148 |
TAZARMAK | kelle; mek — II, 77 bkz. tazgarmak, tazg ırmak |
TAZGARMAK | kelleşmek, dazlaşmak, II, 178 bkz. tazarmak, tazgırmak |
TAZGIRMAK | dazlaşmak, kelle; mek — II, 178 bkz. tazarmak, tazgarmak |
TAZLAMAK | birine kel demek, birini kel saymak. III, 293 |
TEBIZ | çorak yer; haset eden — I, 19, 365; II, 208 |
TEBIZLIK(G) | çekememezlik, haset — I, 506 |
TEF | dek, al, hile — I, 332 bkz. tev |
TEFÇITMEK | sıkıca geçmeli olarak diktlrmek — II, 329 bkz. tevçimek |
TEGDEG | sebep, I, 160 bkz. tıldag |
TEGDI | ziyaretçi. III, 230 bkz. teki |
TEGILMEK | şaşıla; mak, tek gözlü olmak, II, 130 |
TEGIN | değin I, 349 |
TEGIN | aslında "köle" anlamına; sonraları hakan okullarına verilen ungun — I, 355, 357, 413; III, 368 bkz. tigin § kümüş tegin; rengi gümüş gibi saf köle — I, 413 § alp tegin; yi ğit köle I, 413 § kutlug tegin; uğurlu köle. I, 413 |
TEGIÑ | tekin, samur — III, 370 |
TEGINMEK | bir büyük adamın yanına gelmek veya oradan gitmek. II, 143 |
TEGIR | değer, kıymet — I, 352; II, 82 |
TEGIRME | çörek, değirmen taşı, para gibi değirmi olan her nesne — I, 490 |
TEGIRMEK | yaklaştırmak — II, 148 |
TEGIRMEK | deve üzerine ikl taraflı atılarak içerisine binilen sepetle, sepete benzer nesne — I, 506 bkz. ügürmek |
TEGIRMEN | değirmen, değirmen taşı — I, 369; II, 128; III, 266. 267, 282, 355 |
TEGIŞ | değişme. I, 368 |
TEGIŞMEK | muhakeme olmak; (bir yere) değmek; dürüm dürüşmek. II, 105, 106 |
TEGIT | tegin kelimesinin çoğul şekli. I, 355, 356 |
TEGME | değme, her, her bir, türlü türlü — I, 157, 241, 296, 433, 434, 437, 523; II, 156, 285; III, 26 tegmek değmek, dokunmak, ermek, erişmek, varmak, yakalamak, dü; mek; hücum etmek — I, 48, 104, 167, 319, 363, 375, 410, 429, 471, 472, 522; II, 19, 20, 91 , 129; III, 44, 4 |
TEGRE | etraf, çevre, daire, değre, I, 310, 421, 424; II, 13, 45, 137; III, 285, 401, 422 |
TEGREK(G) | herhangi bir şeyin halkası, değresi — I, 477 |
TEGÜ | kadar, dek, III, 237 |
TEGÜL | değil. I, 329, 393; II, 57, 68; III, 153 bkz. dag, dag ol, dag |
TEGÜRGEN | daima degiren, eriştiren . I, 522 |
TEGÜRMEK | eriştirmek, dokundurmak, değirmek — I, 207, 335, 376; II, 84; III, 134, 158 |
TEJIK | Tacık, Farslı — I, 387 |
TEJIKLEMEK | Farslı saymak, Farslılığa nispet etmek, III, 340 |
TEK | tek, sadece, bir şey dilemeyerek; gibi, benzetme edat ı, I, 334, 353, 354, 490, 497; III, 155 |
TEK | turmak susmak — I, 334 |
TEKE | teke, boynuzundan yay yapılan' erkek geyik — III, 102, 228 § teke sakal; teke sakall ı, köse adam — III, 228 |
TEKI | ziyaretçi — III, 230 bkz. tegdi |
TEKIŞ | her şeyin sonu, bitimi. I, 368 |
TEKNE | tekne — I, 434 |
TEKŞÜT | değişit, karşılık, bedel — I, 451 |
TEKÜZ | atın alnındaki akıtma, I, 507 bkz. tüküz |
TEKÜZLIG | akıtmalı. I, 507 |
TELGEMEK | sıkmak, can sıkmak, III, 291 |
TELGENMEK | kızmak, içlenmek — II, 242 |
TELIK | delik — I, 388 |
TELIM | çok, pek çok, bol, fazla, daima, hep, pek — I, 44, 73, 110, 132, 156, 157, 166, 167, 200, 235, 249, 255, 397, 427, 467, 514, 515, 520, 521, 522, 523; II, 38, 179, 241, 260, 315, 342; III, 20, 52, 159, 194, 297, 311, 323, 404 |
TELINMEK | delinmek — II, 147, 148 |
TELIŞMEK | delmekte yardırn ve yarış etmek, II, 108 |
TELMEK | delmek; sıirüye katmak — II, 22 |
TELMIRMEK | sağa sola bakınmak (bir şey istemek için). II, 179, 180 |
TELTÜRMEK | deldirmek. II, 174, 175 |
TELÜ | deli, çılgın III, 156, 232 bkz. telve |
TELVE | deli, I, 426 bkz. telü |
TEM | tırkaz — I, 337 |
TEMEK | demek, söylemek — I, 43, 74, 79, 87, 127, 178, 403; II, 287; III, 214, 215, 233. 245, 247, 259 bkz. timek |
TEMEN | büyük iğne, çuvaldız, I, 402; III, 35, 367 bkz. tümen § temen yiñne; büyük i ğne, çuvaldız — I, 402 § temen yigne; büyük igne, çuvald ız, III, 35 |
TEMIIRÇI | demirci — III, 268 |
TEMIN | demin — I, 409 |
TEMLEMEK | tırkazlamak — I, 337 |
TEMREGÜ | temregi — I, 491 |
TEMÜR | demir. I, 42, 187, 361, 520; II, II, 21; III, 253 |
TEMÜR | kazñuk kutup yıldızı; demir kazık — III, 383 bkz. temür kazuk (kazuñuk) |
TEMÜR | kazuk kutup yıldızı; demir kazık, III, 40 bkz. temür kazñuk |
TEMÜRGEN | ok temreni . I, 522 bkz. temürken |
TEMÜRKEN | ok tenıreni — I, 522 bkz. temürgen |
TEMÜRLÜG | demir sahibi — I, 506 |
TEMÜRLÜK | demir eritllen ve süzülen yer — I, 506 |
TEN | vücut — II, 307 |
TEÑ | denk, ögür, akran — III, 355 § teñ |
TENÇMEK | ısırmak, kötüleşmek, yoksullaşmak — II, 281; III, 303 bkz. yençimek, yunç ımak |
TENE | tane; susam, mışmiş gibi şeyler — III, 44, 236 |
TEÑEK | hava — III, 366 |
TEÑELGÜÇ | dölengeç kuşu — III, 388 bkz. terigelgün |
TEÑELGÜN | dölengeç kuşu — III, 388 bkz. teñelgüç |
TEÑERMEK | iki şeyi birbirine denklemek, denkle ştirmek — III, 398 |
TEÑEŞMEK | denkleşmek, ikl şey birbirine denk olmak III, 393 |
TEÑĞ | imkân, fırsat, sıra — II, 103; III, 355 terig göl, batakl ık — I, 528 |
TEÑIL | ön ayakları çizgili — III, 366 |
TEÑIRGEN | Tanrıya tapınan bilgin. III, 389 bkz. Teñrigen |
TEÑITMEK | havaya doğru yükseltmek — III, 396 bkz. tüñitmek |
TEÑIZ | deniz — I, 100; II, 45; III, 136, 363, 370 |
TEÑLEMEK | Iki şeyi birblrine denklemek, denk etmek, denkle ştirmek. I, 427, III, 403 |
TEÑLENMEK | işi düşünmek, çare düşünmek — III, 400 |
TEÑLEŞMEK | iki şey birbirine denkle; mek, III, 398 |
TEÑMEK | havalanmak, havaya yükşelmek, göz-den kaybolmak, III, 390 |
TEÑRI | gök, sema — III, 377 |
TEÑRI | büyük bir dağ, büyük bir ağaç gibi göze ulu görünen Her şey — III, 377 |
TEÑRI | Tanrı. I, 53, 68, 150, 171, 206. 212, 225, 266, 280, 300, 301, 304, 373, 416, 461, 472, 475; II, 3, 77, 140, 152, 160, 161, 162, 167, 169, 173, 179, 185, 192, 200, 201, 288, 294, 303, 315, 316, 324, 325, 347, 356, III, 52, 53, 84, 95, 137, 271, 273, 290, 34 |
TEÑRIGEN | Tanrı'ya tapınan bilgin, bilgin kimse — III, 377, 389 bkz. Teñirgen |
TEÑRIGERÜ | Tanrı'ya doğru, Tanrı'ya yönelerek, III, 251 bkz. Teñrikeri |
TEÑRIKERI | Tanrı'ya doğru, Tanrı'ya yônelerek. III, 251 bkz. Teñrigerü |
TENRIMEK | uyuyamamaktan baş dönmek, III, 282 |
TEÑTÜRMEK | elindekini havaya doğru saldırmak, yükseltmek, III, 397 |
TEÑÜÇ | saçayağı gibi yarım arşın yüksekliğinde olan her şey — III, 381 |
TEÑÜRMEK | havaya doğru yükselip kaybolmak, yükselen bir ; eyl sal ıvermek. III, 392 |
TEPIK | tepiş, tepme — I, 27, 386 |
TEPILMEK | tepilmek — II, 119 |
TEPINMEK | tepmek, bir şeyi ayakla kımıldatmak — II, 140 |
TEPIŞMEK | tepişmek, II, 87, 113 |
TEPLEŞMEK | bir işe razı olmak, uzlaşmak — II, 206 bkz. taplaşmak |
TEPMEK | dövmek, vurmak, tepmek, I, 27, 178, 386, 526; II, 3, 33, 113 |
TEPREMEK | tepremek, kımıldamak III, 277 |
TEPRENMEK | teprenmek, II, 240 |
TEPREŞMEK | oynamak, tepreşmek, kaynaşmak — I, 88; II, 204 |
TEPRETESI | tepretilecek. II, 362 § tepretesi yer; tepretilecek yer — II, 362 |
TEPRETGEN | çok tepreten — II, 360 |
TEPRETGÜ | tepretilecek, II, 362 § tepretgü ogur |
TEPRETGÜÇI | tepreten, II, 360 |
TEPRETIGSEK | tepretmek dlleğinde olan — II, 360. 361 |
TEPRETIGSI | tepretmek hakkı olan ve tepretmekte acele eden — II, 362 |
TEPRETIŞMEK | tepretmekte yardım ve yarış etmek — II, 363 |
TEPRETİGLIK | tepretme hakkı olan — II, 361 |
TEPRETME | teprendirme. II, 360 |
TEPRETMEK | tepretmek, teprendirmek, kımıldatmak, saldırmak; (yalnız deve için) sıçratmak, II, 329, 330, 360 |
TEPRETMIŞ | tepretilmiş, II, 362 § tepretmiş neñ |
TEPRETTECI | tepreten — II, 360 |
TEPSEMEK | haset etmek, günülemek, çekememek — I, 463; III, 283 bkz. tepzemek |
TEPSETMEK | haset ettirmek — II, 336 bkz. tepzetmek |
TEPÜK | kurşun eritilerek iğ ağırşağı şeklinde dökülür, üzerine keçi kılı veya başka bir şey sarılır, |
TEPZEMEK | haset etmek, günülemek, çekememek, I, 19; III, 283 bkz. tepsemek |
TEPZEŞMEK | hasetleşmek — II, 206 tepzetmek haset ettirnşek, II, 335, 336, bkz. tepsetmek |
TER | ter, I, 181, 322, 466; 11. 96, 273, 279, 303, 336; III, 148, 196 |
TER | ücret, çalışana verilen para — III, 148, 212 |
TER | atmak beden teri dışarı atrnak — II, 303 |
TER | bolmak terlemek, utanmak, mahcup olmak — I, 322 |
TERÇI | ücretle çalışan, ırgat — I, 417; III, 148 |
TERGELIR | dermek, toplamak üzere o1an — II, 67 |
TERGEŞMEK | arka arkaya gelerek derleşmek — II, 206 bkz. tirkeşmek |
TERGI | sofra, I, 429; II, 54 bkz. tergü |
TERGÜ | sofra üzerindeki çeşitli yemek; s ıra, dizi — I, 428 bkz. tergi |
TERGÜŞI | deren, toplayan — II, 51 |
TERI | deri, I, 70, 165, 306; II, 149, 229, 231, 303, 354; III, 188, 190, 221, 244, 392 |
TERI | ötmek ter derlden geçmek, II, 303 bkz. ter atmak, teritmek |
TERIG | derme, derl{; dernek, derge, I, 388; II, 41 bkz. tirik |
TERIGSEK | dermeyi, toplamayı dileyen — II, 55 |
TERILGEN | her zaman derilen, toplanan — I, 521, 523 |
TERILMEK | derilmek, toplanmak — II, 127; III, 6 |
TERIMSINMEK | derer gibi görünmek — II, 261 |
TERIÑ | (yalnız su için) engin, geniş, derin, her derin ve çok şey — III, 370 |
TERINÇEK | iki parçadan yapılan kadın carı — I, 510 |
TERINGÜKLENMEK | (su) derlnlemek, ; oğalmak — III, 411 |
TERINMEK | kendisine dermek, II, 146 |
TERIŞMEK | toplanmak, toplamakta ve dermekte yard ım ve yarış etmek — I, 107; II, 95, 96 |
TERITMEK | teri ötmek |
TERITMEK | terlemek — II, 303, 304 bkz. ter atmak, teri ötmek |
TERK | tez, çabuk, I, 350, 441 bkz. terkin |
TERK | kelmek tez gelmek — I, 350 |
TERK | kılmak çabuk olmak — I, 350 |
TERKEK | bohça — II, 21 |
TERKEN | egemen, hükümdar, mellk; vilâyet üzerine vali olan kimseye kar şı hakanlann aytası; "kendisine itaat edilen" anlam ına I, 376, 441, 442; 11. 209 |
TERKIN | toplu olan, toplanmiş olan her şey — I. 442, 443; II, 209 |
TERKIN | tez, çabuk, I, 441 bkz. terk |
TERKLEMEK | ivmek, acele etmek — III, 445 |
TERLEMEK | terlemek; kaşağılamak, gebrelemek, silmek — III, 293 |
TERLENMEK | terlemek, II, 242, 254 |
TERLETMEK | terletmek — II, 342 |
TERLIK | teri çekmek için eğerln veya palanın altına konulan keçe — I, 476 |
TERMEK | dermek, toplamak — II, 39, 44, 62, 66, 83; III, 181 |
TERNEK | dernek, işlerini konuşmak için ulusun toplandığı yer — I, 477 |
TERÑEK | su sızıntısı, su blrikintisi; kaynak, II, 291, 328 bkz. terñük |
TERÑÜK | kaynak — II, 6 bkz. terñek |
TERS | güç olan her nesne — I, 348 |
TERS | ters urmak her yanından, her yanına vurmak — I, 348 |
TERSINMEK | terslemek, kızmak; (yara kapandıktan sonra) azmak — II, 240, 241 |
TES | obanma edatı — I, 328 § tesdegirme; des- değirmi — I, 328 |
TEŞIK | obur, karnı dolduğu halde gözü dolmayan kişi — I, 387 bkz. teşüklemek |
TEŞILMEK | yarılmak, değilmek II, 127, 128 |
TEŞRÜM | eğrilmiş ip yumağı — I, 485 bkz. tüşrüm |
TEŞÜK | taşagı yarık; deşik, yarık, I, 387 |
TEŞÜKLEMEK | obur, aç gözlü saymak, III, 340 bkz. te şik |
TETIK | akıllL III, 33 bkz. teytik |
TETRÜ | her şeyin tersine dönüşü — I, 420 |
TETRÜLMEK | çevrilmek, ters olmak, kötü olmak, kötüle şmek — II, 229, 230 |
TETÜRMEK | söyletmek, dedirtmek. III, 186 |
TEV | al, hile, aldatma, I, 332 bkz. tef |
TEVÇIMEK | oyulkamak, seyrekçe dikmek — III, 276 bkz. tefçitmek |
TEVE | deve — III, 139 bkz. deve, devey, tevey, teve, tevey, tevi, tevi, tivi |
TEVE | deve — II, 181 bkz. deve, devey, teve, tevey, tevey, tevl, tevi, tivi |
TEVEY | deve — III, 314, 342, 447 bkz. deve, devey, teve, tevey, tevi, tevi, tivi |
TEVEY | deve, I, 31; II, 84, 195, 206, 217, 255, 256, 329, 351; III, 49, 60, 67, 113, 136, 140, 168, 186, 200, 225, 309 bkz. deve, devey teve, tevey, teve, tevi, tevi, tivi |
TEVGEN | her zaman 0126^I, 401 |
TEVI | deve — 1. 127, 385, 485; II, 21, 75, 246, 252, 338; III, 139, 277. 287 bkz. deve, devey, teve, tevey, teve, tevey, tevi, tivi |
TEVI | deve — I, 389, 499 bkz. deve, devey, teve, tevey, teve, tevey, tevi, tivi |
TEVINMEK | tasalanmak, utanmak, sıkılmak, II, 147 |
TEVIŞMEK | şişe et dizmekte yardım ve yarış etmek — II, 102 bkz. tüvi; mek |
TEVLÜG | alcı, aldatıcı — I, 477; III, 33 bkz. tevlük |
TEVLÜGLENMEK | kendini hileci saymak, hileci olmak, II, 277 bkz. tevlüklenmek |
TEVLÜK | alcı, hileci, aldatıcı, III, 33 bkz; tevlüg |
TEVLÜKLENMEK | kendini hileci saymak, hileci olmak, II, 277 bkz. tevlüglenmek |
TEVMEK | eti şişe saplamak, dizmek. I, 401; II, 15 |
TEVSI | tepsi, sofra — I, 423; III, 50 |
TEVŞELMEK | ufalanmak; karışmak. II, 235, 236 bkz. tevşülmek |
TEVŞEMEK | karı; mak, dolaşmak (ip), III, 286 |
TEVŞETMEK | karıştırmak, dolaştırmak (ip); birinin terini burçaklat ıncaya kadar yormak, II, 336 |
TEVŞINMEK | çalışmak, çırpınmak. II, 241 bkz. tevşünmek |
TEVŞÜLMEK | karışmak — II, 236 bkz. tevşelmek |
TEVŞÜNMEK | çalışmak, çırpınmak — II, 241 bkz. tevşinmek |
TEVÜRGEN | her zaman çeviren — I, 521 § evürgen tevilrgen; her zaman evirlp çeviren — I, 521 |
TEVÜRMEK | çevirmek — II, 82 § evürdi tevürdi; evirip çevirdi, alt üst etti; tasarruf etti — II, 81 |
TEYITILMEK | akıllanmak, zekile; mek — II, 121 |
TEYTIK | akıllı, zeki — III, 33 bkz. tetik |
TEZEK | tezek, at gübresi — I, 386 |
TEZEKLEMEK | pislemek. III, 340 |
TEZGEK | (er) işten ve işe benzer şeylerden kaçan, çekingen — II, 289 bkz. tezik |
TEZGI | düşman gelmesi yüzünden halk arasında olan ürkuntü, panik — I, 429 bkz. tezik |
TEZGI | bolmak düşman gelmesi yüzünden ürküntü meydana gelmek, I, 429 |
TEZGINÇ | dağ dönemeci, dağ büklümü — III, 387 bkz. yörgenç |
TEZGINÇ | yol büküntülü, kıvrımlı yol- III, 387 |
TEZGINMEK | dönmek, tavaf etmek; çevrilmek — II, 241, 255, 303, 312 |
TEZIK | halk arasında ürküntü, panik, I, 387 bkz. tezgi |
TEZIK | (kişi) işten kaçan kimse — I, 387 bkz. tezgek |
TEZINMEK | kaçar görünmek. II, 146 |
TEZIŞMEK | blrbirinden kaçışmak, II, 99 |
TEZITMEK | kaçırmak, II, 305 |
TEZMEK | kaçmak, tezlkrnek — II, 8 |
TIDIGLIG | neñ kendisine varılması yasak edilmiş nesne — I, 496 |
TIDIGMAK | bir şeyden alıkoyma, engel o1ma — I, 373 |
TIDILMAK | kaçınmak, çekinmek, alıkoymak, engel olmek — II, 126 bkz. t ıdınmak |
TIDIN | vakit bildiren bir kelime — III, 171 |
TIDINDI | nerig esirgenen, yasak edilen şey — I, 449 |
TIDINMAK | kaçınmak, esirgenmek, yasak edilmek I, 449; II, 144, 145 bkz. t ıdılmak |
TIDIŞ | engellik, engel oluş — I, 407 |
TIDIŞMAK | engel olmakta, alıkoymakta yarış etmek — II, 93 |
TIDLINMAK | kaçınmak, tıyınmak; söz söylerken duraklamak. II, 242 |
TIDMAK | geri koymak, men etmek — II, 292; III, 244, 439 bkz. t ıtmak, tıymak |
TIG | al ile doru arası at rengi, konur al — III, 127 |
TIGDAMAK | diğrek, sert, katı olmak III, 278 bkz. tıgramak, yavramak |
TIGIN | aslında "köle" anlamına iken sonra hakan oğullarına verilen ungun — I, 355 , 357, 413; III, 368 bkz. tegin |
TIGMAK | eğmek; değmek; bir yere değerek keskinliği gitmek, körleşmek I, 307; II, 14, 83; III, 231 bkz. tagılmak, tigmek |
TIGMEK | egmek, III, 231 bkz. tagılmak, tıgmak |
TIGRAK | yılmaz; yiğit, bahadır — I, 468; II, 212 |
TIGRAK | elçi, haberci, postacı — III, 65 |
TIGRAKLANMAK | yiğitlik göstermek, yiğitlenmek — II, 274 |
TIGRAMAK | diğrek, katı, sert olmak — III, 277, 278 bkz. tıgdamak, yavramak |
TIGRAŞMAK | gürbüzleşnıek, bahadırlaşmak. II, 212 |
TIGRATMAK | sıkıştırmak; becerikli, tıgrak yapmak, II, 330 |
TIGRETMEK | ses çıkartarak, hışıldatarak yürütmek, II, 330, 331 bkz. tikretmek |
TIIT | sus — II, 28 |
TIKEMEK | dikmege gücü yetmek — I, 117 |
TIKEN | diken — I, 204, 400; II, 215, 280; III, 44 bkz. tikken |
TIKI | geceleri işitilen ses, III, 230 bkz. tıkılamak, tikilemek |
TIKIGLIG | dikilmiş (elbise), I, 509 bkz. tikiklig |
TIKIKLIG | dikilmiş. I, 509 bkz. tikiglig |
TIKILAMAK | tık diye ses vermek — III, 326 bkz. tiki, tikilemek |
TIKILEMEK | ses, hışırtı çıkarmak, III, 326 bkz. tıkılamak, tiki |
TIKILMEK | dikilmek, (ağaç) dikilmek, bir şeyi dikine koymak, II, 130 |
TIKIM | parça, I, 396 bkz. tikkü, tikü tikir |
TIKINMAK | teperek tıkmak, doldurmak, fazla yemek — II, 147 |
TIKIR | at nalının çıkardığı sesi bildiren bir kelime. I, 361 bkz. tak ır takır |
TIKIŞMAK | tikılmak, sıkı; mak — II, 104 |
TIKIŞMEK | (agaç, elbise) dikmekte yardım etmek, II, 106, 113 |
TIKITMAK | tıkılmak, sıkışmak, II, 129 |
TIKITMAK | tıktırmak, sıkı; tırmak — II, 308 |
TIKKEN | diken, I, 401 bkz. tiken |
TIKKÜ | parça, lokma — III, 229 bkz. tlkim, tikü |
TIKLINMEK | (ağaç ve benzeri) dikilmek. II, 244 |
TIKLIŞMEK | (ağaç ve benzeri) dikilrnek. II, 207 |
TIKMA | (üzüm) sıkışık, birbirine girmiş (üzürn) — II, 16 |
TIKMAK | tıkmak, doldurmak — II, 16 |
TIKME | (neıiğ) dikilmiş (nesne), I, 433 |
TIKMEK | bir şeyi delmek, dürtmek, sokmak, (ağaç) dikmek, bir şeyi dikey hale getirmek; (diki ş) dikmek. I, 195, 201; II, 20; III, 25, 367 § tikmeginçe; dikilmedikçe — II, 21 |
TIKREMEK | ses vermek; gelişmek, yeti; mek. II, 280 |
TIKREŞMEK | ses vermek; büyüyüp serpilmek. II, 209 |
TIKRETMEK | ses çıkartmak, hışıldatarak yürümek — II, 330, 331 bkz. tigretmek |
TIKTURMAK | tıktırmak, bastırmak — II, 174 |
TIKTÜRMEK | (dikiş) diktirmek — II, 174 |
TIKÜ | parça, lokma — III, 229 bkz. tikim, tikkü |
TIKÜÇ | ekmekçilerin ekmek üzerine nak ış yapmak için kullandıkları nesne, kuş yeleği — I, 358 |
TIKÜLEMEK | lokma lokma vermek; rüşvet vermek — III, 326 |
TIL | dil, söz, lûgat — I, 107, 335, 336, 429; II, 20; III, 43, 133, 134, 161 |
TIL | durumunu öğrenmek için düşmandan yakalanan tutsak, çaşıt, casus — I, 336; III, 134 |
TIL | tegürmek dil uzatmak, söz dökundurmak, dille (sözle) incitmek. I, 336 |
TIL | tutmak düşmanın durumunu öğrenmek üzere blr adam yakalamak — I, 336; III, 134 |
TILAK | kadının kadınlık aygıtı, avret yeri, I, 335, 411 |
TILDAG | bahane, I, 160, 462 bkz. tegdeg |
TILDÜRMEK | dildirmek — 11. 176 bkz. tiltürmek |
TILEK | dilek, I, 412; II, 148; III, 90 |
TILEMEK | dilemek, istemek; beklemek, aramak — I, 21, 36, 51, 126, 252, 459; II, 8, 112, 260, 262; III, 87, 90, 143, 271 |
TILEMSINMEK | diler, ister gibi görünmek — II, 259, 261 |
TILENMEK | aranmak, dilenmek — I, 407; III, 43 |
TILEŞMEK | dilemekte yanş etmek — II, 108 |
TILETMEK | istetmek, diletmek. II, 310 |
TILGE | dilim, uzunlamasına kesilen her şey — I, 429 bkz. tilim |
TILI | ok temreni üzerine sarılan sırım, III, 233 |
TILIKMAK | konuşmak, haber vermek; dile düşmek — II, 116, 117 |
TILIM | dilim. I, 397 bkz. tilge |
TILIMSINMEK | dilim yapar görünmek — II, 262 |
TILINMEK | uzunlamasına dilinmek — II, 149 |
TILKATMAK | işi geciktirmek; yükü çarpitmak, çarp ık yapmak; yükle ip arasına ağaç parçası koyarak yükü düzeltmek için büktürmek. II, 339 bkz. talk ıtmak |
TILKI | tilki — II, 343 bkz. tilkü |
TILKÜ | tilki. I, 54, 421, 429; II, 15; III, 5, 175, 244 bkz. tilki |
TILKÜLENMEK | tilkilik etmek, yaltaklanmak — III, 202 |
TILLIG | dilli — III, 313 |
TILLŞMEK | dilmekte yardım ve yarış etmek — II, 108 |
TILMEK | dilmek, uzunluğuna yarmak veya kesmek, II, 23 |
TILTÜRMEK | dildirmek. II, 175 bkz. tildürmek |
TILZÜN | yumuşak huylu — I, 221, 414 |
TIM | şarap dolu tulum; şarap satan, III, 136 |
TIMCI | şarap satan, meyhaneci — III, 136 |
TIMEK | demek — III, 231 bkz. temek |
TIN | ruh, nefes, soluk — I, 164, 177. 179 192, 249, 339; II, 118, 283 bkz. t ınıg |
TIN | dinmiş; haylaz, işslz; tembelleşmiş, harın- lafmış III, 138 |
TIN | yular I, 339; III, 138 § tin tizgin; yular dizgin — I, 339 |
TIÑ | dik- III, 356 |
TIÑ | turmak dik durmak — I, 356 |
TINÇAMAK | bozulmak, çürümek, III, 303 bkz. tançamak, tançgamak, tanç ımak, tınçımak, tunçımak |
TINÇIMAK | bozulmak, çürümek, III, 276, 303 bkz. tançamak, tançgamak, tanç ımak, tınçamak, tunçımak |
TINDURMAK | rahatettirmek, dinlendirmek, 11, 176 |
TINIG | nefes alma, soluk alma — II, 40 bkz. t ın |
TIÑILAMAK | agır bir şey yere düşerek ses vermek, III, 404 bkz. tiñilemek |
TIÑILEMEK | ağır bir şey yere düşerek ses vermek — III, 404 bkz. tıñılamak , |
TINILMAK | dinlenilmek, rahat edilmek. II, 130, 131 |
TIÑLAMAK | dinlemek — III, 403 bkz. tlñlemek |
TIÑLAŞMAK | dinlemekte yarış etmek — III, 398 |
TIÑLATMAK | dinletmek-II, 359 |
TIÑLEMEK | dinlemek . I, 96 bkz. tıñlamak |
TINMA | susma — II, 28 |
TINMAK | dinlenmek, solumak, nefes almak; dinmek, sonu gelmek, I, 206, 207, 529; II. 28, 40, 176, 204, 316; III, 158 tın |
TIREGÜ | direk, kendisine bir ; ey dayan ılan ve kendisiyle bir şey durdurulan her nesne, direcen ve buna benzer şeyler, I, 447 |
TIREK | direk; kavak — I, 387, 412 |
TIREKLIG | direk sahibi. I, 509 |
TIREKLIK | direklik ağaç yetişen yer, kavaklık; direklik — I, 509, 511 |
TIREMEK | dayak veya direk dikmek — III, 262 |
TIRENMEK | dayanmak; direnmek, çekinmek — II, 14S, 146; III, 233 |
TIREŞMEK | direşmek, çekinmek, diremek, şıkıntidan yürümez olmak (hayvan); çeki şmek — I, 414; II, 95, 96 |
TIRGÜRMEK | diriltmek II, 179, 200, 324; III, 424 |
TIRIG | diri, canlı, yaşayan — I, 14, 62, 386; III, 333 § tirigle; diri iken, hayatta iken. III, 257 |
TIRIK | derme, deriş; dernek, derge — I, 388 bkz. terig |
TIRILGEN | her zaman yaşayan — I, 523, 524 |
TIRILMEK | dirilmek, yaşamak — I, 14; II, 127, 139, 200, 324; III, 6, 65 |
TIRIÑ | kulağın tınlamasına benzer sesi bildiren kelime. III, 370 |
TIRIÑ | etmek tın etmek — III, 370 |
TIRIÑ | ettürmek tın etmek III, 370 |
TIRKEŞ | yığlışma; kalabalık yüzünden yürümekte güçlük — I, 460 § suv tirke şi; dere kollarının suyunun toplandığı yer — I, 460 |
TIRKEŞMEK | toplanmak, toplaşmak, derleşmek — I, 149, 459; III, 65 bkz. tergeşmek |
TIRMALMAK | tırmalamak II, 230 |
TIRMAŞMAK | tırmaşmak, kaşınmak — II, 207 bkz. tarmaşmak |
TIRÑAK | tırnak. I, 134, 177; III, 382 |
TIRSGEK | göz kapaklarında çıkan sivilce, it dirseği, arpacı — k. III, 424 |
TIRSGEK | dirsek — III, 424 |
TIRT | tekrarlanarak "cart" diye ses vermek — I, 341 |
TIŞ | diş, I, 464; II, 20, 97, 110, III, 209, 311, 334; III, 25, 73, 125, 216, 254, 270, 272, 280, 283, 297 |
TIŞ | sapan demiri — III, 125 |
TIŞ | alın akıntisı gözü önüne varıp kulaklarına çıkmayan ve burnuna inmeyen ikisi ortas ı kalan at — III, 125 |
TIŞEK | şişek, iki yaşını bitirerek üçüne basmış olan koyun — I, 387 |
TIŞELMEK | bilenmek, di; enmek — II, 128 |
TIŞEMEK | dişemek — III, 266, 267 |
TIŞETMEK | dişetnnek, II, 307 |
TIŞI | dişi, her hayvanın dişisi; kadın — I, 396, 400, 447, 529; II, 102; III, 6, 178, 224, 229 bkz. ti şi tışıkmak dışarı çıkmak — II, 116 bkz. çıkmak, taşıkmak |
TIŞI | takagu tavuk — I, 447 |
TIŞI | dişi, her hayvanın dişisi; kadın — I, 396, 400, 447, 529; II, 102; III, 6, 178, 224. 229 bkz. t ışı |
TIŞLATMAK | dişletmek. II, 343, 344 |
TIŞLEMEK | dişlemek, dişle ısırmak — III, 294 |
TIŞLENMEK | dişlenmek; dişenmek, bilenmek II, 244 |
TIT | dağda biten çam fıstığı ağacı, Pinuslarix. III, 120 |
TITIG | (yara, ağrı) acıma, acıyı; — I, 386 |
TITIK | çamur — I, 386, 506; III, 297 § oçakl ık |
TITIK | çamur ve çamura benzer ocak yapılacak her nesne — I, 150 |
TITILMAK | didilmek II, 120 |
TITINMEK | dayanmak, direnmek, dik bakmak — II, 144 |
TITIR | dişi deve — I, 361; III, 291 |
TITIŞMAK | ditmekte yardım etmek, yırtılmak — II, 89 bkz. titişmek |
TITIŞMEK | ditmekte yardım ve yarış etmek; yırtılmak. II, 89 bkz. tıtışmak |
TITIZ | tadı hel; le glbi kekremsi olan — I, 365 |
TITIZLIK | kek^elik. I, 506 |
TITLANMAK | çamlanmak, çam sahibi olmak — III, 199 |
TITMAK | geri koymak men etmek — II, 292 bkz. tıdmak, tıymak |
TITMAK | ditmek, ziyadesiyle parçalanmak, II, 292 |
TITMEK | (yara) acımak — I, 386 |
TITMEK | direnmek, karşı koymak; dik bakmak — II, 292 |
TITREŞMEK | titreşmek II, 217, 218 |
TITRÜ | bakmak dik bakmak, keskin gözle bakmak, II, 292; III, 272 |
TIVI | deve, III, 139 bkz. deve, devey, teve, tevey, teve, tevey, tevi, tevi |
TIYMAK | men etmek — III, 244 bkz. tıdmak, tıtmak |
TIZ | yüksek yer — II, 344; III, 123 § tar ıg art tiz; Kaşgar'a yakın bir yayla — III, 123 |
TIZGIN | dizgin, I, 339, 424 |
TIZIG | (tizik) sıra, saf, dizi. I, 214, 387 |
TIZILDÜRÜK | çedik ve mest gibi çeylerin ucuna tak ılan pullar — I, 529 |
TIZILMEK | dizilmek — I, 233, 331; II, 127; III, 131 |
TIZIM | dizi — I, 396 |
TIZINMEK | dizinmek. II, 146 |
TIZIŞMEK | dizmekte yardım ve yarış etmek — II, 100 |
TIZLEMEK | dizle ezmek, çiğnemek III, 293, 294 |
TIZLETMEK | dizletmek, dizle teptirmek — II, 342 |
TIZLINMEK | dizilmek — II, 243 |
TIZME | alvarın uçkurluğu, torbanın bağı ve buna benzer nesneler — I, 433 |
TIZMEK | dizmek — II, 9, 31 |
TİTINÜ | bakmak dik, keskin bakmak, II, 144 |
TİZ | diz, III, 123 |
TO | bulamaç gibi pişirllen blr un — III, 207 |
TODGURÇI | doyuran — II, 256 todgurguluk doyurmak hakk ı olan, II, 256 |
TODGURDAÇI | doyuran, doyurucu — II, 256 |
TODGURGAN | her zaman doyuran — I, 517; II, 256 bkz. todurgan |
TODGURMAK | doyurmak, bıktırmak — I, 261; II, 76, 176, 177, 255, 324; III, 424 bkz. to ğurmak |
TODGURMIŞ | doyurulmu; — II, 257 |
TODGURTMAK | doyurtmak. II, 256 |
TODGURUGLI | doyuran — II, 257 |
TODGURUMSINMAK | doyurur görünmek — II, 263 bkz. todgurunmak |
TODGURUNMAK | doyurur görünmek. II, 202 bkz. todgurums ınmak |
TODGURUŞMAK | doyurmada yarış etmek — II, 201 |
TODMAK | doymak. I, 32; II, 324; III, 244, 439 bkz. toymak |
TODUNMAK | doyar gibi görünmek — II, 144 tod toy ku şu — III, 142 bkz. toh, toy |
TODURGAN | her zaman doyuran — I, 517; II, 256 bkz. todgurgan |
TODURMAK | doyurmak — II, 76; III, 68 bkz. todgurmak |
TOG | at ayaklarının kazdıgı çukurlardan çıkan toz, toz, III, 127 |
TOGA | hastalık, iç ağırlIğı. III, 224 |
TOGMAK | doğmak, meydana çıkmak, belirmek; yükselmek, havalanmak, gö ğe ağmak — I, 65, 96, 301, 332, 340, 429, 456; II, 14, 80, 128; III, 183, 194, 247, 282, 333, 378 § kün togs ıg dogu — I, 463 |
TOGRADAÇI | dograyan, dograyıcı. III, 314 bkz. tograguçı |
TOGRAGAN | daima dograyan — III, 314 |
TOGRAGI | doğrama — III, 317 |
TOGRAGLI | doğramayı düşünen. III, 315 |
TOGRAGLIK | dogramak hakkı olan — III, 315 bkz; tograksık |
TOGRAGSAK | dogramak isteyen, III, 314 |
TOGRAGSIK | dogramak hakkı olan — III, 315 bkz. tograglık |
TOGRAGU | doğranacak — III, 317 |
TOGRAGUÇI | dograyan, dograyıcı. III, 314 bkz. togradaçı |
TOGRAK | kavak agacı — I, 468 |
TOGRALMAK | doğranmak, parçalanmak, (ayakta ve dokumada) yar ıklar peyda olmak — II, 230 |
TOGRAMA | dograına. III, 311 |
TOGRAMADAÇI | doğramayıcı. III, 316 |
TOGRAMAGLI | dograyan. III, 316 |
TOGRAMAK | dogramak — I, 125; II, 278; III, 277, 278, 311, 312, 313, 316 |
TOGRAMIŞ | doğranmış, III, 316 |
TOGRANMAK | dograr görünmek. II, 240 |
TOGRAŞMAK | doğramakta yardım etmek, parçalanmak ve yarılmak. II, 211, 212 |
TOGRATMAK | dogratmak, II, 330 |
TOGRIL | yırtıcı ku; lardan bir kuş, bin kaz öldürür, bir tanesini yer; erkek ad ı da olur — I, 482; III, 381 |
TOGRIL | et ve baharatla doldurulan ba ğırsak, bumbar dolması, I, 482 |
TOGRUMAK | doğrulmak, yönelmek. II, 80 |
TOGRUŞMAK | yola duruşmak, yürümekte yariş etmek, II, 212 |
TOGTURMAK | dogurtmak — II, 173 bkz. togurtturmak |
TOGURMAK | doğurmak — II, 80 |
TOGURTTURMAK | doğurtmak — II, 173 bkz. togturmak |
TOH | toy kuşu, III, 142 bkz. tod, toy |
TOK | tok, aç olmayan; saçsız insan; boynuzsuz hayvan, I, 79, 332, 358, 387; III, 239 § tok er; başında Türkler gibi saçı olmayan, Türkler gibi saç bırakmayan — I, 332, 358 § tok yılkı; boynuzsuz hayvan — I, 332 |
TOK | tok bolmak arada geçimsizlik olmak — I, 333 |
TOK | tok etmek taşın taşa vurmasından çıkan ses gibl ses çıkarmak — I, 332 |
TOKILMAK | dövülmek, dokunmak, adam dövülmek I, 21; II, 129 bkz. tokulmak |
TOKIMAK | (insan) dövmek, (demir) dövmek, vurmak, çarpmak; dokumak; dokunmak; götürmek ve batirmak — I, 12. 21; III, 268 |
TOKIMAK | tokmak, çamaşır tokmaêı — III, 177 |
TOKINMAK | (insan) dövülmek; çarpmak; dövülerek sertle ştirmek; dokunmak — II, 147; III, 12 |
TOKIŞ | savaş, cenk — I, 367; III, 172 bkz. toku ş |
TOKIŞMAK | çarpışmak, harp etmek, I, 359; II, 103; III, 183 bkz. toku şmak |
TOKITMAK | vurdurmak, dövdürmek; dokutmak, II, 308 |
TOKLI | toklu, altı aylık kuzu — I, 106, 431 |
TOKLUK | tokluk; insanın ba; ı saçsız ve hayvanın başı boynuzsuz olması — I, 469 |
TOKSUN | sayıda doksan — I, 437 bkz. tokuz on |
TOKU | toka, kemer tokası, III, 226 |
TOKUÇ | çörek — I, 358 |
TOKULAMAK | toka yapmak, III, 325, 326 |
TOKULMAK | dövülmek, dokunmak; adam dövülmek, II, 129 bkz. tok ılmak |
TOKUM | boğazlanacak, kesilecek hayvan; bo ğazlanan, kesilen hayvanın derisi. I, 396, 472; II, 147 bkz. tugum |
TOKUNMAK | hayvan kesmek, boğazlanmak — II, 147 |
TOKURKA | ibrik ve benzeri şeylerin emzigi — I, 489 bkz. tütek |
TOKUŞ | savaş, II, 83 bkz. tokış |
TOKUŞGAN | her zaman çarpışan, kavgacı — I, 519 |
TOKUŞMAK | vuruşmak, ; arpı; mak, harp etmek — I, 170, 183; 11. 103 bkz. tok ışmak |
TOKUŞMAK | yayılmak, bulaşmak — III, 74 bkz. yukuşmak |
TOKUZ | sayıda dokuz — III, 127 |
TOKUZ | on sayıda doksan — I, 437 bkz. toksun |
TOLARSUK | ayak ökçesi I, 502 |
TOLGAG | kadın küpesi — II, 288 |
TOLGAG | sıkıntı, kulunç ve iç ağrısı — II, 288 |
TOLGAMAK | takınmak, dolamak; ağrı tutmak, iç bulanmak, burulmak. II, 288; III, 289 |
TOLGANMAK | dolanmak, kendine dolamak, içi bulan ıp kusma gelmek — II, 241 |
TOLGAŞMAK | dolaşmak, dolamakta ve bükmek-te yanş etmek, burulmak — II, 220, 221 |
TOLI | gökten yağan dolu — I, 139, 354; III, 233 |
TOLMAK | 811-010^I, 431 |
TOLTURMAK | 00^1-1113^II, 175 |
TOLU | dolu, boş olmayan — I, 100; III, 232, 357 |
TOLUM | silah — I, 183, 215, 359, 397; II, 30 |
TOLUMLANMAK | silahlanmak II, 266 |
TOLUMLUG | silahlı I, 498 |
TOLUN | ayın on dördü, dolun — I, 82, 288, 402; III, 33 § tolun ay; ay ın on dördü. I, 402 |
TOMRUM | yıgaç ağaçtonnruğu üzerinde pabuçla-rın sahtiyan ve gön gibi şeyleri kesilen ağaç kütük — I, 485 |
TOMRUŞMAK | tomruk yapmakta yardım ve yarış etmek — II, 213 |
TOMŞUK | kuş gagası — I, 469 |
TOMURMAK | tomruk yapmak, kesmek — II, 85; III, 69 bkz. yamurmak, yemilrmek |
TON | elbise — I, 19, 37, 41, 45, 48, 118, 129, 152, 181, 204, 213, 228 , 231, 261, 268, 271, 273, 294, 305, 320, 323, 338, 341, 358, 383, 449, 495, 509, 524; 11. 4, 20, 23, 24, 76, 77, 88, 89, 93, 96, 106, 107, 113, 117, 119, 120, 122, 125, 134, 136, 138, 154, 161, 163, 165, 171, 17 |
TOÑ | içi boş olmayan, sonn olan, III, 356 |
TOÑ | (soğuktan) donmuş, don — III, 356 |
TOÑ | kamış halfa, kandıra otu — III, 356 |
TOÑ | tuñ etmek katı blr şey sert blr şey üzerine düşerek ses vermek — — III, 353 |
TOÑA | bebür, kaplan cinsinden bir hayvan; ki şi adı — III, 368 |
TOÑALAMAK | yiğit ve kuvvetlilerin yaptığı işi yapmak — III, 405 |
TONATMAK | giydirmek, donatmak, II, 312 bkz. ton ıdmak |
TONIĞMAK | elbise göndermek, donatmak, II, 312 bkz. tonatmak |
TONLUK | elbiselik — II, 11 |
TOÑMAK | soğuktan donmak — III, 390, 391 |
TOÑUŞMAK | gözlerini dikerek bir şeye saldırmak; bir işi kabulden çekinmek; emreden ki şiye, gözlerlni dikerek, iğrenerek, bakmak — III, 394 bkz. töñü şmek |
TOÑUZ | domuz — I, 304, 346; II, 343; III, 363, 394 § toñuz merdegi; domuz yavrusu — I, 480 |
TOÑUZ | yılı Türkler'in on ikili yıllarından biri. I, 346; 363 |
TOP | buğday su ile kaynatılır, arpa hamuru ile yoğrularak bir keçeye sarılır, sıcak bir yere bırakılır, eridikten sonra yenir. I, 318 |
TOP | top — I, 318; III, 119 bkz. topık |
TOPIK | topuk; top, çevgenle vurulan top, topaç — I, 190, 318, 380; 11. 22, 88, 113; III, 61, 74, 80, 96, 112, 119, 306 bkz. top |
TOPIK | süñük topuk kemiğinden yapılan yemek, paça — I, 380 |
TOPRAK | toprak, I, 15, 185, 198, 267, 278, 467, 514; II, 305; III, 19, 22, 80, 183, 434 §ag ız toprak |
TOPRAMAK | kurumak- III, 277 |
TOPRAŞMAK | kuruyup tozlaşmık, toz olayazmak — II, 206 |
TOPRATMAK | (hayvan) yeri kurutasıya dek otunu yemek — II, 330 bkz. töpretmek |
TOPULGAK | kulunç — I, 502 |
TOPULGAK | yaraya konulan bir ot, topalak otu, Cyperus — I, 502 |
TOPURGAN | ayak basıldıgında tozıyan yumuşak toprak — I, 516 § topurgan yer; ayak bas ıldığında tozıyan yumuşak toprak — I, 516 |
TOPUZ | yük üzerinde durulamayan, üstüne binilemeyen hayvan yükü — I, 365 |
TOR | tuzak, ağ — III, 39, 57, 121 |
TORIG | at doru renkli at — I, 374 bkz. torug |
TORKU | ipek kumaş — I, 18, 427; III, 72, 380 bkz. turku |
TORUG | at rengi, doru renk — I, 373 bkz. tor ıg § tüm torug at; düz, tamamlyle doru at — I, 338 |
TORUM | torum, deve yavrusu, I, 396 § tışı torum; dişi torum — I, 396 |
TORUMLUG | torumlu, I, 498 |
TOSUN | haşarı (atlar içın), tosun tay — II, 30; III, 429 |
TOŞGURMAK | taşarak doldurmak — II, 178; III, 32 |
TOVIL | davul, avda doğan kuşu için çalınan davul, III, 165 |
TOY | ordu kuragı, I, 522; III, 141 |
TOY | ilâç yapılan bir ot — III, 141 |
TOY | çanak yapılan çamur. III, 141 § toy eşiç; toprak tencere — III, 142 |
TOY | toy kuşu, III, 142 bkz. tod , toh |
TOYIN | toyın, (islâm olmayan Türkler'de) Buda dininin, din ulusu — I, 274; III, 84, 169, 377 |
TOYMAK | doymak, III, 244 bkz. todmak |
TOZ | toz — I, 296; III, 123, 186 bkz. tör |
TOZ | yaylara sarıtan sırım. III, 123 |
TOZARMAK | tozacmak, toz yükselmek. III, 186 bkz. tozmak |
TOZGIRMAK | tozarmak, toz kalkar gibi olmak — II, 178 |
TOZITGAN | çok tozutan, I, 514 |
TOZITMAK | tozutmak — II, 305 |
TOZLUG | tozlu, III, 16 |
TOZMAK | tozarmak, toz ynkselmek. III, 186 bkz. tozarmak |
TÖGI | darının kabuğu çıkarıldıktan sonra kalan oz, III, 229 |
TÖGMEK | döğmek, dövmek, inceltmek III, 184 |
TÖGÜN | dağ, dağlama, dögün. I, 414 bkz. tükün |
TÖGÜŞMEK | döğmekte yardım ve yarış etmek — II, 106 bkz. töküşmek |
TÖKLEŞMEK | dökülüp akmak, II, 207 |
TÖKLÜNMEK | dökülmek, II, 244 |
TÖKMEK | dökmek — II, 19 |
TÖKTÜRMEK | döktürmek, II, 174 |
TÖKÜGLÜG | dökölmüş. I, 509 bkz. töküklüg |
TÖKÜKLÜG | dökülmüş. I, 509 bkz. töküglüg |
TÖKÜLMEK | dökülmek. II, 129 |
TÖKÜŞMEK | döğmekte ve dökmekte yardım ve yarış etmek, II, 106, 107 bkz. tögüşmek |
TÖL | yavrulama zamanı, yavru, döl. III, 133 |
TÖLEK | dölek, gönlıi sakin kişi — I, 387 |
TÖLEMEK | döllenmek, kuzulamak, III, 271 bkz. tülemek |
TÖÑDERMEK | döndermek, altını üstüne getirmek, III, 397 |
TÖNMEK | dönmek. III, 184 |
TÖÑÜLMEK | ümidini kesmek, vaz geçmek, I, 74; III, 395 |
TÖÑÜŞMEK | gözlerini dikerek bir şeye saldırmak; işi kabulden çekinmek; emreden ki şiye, gözlerini dikerek, igrenerek bakmak, III, 394 bkz. toñu şmak |
TÖPRETMEK | (hayvan) yeri kurutasıya dek otunu yemek, II, 330 bkz. topratmak |
TÖR | evin veya odanın en lyi, en önemli yeri, sediri — III, 121 bkz. töre |
TÖR | toz — I, 301, 456 bkz. toz |
TÖRE | evin önemli yeri ve sediri III, 221 bkz. tör |
TÖRPIG | törpü, keser — I, 476 bkz. törplgü |
TÖRPIGÜ | agaç yontacak keser, I, 476, 491 bkz. törpig |
TÖRPIMEK | yontmak, törpülemek — III, 275 |
TÖRPITMEK | törpülettirmek. II, 327 |
TÖRPÜLMEK | yontulmak, törpülenmek — II, 229 |
TÖRPÜŞMEK | törpülemekte yardım ve yarış etmek — II, 204 |
TÖRT | sayıda döıt — I, 132, 341; III, 449 |
TÖRTGÜL | (törtgil) dört köşeli, murabba — III, 417 |
TÖRTÜNÇ | sayıda dördüncü — I, 132; III, 449 |
TÖRÜ | düzen, nizam, görenek, âdet — I, 106; II, 18, 25; III, 120, 121 |
TÖRÜMEK | yaratılmak — III, 262 |
TÖRÜTMEK | yaratmak; bir şey takdlr veya ıslah edilmek — II, 303 bkz. türütmek |
TÖŞ | döş, göğsün başı, III, 125, 346 |
TÖŞEK | döşek. I, 387, 511; II, 128, 147, 162, 307; III, 49, 50, 70, 93, 266, 305 |
TÖŞEKLIG | döşeli, döşennıi; — I, 511 |
TÖŞEKLIG | döşekli, döşek sahibi. I, 509 |
TÖŞEKLIK | döşeklik, döşek ve benzeri şeyleri yapmak üzere hazırlanıp ayrılmış olan — I, 509, 511 § töşeklik barçın |
TÖŞELMEK | … |
TÖŞEMEK | döşemek — III, 266 |
TÖŞENMEK | döşenmek, kendi kendine döşemek. II, 147 |
TÖŞETMEK | döşetmek — II, 307 |
TÖŞLEMEK | döşe, göğse vurmak. III, 346 |
TÖŞLETMEK | döşüne vurdurmak, II, 342 |
TÖZMEK | soğuktan acıkmak — III, 182 |
TUBLU | mezar — I, 430, 431 bkz. tuplu |
TUBULGAN | her zaman yarıp yırtan, delen — I, 519 § kök tubulgan; bir ku ş adı, I, 519 |
TUBULMAK | … |
TUBUN | yemekte bulunan çör çöp parçalar ı; bugday kesmigi. I, 400, 405 bkz. tupun, tübün tubunlug |
TUÇ | tunç — II, 353; III, 120 |
TUDRIÇ | fışkı — I, 453 |
TUDUN | köyün büyüğü, tanınmışı, köylülere kaynaktan Içme su/u da ğıtan adam, su beyi — I. 400; III, 171 |
TUG | hakan yanında çalınan kös ve davul, nöbet davulu; tu ğ; bayrak, sancak — I, 194; III, 127 tug herhangi bir nesnenin tıkacı, kapağı; su bendi, büvet, germeç III, 127 |
TUGAKLIK | süzgeç yapılacak ağaç — I, 503 bkz. tukaklık |
TUGLAMAK | suyun gedigini, yarığını kapatmak, III, 294 |
TUGLUG | bayraklı, sancaklı — III, 127 |
TUGRAG | tuğra — I, 462 |
TUGRAG | dönüşte geri alınmak üzere savaş zamanında askerin binmesi için hakan taraf ından verilen at — I, 462 bkz. tugzag |
TUGRAGLANMAK | alay ve biniş günlerinde han tarafından sonra alınmak üzere at verilmek, atlandırmak; tuğra ile mühürlenmek II, 272, 273 bkz. tugzaglanmak |
TUGRU | parazvana, kılıç, bıçak, hançer gibi şeylerin saplarının içlerlne geçirilen ince demir — I, 421 |
TUGSAK | dul kadın, I, 468 bkz. tul |
TUGUM | kesilecek hayvan — III, 59 bkz. tokum |
TUGZAG | dönüşte geri alınmak üzere savaş za-manında askerin binmesi için hakan taraf ından verilen at — I, 462 bkz. tugrag |
TUGZAGLANMAK | alay ve biniş günlerinde han tarafından sonra geri alınmak üzere at veril-mek, atlandırmak; tuğra ile mühürlenmek — II, 272, 273 bkz. tugraglanmak |
TUKAKLIK | süzgeç yapılacak ağaç, süzeklik — I, 505 bkz. tugakl ık§ tukaklık yıgaç; süzek yapmak içln ayrılmış ağaç — I, 505 |
TUL | dul, III, 133 bkz. tugsak § tul tugsak; dul kad ın — I, 468 |
TULDRAMAK | herhangi bir şey her yanından dağılmak — III, 447 |
TULDURMAK | çarpmak, II, 175 |
TULKUK | tulum, örülmüş ve şişirilmiş tuluk — II, 289 |
TULKUKLANMAK | tulum gibi şişmek, II, 351 |
TULMAK | topa vurmak, II, 22, 23 |
TULUN | kulakla ağız arasındaki kemlk; gemin iki yanında bulunan parçalar, I, 401 bkz. |
TULUÑ | tuluñ dulun, kulak altı; gemde kulak altında bulunan bir halka — III, 371 bkz. tulun tuluñlamak duluna, kulak altına vurmak — III, 409 |
TUM | soğuk — I, 338, 463 bkz. tumlıg, tumlug |
TUMA | buhsun küpte bulunan darı şarabının köpüren, fışkıran kısmı — III, 234 |
TUMAGU | nezle, ingi, dumağı — I, 447 |
TUMAK | kapatmak, tıkamak — III, 247 |
TUMAN | duman, sis — I, 139, 236, 414; II, 6 |
TUMLIG | soğuk — I, 463; II, 8, 217, 221 bkz. tum, tumlug |
TUMLIMAK | soğumak. III, 294, 295 |
TUMLITMAK | akarları soğutmak — II, 344 bkz. tumlutmak; |
TUMLUG | soğuk, soğuk nesne — I, 119, 211, 338, 463; II, 54, 301, 302, 305, 350; III, 107, 182, 302, 400, 439 bkz. tum, tumlıg |
TUMLUGLANMAK | soğuk bulmak; soğuk davranmak, surat asnnak — II, 273 |
TUMLUTMAK | sogutmak, II, 344 bkz. tumlıtmak |
TUN | dinlenme, dölenme — III, 137 |
TUN | kadının ilk çocuğu; kadının ilk kocası — III, 137 |
TUNÇIMAK | kokmak, bozulmak. II, 281 bkz. tançamak, tançgamak, tanç ımak, tınçamak, tınçımak |
TUNÇU | tıkım, lokma . I, 417 bkz. tançu |
TUNÇUKMAK | kaygıdan soluyamaz olmak; hayvan kış için inlne girip bahara dek ç ıkamamak. II, 227, 228 |
TUNGRA | bedendeki kir — III, 378 |
TUNMAK | kapanmak, tıkanmak; bulutlanmak. II, 27 |
TUÑRA | tüşmek yüz üstü düşmek, III, 378 bkz. uñra yatmak tuñu sa ğır — III, 368 |
TUNTURMAK | kapatmak, örtmek — II, 176 |
TUPLU | mezar — I, 430, 431 bkz. tublu |
TUPLUNMAK | delinmek. II, 242 bkz. tubulmak, tupulmak |
TUPULGAN | her zaman yarıp yırtan, delen — I, 519 § kök |
TUPULGAN | blr kuş adı — I, 519 |
TUPULMAK | delinmek — I, 520 bkz. tubulmak, tuplunmak |
TUPUN | buğday kesmiği. I, 499 bkz. tubun, tübün |
TUPUNLUG | tarıg buğdaylı — I, 499 bkz. tubunlug tarıg |
TURA | kalkan, siper; düşmandan gizlenmek için kullanılan şey — II, 356; III, 106, 221 |
TURAG | sığnak — II, 152 |
TURASI | duracak — I, 33; II, 68 § turası yer; duracak yer, I, 33 |
TURBI | yardımcı, yaver, uyuntu; tosun — I, 415 |
TURBINLAMAK | araştirmak, kıyas etmek, ölçümlemek — I, 435 bkz. turbunlanmak |
TURBUN | araştırma, ölçme, kıyas etme — I, 435 |
TURBUNLANMAK | bir şeş hakkında araştirmalarda bulunmak — II, 278 bkz. turbınlamak |
TURDAÇI | durucu, duran — II, 32, 48, 49 bkz. turguç ı |
TURDUKI | durduğu, kalktıgı — Jl, 42 § turdukı turmadukı bir; kalktığı, kalkmadıgı bir — II, 42 |
TURGU | duracak — I, 16. 33, 420; II, 68; III, 211 § turgu ogur; duracak zaman — II, 33 |
TURGUÇI | durucu, duran — II, 49 bkz. turdaç ı |
TURGULUK | durmak hakkı olan, durmayı dileyen — II, 56 bkz. turıgsak |
TURGURMAK | durdurmak; kaldırmak, dikmek, yapmak, inşa etmek; zayıflatmak, yordurmak, durgunlaştırmak — I, 486; II, 177, 178, 198; III, 295, 355 |
TURIGA | turga kuşu, bir çeşit serçe — III, 174 |
TURIGSAK | durmayı seven, durınak dileğinde olan, II, 55 bkz. turguluk |
TURIIKMAK | durmak; toplanmak — I, 192; II, 115 |
TURK | bir cismin uzunluğu, boyu, I, 349 |
TURKIGLANMAK | üstelemekten çekinmek, gocunmak, sayg ı göstermek — II, 272 bkz. turkuglanmak |
TURKINMAK | utanmak, sıkılmak, çekinnıek — II, 241 bkz. turkunmak |
TURKLAMAK | ölçmek III, 445 |
TURKU | ipek kumaş — I, 18, 427; III, 72, 380 bkz. torku |
TURKUG | hayâ, utatnma. I, 462 |
TURKUG | bolmak utanır olmak, I, 462 |
TURKUGLANMAK | üstelemekten çekinmek, gocunmak, sayg ı göstermek. II, 272 bkz. turkıglanmak |
TURKUN | durgun, I, 440 |
TURKUNMAK | utanmak; duraklamak — II, 255 bkz. turk ınmak |
TURLAK | zayıf, her hayvanın arığı, insanın ihtiyarlayışında zayıflıgı — I, 467 |
TURMA | turp, I, 366, 431 |
TURMAK | toplanmak — I, 139 bkz. türümek |
TURMAK | durmak; çıkmak, yükselmek; ayakta durmak, kalkmak, kalk ımak; zayıflamak — I, 20, 73, 139, 149, 214, 236, 334, 335, 361, 455, 494; II, 6, 7, 31, 32, 35, 36, 38, 42, 43, , 49, 55, 58, 61, 64, 65, 67, 170, 198, 206, 297; III, 26, 180, 181, 219, 230, 231, 233, 25 |
TURMUZ | bir çeşit hıyar — I, 343 bkz. tarmaz |
TURNA | durna, turna kuşu — III, 239 |
TURPLAMAK | örnegini yapmak, ölçümlemek III, 443 |
TURŞU | turşu eşegi durdurınak için söylenen kelimeler — III, 224 bkz. tu şu tuşu |
TURUÇI | durucu, durmayı iş edlnen, II, 52 |
TURUG | dağlarda sığınılacak yer — I, 373 |
TURUGI | durıuşu, II, 52 |
TURUGLAG | durulan, durulacak yer — I, 496, 500 |
TURUGLI | durmayı düşünen, tasarlayan — II, 57 |
TURUGSAK | durmayı seven, durmak dileğinde olan — II, 57 |
TURUGSAMAK | durmak istemek — III, 333, 334 |
TURUK | zayıf, I, 380 |
TURUKLAMAK | durgunlaştırmak, arık saymak — III, 337 |
TURUKLANMAK | durgun, argın saymak. II, 265, 266 |
TURUKLUK | durgunluk, cılızlık I, 503, 505 |
TURULMAK | usanmak, bıkmak — II, 126 |
TURUM | durum, birinin boyu kadarınca olan uzunluk — I, 396 |
TURUMLAMAK | suyun derinliğini boyu lle ölçmek — III, 341 |
TURUMSINMAK | kalkar görünmek — II, 260 |
TURUMTAY | yırtıcı bir ku; ; erkek adı — II, 110; III, 243 |
TURUNMAK | dayatmak, durup direnmek; arıklaşmak; duruklamak. II, 145, 146 |
TURUR | -dır, mazisi ve mastarı olmayan bir fiil. III, 180, 181, 316 |
TURUŞGAN | daima karşı koyan — I, 182, 518; II, 95 turuşmak ayaga kalkışmak, duru; mak, karşı durmak, I, 20; II, 95 |
TUS | tus keçe ve elbise gibi her yumu; ak şeye vurmaktan çıkan ses — I, 329; III, 124 |
TUS | tus urmak tıp tıp vurmak. I, 329 |
TUSU | menfaat; ; ifa — III, 224 |
TUSU | bolmak yaramak, fayda vermek — II, 127 bkz. tusulmak |
TUSUKMAK | iyi gelmek, faydası olmak, yaraşmak, II, 116 |
TUSULMAK | yaramak, fayda Yermek — II, 127 bkz. tusu bolmak |
TUŞ | denk, eş, küfüv — III, 355 |
TUŞ | denk, öğür, benzer — III, 125 |
TUŞ | karşı, bir şeyin kar; ısı, III, 125 |
TUŞ | kemer kayışları ucuna takılan altın veya gümüş toka, III, 125 |
TUŞ | kılmak kavuşmak, inmek — III, 17 bkz. tüş kılmak, tüşlenmek |
TUŞAG | köstek, at ayagına vurulan bukagı — I, 411 bkz. tuşagu |
TUŞAGU | köstek — I, 446 bkz. tuşag |
TUŞALMAK | dolaşmak, , kösteklenmek — II, 146 bkz. tu şanmak |
TUŞANMAK | dolaşmak, kösteklenmek — II, 146, 147 bkz. tu şalmak |
TUŞGURMAK | kavuşturmak — II, 178 bkz. tuşmak, tuşurmak |
TUŞGUTLANMAK | çırak, çömez sahibi olmak — II, 270 bkz. bu şgutlanmak |
TUŞIAMAK | hizasına, karşısına durmak |
TUŞLANMAK | yönelmek, karşılaşmak — II, 243, 344 |
TUŞLATMAK | karşısına gelecek surette durdurmak, II, 342, 343 |
TUŞMAK | kavuşmak, rastlamak, yetişmek — I, 26; II, 12, 13 bkz. tuşgurmak, tuşurmak |
TUŞNAMAK | karşılaşmak, harekete geçmek, I, 236 |
TUŞU | tuşu eşeği durdurmak için söylenen kelimeler — III, 224 bkz. tur şu turşu |
TUŞURMAK | kavuşturmak — II, 78, 178 bkz. tuşgurmak, tuşmak |
TUT | kılıç ve benzeri şeylerin üzerine çöken pas, II, 281 bkz. tat |
TUTAŞI | yakın, komşu; her zaman, daima, muttasıl, I, 423 bkz. tutçı, tutşı |
TUTÇI | daima, her vakit, durmadan; komşu, yakın — I, 159, 376, 423, 515, 518, 520, 521, 523, 524; III, 53, 54, 55, 378 bkz. tutaşı, tutşı |
TUTGAK | geceleyin düşmanın gözcülerini ve ileri karakollar ını yakalamak için çıkanlan atlı bölük — I, 467 |
TUTGAN | daima tııtan — II, 296 |
TUTGUÇ | kahvaltı, bir parça yemek — I, 453 |
TUTGUÇI | tutucu, II, 296 bkz. tuttacı |
TUTGULUK | tutmak hakkı, isteği olan — II, 297 |
TUTGUN | tutgun, yakalanan, esir, tutsak — I, 194, 205, 438; II, 219 |
TUTMA | aç tutmaç I, 453 bkz. tutmaç |
TUTMAÇ | herkesçe bilinen bir Türk yeme ği. I, 452; II, 233, 349; III, 119, 289 bkz. tutma aç |
TUTMAK | tutmak, yakalamak — I, 37, 45, 63, 68, 81, 93, 125, 133, 195, 230, 325, 333, 336, 341, 372, 376, 399, 421, 428, 452, 504; II, 12, 24, 28. 33, 68, 74, 97, 118, 172, 289, 291, 292, 296; III, 11, 12, 15, 39, 71, 118, 133, 134, 156, 359, 412, 429 |
TUTRUG | vasiyet — I, 79 bkz. tutsug |
TUTSUG | vasiyet — I, 462 bkz. tutrug |
TUTSUKMAK | tutulmak, yakalanmak — II, 227 |
TUTŞI | yakın, komşu — I, 423 bkz. tutaşı, tutçı |
TUTTACI | tutucu — II, 296 bkz. tutguçı |
TUTTURMAK | tutturmak, yakalatmak — II, 174 |
TUTUG | efsun, büyü tutması — I, 373 |
TUTUG | rehin, tutu — I, 373; III, 63 |
TUTUGLI | tutmaya azmeden — II, 297 |
TUTUGLUG | yer tekln olmayan yer, cin çarpan yer, I, 496 |
TUTUGSAK | tutmak isteyen — II, 296, 297 |
TUTUK | enenmlş, iğdi; edllmiş — I, 380 |
TUTUKLAMAK | enemek, enenmişliğe nispet etmek, III, 337 |
TUTUKLANMAK | hadım köle sahibi olmak — II, 265 |
TUTUKMAK | paslanmak, II, 116, 281 bkz. tatıkmak |
TUTULMAK | tutulmak, yakalanma'< — II, 120 |
TUTUNÇU | ogul evlâtlığa alınmış çocuk — III, 375 |
TUTUNMAK | tutulmak, edinmek, tutmak, yalnız başına tutmak, tutuşniak — II, 23, 143, , 144 bkz. tütünmek |
TUTURGU | buyrulması ve tutulması haklı olan şey, I, 489 |
TUTURKAN | pirinç, döğü — I, 521 |
TUTUŞ | çıkışma, çekişme — I, 367 |
TUTUŞMAK | tutuşmak — I, 170; II, 88 bkz. tütüşmek |
TUTUZMAK | emretmek — I, 462; II, 86 |
TUVIRMAK | kulak dikmek, kulak kabartmak — II, 73 bkz. tuvurmak |
TUVRAMAK | davranmak; büyümek, kuvvetlenmek I, 103; III, 279 bkz. tavramak |
TUVURMAK | kulak dlkmek, kulak kabartmnak. II, 73, 162 bkz. tuv ırmak |
TUVUZ | büyük, iri III, 279 |
TUY | halk — III, 447 |
TUYAG | at tırnağı, hayvan tırnagı, tuynak — II, 96; III, 165 |
TUYAGLI | tırnaklı III, 178 |
TUYIN | pinti; sıkıntılı III, 169 |
TUYMAK | duymak. I, 44; III, 244 |
TUYSUKMAK | duyar gibi olmak — III, 195 |
TUYTURMAK | duyurmak; anlatmak, III, 192 |
TUYUK | sisli, puslu, kapalı; canı sıkılmış III, 166, 167 |
TUZ | tuz — II, 18, 104, 106. 299; III, 31, 123, 184. 359 |
TUZ | güzellik. I, 296 |
TUZAK | tuzak — I, 380 |
TUZAK | sevgili, sevgi için söylenen sö ı — I, 380 bkz. tuzakı |
TUZAKI | sevgili. I, 380 bkz. tuzak |
TUZAMAK | tuzlamak, I, 206, 358, 380, 425; II, 234; III, 304 bkz. tuzlamak |
TUZGU | yoldan geçen hısımlara veya tanıdıklara armağan olarak çıkarılan yemek — I, 424 |
TUZGULANMAK | yemek hediye etmek — III, 201 |
TUZGUN | armağan — I, 419 |
TUZKIYA | sevgili, güzel III, 359 |
TUZLAMAK | tuzlamak — III, 263, 293 bkz. tuzamak |
TUZLANMAK | tuzlanmak — II, 243 |
TUZLATMAK | tuzlatmak. II, 342 |
TUZLUG | tuzlu — I, 209 |
TÜ | tüy, kıl, saç; renk, at tonu — I, 406; II, 24; III, 207 |
TÜB | dip, asıl, kök — I, 52, 73 bkz. tüp |
TÜBILN | yemekte bulunan çör çöp parçalar ı; buğday kesmiği — I, 400, 405 bkz. tubun, tupun |
TÜBLÜG | asaletli III, 40 |
TÜBÜTLEMEK | Tibet'li saymak, Tibet'e nispet etmek, III, 330 |
TÜBÜTLENMEK | Tibet'li kılığına girmek, II, 265 |
TÜDEŞ | birbirine benzeyen, aynı renkte olan, I, 406, 407; III, 207 |
TÜGE | düğe, iki yaşına girmiş olan buzağı, III, 229 |
TÜGLÜNMEK | düğümlenmek, düğülmek II, 244 |
TÜGLÜŞMEK | birbiriyle düğümlenmek II, 207 |
TÜGME | düğme . I, 433 |
TÜGMEK | düğmek, düğümlemek, bağlamak — I, 472; II, 20, 243 |
TÜGMELENMEK | düğmelenmek, ilikleri ilikle mek — III, 202, 203 |
TÜGSIN | dört köşeli düğümlenen bir çeşit düğüm . I, 436, 437; II, 285 |
TÜGÜLMEK | düğülmek, dügümlenmek; yemek boğazda kalmak. I, 198, 437; II, 130, 162, 285; III, 215 |
TÜGÜN | düğüm — I, 400, 437, 524, 525; II, 20, 106, 124, 130, 134, 142, 143, 162, 180, 184, 187, 210, 285, 293, 307; III, 59, 73, 78, 95, 105, 110, III, 112, 266, 267, 270 |
TÜGÜNMEK | kendi başına düğüm yapmak, II, 143 |
TÜGÜŞMEK | düğüm düğmekte yardım ve yanş etmek — II, 106 |
TÜĞÜLGEN | her zaman duğülen, her zaman can sıkıntısından kaşıgözü düğülen, çatılan — I, 524 |
TÜKEK | halka, yük yükletilirken yükü s ıkıştırmaya yarayan ve Ipe takılan halka — II, 287 |
TÜKEL | tamamen, büsbütün — I, 60, 214, 456; II, 24, 223, 228; III, 147 |
TÜKEMEK | tükenmek, bitmek; yetmek, kifâyet etmek, III, 270 |
TÜKETMEK | tüketmek, bitirmek II, 309 |
TÜKLÜG | kör — I, 477 |
TÜKNEMEK | yara dağlamak — III, 301 |
TÜKSIN | halktan olup handan üç kat a şağı bulunan kişi, I, 437 |
TÜKÜ | tükü köpek enlğlni çağırmak için kullanılan kelime, III, 229 |
TÜKÜN | dağlama, dağ döğün — I, 414 bkz. tögün |
TÜKÜZ | atın alnındaki akıtma — I, 367 bkz. teküz § tilküz at; aln ında bir parça beyaz olan at — I, 365 |
TÜLEK(G) | dört ayaklı hayvanların tüylerlnl atıp döktükleri sıra, koyun kırkımı I, 387 § tülek yılkı; tüliyen, kış tüyünü döken hayvan, I, 412 |
TÜLEMEK | tüyünü dökmek — III, 270, 271 |
TÜLEMEK | döllemek, kuzulamak — III, 271 bkz. tölemek |
TÜLETMEK | kuzulatmak, doğurtmak — II, 310 |
TÜLFIR | kumaştan ve ipekten yapılan örtü ve perde, I, 457 bkz. tülvir |
TÜLÜG | tüylü — I, 406; III, 207 § tülüg yad ım; tüylü yaygı, halı — III, 19 |
TÜLÜG | erük feftali — I, 69, 318; II, 282 |
TÜLÜG | yadım tüylü yaygı, halı, III, 19 |
TÜLVIR | gelin odası tülleri . III, 100 bkz. tülfir |
TÜM | at tonlannda düz renk — I, 338 |
TÜMEN | tümen tümen, pek çok — I, 233, 402 § tilmen mi ıig; bin kere bin, I, 402 |
TÜMEN | büyük iğne — III, 367 bkz. temen |
TÜMILEMEK | timbildemek, sekerek koşmak — III, 326, 327, 330 bkz. tümilenmek |
TÜMILENMEK | timbildemek, sekerek koşmak — III, 327 bkz. tümilemek |
TÜMRÜK | dümrük, def, I, 478 |
TÜMSE | minber — I, 423 |
TÜN | gece — I, 82, 100, 245, 331, 339, 423; 11. 77, 97, 232, 303; III, 247, 258, 288, 377 |
TÜNEK | hapishane, zından, I, 408 |
TÜNEMEK | gecelemek. III, 273 |
TÜNERIK | karanlık; mezar, I, 488 |
TÜNERMEK | karanlık olmak, kararmak, gece olmak-II, 86 |
TÜNETMEK | geceletmek — II, 312 |
TÜÑITMEK | eğmek — II, 326 bkz. tüñütmek, |
TÜÑITMEK | yukarıya doğru yükseltmek — II, 326 bkz; teñitmek |
TÜNLE | geceleyin. I, 251, 339, 434; II, 5; 111. 87 |
TÜÑLÜK | pencere, ocak, baca gibi evdekl delikler, II, 18; III, 120, 127, 383 |
TÜÑŞÜ | şamdan. III, 378 |
TÜÑÜR | dünür, karının hısımları — II, 110; III, 362, 372 |
TÜÑÜRLEMEK | birinl — kendlne dünür saymak, dünürlü ğe nispet etmek, III, 408 |
TÜÑÜRLENMEK | kendini birine dünür salmak — III, 407 |
TÜÑÜŞMEK | baş eğmek-III, 393, 394 bkz. tüñütmek, tüñütmek |
TÜÑÜTMEK | eğmek-III, 396 bkz. tüñitmek, tüñüşmek |
TÜP | asıl, kök, dip, temel, herhangi bir şeyin aslı, kökü, insanın aslı — I, 52, 73; II, 280; III, 119, 123 bkz. tüb |
TÜPÇIL | tipisi çok olan yer, III, 56 |
TÜPI | tipi — I, 219; II, 4, 71; III, 57, 97, 216, 217, 324 |
TÜPIRMEK | rüzgâr eserek toprağı savurtnnak — II, 71 bkz. tüpürmek |
TÜPKERMEK | araştırmak, izine düşmek. II, 179 |
TÜPLEMEK | diplemek, kökten aramak, III, 293 |
TÜPLENMEK | kökleşmek; zenginle; mek — II, 242 |
TÜPLEŞMEK | aslını araştırmak — II, 206 |
TÜPLETMEK | aratmak, II, 342 |
TÜPLÜG | asaletli III, 40, 119 § tüplüg y ıldızlıg; asaletli, köklü — III, 40 |
TÜPÜ | tepe, insanın başının üst tarafı — I, 309; II, 79; III, 216 |
TÜPÜLEMEK | tepelemek, tepesine vurmak — III, 322, 323, 327 |
TÜPÜRMEK | rüzgâr eserek toprağı savurtmak. II, 71 bkz. tüpirmek |
TÜRÇIMEK | başlamak. III, 275, 276 |
TÜRÇITMEK | başlatmak. II, 329 |
TÜRGEK | bohça- II, 289 bkz. türkek |
TÜRI | tadı kekre olan; huyu sert olan — I, 47; III, 220 bkz. türü |
TÜRK | vakit anlamına gelen bir kelime — I, 353 § türk kuya ş ödi; gün ortası — I, 353 § türk üzüm ödi; üzümün olgunluk vakti — I, 353 § türk yigit; gençlik ça ğının ortasında olan genç — I, 353 |
TÜRKEK | türkeklenmek dürülmek, bohçaya sarılmak — II, 351 |
TÜRKLEMEK | Türkler'den saymak (Araplar'a gôre) Acem, yani Arap'tan ba şka, saymak — III, 446 türkün oymakların, hısımlann toplandığı yer; ana baba evi — I, 441, 442; II, 209 |
TÜRKÜNLENMEK | kendini bir yerden saymak ve o yeri kendinin say ıp oturmak — II, 278 |
TÜRLÜG | türlü. I, 119, 296, 402, 476, 477; II, 122 |
TÜRLÜNMEK | dürülmek, bükülmek — II, 243 |
TÜRMEK | dürmek — II, 7, 39 |
TÜRMEK | kadınbudu denllen yemek, dürüm. I, 396, 477; II, 106 |
TÜRMEKLENMEK | dürüm yapılmak — II, 276 |
TÜRTMEK | sürtmek, sıvamak, çalmak — III, 425, 426 |
TÜRTÜLMEK | sürulmek — I, 486; II, 229 |
TÜRTÜNMEK | (yag) sürünrnek, sürünür görünmek, II, 240 |
TÜRTÜŞMEK | (yağ) sürmekte yanş etmek — II, 205 |
TÜRÜ | tadı kekre olan, buruşturan — I, 47 bkz. türi |
TÜRÜLMEK | dürülmek. II, 127 |
TÜRÜMEK | toplanmak — I, 139 bkz. turmak |
TÜRÜNMEK | kendi başına dürmek. II, 145 |
TÜRÜŞMEK | dürmekte yardım ve yarış etmek, II, 95 |
TÜRÜTMEK | yaratmak; blr ; ey takdir veya ıslah edilmek, II, 303 bkz. törütmek |
TÜŞ | eğlek, durak, yolculukta dinlenilecek yer ve konulacak zaman, I, 330 |
TÜŞ | düş, rüya, düş azması, ihtilam, III, 18, 125, 266 |
TÜŞ | kılmak inmek, toplanmak . III, 17 bkz. tuş kılmak, tilşlenmek |
TÜŞ | ödi konulacak zaman, kuşluk vakti — I, 330; III, 125 |
TÜŞEMEK | düş görmek, ihtilam olmak, düşü azmak- III, 266 |
TÜŞKÜN | dikenli kitre ağaçcığı — I, 443 bkz. tüşürkün |
TÜŞKÜNLENMEK | dağda kitre ağacı çoğalmakII, 278 |
TÜŞLENMEK | inmek, toplanmak, I, 222; II, 242 bkz. tu ş kılmak, tüş kılmak |
TÜŞLÜK | konulacak yer — I, 477 |
TÜŞLÜK | ödi dinlenmek için yolcuların gece yarısından sonraki konak vakltleri — I, 477 |
TÜŞMEK | düşmek; inmek I, 320, 456; II, 13, 81, 137; III, 5, 14, 65, 122, 129, 132, 378, 439 |
TÜŞRÜM | eğrilmlş ip yumağı — I, 485 bkz. teşrüm |
TÜŞÜK | işten güçten kalan, haylaz, dü şkün. I, 387 |
TÜŞÜRGÜ | çayın ırmağa karışan agzı, degirmenin blr ırmağa olan savağı — I, 490 |
TÜŞÜRKÜN | kitre ağaçcığı — I, 522 bkz. tüşkün |
TÜŞÜRMEK | düşürmek, indirmek — II, 78, 79, 316 |
TÜT(Ü)NMEK | duman tütmek, II, 23 bkz. tutunmak |
TÜTEK | ibrik ve benzeri şeylerin emziği I, 386 bkz. tokurga |
TÜTETMEK | tütütmek — II, 299 bkz. tütitmek |
TÜTITMEK | tütütmek — II, 299 bkz. tütetmek |
TÜTKÜRMEK | saldııtmak, kışkırtmak — II, 73 bkz. tütürmek |
TÜTSÜK | kinci . I, 476 § tütsük kişi; kinci adam, yaman düşman — I, 476 |
TÜTÜ | türlü — I, 179; II, 283 |
TÜTÜN | duman I, 400; II, 72, 299; III. 16 |
TÜTÜRMEK | saldırtmak, kışkırtmak II, 73 bkz. tütkürmek |
TÜTÜŞMEK | kavga etmek, tutuşmak, çekişmek, avı yakalamağa yardım ve yarış etmek, II, 71, 88, 89 bkz. tutuşmak |
TÜVEK | patlangıç — I, 388 |
TÜVEKLIK | patlangıç için oyulan ağaç dalı — I, 508 |
TÜVIŞMEK | şişe et dizmekte yardım ve yarış etmek — II, 102 bkz. tevişmek |
TÜVŞEMEK | ter, tane tane olmal< — III, 286 |
TÜZ | halk, reayâ — III, 123 |
TÜZ | asıl, kök, soy sop, III, 123 |
TÜZ | düz — I, 60, 121, 325, 376, 433; III, 123 |
TÜZERMEK | düzelmek — II, 77 |
TÜZEŞMEK | düzlemekte yardım ve yariş etmek — II, 99, 100 bkz. tüzüşmek |
TÜZGERMEK | armağan vermek, II, 179 bkz. tüzgürmek |
TÜZGÜRMEK | amnağan vermek — II, 179 bkz. tilzgermek |
TÜZLINMEK | düzelmek, rnüsavileşmek — I, 349 bkz. tüzlünmek, tüzülmek |
TÜZLÜNMEK | düzeltmek — II, 243 bkz. tüzlinmek, tüzülmek |
TÜZMEK | düzmek, düzeltmek — II, 9 |
TÜZÜLMEK | düzelmek, tertip ve tanzim edilmek. II, 71, 127, 243; III, 131 bkz. tüzlinmek, tüzlünmek |
TÜZÜNLÜG | yumuşaklık. III, 188 bkz. tüzünlük |
TÜZÜNLÜK | yumuşaklık II, 250 bkz. tüzünlüg |
TÜZÜŞMEK | düzlemekte yardım ve yarış etmek — II, 99 bkz. tüzeşmek |
U | uyku — III, 247 bkz. ud, udu |
UBANMAK | gizlenmek — I, 198 |
UÇ | Türkler'in kalem yaptıkları bir ağaç — I, 35 |
UÇ | bir nesnenin tükenmesi, bitmesi; uç, kenar — I, 44, 319; III, 426 § uç el; s ınır, sınırdaki il — I, 44 |
UÇA | sırt, arka, uca — I, 87 |
UÇAN | iki yelkenli gemi — I, 122 |
UÇGUK | uçuk, ingi, dumagu — I, 98 |
UÇLANMAK | uç peyda etmek, I, 257 |
UÇMAK | uçmak, cennet — I, 118, 119; III, 374 |
UÇMAK | uçmak — I, 163, 164, 483; II, 45, 324; III, 240 |
UÇRUŞMAK | uçurmakta yardım ve yarış etmek I, 233, 529; III, 178 |
UÇUKMAK | sonuna varmak — I, 191 |
UÇUN | sebep bildiren bir edat, için — I, 76, 86; II, 290; III, 358 |
UÇURGAN | çok uçuran — I, 156 |
UÇURMAK | uçurmak; düşürmek I, 176; II, 199, 324 |
UÇURSAMAK | uçurmak istemek — I, 280; III, 247 |
UÇUZ | ucuz, hor ve alçak, değersiz — I, 54 |
UÇUZLAMAK | hor ve alçak görmek, hakaret etmek — I, 54, 301 |
UÇUZLANMAK | ucuz bulmak, ucuz saymak — I, 292 |
UÇUZLUK | değersizlik, küçüklük, ucuzluk — I, 149 |
UD | sığır, öküz — I, 45, 346 bkz. öd, ud |
UD | yılı Türkler'in on ikili yıllarından biri — I, 45, 346 |
UD | uyku, I, 46, 200 bkz. u, udu |
UD | sığır, öküz — II, 358 |
UDGARMAK | uyandırmak, uyarmak — I, 46 bkz. udgurmak, uygurmak |
UDGIRMI | uyanmış — II, 257 |
UDGURGAN | daima uyandıran — II, 256 |
UDGURGUÇI | uyandıran — II, 50 |
UDGURMAK | uyandırmak, uyarmak — I, 46, 225, 260; II, 44, 193, 255 bkz. udgarmak, uygurmak |
UDIK | er uyuklayan kişi — I, 65 |
UDIKLAMAK | uyuklamak — III, 349 bkz. uduklamak |
UDIM | arkası sıra, ard, arka, müteaklp — III, 401 bkz. udu |
UDIMAK | uyumak I, 39; III, 259, 260 bkz. udumak |
UDINMAK | sönmek, III, 26 bkz. odunmak, udunmak |
UDIŞMAK | uyumakta yarış etmek; uyuşmak, katılaşmak, -pıhtılaşmak. I, 181, 182 bkz. uduşmak |
UDITGAN | çok uyutan, hep uyutan — I, 154 |
UDITMA | yaş peynir, taze peynir, I, 143 |
UDITMAK | uyutmak; katilaştirmak, peynlr yapmak; söndürmnek. I, 207, 208 |
UDLAŞMAK | birbiri ardınca yürümek — I, 239 bkz. üdleşmek |
UDLATMAK | uydurmak, arkasına düşürmek I, 264, 265 |
UDLUK | sığır glbl hayvanların ahırda yattığı yer, I, 98 |
UDMAK | uyan, çırak, şâkirt; uşak, ırgat — I, 99 |
UDMAKLANMAK | uşak ve ırgat sahlbl olmak — I, 313 |
UDU | uyku — I, 39; II, 193; III, 247 bkz. u, ud |
UDU | art, arka, arkası sıra, müteaklp, arkasında; yüzünden, dolayı — I, 87, 110, 167, 272, 399; II, 17, 303; III, 80, 231, 309. 401 bkz. ud ım |
UDU | tepe, I, 87 § kum |
UDU | kum yığını — I, 87 |
UDUG | uyanık, I, 63 § udug köñüllilg er; uyan ık gönüllü, anlayışlı adam — I, 63 |
UDUGLUK | işlere karşı (^111^1^I, 149 bkz. udukluk |
UDUKLAMAK | uyuklamak, III, 339 bkz. udıklamak |
UDUKLUK | insanın bir ; eyden gafleti ve dalg ınlığı, I, 149 bkz. udugluk |
UDUKMAK | ardına dü; mek, kovalatmak — III, 231 |
UDULAMAK | uymak — I, 308 |
UDUMAK | uyumak — I, 39 bkz. udımak |
UDUNMAK | uyanmak. I, 200; III, 194 |
UDUNMAK | uyanmak I, 200 bkz. odunmak, udınmak |
UDURMAK | seçip ayırmak — I, 370; III, 228 bkz. adırmak, edirmek, ödürmek, ödürmek, üdürmek |
UDUŞMAK | uyumakta yarış etmek; uyuşmak, katılaçmak, pıhtila; mak — I, 181 bkz. udışmak |
UDUZ | uyuş I, 54, 55; II, 300; 111. 5, 63, 74 |
UDUZLAMAK | uyuzuna ilâç yapmak — I, 301 |
UDUZLUG | uyuzlu — I, 146 |
UFUT | hayâ, utanma, ut — I, 309 bkz. uvut, uvut |
UFUT | bolmak utanmak, I, 309; III, 208 , 231 |
UG | çadırın üst yanındaki köşelerden her biri I, 48 |
UGAN | her şeye gıicü yeten, kadir, I, 77 § ugan Teñri; gücü yeten Tanr ı — I, 77 |
UGANÇA | gücü yetinceye kadar — I, 44 |
UGARAT | alnındaakı olanat — I, 53 |
UGLI | Kaşgar'da yetişen ve yenen beyaz ve tatlı bir havuç — I, 129 |
UGRAKLANMAK | Ograk kılığına girmek, I, 313 bkz. Ograklanmak |
UGUT | içki yapılan bir çeşit hamur — I, 50 |
UJLAÑ | kaya keleri, I, 116 |
UKIMAK | kusmak, III, 254 |
UKMAK | anlamak . I, 168; II, 228; III, 20, 46 |
UKRUK | kement — I, 100; III, 215 |
UKSAMAK | anlamak istemek — I, 277 |
UKTURMAK | anlatmak I, 223 |
UKU | anlayı; — I, 62 |
UKULMAK | bilinmek, anlaşılmak , I, 197 |
UKUŞLUG | anlayı; lı — I, 62, 147 |
UKUŞMAK | anlamak — I, 186 ul duvar temeli — I, 48 |
ULA | kırda belge, alâmet — I, 92 |
ULAG | ulak, beyin emriyle koşa koşa giden postacının başka bir ata erişip bininceye değin bindiği at — I, 122 |
ULAG | yama, elbise yaması — I, 122 |
ULAGA | savaş atı, III, 172 |
ULAGU | neriğ kendisiyle bir şey ulanan nesne — I, 136 |
ULAMAK | ulamak, eklemek; ulaşmak ve buluşmak III, 255 |
ULANMAK | ulanmak, vasıta olmak, I, 64, 204 |
ULAR | erkek keklik — I, 122; II, 213 |
ULARLIG | kekliği çok olan — I, 148 |
ULAS | köz süzgün ve yakışıklı göz — I, 59, 60 |
ULAŞMAK | ulaşmak, bitişmek — I, 189 |
ULATMAK | ulatmak — I, 213 |
ULATU | burun temizlemek için koyunda ta şınan ipek kumaş parçası — I, 136 |
ULDAÑ | pabuç altı, tabanı, mestin alt yanı, I, 116 bkz. oldañ |
ULDIMAK | yalın ayak, nalsız kalmak; ayağı ya-ralanmak, ayağı aşınmak — I, 104, 273 |
ULDUK | nalsız, yalın ayak — I, 101 bkz. olduk |
ULGADMAK | büyümek, ulu olmak, I, 263, 505; II, 268; III, 87 bkz. ulgatmak |
ULGATMAK | büyümek — I, 263; II, 366 bkz. ulgadmak |
ULIÇ | erkek çocuklara sevgi bildirmek içln söylenen bir kelime I, 52; II, 250 |
ULIGU | uluyacak zaman — I, 136 |
ULIMAK | ulumak — III, 255 |
ULINÇ | yol kıvrımlı yol, iğri, büğrü, büküntülü yol, düz olmayan yol — I, 133; III, 450 |
ULINMAK | usanmak, bıkmak; kıvrılmak, dolanmak, I, 204, 205; II, 241 bkz. ulunmak |
ULIŞMAK | ulaşmak I, 189 |
ULITGAN | çok ulutan — I, 156 |
ULITMAK | ulutmak — I, 213 |
ULITMAK | eğdirmek, büktürmek — I, 213 |
ULMA | testi, çanak çömlek — I, 130, 371; II, 234; III, 182 bkz. olma |
ULMAK | erpimek, eriyecek ve dağılacak halegelmek, eskiyerek y ıpranıp yırtılmak. I, 169 |
ULNATMAK | altını üstüne getirerek düzelttirmek, çevirtmek. I, 267 |
ULTURMAK | erpitmek, yıpratmak — I, 223, 224 |
ULUG | ulu, büyük, yüce, büyüklük, ululuk — I, 51, 64, 301, 304, 324, 347, 348, 367; 11. 19, 28, 40. 54 95, 328; III, 69, 70, 175 |
ULUG | ay senenin "ulug oglak ay"dan sonra gelen parças ı, yaz ortası — I, 348 |
ULUG | oglak ay senenin "oglak ay"dan sonra gelen ve o ğlakların büyüduğü parçası — I, 347 bkz. oglak ay |
ULUGLAMAK | yüceltmek — I, 304 |
ULUGLUK | büyükluk, ululuk, Irilik; ya şça kocalık — I, 64, 150, 352, 505; II, 91 |
ULUGSAMAK | bir şeyin büyüğünü istemek, I, 302, 303 |
ULUK | atın onnuzbaşı — I, 68 |
ULUK | (ton) eskimiş, yıpranmış (elblse) — I, 67 ulun temrensiz ok, I, 78 ulunlug (er) temrensiz, yeleksiz okları bulunan (kişi) — I, 148 |
ULUNMAK | usanmak, bıkmak; kıvrılmak, dolanmak — I, 204 bkz. ulınmak |
ULUŞ | köy, şehir, I, 62 |
ULYAN | kokulu bir bitklnin köküdür ki yenllir — I, 121 |
UM | karın şişkinliği, kursak bozukluğu, I, 49 |
UM | bolmak kursak bozulmak, çok yemekten kursak bozulmak, bulanmak — I, 49 |
UMA | ana — I, 92 |
UMA | eve gelen konuk — I, 92, 93, 106; II, 316 |
UMAK | geciktirmek, I, 93 |
UMAK | kudreti olmak, gücü yetmek — I, 44, 77 |
UMAY | son, kadın doğurduktan sonra karnından çıkan sonu — I, 123 |
UMDU | istek, dilek; tamah — I, 125 |
UMDUÇI | dilençi. I, 125, 141 |
UMDURMAK | umdurmak — II, 54 |
UMMAK | ummak — I, 169 |
UMUNÇ | umma, umut etme — I, 133; III, 450 |
UMUNÇLUG | umulan, umutlu — I, 155 |
UMUNMAK | umunmak, umutlanmak, unnmak — I, 206; III, 429 |
UN | un, I, 49, 174, 238, 250, 255, 264, 268, 269, 284, 286; II, 15, 16, 71, 81, 102, 129, 174; III, 40, 102, 107, 340, 436 |
UNAMAK | razı olmak, kabul etmek, I, 215; III, 256 |
UÑAMUK | (er) solak (adam) — I, 162 |
UNAŞMAK | uyuşmak, kabullenmek — I, 190 bkz. onaşmak |
UNATMAK | razı etmek, I, 125 |
UNITGAN | çok unutan — I, 156, 525 |
UNITMAK | unutmak, I, 215; II, 325 bkz. unutmak |
UÑRA | yatmak sırt üstü yatmak — III, 378 bkz. tuñra tü şmek |
UNUTMAK | unutmak — I, 215 bkz. unıtmak |
UNUTMIŞ | unutulmuş — I, 228 |
URAGAN | daima uran — I, 33 bkz. uran |
URAGUN | Hindistan'dan gelir bir ilaç — I, 138 |
URAGUT | kadın, avrat — I, 138, 153, 178, 180, 201, 250, 253, 255, 257, 259, 275, 302, 306, 308, 311, 314, 401, 509; II, 9, 22, 56, 80, 107, 121, 126, 141, 142, 146, 151, 153, 155, 156, 233, 239, 254, 265, 278, 302, 304, 307, 309, 317, 330, 355; III, 36, 50, 58, 64, 85, |
URAN | daima uran — I, 33 bkz. uragan |
URDI | tokıdı vurdu, dövdü — III, 268 |
URDUTAL | hamamotu — I, 124 bkz. ardutal, ordutal |
URGA | büyük ağaç — I, 128 |
URGU | kendisiyle bir şeye vurulacak nesne veya ayg ıt. I, 13; II, 69 |
URI | ses, gürültü — I, 87, 88 |
URI | erkek evlât — I, 88, 251 § urı oglan; erkek çocuk — I, 88 |
URI | dere, yol, III, 370 § teriñ urı; geniş dere ve yol — III, 370 |
URI | kıkı gürültü, haykırı; — III, 227 bkz. kıkı |
URILAMAK | bağırmak, sesini ynkseltmek. I, 309 bkz. or ılaşmak, orlaşmak, urılaşmak, urlamak, yurlamak |
URILAMAK | kendini övmek, kendini övmekte ileri gitmek I, 309 |
URILAŞMAK | bağrışmak, çağrışmak — I, 239 bkz. orılaşmak, orlaşmak, urılamak, urlaşmak, yurlamak |
URIŞMAK | vuruşmak — I, 367 bkz. uruşmak |
URK | ip, urgan, I, 42, 258 bkz. uruk |
URLAMAK | bağırmak, ulumak — I, 189 bkz. orılaşmak, orlaşmak, urılamak, urlaşmak, yurlamak urlaşmak bağrışmak, çağrışmak — I, 239 bkz. orılaşmak, orlaşmak, urılaşmak, urlamak, yurlamak |
URMAK | urmak, vurmak, dövmek; koymak, yapmak; takmak, I, 12, 13. 20, 27, 93, 164, 165, 177, 213. 242, 320, 329, 333, 334, 348, 386, 407, 483; II, 54, 61, 138, 152, 174, 191, 358; III, 120, 124, 127, 145, 260 bkz. ürimek |
URRA | erkeklerde olan kasık yarıklığı, kavlıç — I, 39 |
URSAMAK | vurmak istemek, I, 276 |
URSUKMAK | dövmede, dövüşte yenilmek, dövülmek. I, 242, 243 |
URT | iğne deüği, iğne yurdu — I, 42 |
URU | yazmak vurayazmak, döveyazmak — III, 59 |
URUG | tane, tohum, evin — I, 53, 64, 449 |
URUG | dövüş, vuruş — I, 27, 386 |
URUG | turıg hısımlar — I, 64 |
URUGLAMAK | çekirdeğini çıkarmak, çekirdekten ayırmak — I, 303, 304; III, 346 |
URUGLANMAK | tane tutmak — I, 293 |
URUGLUG | (altun) para olarak kesilmiş, urulmuş (altın) — I, 147 |
URUGLUK | (buğday) tohumluk için saklanmış (buğday) — I, 146 |
URUK | ip, urgan — I, 42, 66, 209, 221; II, 136, 205; III, 110, 330 bkz. urk |
URUKLUG | (kova) ipli (kova) — I, 147 |
URUKLUK | (yüñ) ip yapmak için hazırlanmış(yün) — I, 150 |
URULMAK | vurulmak, dövülmek; kurulmak — I, 194, 195; II, 138 |
URULMAK | (ip ve benzeri) örülmek I, 195 |
URUMDAY | kendisiyle ağının zararı giderilen bir taş — I, 159 |
URUNÇ | rüşvet, gevik, I, 132, 354; III, 217, 449 bkz. orunç |
URUNMAK | pişman olup vurunmak, dövünmek; sarınmak, örtünmek I, 201 |
URUNMAK | dikilmek, kalkmak — I, 201 |
URUŞ | urma, sava; , vuruş, vuruşma — I, 61, 221, 414; II, 83 |
URUŞ | tokuş uğraşma ve savaşma — I, 12 |
URUŞMAK | vuru; mak — I, 20, 182; II, 89 bkz. uruşmak |
URUT | kuru (geçen yıldan kalma ot için). II, 79 bkz. ar ııt |
US | hayır ve şerri ayırt ediş, I, 36 |
US | kerkes kuşu, I, 36, 228; III, 46 |
USAL | kişi gafil, iş bilmeyen — I, 122 |
USAYUK | (er) gafil (adam) — I, 160 |
USITGAN | çok susatan, I, 155 |
USITMAK | susatmak — I, 209 |
USLAMAK | anlamak, hayrı şerden ayırt etmek — I, 286 |
USLAYU | kerkes kuşu gibi, II, 17 |
USMAK | susamak; sanmak — I, 166; II, 165 |
USNATMAK | benzetmek, I, 267 bkz. üsnemek |
USRIK | uyuklayan adam. I, 99 |
USUKMAK | susamak — I, 191; II, 165 |
USUZ | uykusuz, I, 122 |
UŞ | şimdi, işte, §161. I, 36; II, 45, 128 |
UŞ | agaç, dal, boynuz gibi şeylerin özü — I, 36 §müñüz uşı; boynuz özü — I, 36 |
UŞ | uş öküzü suvarmak için söylenen 502. I, 36 |
UŞAK | küçük, ufak, I, 67; III, 279 § u şak oglan; küçük çocuk — I, 67 § u şak otuñ |
UŞAK | koğuculuk, koğu, dedikodu, kogucu — I, 122; II, 20 § u şak söz; kogu olarak söylenen söz — I, 122 |
UŞAKLAMAK | koğlamak — I, 305 |
UŞAKLIK | işte gösterilen çocukluk — I, 150 |
UŞALMAK | ufalanmak — I, 197 bkz. uşatmak, uvşatmak, üşelmek, üşetmek |
UŞATMAK | ufalatmak — I, 211, 262 bkz. uşalmak, uvşatmak, üşelmek, üşetmek |
UŞGUN | ekşi bir çeşit ot, poy otu — I, 440 bkz. kuşgun |
UŞUN | omuz başı, çigin başı — I, 77 |
UTAMAK | yapraklarını, başağını kesrnek, ekin biçilmek, budamak — III, 250, 251 |
UTANÇ | (ış) utanılacak (1; ). III, 448 bkz. utunç |
UTANMAK | utanmak, I, 199, 291 bkz. uvutlanmak |
UTMAK | oyunda yutmak, oyunda ütmek I, 170, 200; II, 103 |
UTRU | önce; karşı, orta I, 68, 494; II, 145; III, 40 bkz. ortu, otra, otru |
UTRULANMAK | yüz ytize gelmek — I, 296, 297 bkz. otrulanmak |
UTRULMAK | kesilmek, kırkılmak, kısaltılmak. I, 246, 247 |
UTRUNMAK | dayatmak ve karşı koymak istemek; yönelmek. I, 251 bkz. otrunmak |
UTRUŞMAK | karşı koymak, kaı — şi gelmek, karşılaşmak. I, 232 bkz. otruşmak |
UTRUŞMAK | makasla kesmekte yardım etmek — I, 233 |
UTSUKMAK | oyunda yutulmak — I, 242 |
UTULMAK | (ekini bozan bitkiler) kesilmek, ba şı vurulmak I, 193 bkz. otulmak |
UTUN | degersiz, alçak, küstah — I, 123, 414 |
UTUNÇ | (ış) utanılacak (iş) — I, 131; III, 448 bkz. utanç |
UTURMAK | (saç ve elbise) kesmek — I, 176 |
UTUŞMAK | oyunda yutu; mak — I, 180 |
UVA | çagıran kişiye cevap için "ne buyuruyorsun?" anlam ında bir edat — I, 40 |
UVA | içine şeker ufalanan bir çeşit yemek — I, II bkz. uva |
UVA | soğukluk olarak yenen bir çeşit şekerli pirinç yem'egi — I, 90 bkz. uva |
UVMAK | ufalamak, I, 11 bkz. övmek, uvmak |
UVMAK | ufalamak — I, 166 bkz. övmek, uvmak |
UVŞATMAK | ufalatmak — I, 262 bkz. uşalmak, uşatmak, üşelmek, üşetmek |
UVULMAK | ufalanmak, ezilmek — I, 197; II, 6 |
UVUNMAK | kendi kendine ufalamak, I, 202 |
UVUNMAK | ovuşturmak. I, 202; II, 147 bkz. ovunmak |
UVURGARMAK | utandırmak — I, 290 |
UVUŞ | ufalanmış nesne — I, 61 |
UVUŞ | etmek ufalanmış ekmek — I, 61 |
UVUŞMAK | ufalamakta yardım ve yariş etmek, I, 185 |
UVUT | ut, hayâ, ar — I, 83 bkz. ufut, uvut |
UVUT | utanma, hayâ, ut, ar — I, 51, 83, 116, 131, 469 bkz. ufut, uvut |
UVUT | yemege veya beyin yanına çağırma, davet — I, 51 |
UVUTLANMAK | utahmak — I, 291 bkz. utanmak |
UVUTLUG | utanan, utangaç — I, 146 |
UXAK | kaysı, erik gibi meyvelarin sıkılmış suyu — I, 122 |
UYA | kuş yuvası, I, 85 |
UYA | hısım, kardeş, I, 85, 86 |
UYADMAK | utanmak — I, 55, 216 bkz. uyatmak |
UYADSILIK | utanan, utangaç — I, 160 |
UYALAMAK | yuva yapmak, III, 328 |
UYALMAK | çekinmek, utanmak — I, 269 |
UYATMAK | utanmak — I, 216 bkz. uyadmak |
UYGURMAK | uyarmak, I, 269, 270 bkz. udgarmak, udgurmak |
UYMAK | uymak, birine bağlı olmak — III, 146 |
UYUGLUG | kemerli. III, 50 |
UZ | usta, mahir — I, 46 § uz kişi; eli uz, eli işe yaraşıklı, udumlu kişi I, 46 |
UZA | geçmiş zaman, I, 88, 89, 385 |
UZAK | uzun; eski, uzak — I, 66, 380 § uzak ış; uzayan bitmeyen iş — I, 66 |
UZAKLIK | işte ağırlık. I, 150 |
UZATMAK | uzatmak; geciktirmek I, 209; II, 234 bkz. uzutmak |
UZLANMAK | ustalaşmak — I, 297 |
UZLUK | sanat — I, 253 |
UZMAK | başkasından ileri geçmek — I, 88 bkz. ozmak |
UZSAMAK | koparmak istemek, I, 276, 277 bkz. üzsemek |
UZUN | uzun, I, 77, 448; II, '11, 78; III, 36, 89, 121 |
UZUTGAN | her zaman uzatan — I, 155 |
UZUTMAK | uzatmak — I, 155 bkz. uzatmak |
ÜBGÜK | ibibik kuşu — I, 78, 110 bkz. übüp |
ÜBÜP | ibibik kuşu, I, 78 bkz. übgük , |
ÜÇ | sayıda üç — I, 35; II, 283 |
ÜÇGIL | müselles, üçgen, üç köşeli şe/ — I, 105 |
ÜÇGÜL | müselles, üçgen, üç köşeli şey, I, 105 |
ÜÇLENMEK | üç olmak, üçlenmek — I, 256 |
ÜÇLÜÇ | başları bir demirle birleştirilerek üç çubukla yapılan tavşan tuzağı — I, 95 |
ÜÇÜKMEK | sesi, soluğu, nefesi kesilmek — I, 192; II, 118 |
ÜÇÜNÇ | sayıda üçüncü — I, 131; III, 448 |
ÜÇÜRGEN | çok söndüren, I, 522 |
ÜÇÜRMEK | söndürmek — I, 176, 177 bkz. öçürmek |
ÜDERMEK | uymak, izince gitmek — I, 178 |
ÜDIK | aşk ve sevgi coşması, sevda, hasret — I, 69, 212; II, 144, 188, 311; III, 258 bkz. ödik |
ÜDLENMEK | kösnemek, erkek istemek — I, 257 |
ÜDLEŞMEK | birbiri ardınca yürü; mek — I, 239 bkz. udlaşmek |
ÜDREK | artan, az iken artan şey, I, 103 |
ÜDREMEK | üremek, çoğalmak , I, 273 |
ÜDREŞMEK | artmak — I, 232 |
ÜDRETMEK | üretmek, çoğaltmak — I, 261 |
ÜDÜRMEK | seçmek, üstün tutmak, III, 11 bkz. a ğırmak, edirmek, ödürmek, ödürmek, udurmak |
ÜGI | baykuş — I, 9, 161; III, 118, 238 bkz. ühi, yabakülak |
ÜGIMEK | öğütmek — III, 254 |
ÜGIT | buğday ve benzeri şeyleri öğütme. I, 51 |
ÜGITÇI | un öğüten kimse — I, 51 |
ÜGITMEK | öğüttürmek — I, 213 |
ÜGITSEMEK | öğütmek istemek — I, 302 |
ÜGRE | tutmaca benzer ve ondan daha sulu şehriye çorbası, erişte. I, 127; III, 173 |
ÜGRILMEK | sallanmak — I, 248 |
ÜGRIMEK | sallanmak, kımıldatmak; birisine karşı yaltaklanarak hilesini saklamak, I, 275, 354 |
ÜGRIŞMEK | sallamakta yardınn etmek, I, 236 |
ÜGRITMEK | sallatmak, I, 261 |
ÜGRÜK | çocugun beşigini sallama — I, 105 |
ÜGÜR | darı. I, 54; II, 121; III, 9 bkz. yügür § yag ügüri; susam — I, 54 |
ÜGÜRLÜG | darı sahibi olan — I, 152 |
ÜGÜRLÜK | dan konulan yer — I, 152 |
ÜGÜRMEK | deve üzerine iki taraflı yükletilerek içerisine binilen sepet ve benzeri ; ey — I, 507 bkz. tegirmek |
ÜGÜŞMEK | öğütmekte yardım ve yarış etmek — I, 187 |
ÜHI | baykuş , I, 9, 161; III, 118, 238 bkz. ügi, yabakulak |
ÜJME | dut ağacı — I, 130 |
ÜJÜK | hece, harf, I, 71, 72 |
ÜJÜKLEMEK | hecelemek, I, 71 |
ÜJÜMLENMEK | dutlanmak, dut vermek, I, 297 |
ÜKEK | tabut, sandık — I, 78 |
ÜKEK | şehrin etrafında savaş için hazırlanmış olan burç — I, 78 |
ÜKEKLEMEK | burç yapmak; sandık yapmak — I, 307 |
ÜKEKLIG | tam burçları bulunan kale — I, 153 |
ÜKEKLIK | sandık yapmak için ayrılan ağaç — I, 153 |
ÜLEMEK | dağıtmak, yaymak, üleştirmek — I, 51; III, 255 |
ÜLEŞMEK | paylaşmak, üleşmek I, 189 |
ÜLETMEK | paylaştırmak, dagıtmak, I, 214 |
ÜLIKE | ökse otu — I, 137 |
ÜLKER | Ülker yıldızı, Süreyya yıldızı. I, 95; III, 40 |
ÜLKER | çerig harp usulünde bir hile tarzı — I, 95 , |
ÜLKÜ | ahit, peyman. I, 129 |
ÜLÜ | pay, halk arasında taksim, hisse — I, 62 bkz. ülüg, ülük |
ÜLÜG | pay, nasip, hlsse, I, 62, 72 bkz. ülük, ülü ş |
ÜLÜGLÜG | üleştirilmiş, pay edilmiş, dağıtılmı; — I, 511 |
ÜLÜK | pay, naslp, hisse — I, 62, 72 bkz. ülüg, ülü ş |
ÜM | şalvar, don — I, 38, 117, 203 |
ÜMGLIK | imik, çocukların tepesinde bulunan yumuşak yer I, 110 |
ÜMLEŞMEK | şalvarını ortaya koyarak kumar oynamak — I, 242 |
ÜN | ses; ün, san — I, 38, 49. 219; II, 294; III, 194, 240, 402 |
ÜNDEMEK | ünlemek, çagırmak. I, 273; III, 69 |
ÜNDEŞMEK | çağırı; mak — I, 231 |
ÜNLÜG | şalvarlı, I, 224 |
ÜÑMEK | delmek — I, 174 bkz. öñmek |
ÜÑTÜRMEK | deldirmek I, 290 |
ÜÑÜJIN | çölde insanı öidüren umacı, gulyabani — I, 145 |
ÜÑÜLMEK | oyulmak III, 395 |
ÜÑÜR | in, mağara — I, 94 |
ÜP | renkte pekitme edatı — I, 34 § üpürüng; apak — I, 34 |
ÜPLELMEK | yağma edilmek — I, 295 |
ÜPLEMEK | yağma etmek — I, 284 |
ÜPLENMEK | yağmalanmak — I, 255; III, 90 |
ÜPLEŞMEK | yağma edişmek, yağmalaşmak. I, 238 |
ÜPLETMEK | yağma edilmek I, 264 |
ÜRIMEK | takmak, urmak, III, 120 bkz. urmak |
ÜRIMEK | içten çürümek III, 252, 253 bkz. örimek |
ÜRKMEK | ürkmek, III, 420 |
ÜRKÜLMEK | ürkülmek — I, 250 |
ÜRKÜNÇ | ürküntü, kargaşalık, I, 250 bkz. ürkünmek |
ÜRKÜNÇE | üfleyeceğine, I, 337 |
ÜRKÜNMEK | düşman yüzünden ulus arasına düşen ürküntü, telâşla kalelere ve sığınaklara kaşışma — I, 108 bkz. ürkünç |
ÜRKÜŞMEK | ürküşmek, I, 155 |
ÜRKÜTMEK | ürkütmek I, 263, 264 |
ÜRMEK | üflemek; ürmek, 'havlamak — I, 55, 164, 337; III, 5 |
ÜRÑEK | kireç — I, 121 |
ÜRÑERMEK | ağarmak — I, 289 |
ÜRPEK | tüyleri ürpermiş insan ve hayvan — I, 103 |
ÜRPEKMEK | (tüy) ürpermek. I, 229, 230 bkz. orpatmak, örpe şmek, ürpermek, ürpeşmek ürpermek (tüy) ürpermek I, 217 bkz. orpatmak, örpeşmek, ürpekmek, ürpeşmek ürpeşmek birbirine karşı kabarmak, I, 229, 230 bkz. orpatmak, örpe şmek, ürpekmek, ürpermek |
ÜRÜLGEN | her zaman şişen, kabaran — I, 158 |
ÜRÜLMEK | şişmek, kabarmak, üflenmek, şişirilmek I, 195 |
ÜRÜÑ | ak olan nesne, ak, beyaz, gençlerin t ırnakları üzerinde bulunan aklık — I, 134, 330, 382; II, 12 bkz. ak, örüñ § tırñgak ürüñ; tırnak beyazlığı. I, 134 |
ÜRÜÑ | karak göz akı, I, 382 |
ÜRÜÑ | kuş akdoğan — I, 331 |
ÜRÜŞMEK | üflemekte yardım ve yarış etmek I, 183 |
ÜSKE(N-T)EÇ | kuru üzüm — I, 159 |
ÜSNEMEK | benzemek — I, 288; II, 223; III, 147 bkz. usnatmak |
ÜSTEK | üstelik, ziyadelik. I, 120 |
ÜSTELMEK | artmak, çoğalmak, artırılmak. I, 246 |
ÜSTEM | eğerlere, kemerin başına, tokalara işlenen altın ve gümüş — I, 107 bkz. saxt |
ÜSTERMEK | üstün gelmek için yarış etmek; inkâr etmek I, 221 |
ÜSTÜN | üstün — I, 108 § andan üstün; ondan üstün — I, 108 |
ÜSÜGLEMEK | hile ile kilit açmak. I, 306 bkz. osuglamak |
ÜŞELMEK | aranniak — I, 197 |
ÜŞELMEK | ufalanmak, II, 235 bkz. uşalmak, uşatmak, uvşatmak, üşetmek |
ÜŞEMEK | yer ve benzeri şeyleri aramak üzere eşmek III, 253 |
ÜŞERIG | (taş) düz (kaya), I, 135 bkz. yüşeırg |
ÜŞETMEK | araştırmak. I, 211 bkz. eşltmek |
ÜŞETMEK | ufalatmak — I, 211 bkz. uşalmak, uşatmak, uvşatmak, üşelmek |
ÜŞGÜRMEK | üşürmek, kışkırtmak; ıslık çalmak — I, 228 bkz. üşkürmek |
ÜŞIK | yemişleri kavurarak büyümekten alıkoyan soğuk — I, 72 |
ÜŞIKLEMEK | üşümüşken yakalamak — I, 306, 307 |
ÜŞIMEK | soğuktan üşümek II, 137; III, 254 bkz. üşümek |
ÜŞKÜRMEK | üşürnnek, kışkırtmak; ıslık çalmak — I, 228 bkz. üşgürmek |
ÜŞKÜRMEK | hatırlamak — I, 228, 229 |
ÜŞKÜRTMEK | hatırlatmak. I, 229 bkz. üşkürtürmek |
ÜŞKÜRTÜRMEK | hatırlatmak. I, 229 bkz. üşkürtmek |
ÜŞMEK | üşmek, üşüşmek, toplanmak; delgiç ile delmek, I, 166 |
ÜŞTÜRMEK | deldirmek, delik delmeyi emretmek, dar deli ği genişletmek — I, 222 |
ÜŞÜMEK | üşümek, I, 463 bkz. üşimek |
ÜŞÜTMEK | üşütmek, soğutmak için soğuğa koymak — I, 211 |
ÜTIMEK | (kıl) ütülemek — III, 252 |
ÜTMEK | (kıl) yakmak, ütmek — I, 171 |
ÜTRÜK | hileci, ütücü adam, I, 101 |
ÜTÜG | kusma, I, 68 bkz. ütük |
ÜTÜK | ütü, I, 68 |
ÜTÜK | kusma — I, 68 bkz. ütüg |
ÜTÜLMEK | yanmak, (kıl) ütülenmek, I, 193 |
ÜTÜŞ | bir çeşit çocuk oyunu; bu oyunda utme, yutma — I, 60, 61 bkz. ötü ş |
ÜV | ev — I, 81 bkz. ef, ev, ev, öv, üv |
ÜY | ev, I, 81 bkz. ef, ev, ev, öv, üv |
ÜYÜK | tepe gibi yüksek olan yerler — I, 85 |
ÜYÜK | (yer) sulu ve buna benzer yerlerde ayak bas ıldığı zaman kaybolan ve ayağı çıkarması güç olan kumluk (yer) — I, 85 |
ÜYÜKMEK | (ayak) gömülmek, incinmek, burkulmak — I, 268 |
ÜZ | sağır — I, 45 bkz. öz § üz kişi; sağır adam — I, 45 |
ÜZE | üstünde, üzerinde, üzere, üzerine, üzerindeki . I, 44, 66, 149, 197, 219, 237, 241, 244, 258, 331, 343. 456, 461, 468, 469; II, 23, 72, 192, 249, 288, 303, 328, 331, 356; III, 131, 161 üzelmek yorulmak, sıkılmak, ögüç işe düşmek — I, 196, 233 |
ÜZITMEK | çok söylemekten kulak sa ğır (ağır) olmak; sirke küpten ekşiliğinden dolayı sızmak — I, 209 |
ÜZLENMEK | yemekte yağ üste çıkmak, kabarmak — I, 258 |
ÜZLÜNMEK | (ip) üzülmek, kopmak — I, 258 |
ÜZLÜŞMEK | üzüşmek, kopmak; (kan, koca) ayrılmak; alacaklı borçludan ilişilgi kesmek, I, 240 üzmek (ip ve benzeri şeyleri) kesmek — I, 165, 522 |
ÜZNEMEK | kar; ı koymak, söz dinlememek — I, 288 |
ÜZSEMEK | koparmak 1510^6^I, 276, 277 bkz. uzsamak |
ÜZTÜRMEK | üzdürmek, kopartmak — I, 220 |
ÜZÜKLÜK | kesilme — I, 152 |
ÜZÜLGEN | daima üzülen — I, 158 |
ÜZÜLMEK | üzülmek, kesilmek — I, 196 |
ÜZÜM | üzüm. I, 75, 88, 180, 184, 282, 289. 353. 360, 514; II, 16, 18, 104, 125. 186, 265; III, 8, 119, 201, 265, 331, 410 |
ÜZÜMLENMEK | üzümlenmek. I, 295 |
ÜZÜŞMEK | üzüm toplamakta yardım ve yarı; etmek; ip ve beñzeri şeyleri kesmekte ve üzmekte yardım ve yarış etmek — I, 184 |
ÜZÜTLEMEK | birini pinti görnıek — I, 299 |
ÜZÜTLÜK | bir şeyde pintilik — I, 150 |
VA | vay anlamına söz söyleyen veya emreden kimsenin emrini inkâr yerine bir söz, III, 215 bkz. ya |
XAFSI | hokka — I, 423 |
XAKAN | Afrasyab'a verilen ungun, III, 157 |
XAMIR | emir, bey — I, 112 |
XAN | han, Türkler'in en büyük başbuğu, Afrasyab oğullarına verilen ungun — I, 63, 82, 199, 255, 271, 410, 427, 459; II, 3, 7, 190, 273, 288; III, 60, 127, 141, 157, 266. 327, 368 |
XANDA | nerede — I, 46, 418; III, 69, 173, 218 bkz. kanda, kayda, kayuda |
XASNI | çocukları semirtmek için bir kese içine konularak a ğızlarına verilen bir deva, Hin-distan'dan gelir — I, 435 |
XAYU | hangi, hani, I, 31; III, 218, 237, 367 bkz. kanu, kayu |
XIYAR | maraz ücretle çalışan adam, ırgat — I, 411 bkz. maraz |
XIZ | kız — III, 218 bkz. kırkın, kırnak, kız |
XULIÑ | Çin'den getirilen birçok renkleri olan ipek kuma ş, III, 371 |
XUMARU | andaç olarak verilen mal, ölen büyük bir adam ın malından hakana ayrılan güzel parça, uzağa giden adamın hısımlarına bıraktığı mal I, 445 |
XUMARU | miras I, 445; III, 440 |
XUMARULANMAK | mirasa konmak; dostunun veya ba şkasının malından kendine azık edin-mek, III, 205 |
XUN | kaba, faydasız. III, 138 |
XUN | xara ışlamak kaba, faydasız iş i; lemek — III, 138 |
XÜÇÜNEK | kırlangıç dahi denilen benekli, güzel kokulu küçük kavun, y ılkıç — I, 488 |
YA | va edatı gibi "vay" anlamına inkâr edatı III, 215 bkz. va |
YA | ok, yay — I, 280, 496, 500, 501; II, 7, 37, 5059, 61, 65, 66, 67, 68, 97, 98, 114, 134, 138, 190, 198, 205; III, 16, 50, 59, 73, 78, 215, 219, 239, 318, 331, 370, 407, 409 § ya bagr ı; yayın orta yeri — I, 360, |
YABA | yaş ve ıslak olan herhangi bir ; ey — III, 24 |
YABAKU | yün ve yapağı yoluntusu — III, 36 |
YABAKU | bolmak baştaki saç keçelenmek — III, 36 |
YABAKULAK | baykuş — III, 56 bkz. ügi, ühi |
YABI | eğerin üstüne ve altına konan keçe, eğer yastığı — III, 24 |
YABITAK | çıplak, egersiz — III, 48, 177 bkz. yap ıtak |
YAÇANMAK | utanmak, ocunmak, sıkılmak — III, 83 |
YADAG | yayan, yaya — III, 28 bkz. yadag |
YADAG | yaya, yayan — I, 381 bkz. yadag |
YADAGLIK | yayalık, yaya yürüyüş — III, 51 |
YADIGLIG | yayılı, yayılmış — III, 49, 50 |
YADILMAK | yayılmak, dağılmak, ayrılmak — I, 442; III, 77, 148, 159, 192 bkz. yay ılmak |
YADIM | döşek, yaygı, sergi. I, 15, 119; III, 19 |
YADIÑ | yere yayılmış olan az şey — III, 372 |
YADINMAK | yayılmak. III, 83 |
YADIŞMAK | yaymakta yardım ve yarı; etmek — III, 70 |
YADLIŞMAK | dağılışmak, yayılı; mak — III, 104, 105 |
YADMAK | döşemek, yaymak, sermek — I, 15, 45; II, 313, 314; III, 434 bkz. yatmak |
YADSAMAK | yaymak ve dağıtmak istemek — III, 305 |
YADTURMAK | yaydırmak, III, 93 bkz. yaturmak |
YADTURMAK | bir şeyi bohça veya benzeri içinde saklatmak — III, 94 bkz. yatturmak, yittürmek |
YAFA | kolgan dikeni — III, 24 bkz. yava, yava |
YAFA | sıcak, kuytu (yer) — III, 24, 27 bkz. yava, yava |
YAFAŞ | yavaş, yumuşak huylu — III, 12 bkz. yavaş |
YAFGU | halktan olup hakandan iki derece a şağı bulunan kişiye verilen ungun — III, 32 |
YAFIŞGU | kızılcık veya "güren" denen dağ yemi; l — III, 48 bkz. yumuşga |
YAFUZ | her şeyin kötüsü, fenası — III, 10 bkz. yavuz |
YAG | yağ, iç yagı — I, 182, 208, 227, 326; II, 9, 89. 123, 149, 154. 188, 189. 190, 197, 198, 205. 210, 229, 231, 240, 245. 293, 305, 354; III, 63, 77, 119, 157, 182. 223, 252, 307, 319, 392, 425, 426, 435 § kara yag |
YAG | ügüri susam — I, 54 |
YAG(I)R | at, katır ve eçek gibi hayvanların sır-tında semer, eger ve yük vurmasından meydana gelen yara, yagır — I, 58, 370; III, 9 |
YAGAK | ceviz. I, 90, 267, 417; III, 8, 29 |
YAGAKLIG | cevizli — III, 50 |
YAGAKLIK | cevizlik, ceviz biten yer — III, 51 |
YAGAN | fil — III, 29 bkz. yañan, § Yagan Tegin |
YAGANLIK | filli olan, filci — III, 50 |
YAGI | düşmün I, 41, 88. 168, 205, 206, 215, 234, 251, 273, 305. 336 397, 441, 456, 496, 516, 517, 520, 522; II, 6, 10, 29, 74. 83, 116, 165, 204, 227, 228, 329; III, 24, 44, 134, 237, 271, 272. 301 322, 328, 339, 395, 400, 420 |
YAGIKMAK | düşmanlaşmak — III, 76 |
YAGILAMAK | düşmanlık etmek, düşmanla savaşmak, çarpişmak — III, 325, 328 bkz' |
YAGILMAK | yağdırılmak. III, 79 |
YAGIRLAMAK | yağırı sağaltmak, iyi etmek — III, 342 |
YAGIRLANMAK | yağırlanmak, yağırı çoğalmak, yağırdan kaşınmak — III, 113, 114 |
YAGIRLIG | yağırlı, sırtı yaralı — II, 9; III, 9, 49 |
YAGIŞ | putlara kesilen kurban — III, 10 |
YAGITGAN | her zaıpan yağdıran — III, 53 |
YAGITGAN | her zaman dü; manlık eden — III, 53 |
YAGITMAK | yağdırmak — II, 316 |
YAGITMAK | düşmanlık etmek, III, 53 bkz. yagılamak, yaguşmak |
YAGIZ | yağız, kızıl ile kara arası renk — III, 10 |
YAGKU | yağmurluk — III, 25, 227 bkz. yaku |
YAGLAMAK | yağlamak — III, 308, 319 |
YAGLANMAK | yağlanmak — III, 111 |
YAGLATMAK | yağlatmak — II, 355 |
YAGLIG | yağlı — I, 70; II, 309; III, 121, 156, 306. 392 |
YAGMAK | yağmak, I, 139, 376, 457, 494; II, 122; III, 60, 61 |
YAGMALANMAK | Yağma kılığına girmek, onların huyu ile huylanmak — III, 203 |
YAGMUR | yağmur. I, 16, 272, 354; Il, 28, 122, 175, 316, 352; III, 38, 39, 53, 79, 93, 95, 380, 436 bkz. yamgur |
YAGMURÇIL | yağmuru çok olan (yer) — III, 56 |
YAGRIMAK | yağır olmak, I, 104 yagrınlamak yarnına, sırta, vurmak — III, 343 bkz. yarınlamak yagrıtmak |
YAGRU | çevre, yakı^lık. III, 13 bkz. yakru |
YAGSAMAK | yağ istemek. III, 305, 306 bkz. yags ımak |
YAGSIMAK | yağ tadını almak, III, 305, 306 bkz. yagsamak |
YAGTURMAK | yağdırmak — III, 95 |
YAGUK | yakın, 1113101. I, 433; III, 23, 29, 76, 255 § yak yaguk; (115101^1-. III, 29 § yaguk yer; yak ın yer — III, 29 |
YAGUMAK | yaklaşmak — II, 148; III, 89 bkz. yaguşmak |
YAGUŞMAK | düşmanlık etmek — II, 90 bkz. yagılamak, yagıtmak |
YAGUŞMAK | birbirine yakla; mak — III, 73 bkz. yagumak |
YAGUTGAN | daima yaklaştıran — III, 52 |
YAGUTMAK | yaklaştırn-ıak. II, 316 |
YAH | evet, peki anlamına bir kelime — III, 118 bkz. yeh |
YAHŞI | iyi; güzel, her şeyin güzeli I, 64; III, 32 |
YAK | çanak ve kap bulaşığı — III, 4 bkz. yak yuk, yok, yok yak, yuk, yuk yak |
YAK | yuk kaptaki 611^. III, 143, 160 bkz. yak, yok, yok yak, yuk, yuk yok |
YAKA | yaka, elbise yakası — I, 189, 253; III, 24, 307 |
YAKI | yukı (er) alçak gönüllü ve yaltaklan ıcı (adam) — III, 25 |
YAKIG | (şişkinlik ve benzeri şeylere yakılan) yakı — I, 407; III, 13, 62, 74, 96 |
YAKILMAK | dokunulmak, yaklaşılmak — III, 81 |
YAKIN | yakın. III, 22, 23 |
YAKIŞMAK | yaklaşmak, dokunmak, yakına gelmek; yakı yakmakta yardım etmek I, 170, 383; II, 103; III, 74 |
YAKMAK | yaklaşmak, dokunmak; yakmak — I, 456; II, 69; III, 22, 62, 63 |
YAKRI | yağ, iç yağı, yağlı — 11. 105; III, 31, 32, 204; 306 |
YAKRIKAN | fındık büyüklüğünde kırmızı meyvesi olan bir bitki — III, 56 |
YAKRIKAN | buz yağı — III, 56 |
YAKRILANMAK | yağlanmak — III, 203, 204 |
YAKRU | çevre, yakınltk. III, 31 bkz. yagru |
YAKTURMAK | dokundurmak; (yakı) yaktırmak; (ateş) yaktırmak — İII, 96 |
YAKU | yağmurluk. III, 25, 226 bkz. yagku |
YAKURMAK | yaklaştirmak — III, 68 |
YAKURMAK | sık sık solumak, yüksek bir solumaya tutulmak, III, 68 |
YAL | at yelesi — III, 13, 160 bkz. yal ıg, yıl |
YALA | töhmet, itham, birl hakkında kötü sanıda bulunma. III, 25, 82 |
YALAÇI | insanı her şeyde çarçabuk suçlu gibi gören, itham eden, III, 36 |
YALAÇI | (yuga) bir çeşit ince katmerli (ekmek, yufka) — III, 25, 35 |
YALAFAR | insanlar arasında elçi, hakanın gönderdiği elçi II, 288; III. 47 |
YALALMAK | töhmetlenmek, itham edilmek, III, 82 |
YALAMAK | töhmetlennek — III, 89 |
YALAVAÇ | elçi, peygamber — I, 66, 83, 97; III, 47, 266, 438 bkz. yalavaç |
YALAVAÇ | elçi, peygamber — I, 83; III, 47 bkz. yalavaç |
YALBI | yassı, enli, derinliğl olmayan — III, 30 |
YALDR(I-U)K | cilâlı, parlak, süslü — III, 432 bkz. yoldruk, yuldruk |
YALDRAMAK | az ışımak, az parlamak — III, 437 bkz. yaldrımak |
YALDRIMAK | az ışımak, az parlamak — III, 437 bkz. yaldramak |
YALFATMAK | yalatmak — II, 354 bkz. yalgatmak |
YALGAMAK | yalamak. I, 253; III, 306, 307 bkz. yalvamak |
YALGAN | yalan — III, 37 |
YALGANDURMAK | yalanlamak — III, 116 |
YALGANMAK | yalanmak — III, 109, 110 |
YALGAŞMAK | yalaşmak — III, 103 |
YALGATMAK | yalatmak ve yutturmak. II, 354 bkz. yalfatmak |
YALGIL | yelesi ak, ak yeleli — III, 228 |
YALGU | ahmak, beyinslz adam — III, 33 |
YALIG | at yelesi; ibik; eğer kaşı, II, 327; III, 13, 14 bkz. yal, y ıl |
YALIGLANMAK | horoz ıbiklenmek; at yelelenmek — III, 114 |
YALIM | sarp, dik, yalçın, III, 19, 20 |
YALIMAN | dağınık şekilde yapılan çapul — III, 38 bkz. yelimen |
YALIN | alev — III, 23 |
YALIÑ | çıplak, kından çıkmış veya kınından çıkarılmış III, 373 |
YALINÇGA | (aş) tadı, tuzu, yağı olmayan yemek, III, 433 bkz. yılınçga |
YALINDAK | çıplak, III, 51 |
YALINMAK | soyunmak III, 85 |
YALIÑUK | insan I, 44, 195, 230, 395; II, 303, 315, 335; III, 65, 141, 222, 262, 384, 385 bkz. yalñuk |
YALIÑULAMAK | iple, salıncakla, oynamak, III, 411 bkz. yalñu |
YALIŞMAK | töhmetlemek, itham etmek — III, 75 bkz. yılışmak |
YALKMAK | kanmak, bıkmak, yağlı yemekten bıkmak — III, 435, 447 |
YALMA | kaftan, kalın kaftan, yağmurluk. III, 34 |
YALMAK | yalınmak, alevlenmek; (yara) iltihaplanmak; güne ş yüzü yalıyarak çalıp karartmak- III, 63 |
YALMAK | yanmak — III, 65 bkz. yandurmak, yanmak, yundurmak, yunmak |
YALÑU | cariyelerin oynadığı bir oyun, salıncak oyunu — III, 380 bkz. yalñulamak |
YALÑUK | insan kişi, insanlara verilen genel ad, âdem; Âdem atam ız — I, 44, 195, 230, 395; II, 303, 315, 335; III, 65, 141, 222, 262, 384, 385 bkz. yal ıñuk |
YALÑUK | cariye — III, 385 |
YALÑUS | yalnız, kimsesiz. I, 333; II, 133, 384 |
YALPATMAK | (ot, saman ve yem) ıslatmak, II, 351, 352 bkz. yelpetmek, yelpetmek |
YALRATMAK | parlatmak, yalabıtmak. II, 353 bkz. yalrıtmak, yolratmak, yolrıtmak |
YALRITMAK | parlatmak, yalabıtmak — II, 353 bkz. yalratmak, yolratmak, yolr ıtmak |
YALT | yalçın, sert — III, 7 |
YALTGA | bir şeyle alay etme — III, 432 bkz. yoltga, yultga |
YALTGA | kılmak alay etmek, maskanaya almak, III, 432 |
YALTURMAK | ateşi alevlendirmek — III, 97 |
YALU | tayları bağlamak için kullanılan ip, örk, III, 26 |
YALVAMAK | yalamak, III, 307 bkz. yalgamak |
YALVANMAK | dilini çıkarmak, dili ağız içinde dolaştırmak. III, 110 |
YALVARMAK | yalvarmak, dileğinin yapılmasını istemek I. 494, 498; III, 99, 100 |
YALVI | büyü, sihir. III, 33, 359 bkz. yelvi |
YALVIÇI | büyücü, sihirbaz — III, 33 |
YALVIRMAK | yelpimek, III, 100 bkz. yelvirmek |
YAM | çör çöp, pislik, çapak, göze ve ba; ka yere kaçan çör çöp — III, 5, 160 |
YAMAG | yama — II, 21; III, 28 |
YAMAGLIG | yamalı, yaması olan — III, 49 |
YAMAGLIK | yamalık, yama olmak üzere hazılanmış . III, 51 |
YAMAGU | yamanması gerekli — III, 36 |
YAMALMAK | yamanmak. III, 82 |
YAMAMAK | yanıannak — III, 91 |
YAMAN | kötü, her şeyin kötüsü — III, 30 § yamanig; yaman hastallk, miskinlik hastal ığı — III, 30 |
YAMANMAK | kendi kendine yamamak — III, 85 |
YAMAŞMAK | yamamakta yardım ve yarış etmek, III, 75 |
YAMAŞMAK | tembelliğinden yere yapı; ıp kalmak, buyurulan işi yapmaktan çekinmek — III, 189 bkz. mayışmak |
YAMATA | yağlı tavuk veya yağlı et kızartılacağı zaman yağın dışarı sızmaması içln içine sarılan kadayıf hamuru gibi ince bir hamur — I, 445 |
YAMDU | kasık — III, 31 |
YAMGUR | yağmur, III, 38 bkz. yagmur |
YAMIZ | kasığın iki tarafı, kalçanın ıç yandan uçları. III, 10 |
YAMLAMAK | silmek, süpürmek — III, 84, 310 |
YAMLAN | bir çeşit sıçan, geme, III, 37 |
YAMLAŞMAK | süpürmekte yardım etmek, III, 105 |
YAMLATMAK | sıipürtmek. II, 356 |
YAMLIG | ( — köz) içerisine çör çöp kaçmış olan (göz) — III, 42 |
YAMRAŞMAK | kuzular anaları ile karışmak. III, 102, 103 |
YAMU | fiilin anlamında pekitme yapan bir edat, III, 236 bkz. yanu |
YAMURGAN | her zaman damlayan, kanayan — I, 524 bkz. tamurgan |
YAMURMAK | damlamak; kanamak. II, 85 bkz. tamurmak |
YAMURMAK | tomruk yapmak, kesrnek, III, 69 bkz. tomurmak, yemürmek |
YAMURMAK | yençimek ısırmak, kötüleşmek — III, 303 bkz. tençmek, yençmek, yunç ımak |
YAN | yan — II, 19 |
YAN | uca kemiği, uca kemlğinin başı — III, 160 |
YAÑ | bir şeyin merkezi; kalıbı. III, 361 |
YANA | gene, yine, tekrar, ikinci defa olarak; geri dönme bildiren edat — I, 60, 119, 144, 441, 472, 508; II, 285; III, 6, 26, 170 |
YAÑA | herhangi bir ırmağın, bir yanı, geçesi. III, 369 |
YAÑAK | yan, taraf — I, 241, 434 |
YAÑAK | ağzın iki yanında dişlerin oturduğu kemik; kapı söğesi; her şeyin yanı, III, 376 |
YAÑALDURUK | kukuleta, başlık, kepenek arkasına dikilen blr keçe parças ı, III, 389 |
YAÑAN | alaca karga, yalnız başı ak olan karga — III, 240, 376 |
YAÑAN | fiL II, 210; III, 295, 376 bkz. yagan, |
YANÇIK | torba, kese, II, 250 bkz. yançuk |
YANÇILMAK | incinmek, ezilmek — I, 188; II, 287; III, 107 |
YANÇUK | torba, kese (para-tütün). II, 6; III, 45 bkz. yanç ık |
YANDAK | çeker havadan çiğ gibi yagan kudret helvası — III, 44 |
YANDAK | tiken geven dikeni — III, 44 |
YANDIK | soysuz, III, 44 |
YANDRU | tekrar, III, 406 |
YANDRUMAK | döndürmek; kusmak; korkutmak — III, 98, 99 bkz. yalmak, yanmak, yundurmak, yunmak |
YAÑI | yeni — I, 376; III, 369 bkz. yengi |
YANIG | kusma; korkutma, tehdit — III, 14 |
YAÑILA | yeniden, tekrar, ikinci defa — III, 381 |
YAÑILAMAK | yenilemek. III, 407 |
YAÑILGAN | her zaman yanılan, unutan — III, 388 |
YAÑILMAK | yanılmak — III, 59, 380 |
YAÑKU | sesin geri gelmesi, yankı, aksi savt, aksi seda — III, 379, 380 |
YAÑKULAMAK | ses vermek, yankılamak, ses gelmek, III, 410, 411 |
YAÑKURMAK | ses duymuş gibi sağına soluna bakmak, III, 400 |
YANLIK | çoban çantası — III, 45 |
YAÑLUK | işte, sözde ve benzeri şeylerde ve yerlerde yapılan yanlışlık — III, 385 |
YANMAK | dönmek, döndürmek; korkutmak, tehdit etmek; kusmak; yanrnak — III, 14, 64, 65, 98 bkz. yalmak, yandurmak, yundurmak, yunmak |
YAÑRAK | dağ kıvrımı ve büküntüsü — III, 384 |
YAÑRAMAK | saklanması gerekenl açığa vurmak, söylemek — III, 404 bkz. yañzatmak |
YAÑŞAK | yanşak, geveze — I, 467; III, 384 |
YAÑŞATMAK | bir klmsenin ba; ını çok sözle, yanşaklıkla ağrıtmak — II, 359 |
YANU | fiilin sonuna gelip anlamında pekitme yapan bir edat — III, 236 bkz. yamu |
YANULMAK | ele sürtülerek bilenmek — III, 82 |
YANUMAK | bilemek, el üzerlnde kılağılamak — III, 91 |
YANUT | karşılık, bedel, ıvaz, cevap — III, 8, 28 |
YANUTMAK | biIetmek, bilemeği veya el üzerlnde kılağılamayı emretmek, II, 317 bkz. yıtıtmak |
YAÑZATMAK | saklanması gerekeni söyletmek, ikrar ettirmek — II, 359 bkz. yañramak |
YAP | değirmi olan herhangi bir şey — III, 3 § yap yarmak; değirmi para, sağ para, III, 3 |
YAP | yapağı — III, 3 § yung yap; yün yapağı — III, 3 |
YAP | hile, al — III, 142, 159 bkz. al, yup |
YAP | yup hile, al ("yup" kelimesi yaln ız kullanılmaz, her zaman "yap" ile birlikte gelir) — III, 142, 159, 328 |
YAP | yup kılmak hile kılmak, al etmek — III, 159 bkz. yubılamak, yuplamak |
YAPÇAN | yavşan otu — III, 37 bkz. yavçan |
YAPÇINMAK | yapıştırılmak — III, 108 bkz. yapçunmak, yapçurmak, yap şunmak, yapşurmak, yavçunmak, yavçurmak |
YAPÇUNMAK | yapı; tırılmak, III, 108 bkz. yapçınmak, yapçurmak, yapşunmak, yapşurmak, yavçunmak, yavçurmak |
YAPÇURMAK | yapıştırmak — III, 97, 98 bkz. yapçınmak, yapçunmak, yapşunmak, yapşurmak, yavçunmak, yavçurmak |
YAPGAK | kuş avlanan blr çeşit tuzak — III, 42 |
YAPGUÇ | eşek ve benzeri hayvanları sürmekte kullanılan değnek, III, 39 |
YAPGUT | yün veya kıl d!dintilerl doldurulmuş minder ve benzerl şeyler — III, 38 |
YAPIGLIK | kapalı, kapanmı; — III, 49 |
YAPINMAK | örtünmek, kendl başına kapamak — III, 82, 83 |
YAPIŞMAK | yapişmak — IH, 70 bkz. yapuşmak |
YAPITAK | çıplak, eğersiz — III, 177 bkz. yabıtak |
YAPMAK | örtmek, kapamak; kurmak, yapmak, I, 348, 374; III, 33, 57 |
YAPRATMAK | at, blr ; eyden korktuğu veya bir çeye tekme atacağı zaman kulağını dikmek — II, 352 |
YAPRI | düz ve enli (yer); sarkık (kulak), III, 31 |
YAPRULMAK | yapışmak; yıpranmak — III, 107 |
YAPRUŞMAK | yer düzlennekte yardım etmek, III, 101 |
YAPSAMAK | (örtmek, kapamak, yapmak) istemek — I, 463; II, 172; III, 304 |
YAPŞUNMAK | yapı; tirılmak — III, 109 bkz. yapçınmak, yapçunmak, yapçurmak, yapşurmak, yavçunmak, yavçurmak |
YAPŞURMAK | yapıştırmak — III, 99 bkz. yapçınmak, yapçunmak, yapçurmak, yapşunmak, yavçunmak, yavçurmak |
YAPTAÇ | yağmur ve karda çobanların giydiği küçük bir kepenek, kebe — III, 38 yapturmak kapatmak; yaptırmak — III, 93 yapulmak kapanmak, örtulmek — III, 76 |
YAPURGAK | yaprak (agaç, bjtki, kltap) — III, 51 |
YAPURGAN | daima gizleyen, saklayan — III, 53 yapurmak parlatmak, süpürtmek; gizlemek — III, 67 yapurtmak |
YAPUŞGAK | dikenli bir ot, pitrak; her söylenen i şe karışan kimse — 1)1, 51 bkz. koru |
YAPUŞGAN | daima yapışan, yapışkan — III, 53 |
YAPUŞMAK | yapışmak — III, 53 bkz. yapışmak |
YAR | yar, suların açtığı uçurum — I, 375; III, 34, 142, 152, 355 |
YAR | salya — II, 81; III, 3 |
YARAG | yarık, gedik — III, 294 |
YARAG | fırsat, imkân, tav — I, 300; II, 90, 234; III, 13, 28, 355 |
YARAGLIG | mümkün . III, 49 |
YARAGLIG | zırhlı, cebeli — III, 49 |
YARAMAK | yaramak, uygun gelmek, yaraşmak — III, 38, 87 § yol yarasın |
YARAMAK | yarmak — II, 356 |
YARAMAK | karşı koymak, uzaklaşmak — III, 422 bkz. yıramak |
YARAMSINMAK | dalkavukluk etmek, II, 263 |
YARANMAK | yaranmak, yaltaklık etmek; koşakta koşturularak alıştırılmak, I, 394; III, 20, 83 |
YARAŞMAK | uyuşmak, anlaşmak, yaraşmak — II, 105; III, 11. 71, 72 |
YARATGAN | yaratan — III, 52 |
YARATMAK | yaratmak, oranlamak, oranlayıp yapmak, kendinden uydurmak — I, 330; II, 315 |
YARIGSAMAK | yarlıganmak istemek — III, 333 |
YARIK | oylukların çenetlere bitiştiği yer, oyluk kemikleri başı — III, 15 |
YARIK | zırh, zırh ve kalkana verilen genel ad, III, 15, 158, 217 § say yar ık; demirgögüslük. III, 15, 158 |
YARIKLANMAK | zırhlanmak — III, 114, 115 |
YARIKLAŞMAK | zırh öndül koyarak bahse girmek, II, 258 |
YARILMAK | yarılmak, yirilmek, açılmak — I, 119; III, 15, 77, 78 |
YARIM | yarım, bir şeyin yarısı, herhangi bir şeyin ikiye ayrılmış olan parçalardan her birisi III, 19 |
YARIMLAMAK | yarılamak — III, 343 |
YARIMLANMAK | yarımlanmak. III, 115 |
YARIN | yarın — II, 250 |
YARIN | kürek kemigi, çigin kemlğl — III, 21 |
YARINDAK | kayı; , sırım, Türk sırımı — II, 23, 108, 175, 262; III, 51 |
YARINLAMAK | yarnına, sırta vurmak — III, 343 bkz. yagrınlamak |
YARINMAK | kendi kendine yarmak, yarınmak — III, 83, 84 |
YARISA | yarasa — III, 433 bkz. aya yersgil |
YARIŞ | yarı; , at yarişi — II, 191; III, 10 |
YARIŞ | iki adam arasında mal üleşme — III, 10 |
YARIŞMAK | yarışmak, yariş etmek, at yarişi yapmak; yarı yarıya üleşmek I, 367, 474; II, 226; III, 10, 72 |
YARLAMAK | tükürmek III, 308 bkz. yarsıtmak, yarsudmak |
YARLIG | emir, hakanın mektubu, fermanı, buyruğu — I, 87; III, 42 |
YARLIG | fakir, yoksul, acınan, yarlıganmış. I, 93; III, 42 |
YARMA | uzunlamasına yarılan herhangi bir ; ey — III, 34 |
YARMA | (yuga) blr çeşit katmer — III, 34 |
YARMAK | yarmak, bir şeyl keserek zorla yarmak, parçalamak; yere s ınır çizmek, I, 399, 437; III, 33, 57. 58 |
YARMAK | para — I, 20. 22 35, 75, 130, 131, 142, 143, 168, 175, 180, 214, 219, 223, 242, 281, 297, 298, 303, 321, 322, 334. 341 377 397, 398, 402; II, 22, 39, 41, 44, 51, 62, 66, 67, 78, 92. 122, 127, 131, 103, 229, 237. 249, 250, 260; III, 3. 43 67 80, 84. 94, 121 |
YARMAKAN | armağan — I, 140 bkz. amuç, armagan |
YARMAKLANMAK | para sahibi olmak — II, 279; III, 116 |
YARMANMAK | tırmanmak. III, 111 |
YARMAŞ | iri ögüdülmüş bulgur ve buna benzer şeyler — III, 40 § yarmaş un; ince un, III, 40 |
YARP | sağlam — III, 6 |
YARP | insan sevinince yüzüne gelen parlakl ık, yalabıklık — III, 6 |
YARPADMAK | iyileşmek, ayağa kalkmak, serpilip büyümek — II, 351 bkz. yarpatmak |
YARPATMAK | iyileşmek, ayağa kalkmak; serpilip büyümek, II, 351 bkz. yarpadmak |
YARPUZ | güzel kokulu b!r ot, kır nanesl, Majoran, III, 39 |
YARPUZ | yılan yiyen bir hayvan, firavun s ıçanı, ichneumon — III, 39, 40 |
YARSGAG | dagda ve başka yerde ayağın kayabilecegl yer — III, 433 |
YARSIKMAK | birbirinden ayrı dü; mek, III, 105. 106 |
YARSIMAK | murdar bulmak ve iğrenmek, III, 305 |
YARSINÇIG | murdar, pis iğrenç — III, 56 |
YARSITMAK | tiksindirmek II, 353 bkz. yorlamak, yars ğumak |
YARSUDMAK | tiksindiği şey yüzünden tükürmek — II, 353 bkz. yarlamak, yars ıtmak |
YARŞI | bir şeyi yarıya bölen kimse; bir ; eyin yar ısı, yarı yarıya ortak — III, 32 |
YARŞIM | bir yarışlık yer — III, 47 |
YART | su içilen bardak, I, 341 bkz. bart |
YART | yurt tutmak ansızın her yandan yakalanmak — I, 341 bkz. bart burt tutmak |
YARTIM | ayrılmiş — III, 46 |
YARTMAK | para — III, 432 bkz. yarmak |
YARTU | yonga, talaş, III, 30 |
YARTU | üzerine bir şey yazılan levha, tahta — III, 30 |
YARTURMAK | yardırmak — III, 94, 95 |
YARU | yelim balık tutkalı — III, 24 bkz. yaruk yelim |
YARUK | yerde, duvarda, dağda, sırçada ve benzer şeylerde yarık — III, 15 |
YARUK | ışık, aydınlık, parlak — I, 46, 96; III, 15, 194 § yapyaruk; çok ayd ınlık. III, 15 |
YARUK | yelim balık tutkalı — III, 20 bkz. yaru yelim |
YARUK | yulduzı tan yıldızı — I, 96 |
YARUKLUK | nur, ışık, aydınlık; rahatlık — II, 316; III, 51. 194 |
YARUMAK | ışımak — I, 96; III, 86, 87, 89 |
YARUMAK | yaşumak keyiflenmek. sevinmek — III, 89 |
YARUTGAN | her zaman aydınlatan — III, 52 |
YARUTMAK | aydınlatmak — III, 52 |
YAS | zarar, 2iyan — III, 159 |
YAS | ölüm, helâk — III, 159 |
YASGAÇ | yastıgaç, hamur tahtası — III, 38 bkz. yası yıgaç |
YASGAŞMAK | tokatlaşmak ve bunda yardım ve yarış etmek — II, 220 bkz. tasgamak, tasga şmak |
YASI | yassı, enli — III, 24 bkz. yasul |
YASI | yıgaç yastıgaç, hamur tahtası — III, 38 bkz. yasgaş |
YASIÇ | yassı ve uzun temren, III, 8 |
YASIGLIG | gedeleçli — III, 50 |
YASIK | gedeleç — III, 16 bkz. kurman |
YASILAMAK | yassılamak, yaymak; sözü açık, geniş ve kinayesiz söylemek — III, 328 |
YASILMAK | dağılmak; terk olunmak, bırakılmak — III, 78, 79 |
YASIMAN | su boşaltilırken boğazı "gır gır" eden testi, III, 38 |
YASMAK | dağıtıp yaymak, çözmek — III, 59, 60 |
YASTALMAK | dayanmış olmak; amacın bir yanına ilmek — III, 107 |
YASTAMAK | yastık dayamak, yaslanmak; söz dokundurmak — III, 302, 303, 320 |
YASTUK | yastık, III, 43, 107, 302, 320 |
YASUL | yassı, yayvan, yassı ve engln olan her yer — III, 18, 19 bkz. yas ı |
YAŞ | yaş, taze nesne, zerzevat, sebze, ye şillik; yaş (gözden gelen); yaş (insanın yaşadığı). I, 316; II, 109, 172. 228, 232; III, 4, 47, 83, 84, 159, 433 §ya şot |
YAŞAGU | yaşamağa haklı — III, 36 |
YAŞAMAK | yaşamak — III, 89 |
YAŞAÑURMAK | (göz) yaşarmak, yaşlı olmak — III, 407 |
YAŞARMAK | yeşermek — II, 79; III, 18, 68 |
YAŞARTMAK | ye; ertmek — III, 436 |
YAŞIKMAK | (göz) yaçlanmak, kamaşmak — III, 76 |
YAŞIL | yeşil. I, 41, 330, 394, 395; III, 19. 20, 143, 162 § yapya şıl |
YAŞIL | yuşul yeşil meşil — III, 19 |
YAŞIN | şimşek, I, 236; II, 356; III, 22, 310, 319 |
YAŞINLIG | şimşekli — III, 50 |
YAŞLAMAK | yaş ot yemek — III, 308 |
YAŞLIG | yaşlı, genç olmayan — III, 42 |
YAŞLIG | yaşlı, yaşı olan (göz) — III, 42 |
YAŞMAK | gizlemek, saklamak — I, 425; III, 60, 208 |
YAŞNAMAK | şimşek çakmak, parlamak — I, 236; III, 310, 319 |
YAŞNATMAK | şimçek çaktırmak, parlatmak — II, 356 |
YAŞRU | gizli — III, 31 |
YAŞRUŞMAK | gizlemekte birlefmek — III, 101 |
YAŞSAMAK | gizlemek istemek — III, 305 |
YAŞUK | demir başlık, tulga — I, 67 bkz. aşuk, yışıklıg |
YAŞUMAK | keylflenmek, sevinmek, III, 89 |
YAŞURGAN | her zaman gizleyen — III, 53 |
YAŞURMAK | örtmek, örtülmek, gizIemek. II, 79; III, 68 |
YAŞUT | gizli — II, 228; III, 8 bkz. beküt |
YAT | yabancı-I, 433; III, 43, 148, 159 bkz. baz |
YAT | taşlarla yagmur ve rüzgâr için yapılan kamlık, yadataşı ile yapılan bir türlü kamlık, kâhinlik. III, 3, 159 |
YAT | baz yabancı — III, 148, 159 |
YATÇI | ; aman — III, 307 |
YATGAK | hakanın ve ülkenin koruyucusu, muhaf ızı — III, 42 |
YATGAŞMAK | yatışmak, birlikte yatmak. III, 103 |
YATGAŞUK | bir yerde başkası ile yatan — III, 55 |
YATGAŞUK | ogrı yatsı, yatma 2amanı. III, 55 |
YATGURMAK | yatırmak, uyutmak — III, 99 |
YATIG | uyku; yatılacak yer — III, 12 bkz. yatık |
YATIK | uyku; yatacak yer — III, 15 bkz. yat ıg |
YATIKMAK | yabancılaşmak, yadlaşmak — III, 76 |
YATLAMAK | yada taşı ile afsun yapmak; yabancı saymak — III, 307, 308 |
YATLATMAK | yada taşı ile okutmak — II, 355 |
YATMAK | yatmak — I, 36, 233, 243, 386; II, 313; III, 42, 378 |
YATMAK | yaymak, sermek, II, 313 bkz. yadmak |
YATSAMAK | yatmak veye uyumak istemek III, 304 |
YATTURMAK | yaydırmak — III, 93, 94 bkz. yadturmak, yittürmek |
YATUK | atılan, unutulan her şey; tembel; şehirlerden — çıkmayan bir kısım Oğuzlar — III, 14 |
YATUK | iki cins iplikten (erişi yünden, argacı pamuktan) dokunan bir dokuma — III, 14 |
YATURMAK | yaydırmak, III, 93 bkz. yadturmak |
YAVA | kolgan dikeni; hint ayvas ı; suyu tutmaca renk veren bir bitki I, 84; III, 26 bkz. yafa, yava |
YAVA | sıcak, kuytu (yer) — III, 27 bkz. yafa, yava |
YAVA | kolgan dikeni; hint ayvas ı; suyu tutmaca renk veren bir bitki I, 84; III, 27 bkz. yafa, yava |
YAVA | sıcak, kuytu (yer), III, 27 bkz. yafa, yava |
YAVA | ; yavaş, yumuşak huylu — III, 10, 11 bkz. yafa ş |
YAVALMAK | yavaşlamak, I, 397 |
YAVAŞLANMAK | yavaşlanmak, dölekleşmek, yumuşak huylu olmak — III, 114 |
YAVÇAN | yavşan 0111. III, 37 bkz. yapçan |
YAVÇUNMAK | yapıştırılmak — III, 109 bkz. yapçınmak, yapçunmak, yapçurmak, yapşunmak, yapşurmak, yavçurmak |
YAVÇURMAK | yapıştımak. III, 98 bkz. yapçınmak, yapçunmak, yapçurmak, yapşunmak, yapşıırmak, yavçurmak |
YAVGAN | yavan. III, 37 |
YAVGANLANMAK | yavan bulmak — III, 116, 117 |
YAVLAK | kötü, fena, değersiz, yavuz, dü; kün, her şeyin kötüsü — I, 177, 432, 516, 519; II, 74, 204; III, 43, 44, 133 § yavlak kişi |
YAVRAMAK | digrek, sert, kati olmak, III, 278 bkz. t ıgdamak, tıgramak |
YAVRIMAK | hali kötüleşmek, yoksulluk veya hastal ık yüzünden arıklamak — III, 304 |
YAVRITMAK | kötületmek, zayıflatmak, arıklatmak, I, 139; II, 352, 353 |
YAVSAMAK | gönül almak istemek, III, 306 bkz. yüvsemek |
YAVUG | sel suyunun yüksekten yuvarlad ığı kaya parçası — III, 13 |
YAVUZ | kötü, fena — I, 84, 85, 103, 227, 248. 439, 483 bkz. yafuz |
YAVUZLAMAK | kötü bulmak — III, 342 |
YAVUZLANMAK | kötü bulmak — III, 114 |
YAXSINMAK | kollarını yenlerine sokmadan, belini iliklemeden, elbiseyi e ğinine (sırtına) almak, III, 109 |
YAY | ilkbahar, yaz, I, 13. 82, 96, 170, 463; II, 97; III, 160, 161, 188 |
YAYA | insanın kuyruk sokumu bölgesl, kıçı (yalnız insanlarda) — III, 26, 170 |
YAYGARU | yaza doğru, III, 278 |
YAYGUK | kısrağın meme uçları, III, 27 bkz. yazguk |
YAYIG | huyu dönek — III, 23 bkz. yayık |
YAYIK | huyu dönek — III, 23 bkz. yayıg |
YAYIKMAK | yaz olmak, baharla; mak — III, 191 |
YAYILGAN | yayılan, durmayan — III, 55 § yayılgan kişi; bir kararda durmayan, bir işte sebat etmeyen kimse — III, 55 |
YAYILMAK | ırgalanmak, yayılmak, salınmak — I, 412; III, 108, 191, 192bkz. yad ılmak, yazılmak |
YAYINMAK | kendi kendıne yaymak — III, 86 |
YAYKALMAK | çalkanrnak; her ; eye gönlü meyil göstermek — III, 108 |
YAYLAG | yayla, yaylak, yazlanan yer, I, 13, 214; II, 355; III, 47, 265 |
YAYLAMAK | yaylamak — III, 311 |
YAYLATMAK | yaylatmak. II, 357 |
YAYMAK | çalkamak, kımıldatmak, sallamak, meyletmek, meylettirmek III, 245, 246, 247 |
YAYSAMAK | haset etmek, çekememek, I, 155 |
YAYTURMAK | çırptırmak, kımıldatmak. III, 100 |
YAZ | ilk yaz, yaz — II, 172, 285; III, 159, 285 |
YAZAK | otlak, III, 16 |
YAZAMAK | yazlamak, yazı geçirmek — III, 88 |
YAZGUK | kısrağın meme uçlan — III, 28 bkz. yayguk |
YAZI | kır, ova, yazı, boş ve açık yer, boşluk, açıklık, alan — I, 94, 135, 329, 447; III, II, 24, 255 yaz ıkçı yazıcı, hısımlar arasında mektup getirip götüren elçi — III, 55 |
YAZIGLIG | çözülmüş, bağından çözülmüş — III, 49, 50 bkz. yazuk |
YAZIKMAK | yaz olmak III, 76 bkz. yayıkmak |
YAZILMAK | açılmak, yayılmak; yalabımak, güzelleşmek; çözülmek — I, 195, 233, 409; II, 285; III, 6, 78, 112 bkz. yadılmak, yayılmak |
YAZINMAK | kendi kendine çözmek, çözünmek, çözülmek III. 84, 112 |
YAZIŞMAK | (çözmekte ve yaydan kirlşi çıkarmakta) yardım ve yarış etmek, III, 73 |
YAZLATMAK | yazlatmak, yazı geçirtmek, yaylatmak — II, 355 |
YAZLINMAK | çôzülmek — III, 110, 112, 228 |
YAZLIŞMAK | çözülmek III, 105 |
YAZMAK | şaşmak, yanılmak; çözmek; yazmak — I, 92; II, 20; IIl, 59, 111 |
YAZMAS | şaşmayan, yanılmayan — III, 59, 379 |
YAZOK | et pastırma — III, 16, |
YAZSAMAK | çözmek istemek, III, 305 |
YAZTURMAK | çözdürmek; yanıltmak — III, 95 |
YAZUK | boşanmış, bağından çözülmü; — III, 16bkz. yazıglıg |
YAZUK | günah, suç — I, 16, 203, 220, 521; II, 75, 135, 143, 169, 222, 261; III, 16 |
YAZUKLAMAK | suçu yüzünden yakalamak — III, 342, 343 |
YAZUKLUG | günahlı, III, 50 |
YAZUKSUZ | günahsız — I, 400; III, 16 |
YE | mü "bu sôzü kabul ettin mi? söyledi ğimi yapmak için kafana koydun mu?" anlam ına bir kelime. III, 26 bkz. yehmü? |
YEBEÑ | kumlu, batak — III, 372 |
YEDILMEK | dikilmek ve içine eşya konulmak — III, 77 bkz. yedişmek, yedmek, yidmek |
YEDIŞMEK | kenar dikmekte yardım etmek — III, 70, 71 bkz. yedilmek, yedmek, yidmek |
YEDMEK | bohça veya heybeyi toparlamak, uçlar ını birleştirmek III, 434 bkz. yedişmek, yedilmek, yidmek |
YEG | yeğ, üst, üstün, daha lyl, lyl, hay ırlı — I, 59, 337, 384; III, 43, 133, 144, 160 |
YEH | evet — III, 26, 118 bkz. yah |
YEH | mü "tamam mı" anlamına bir kelime — III, 26 bkz. ye mü? |
YEK | şeytan — I, 267; II, 236, 338; III, 156, 160 |
YEL | cin; cin çarpması — III, 144, 163 |
YEL | yel, rüzgâr, esinti — I, 95, 251. 319, 354; II, 4, 154. 192, 229, 298; III, 93, 98, 108, 144, 161, 226, 247. 268, 360 |
YELDIRMEK | estirmek, ësmek — III, 98 |
YELIM | tutkal, kendisiyle tüy ve tüye benzer şeyler yapıştırılan tutkal — III, 20, 70, 99, 108bkz. yelim, |
YELIM | tutkal, kendlsiyle tüy ve tüye benzer şeyler yapı; tırılan tutkal, ökse — III, 20, 70, 99, 108 bkz. yelim, yilim |
YELIMEN | dağınık şeklide yapılan çapul — III, 38 bkz. yalıman |
YELIMLEMEK | yelek yapıştırmak; yolu araştırmak III, 343 |
YELIMLENMEK | tutkallanmak, III, 115 bkz. yelimlenmek |
YELIN | kısrak memesi, tırnaklı hayvan memesi — III, 23 |
YELIÑ | yeli çok olan, III, 373 |
YELKIN | yelici, koşucu; misafir, yolcu, konuk — I — 31; III, 33, 37, 288, 309 bkz. elkin, yelkin |
YELKIN | yelic!, ko; ucu; müafir, 'yolcu, konuk — I, 31; III, 33, 37, 288, 309 bkz. elkin, yikin |
YELMEK | koşmak, III, 64 |
YELMEK | (aş, yemek) yenmek, yenilmek — III, 64, 185 |
YELNEMEK | memesi dolup sarkmak — III, 310, 319 bkz. yelnemek |
YELNEMEK | memesi dolup sarkmak — III, 310, 319 bkz. yelnemek |
YELPETMEK | (ot, saman ve yem) ıslatmak, II, 351, 352 bkz. yalpatmak, yelpetmek |
YELPETMEK | yelpazeletmek — II, 352 bkz. yelpetmek |
YELPETMEK | (ot, saman ve yem) ıslatmak, II, 351, 352 bkz. yalpatmak, yelpetmek |
YELPETMEK | yelpazeletmek — II, 352 bkz. yelpetmek |
YELPIK | cin ve yel çarpması — III, 46 |
YELPINMEK | yele, cine çarpılmak, yel çarpmak, cin çarpmak; yelpazelenmek — III, 108, 144 |
YELPIRMEK | rüzgâr esmek, cin tutmuş gibi sağa sola sallanmak; nemlenmek, yeri ıslatmak — III, 93 |
YELPIŞMEK | nem çekmek, nem almak, taneler yaşlıktan yapışmak; yelpazelemekte yardım etmek — III, 100, 101 |
YELVI | büyü, sihir, III, 33, 359 bkz. yalv ı |
YELVIRMEK | yelpimek — III, 100 bkz. yalvırmak |
YELVLÇI | büyücü, sihirbaz III, 33 |
YEM | baharat — Itl, 5 ("yem" kellmesl yaln ız kullanılmaz, "ot" ile birlikte gelir) — |
YEM | azık, yemek, taam — I, 468, 480; III, 144 |
YEME | hep, bütün, tamamiyle; yine, dahi, I, 47, 106, 144, 459; II, 75, 118; III, 41, 278. 366 435 yemeçük buğday taşınan küçük çuval — III, 48 |
YEMEK | yemek, yeylp telef etmek, I, 55, 66, 79, 88, 116, 318, 323, 342, 343, 504; II, 69, 70. 311; III, 9, 16, 31, 67, 146, 159, 220, 222, 249 |
YEMET | evet — I, 51; III, 8 bkz. emet, evet, evet |
YEMIŞ | meyve, I, 251, 263 bkz. yemiş |
YEMIŞ | meyve — I, 251, 263; II, 12, 95, 146, 254; III, 12 bkz. yemi ş |
YEMIŞLENMEK | yemi; lenmek, yemiş, meyve vermek, meyvelenmek. II, 269; III, 114, 197 |
YEMRÜ | ; mek ağaç sökmekte yardım etmek — III, 103 |
YEMSINMEK | yenneksizin yer gibl göriınınek. III, 109 |
YEMŞEN | Kıpçak ülkeslnde blten blr k ır yemişi — III, 37 |
YEMÜRGEN | dalma söken, koparan, III, 54 |
YEMÜRMEK | kesmek — III, 54 bkz. tomurmak, |
YEN | giyen, elbise; yeni. II, 109, 187, 233; III, 362 |
YENÇMEK | ısırmak, yere vurup ayağıyle ezmek, dişle ısırarak parçaları birbirine katmak, kötüleşmek — III, 303. 435 bkz. tençmek, yençimek, yunç ımak |
YEÑEÇ | yengeç — III, 384 |
YEÑEK | heybe, bohça — III, 70 bkz. yetgek |
YEÑGE | yenge, büyük kardeşin karısı — III, 380 |
YEÑI | yenl — I, 376; III, 369 bkz. yangi |
YENIG | yeğni, hafif — III, 92 bkz. yenik |
YENIGÜ | doğurmak üzere olan, III, 36 |
YENIK | yeğni, hafif — III, 18 bkz. yenig |
YENIMEK | doğurmak (yalnız kadın için), III, 91, 92 |
YENITMEK | doğurtrnak — II, 317 |
YEÑMEK | yenmek, alt etmek — III, 391 |
YEÑŞÜRMEK | sıcağa soğuk karı; tirarak ılıştırmak, III, 400 bkz. yiñşürmek |
YER | kırtışı yeryüzü — I, 461 |
YER | sagrısı yeryüzü; yer yaygısı — I, 422 |
YER | yer, yeryüzü, toprak — I, 15, 16, 33, 75, 97, 107, 119, 139, 146, 147, 150, 164, 219. 234, 247, 265, 268, 287. 288, 292, 296. 301, 309, 313, 325. 361, 364. 416 422, 423, 429, 438, 439, 461, 465, 466, 468. 469, 488. 489, 494, 495, 496, 498, 509, 510, 517. 523, 525; I |
YER | kumaşın veya ağacın bir yüzü. III, 142 |
YERÇÜ | sın, mezar — III, 30 |
YERDE | hemşeri. I, 407; III, 40 |
YERE | yöre, çevre — III, 24 bkz. yöre, yüre |
YERETMEK | yerinmek, tembellik etmek — II, 315, 316 |
YERGÜ | hakir, yerilmiş. II, 29 |
YERKÜÇ | tahtadan yapılmış kılıç gibi uzunca, enli bir ağaç parçasıdır, fırındaki ekmeği çevirmek için kullanılır — I, 452 |
YERMEK | yirmek, yaf bir şeyi demirle kesmeksizin uzunlamas ına yirmek, kolayca yarmak — III, 58 bkz. yırmak, yirmek |
YERMEK | yermek, beğenmemek, iğrenmek, zemmetmek, hakir görmek — I, 149, 419; III, 185 |
YERSINMEK | bir yeri yurt 001111110^III, 109 |
YERTÜRMEK | yirdirmek. III, 95 |
YERÜK | yirilmiş, uzunlamasına yirilmiş ve güzelligi gitmiş olan her şey, yirik, gedik — III, 18 bkz. yirük |
YET(I)ŞMEK | yetişmek, erişmek. III, 183 bkz — |
YET(I)ŞMEK | yetişmek, erişmek . III, 183 bkz. yet(i)şmek |
YETEN | ok atılan tahta yay; atımcı yayı, hallaç yayı — III, 21 bkz. yeteñ |
YETEÑ | yün atılıp kabartılan atımcı yayı — III, 372 bkz. yeten |
YETGEK | heybe, bohça — III, 70, 77, 344 bkz. yerigek |
YETI | sayıda yedi — III, 227 bkz. yetti |
YETIGEN | yedi kardeşler adı verilen yıldız, III, 37, 40, 247 bkz. yetiken |
YETIK | işlerinde becerikII, güç işleri başaran — III, 18 |
YETIKEN | yedi kardeşler adı verilen yıldız, III, 247 bkz. yetigen |
YETILMEK | güdülmek, yedilmek. I, 106 bkz. yetilmek |
YETILMEK | erişilmek, yetişilmek III, 77 |
YETILMEK | güdülmek, yedilmek — I, 106 bkz. yetilmek |
YETIZ | enli, enine geniş şey — III, 10 |
YETIZLIK | genişlik, bir şeyin eni — III, 52 |
YETMEK | yetişmek, erişmek II, 314 bkz. çetmek, yetmek |
YETMEK | yetmek, yedeğinde götürmek — II, 314 |
YETMEK | yetişmek, erişmek — I, 192, 421, 424; II, 274, 314; III, 406 bkz. çetmek, yetmek |
YETMIŞ | kapanmış, iyileşmiş (yara) — I, 245 bkz. bütmiş |
YETRÜLMEK | eriştirilmek; ilhak edilmek. III, 107 bkz. yetrülmek |
YETRÜLMEK | eriştirilmek; ihkak edilmek III, 107 bkz. yetrülmek |
YETRÜM | bırakılmış, salınmış — III, 47 |
YETRÜM | saç bırakılmış, salınmış saç — III, 47 bkz. yetüt saç |
YETRÜŞMEK | birbirine erişmekte yardım etmek III, 101 bkz. yetrüşmek |
YETRÜŞMEK | birbirine erişmekte yardım etmek III, 101 bkz. yetrüşmek |
YETSEMEK | yetişeyazmak — III, 304 |
YETSIKMEK | erişilmek; ya; lanmak, kocalıp düşkünle; mek — I, 21; III, 106 |
YETTI | sayıda yedi — III, 27 bkz. yeti |
YETÜT | askere imdat . II, 287 |
YETÜT | saç sonradan bırakılan saç, II, 287 bkz. yetrüm saç |
YEVTILMEK | erişmek; olgı^nlaşmak. III, 81, 356 bkz. yıgılmak, yuvulmak |
YEYSEMEK | yemek istemek — I, 20; III, 304 |
YEZEK | asker öncüsü, III, 88 bkz. yizek |
YEZEMEK | aramak üzere dolaşmak, III, 88, 89 |
YEZNE | büyük kız kardeşin kocası — III, 35 |
YI | sık ve birbirine girmiş; elbisenin yivi, dikişi, dikiş, pabuç diki; l; dağ yivi; diş ve ağaçların birbirine girınesi. III, 25, 216, 229, 283 bkz. cigi, yigi |
YIÇI | terziII, 3; III, 216 |
YID | koku — III, 48 bkz. yid |
YID | koku, III, 48 bkz. yıd |
YIDIG | kötü kokan her şey, III, 12 |
YIDIG | ot üzerlik otu, III, 12 bkz. eldrük, ilrük, yüzerük |
YIDIGLIK | kokmuşluk, yıpranmışlık — III, 51 |
YIDIMAK | kötü, fena kokmak, bozulmak — III, 86, 260 |
YIDIŞMAK | bir şeyin parçaları birbiri içinde çürüşmek, yıpraşmak. III, 70 |
YIDLAMAK | koklamak, III, 308 |
YIDLANMAK | kokmak, bozulmak — III, 110 |
YIDLAŞMAK | koklaşmak — III, 104 |
YIDMEK | bohça veya heybeyi toparlamak, uçlar ını birleştirmek III, 443 bkz. yedişmek, yedilmek, yedmek |
YIG | iğ, I, 48, 85 bkz. ig, ik, yik |
YIG | gemin damağa gelen parçası — III, 144 |
YIG | çiğ, pişmemiş. I, 338; III, 144 bkz. yik |
YIGAÇ | ağaç, ağaç parçası; erkegin erkeklik aygıtı; fersah (eskl bir yer ölçüsü) — I, 14, 18, 152, 174, 198, 219, 244, 249, 251, 254, 260, 263, 271, 283, 290, 294, 297, 312, 319, 439, 485, 502, 503, 505, 511; 11. II, 20, 24, 29, 37, 69, 70, 80, 85, 91, 101, 122, 1 |
YIGAÇLANMAK | ağaçlanmak — III, 113 |
YIGAÇLIK | ağaçlık, ağaçlı olan yer, kereste bulunan yer, III, 51 |
YIGDAÇI | yığan, toplayan; engel — olan, al ıkoyan — III, 106 |
YIGDE | iğde — I, 31; III, 31, 147 bkz. yikte |
YIGI | sık, birbirine girmiş, sıralanrnış, (dikişte)sağlam. III, 25, 216, 229 bkz. cigi, yi |
YIGILGAN | daima yığılan — III, 54 |
YIGILMAK | toplanmak; çeklnmek, kaçınniak — III, 79, 80 |
YIGILMAK | erişmek, olgunlaşmak — III, 81 bkz. yevülmek, yuvulmak |
YIGIM | yığılmı; — III, 19 bkz. yıgın |
YIGIN | yığın, küme, yığılmış — I, 15; III, 19, 22 bkz. yıgım |
YIGINMAK | kendi kendine yığınmak — III, 84 |
YIGIRME | sayıda yirmi. III, 48 bkz. yigirmi |
YIGIRMI | sayıda yirmi — III, 48 bkz. yigirme |
YIGIRMINÇ | sayıda yirminci. I, 132; III, 449 |
YIGIŞMAK | yığışmak, yığmakta yardım ve yarış etmek — III, 73 |
YIGIT | yiğit, genç, her şeyln genci — I, 25, 263, 400; II, 113; III, 8, 16, 917, 356, 386. 420 |
YIGITLIK | yiğitlik, gençlik, I, 143, 511; III, 51 |
YIGLAMAK | ağlamak I, 272, 504; II, 232; III, 258, 309, 321 bkz. ıglamak |
YIGLAŞMAK | ağlaşmak — III, 322 bkz. ıglaşmak |
YIGLATMAK | ağlatmak — II, 355 |
YIGLIŞMAK | toplaşmak — III, 105 |
YIGMAK | yığmak, toplamak; bir şeye engel olmak, alıkoymak. I, 15, 399, 504; III, 61 |
YIGNE | igne, II, 3, 120, 150; III, 35 |
YIGRENMEK | tüyü ürperrnek, iğrenmek III, 109 |
YIGRILMAK | kötüleşmek, büzülmek, titremek I, 248; III, 107, 108 |
YIGTURMAK | yıgdırmak; bir şeyden alıkoydurmak — III, 95, 96 |
YIGTÜRMEK | bir şeyle iyilik etmek, III, 96 bkz. yiktürmek, yüftürmek, yüvmek |
YIGTÜRMEK | incitmek III, 97 |
YIK | iğ — III, 144 bkz. ig, ik, yig |
YIK | çiğ, pişmemiş — I, 338 bkz. yig |
YIKEN | hasır yapılan kovalak otu — III, 23 |
YIKILGAN | daima yıkılan, yıkılgan — III, 54 |
YIKILMAK | yıkılmak — I, 348; III, 81, 82 |
YIKIŞMAK | yıkmakta yardım etmek — III, 74 |
YIKLEMEK | çiğnemek — III, 309, 310 bkz. egleşmek, iklemek, ikleşmek |
YIKMAK | yıkmak, yıkılmak — I, 85, 343, 384; III, 20, 63 |
YIKSAMAK | yıkmak istennek — III, 306 |
YIKTE | iğde, I, 31 bkz. yigde |
YIKTURMAK | yıktırmak — III, 97 |
YIKTÜRMEK | bir şeyle iyilik etmek — III, 96 bkz. yigtürmek, yüftürmek, yüvmek |
YIL | yıl, sene — I, 345, 346, 349, 447, 513; II, 118, 331; III, 5, 7, 69, 76, 131, 162 |
YIL | at yelesi — III, 13 bkz. yal, yal ıg |
YILAN | yılan — I. 17, 228; II, 18; 20, 275, 279; III, 29, 39, 367 § nek y ılan; ejderha — III, 155 § ok yılan; kendini insan ve başka şeyler üzerine atan bir yılan — I, 37; III, 29 § sogan yılan; tulum gibi iri bir yılan — I, 409 |
YILAN | yılı Türkler'in on ikili yıllarından biri , I, 346; III, 30 |
YILDIZ | ağacın kökü, damarı, III, 40 |
YILDIZLANMAK | köklenmek, bir yere yerleşmek, soylanmak — III, 116 |
YILDIZLIG | köklü — III, 40 § tüplilg |
YILDIZLIG | asaletli, köklü, III, 40 |
YILGIN | ılgın, ılgın ağacı, Tamariska — III, 37 |
YILGINLANMAK | ılgın ağacına sahip olmak, III, 117 |
YILIG | ılık, sıcakla soğuk arası, I, 31, 64; III, 14, 51 bkz. ılıg |
YILIK | ilik — I, 72, 119 bkz. ilik |
YILIKLIG | ilikli, iliği olan, III, 52 |
YILIM | yelimlenmek tutkallanmak — III, 115 bkz. yelimlenmek |
YILIM | tutkal II, 20, 70, 99, 108 bkz. yelim, yelim |
YILIMAK | ılımak — III, 91 |
YILINÇGA | (aş) tadı, tuzu, yağı olmayan yemek, III, 433 bkz. yalınçga |
YILIRMAK | ılımak, az ışınmak — I, 179; II, 283 |
YILIŞMAK | ılıçmak, ılıklaşmak — III, 74, 75 |
YILIŞMAK | birbirini töhmetlemek, itham etmek — III, 75 bkz. yal ışmak |
YILITMAK | sıtma tutmak, sıtınadan vücudu ısınmak; ılıtmak, II, 316, 317 |
YILKI | hayvan, yılkı, hayvan sürüsü, dört ayakl ı hayvanlara verilen genel ad — I, 21, 91, 241, 257, 285, 330, 332, 412, 461, 481, 482; II, 96; III, 34, 76, 90, 104, 131, 178, 292, 300 |
YILLIGÜ | saç tıraş eden ustura — III, 174 bkz. kerey |
YILMIRMEK | ılımak, ılır gibi olmak — III, 100 |
YIMIRTGA | damarsız olan her türlü yeşillik; hıyar gibi gevşek olan her nesne — III, 433 |
YIMLEMEK | gözle işaret etmek, III, 310 bkz. imlemek |
YIN | in — III, 6 bkz. in, yin |
YIN | beden, vücut, insan bedeni — I, 179, 261, 275; II, 151; III, 92, 145, 154, 278 |
YIN | tüy, £101-1. I, 167, 217, 315; III, 109 |
YIN | koyun pisliği, davar tersi, hayvan pisli ği — I, 49; III, 5 bkz. in § koy yini; koyun 101-51. III, 5 |
YIN | in, hayvan ini — I, 49; III, 5 bkz. in, y ın |
YIÑ | sümük — II, 326; III, 362 |
YIÑ | atmak sümkürmek — II, 326 bkz. yiñitmek |
YINCÜ | inci — I, 31 bkz. cinçü, yinçü, yünçü |
YINÇGE | ince — III, 380 bkz. yinçge |
YINÇGE | ince — III, 380 bkz. yınçge § yinçge turku; ince ipek kunia ş — III, 380 |
YINÇGE | kız odalık kız — III, 380 bkz. yinçke kız |
YINÇGE | kişi Tanrı'ya ibadet eden, tapan — III, 380 |
YINÇGELEMEK | ince saymak, inceltilek III, 411 |
YINÇGELENMEK | alçak gönüllülük etmek; odal ık edinmek; Tanrı'ya karşı küçüklük göstermek, tapmak, ibadet etmek — III, 450 |
YINÇKE | kız yatağa alınacak, yetişkin cariye ve kız, kız oğlan kız — I, 326 bkz. yinçge kız |
YINÇÜ | inci; cariye — I, 31, 273, 387, 390. 396, 419; II, 9, 31, 79, 100, 122, 127, 146, 154, 243, 288; III, 30, 229, 289 bkz. cincü, yincü, yünçü |
YIÑDEGÜ | sümüklü (çocuklara bununla sövülür) — III, 387 |
YINDMEK | aramak, sormak — III, 66 — bkz. yinmek |
YINDÜRMEK | kayıbı arattırmak. III, 99 |
YINEDMEK | sağalmak; yeğnilmek — II, 317 bkz. yinetmek |
YINETMEK | sağalmak; yeğnilınek — II, 317 bkz. yinedmek |
YIÑITMEK | sümkürmek II, 326 bkz. yiñ atmak |
YINMEK | arannak, sormak- III, 66 bkz. yindmek |
YIÑŞÜRMEK | sıcağa soğuk karı; tırarak ıliştırmak, III, 400 bkz. yeñşürmek |
YIP | ip, tel kendisiyle at bağlanan uzun örk — I, 158, 165, 178, 185, 213, 220, 236, 253, 302, 414, 523, 524; II, 8, 9, 98, 120, 132, 180, 189, 194, 207, 227, 236, 244, 330, 334, 354, 362; III, 3, 104, 255, 286, 388, 426, 428, 444 |
YIPAR | misk I, 327; II, 4, 6, 122; III, 7, 28, 48, 96. 180, 308 bkz. yipar |
YIPAR | misk — I, 327; 11; 4. 6, 122; III, 7, 28. 48, 96, 180, 308 bkz. y ıpar |
YIPARLIG | misk kokan, miski, anberi olan — III, 48, 50 |
YIPIN | koyu kırmızı, kızıl — III, 21 bkz. bayın, yipkil, yipkin |
YIPKIL | erguvan renginde olan — III, 46, 47 bkz. bay ın, yipin, yipkln, |
YIPKIN | menekşe rengi, erguvan renginde olan, konur, koyu k ırmızı — I, 395; III, 37, 47 bkz. bayın, yipln, yipkil |
YIPLAMAK | ip üzerinde oynamak, cambazlık etmek, III, 308 |
YIPLAMAK | iple kıl aldırmak — III, 307 |
YIPLAŞMAK | iple birbirinden kıl yolu; mak — III, 104 |
YIPLATMAK | ipletmek, iple kıl yoldurmak — II, 355 |
YIR | koşma, türkü, hava, ır, musikide ırlama, gazel — II, 14, 135; III, 3, 131, 143 |
YIRAGU | çalgıcı, şarkıcı, çağırıcı — III, 36 |
YIRAK | uzak, ırak — I, 97, 309, 456; III, 28, 29 |
YIRAKLANMAK | uzak bulmak — III, 115 |
YIRAKLIK | uzaklık, ıraklık — III, 51 |
YIRAMAK | uzakla; mak, ırak olnnak — III, 88, 366, 422 bkz. yaramak |
YIRATMAK | uzaklaştirmak — II, 315 |
YIRILGEN | daima çatlayan, yarılan, yirilen. III, 55 |
YIRIŞMEK | yirişmek, ylrilmek, ayrılmak; gülümsemek; kuvvetsizleşmek — III, 72, 73 |
YIRLAMAK | şarkı, gazel söylemek, ırlamak III, 3, 308 |
YIRMAK | yirmek — III, 58 bkz. yermek, yirmek |
YIRMEK | yirmek, III, 58 bkz. yermek, yırmak |
YIRTILMAK | yırtılmak. I, 41; III, 106, 107 |
YIRTINMAK | yırtar görünmek. III, 108 |
YIRTIŞMAK | yırtmakta yardım etmek, III, 101 |
YIRTMAK | yırtmak — I, 323, 341; III, 435 |
YIRÜK | yirilmiş, uzunlamasına ylrilmiş ve güzelliği gitmiş olan her ; ey, yirik, gedik — III, 18 bkz. yerük |
YIŞ | sıkışma — III, 4 bkz. yuş |
YIŞ | iniş, yokuş — III, 4, 143 § art |
YIŞ | yokuş iniş — III, 4 |
YIŞ | bolmak sıkı; mak — III, 4 |
YIŞIG | ip; kayıştan örülmüş bağ; boyundurukkayışı — I, 126, 158, 165, 183, 196, 209, 276, 427; II, 123, 216, 349; III. 13 |
YIŞIGLIG | ipli, ipi olan — III, 49 |
YIŞIKLIG | tulgalı, tulga giymi; — III, 50 bkz. aşuk, yaşuk |
YIŞILMEK | eli işe yatışmak, udumlaşmak — III 79 bkz. işilmek, yuşılmak, yuşulmak, yüşilmek, yüşülmek |
YIŞIM | soğukta dizlere giyilen nesne, bir çe şit çakşır — III, 19 |
YIŞIMLENMEK | yişim giynnek, tozluk giymek — III, 115 |
YITIK | keskin, bilenmiş — I, 384; III, 18 |
YITIK | yitik şey, kaybolan şey, II, 182 bkz. tiyül, yitük |
YITIM | keten tohumıı — III, 24 |
YITITMAK | biletmek — II, 317 bkz. yanutmak |
YITMEK | kaybolmak, yitmek. I, 467; II, 314 |
YITTILRMEK | kaybettirmek, ' bir şeyi bohça ve bohçaya benzer şeylerde saklatmak — III, 94 bkz. yağturmak, yatturmak ; |
YITÜK | kaybolan şey, yıtik. II, 115, 182; III, 18, 181 bkz. yitik |
YITÜKLIG | bir şey yitiren, kaybeden, III, 18 |
YITÜRMEK | kaybetmek, yitirmek. III, 67 |
YIZ | sele otu, çiğ otu, sele sazı, Artemlsia abrotonon (kamı; tan daha ince ve yumuşak olup göçebelerce çadır örtüsü yapılır) — III, 135, 143 |
YIZEK | askerin önde giden bölüğü, öncül — III, 18 bkz. yezek |
YİTIKLEMEK | kaybolanı aramak, III, 343 |
YODLUŞMAK | silinmek III, 105 |
YODTURMAK | sildirmek III, 94 bkz. yutturmak |
YODULMAK | silinmek, yok edilmek — III, 77 |
YODUNMAK | sllinmek — III, 83 |
YODUŞMAK | (leke, kitapta yanlı; vb. ) silmek ve gidermek işinde yardım etmek, III, 70 |
YOG | matem, yas, ölü gömülmesinden sonra üç veya yedi güne kadar verilen yemek. III, 143 |
YOG | basan ölü gömüldükten sonra verilen yemek — I, 399 |
YOGDU | devenin çenesi altındaki uzun tüyler III, 30 bkz. cugdu, yogru, yogruy, yugdu |
YOGDU, | yogru, yogruy, |
YOGLAMAK | ölü için yemek vermek. III, 309 |
YOGRI | çanak, III, 31, 32 |
YOGRU | deve tüyünün uzunları . III, 31 bkz. cugdu, yogdu, yogruy, yugdu |
YOGRULMAK | yogrulmak. I, 248; III, 107 |
YOGRUM | bir defada yoğrulacak kadar olan — III, 47 |
YOGRUŞMAK | yogruşmak, yoğrulmak, yoğurmakta yardım etmek — II, 122; III, 102 |
YOGRUY | deve tüyünün uzun olanları . III, 31 bkz. cugdu, yogdu, yogru, yugdu |
YOGUN | yogun, şişkin, kalın — III, 29 |
YOGURGUÇ | şehriye ve benzeri şeylerin açılmasında kullanılan oklağı — I, 493 |
YOGURKAN | yorgan — I, 197, 210; II, 137, 141; III, 54, 110, 253 |
YOGURMAK | yogurmak — II, 102 |
YOGURT | yogurt, I, 182, 208; II, 189, 295; III, 164, 190 |
YOGURTMAK | yogurtmak — III, 436 |
YOĞMAK | silmek, bozmak, mahvetnnek — III, 434 |
YOĞSAMAK | silmek Istemek — III, 305 |
YOK | çanak bulaşıgı, III, 4 bkz. yak, yak yuk, yok yak, yuk, yuk yak |
YOK | yok — I, 68, 70, 323, 360, 368, 420; II, 28; III, 3, 143, 147, 151, 154, 239 |
YOK | yak çanak bulaşıgı — III, 4 bkz. yak, yak yuk, yok, yuk, yuk yak |
YOK | yer yokuş yer — III, 4 |
YOKADMAK | yok olmak, III, 384 |
YOKAR | yukarı — I, 142, 320 bkz. yokaru, yukaru |
YOKARU | yukarı — II, 4, 6, 35, 81, 198, 260; III, 285 bkz. yokar, yukaru |
YOKLAMAK | yükselmek, çıkmak — III, 212, 221 |
YOKLATMAK | yükseltmek, dağa çıkartmak — II, 355 |
YOL | yol, sefer, ani yola çıkma — I, 53, 63, 66, 92, 155, 173, 196, 204, 208. 247, 292, 332, 342, 458; II, 8, 29, 98, 176, 197, 212, 214, 232; III, 64, 87, 144, 187, 288, 292, 343, 387, 423, 450 |
YOLAK | çay — I, 222; III, 17 bkz. yul, yulak |
YOLAK | çıgır, çılga, kırlardaki küçük yol; yol yol çizgili olan her ; ey — III, 17 § yolak barç ın; yol yol çizgileri bulunan ipek kumaş — III, 17 |
YOLDRAMAK | (maden ve cevher) parlamak — III, 437 bkz. yoldr ımak yoldrımak (maden ve cevher) parlamak — III, 437 bkz. yöldramak |
YOLDRUGA | kılıç gibi uzunca bir bitki, III, 433 bkz. yoldurga |
YOLDRUK | cilâlı, parlak, süslü, III, 432 bkz. yaldruk, yuldruk |
YOLDURGA | kılıç glbi uzunca blr bltki — III, 433 bkz. yoldruga |
YOLGIRMAK | yolda rastlamak — II, 193 |
YOLIÇ | keçi kıllarrnın diplerinde bulunan yumuşak ince yün — III, 27 bkz. yovl ıç, yulıç |
YOLITMAK | yagma ettirmek — II, 316 bkz. yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak, yuluşmak, yulutmak yolkaşmak |
YOLKMAK | sıyırmak; çatlatmak; yolmak, bir şeyden herhangi bir şeyi çıkarmak, soymak; faydalanmak, elde etmek, III, 435, 436 |
YOLKUNMAK | sıyrılmak, III, 110 |
YOLKUŞMAK | birbirinden kâr veya fayda elde etmek, III, 103, 10 |
YOLMAK | yolmak, yolmak için kaynar suya b ırakmak; kurtarmak, bırakmak, salıvermek; istinsah etmek, II, 24; III, 63, 64 |
YOLRATMAK | parlatmak — II, 353 bkz. yalratmak, yalr ıtmak, yolrıtmak |
YOLRITMAK | alevlernek, parlatmak — II, 353 bkz. yalratmak, yalr ıtmak, yolratmak |
YOLSUZ | yolunu azıtan kimse — III, 40 |
YOLTGA | bir ; eyle alay etme — III, 432 bkz. yaltga, yultga |
YOLTGA | kılmak alay etmek, maskaraya almak — III, 432 |
YOLTURMAK | para verdirerek köleyi azat ettirmek; yoldurmak. III, 97 |
YOLUG | fidye, feda, kurban — I, 210, 243, 399; III, 13, 333 |
YOLUGLUG | fidyeli, fidyesi verilmiş olan — III, 49 |
YOLUNMAK | yolunmak; azat edllmek, bırakılmak, bo; anmak — III, 85 |
YOLUŞMAK | yağnıala{mak — III, 75 bkz. yolıtmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak yuluşmak, yulutmak |
YOLUTMAK | yağma ettirrnek — II, 316 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yulıtmak, yulumak, yuluşmak, yulutmak |
YOÑAG | beye birini geçme, gammazlık etme — III, 376 |
YONAK | hayvanların sennerleri altına konan şey, çul çuval parçası III, 29 |
YOÑAMAK | beye birini geçmek, gammazlık etmek, yanılmak, şikâyet etmek III, 397 |
YOÑATMAK | koğulamak, II, 326, 327 |
YONINDI | yonuntu, talaş, III, 30 |
YONINMAK | yonar göstermek, III, 86 bkz. yo-nunmak |
YONULMAK | yonulmak, III, 82 |
YONUMAK | yonmak I, 384 |
YONUNMAK | yonar göstermek — III, 86 bkz. yonınmak |
YONUŞ | yontmakta yardım ve yarış etmek — III, 75 |
YORÇI | usta kılavuz, III, 30 |
YORIDAÇI | hısımlar, dünürler arasında gelip giden adam — II, 51 |
YORIGA | yorga yürüyen (at için) — III, 174 |
YORIGÇI | hısımlar, dunürler arasında gelip giden adam — II, 51 |
YORIGLI | yürümeyi düşünen — I, 326 |
YORIGU | yürünecek yer ve zarnan — III, 36 |
YORIK | akma, yürüme, gidiş, huy — I, 378; II, 40; III, 15 bkz. bor ık, yoruk |
YORIK | tabir (rüya vb. ) sözün gidişi, anlaşılışı III, 18 bkz. yormak, yörük |
YORIK | uz dilli — III, 15 |
YORIK | tıl fasih dil III, 15 |
YORIMAK | yürümek, gitmek, varmak; ismi varıp yayılmak; yürüyüp yorulmak — I, 167; II, 41; III, 31, 87, 219, 375 bkz. yormak |
YORINÇA | yonca — III, 375 bkz. yorınçga |
YORINÇGA | yonca — I, 431; III, 433 bkz. yorınça |
YORIŞMAK | yürüşmek; yol yol olmak, yıpramak — III, 72 |
YORITMAK | yürütmek, (ilâç) içini sürdürmek I, 115; III, 315 |
YORMAK | tabir etmek, yorrnak — III, 125 bkz. yor ık, yör(ik |
YORMAK | yürümek. I, 456; III, 87 bkz. yorımak |
YORTMAK | dört nala koşturmak, bir işe başlamak üzere yürümek, III, 356, 435 |
YORTUG | savaş gününde veya bir yere giderken hakan ın yanında bulunan kimseler — III, 42 |
YORTUŞMAK | at yürütmekte yarış etmek — III, 101 |
YORUK | gidiş, huy, I, 27 bkz. borık, yorık |
YORULMAK | çözülmek. III, 78 bkz. yörmek |
YORUTGAN | çok osuran, osurgan — III, 52 |
YORUTMAK | osurmak, III, 52 |
YOTTURMAK | sildirmek — III, 94 bkz. yoddurmak |
YOVLIÇ | keçl kıllarının diplerindeki yumuşak ince yün — III, 27 bkz. yol ıç, yulıç |
YOZAMAK | (kısraktan başka hayvan) kısır kalmak — III, 88 bkz. kısır bolmak |
YOZMAK | çok aknnak — I, 192 bkz. yilzmek |
YÖK | kuş tüyü, kuş yeleği, ok yelegi. 111 143 bkz. yüg, yük, yüñ |
YÖKLETMEK | oka yelek taktırmak. II, 356 bkz. yükletmek |
YÖRE | yöre, çevre, bir ; eyin etrafı — III, 24 bkz. yere, yüre |
YÖRGEK | örtü — II, 289 |
YÖRGEK | bolmak örtülmek, gök kara dumanla örtülmek II, 289 |
YÖRGEMEÇ | işkembe ve bağırsağın incecik kıyılarak bağırsak içinde kızartılması veya pişirilmesi suretiyle yapılan yemek — III, 55 |
YÖRGEMEK | sarmak, III, 307 |
YÖRGENÇ | dağ dönemed, dağ büklümü, buküntülü, kıvrık — III, 387 bkz. tezginç |
YÖRGENÇ | ağaçlara sarılıp onları kurutan bir çeşit bitki, sarmaşık — III, 387 |
YÖRGENÇÜ | sargı, dolak — II, 346; 111. 296 |
YÖRGENMEK | örtülmek, sarılmak. I, 331; II, 303; III, 110 bkz. yörkenmek, yürgenmek |
YÖRGEŞMEK | sarılmak, birbirlne girmek, dolaşmak, karışmak. I, 395, 437; II, 285; III, 104 bkz. yörke şmek, yürgeşmek ; |
YÖRGETMEK | sardırmak — II, 354 |
YÖRGEYEK | ulanmış, I, 135 |
YÖRKENMEK | örtülmek, sarılmak. I, 331; II, 303; III, 110 bkz. yörgenmek, yürgenmek |
YÖRKEŞMEK | sarılmak, birbirine girmek, dolaşmak, karışmak. I, 395, 437; II, 285; III, 104 bkz. yörge şmek, yürgeşmek ; |
YÖRMEK | çözmek III, 58, 185 bkz. yorulmak |
YÖRÜK | tabir (rüya vb. ) sözün gıdişi, anlaşılışı — III, 18 bkz. yorık, yormak |
YU | kadınların bir şeyden utandıkları zaman söyledikleri bir kelime — III, 215 |
YUBAGU | üzerinde durulmayan, yapılmaması gereken, III, 36 |
YUBAKULAK | sıtmadan titreme — III, 56 |
YUBALMAK | ihmal edilmek, yüzüstü bırakılmak, üzerinde durulnnamak — III, 76 |
YUBALMAK | karışmak — III, 76 bkz. burbaşmak, yubanmak |
YUBAMAK | ihmal etmek, yüzüstü bırakmak, üstüne düşmemek. III, 86 bkz. burbamak, buybamak |
YUBANMAK | karışnnak — III, 83 bkz. burbaşmak, yubalmak |
YUBANMAK | çekinmek, bırakmak — III, 83 |
YUBANMAK | karışnnak — III, 83 bkz. burbaşmak, yubalmak |
YUBANMAK | çekinmek, bırakmak — III, 83 |
YUBATMAK | savsaklatmak, savsaklamay ı emretmek — Asıl anlamı burbatmak, yap yup kılmak, yubılamak, yuplamak, |
YUBATMAK | savsaklatmak, savsaklamay ı emretmek — Asıl anlamı burbatmak, yap yup kılmak, yubılamak, yuplamak, |
YUBILAMAK | aldatmak, hile yapmak, al etmek. , II, 315; III, 327, 328 bkz. burbatmak, yap yup k ılmak, yubatmak, yuplamak |
YUBILAMAK | aldatmak, hile yapmak, al etmek. , II, 315; III, 327, 328 bkz. burbatmak, yap yup k ılmak, yubatmak, yuplamak |
YUDKI | karanlık, ekşi — II, 250 |
YUDKI | karanlık, ekşi — II, 250 |
YUDRUK | yumruk. III, 42, 43 |
YUDRUK | yumruk. III, 42, 43 |
YUDRUKLANMAK | elini yumruk yapmak — III, 116 |
YUDRUKLANMAK | elini yumruk yapmak — III, 116 |
YUDUG | başkasının suçu yüzünden kendine sötgelen kimse-III, 12 |
YUDUG | çocuklara sövülen bir kelime — III, 13bkz. yud ııt |
YUDUG | başkasının suçu yüzünden kendine sötgelen kimse-III, 12 |
YUDUG | çocuklara sövülen bir kelime — III, 13bkz. yud ııt |
YUDURMAK | almak, yükleırıek — I, 371 bkz. yüdürmek |
YUDURMAK | almak, yükleırıek — I, 371 bkz. yüdürmek |
YUDUT | hayırsız, kendine hayrı olmayan; bir çeşit küfür (sövme) — III, 8, 13 bkz. yud ııg |
YUDUT | hayırsız, kendine hayrı olmayan; bir çeşit küfür (sövme) — III, 8, 13 bkz. yud ııg |
YUDUTMAK | soğukta dondurarak öldürmek — II, 302 bkz. budutmak |
YUDUTMAK | soğukta dondurarak öldürmek — II, 302 bkz. budutmak |
YUFGA | ogulluk, oğulluğa alınmış — lll; 32 |
YUFGA | ogulluk, oğulluğa alınmış — lll; 32 |
YUFGADMAK | yozlaşmak, dik ba; lı olmak — II, 354 bkz. yufgatmak, yuvgalanmak |
YUFGADMAK | yozlaşmak, dik ba; lı olmak — II, 354 bkz. yufgatmak, yuvgalanmak |
YUFGATMAK | yozlaşmak, dik başlı olmak II, 354 bkz. yufgadmak, yuvgalanmak |
YUFGATMAK | yozlaşmak, dik başlı olmak II, 354 bkz. yufgadmak, yuvgalanmak |
YUFKA | ince, yufka, ucuz, II, 294, 350; III, 34, 204, 302 bkz. yupka, yuvga |
YUFKA | ince, yufka, ucuz, II, 294, 350; III, 34, 204, 302 bkz. yupka, yuvga |
YUFKALANMAK | yaltaklanmak, yavuncımak — III, 203, 204 |
YUFKALANMAK | yaltaklanmak, yavuncımak — III, 203, 204 |
YUFLUŞMAK | yuvarlanmak. III, 105 bkz. yuvluşmak |
YUFLUŞMAK | yuvarlanmak. III, 105 bkz. yuvluşmak |
YUFUŞMAK | yardımlaşmak, birbiriyle dost olmak, III, 73 bkz. yüfü şmek |
YUFUŞMAK | yardımlaşmak, birbiriyle dost olmak, III, 73 bkz. yüfü şmek |
YUGA | katmer, yuka, yufka — III, 27, 34, 35 bkz. yuvga § katma yuga; ya ğda pişirilen ufalanmış ekmek I, 433 |
YUGA | katmer, yuka, yufka — III, 27, 34, 35 bkz. yuvga § katma yuga; ya ğda pişirilen ufalanmış ekmek I, 433 |
YUGAÇ | bir dere veya ırmagın karşı tarafı — III, 8, 9 bkz. yuguç |
YUGAÇ | bir dere veya ırmagın karşı tarafı — III, 8, 9 bkz. yuguç |
YUGAK | su kuşu — I, 222; III, 17 |
YUGAK | su kuşu — I, 222; III, 17 |
YUGÇI | yuyucu, yıkayıcı — II, 171 |
YUGÇI | yuyucu, yıkayıcı — II, 171 |
YUGDU | devenin uzamış olan tüyleri . I, 31; III, 30 bkz. cugdu, yogdu, yogru, yogruy |
YUGDU | devenin uzamış olan tüyleri . I, 31; III, 30 bkz. cugdu, yogdu, yogru, yogruy |
YUGRUŞ | Türkler'ce halktan vezirlik derecesine ç ıkan adann, hakandan bir derece a şağıdır, yalnız Türkler'e özgedir — III, 41 |
YUGRUŞ | Türkler'ce halktan vezirlik derecesine ç ıkan adann, hakandan bir derece a şağıdır, yalnız Türkler'e özgedir — III, 41 |
YUGUÇ | ırmak ve derenin arkası — I, 18 bkz. yugaç |
YUGUÇ | ırmak ve derenin arkası — I, 18 bkz. yugaç |
YUK | çanak bulaşığı, kaptaki bulaşık — III, 4, 143 bkz. yak, yak yuk, yok, yok yak, yuk yak yukaru yukarı — III, 180 bkz. yokar, yokaru |
YUK | yak çanak bulaşiğı, kaptaki bulaşık — III, 4 bkz. yak, yak yuk, yok, yok yak, yuk |
YUK | çanak bulaşığı, kaptaki bulaşık — III, 4, 143 bkz. yak, yak yuk, yok, yok yak, yuk yak yukaru yukarı — III, 180 bkz. yokar, yokaru |
YUK | yak çanak bulaşiğı, kaptaki bulaşık — III, 4 bkz. yak, yak yuk, yok, yok yak, yuk |
YUKA | (yaka) ipek yaka — III, 22 |
YUKA | (yaka) ipek yaka — III, 22 |
YUKMAK | bulaşmak, sıvanmak, sirayet etmek — III, 63 |
YUKMAK | bulaşmak, sıvanmak, sirayet etmek — III, 63 |
YUKTURMAK | sürdürmek, bulaştırmak, III, 96 |
YUKTURMAK | sürdürmek, bulaştırmak, III, 96 |
YUKULMAK | bulaşmak, sıvanmak — III, 81 |
YUKULMAK | bulaşmak, sıvanmak — III, 81 |
YUKUŞMAK | bulaşmak, yayılmak — III, 24, 74 bkz. tokuşmak |
YUKUŞMAK | bulaşmak, yayılmak — III, 24, 74 bkz. tokuşmak |
YUL | kaynak, çay, pınar, su pınarı, kaynağı, gözü — 111, 4, 144 bkz. yolak, yulak § yul yulakş küçük küçük bir çok su p ınarları. III, 17 |
YUL | yulak küçük küçük birçok su p ınarlan III, 17 |
YUL | kaynak, çay, pınar, su pınarı, kaynağı, gözü — 111, 4, 144 bkz. yolak, yulak § yul yulakş küçük küçük bir çok su p ınarları. III, 17 |
YUL | yulak küçük küçük birçok su p ınarlan III, 17 |
YULA | kandil — I, 200; III, 25, 26 |
YULA | kandil — I, 200; III, 25, 26 |
YULAK | küçük küçük birçok su p ınarları. III, 17 bkz. yolak, yul |
YULAK | küçük küçük birçok su p ınarları. III, 17 bkz. yolak, yul |
YULAKLANMAK | pınarlanmak, pınarlar çogalmak, III, 115 |
YULAKLANMAK | pınarlanmak, pınarlar çogalmak, III, 115 |
YULAR | at yuları. III, 9, 28 yularlamak yularlarnak, baglamak. III, 9 |
YULAR | at yuları. III, 9, 28 yularlamak yularlarnak, baglamak. III, 9 |
YULARLANMAK | yularlanmak, yular takılmak. III, 114 |
YULARLANMAK | yularlanmak, yular takılmak. III, 114 |
YULARLIG | yularlı, yularlanmış — III, 49 |
YULARLIG | yularlı, yularlanmış — III, 49 |
YULDRUK | cilâlı, parlak, süslü — III, 432 bkz. yaldruk, yoldruk |
YULDRUK | cilâlı, parlak, süslü — III, 432 bkz. yaldruk, yoldruk |
YULDUZ | yıldız, yıldızların genel adı — I, 96; II, 303; III, 40, 149, 378 |
YULDUZ | yıldız, yıldızların genel adı — I, 96; II, 303; III, 40, 149, 378 |
YULIÇ | keçi kıllarının diplerlnde bulunan yumuşak ince yün — III, 27 bkz. yol ıç, yovlıç |
YULIÇ | keçi kıllarının diplerlnde bulunan yumuşak ince yün — III, 27 bkz. yol ıç, yovlıç |
YULITMAK | yagma ettirmek II, 316 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulumak, yuluşmak, yulutmak |
YULITMAK | yagma ettirmek II, 316 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulumak, yuluşmak, yulutmak |
YULKUNMAK | sıyrılmak — III, 110 bkz. yolkunmak |
YULKUNMAK | sıyrılmak — III, 110 bkz. yolkunmak |
YULTGA | bir şeyle alay etme — III, 432 bkz. yaltga, yoltga |
YULTGA | kılmak alay etmek, maskaraya almak. III, 432 |
YULTGA | bir şeyle alay etme — III, 432 bkz. yaltga, yoltga |
YULTGA | kılmak alay etmek, maskaraya almak. III, 432 |
YULUMAK | birine yardım etmek; birini yağma etmek, III, 90, 91 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yuluşmak, yulutmak |
YULUMAK | birine yardım etmek; birini yağma etmek, III, 90, 91 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yuluşmak, yulutmak |
YULUN | murdar ilik, kokar ilik , III, 23 |
YULUN | murdar ilik, kokar ilik , III, 23 |
YULUŞMAK | yağmalaşmak — III, 75 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak, yulutmak |
YULUŞMAK | yağmalaşmak — III, 75 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak, yulutmak |
YULUTMAK | yağma ettirmek — II, 316 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak, yuluşmak |
YULUTMAK | yağma ettirmek — II, 316 bkz. yolıtmak, yoluşmak, yolutmak, yulıtmak, yulumak, yuluşmak |
YUMAK | yıkamak. III, 45, 66, 157, 249 |
YUMAK | yıkamak. III, 45, 66, 157, 249 |
YUMDARMAK | toplamak — III, 98 |
YUMDARMAK | toplamak — III, 98 |
YUMGAK | yumak, yuvarlanan ve yuvarlak olan her şey, III, 44 § yumgak tene; yuvarlak tane, ki şniş. III, 44 |
YUMGAK | yumak, yuvarlanan ve yuvarlak olan her şey, III, 44 § yumgak tene; yuvarlak tane, ki şniş. III, 44 |
YUMGAKLANMAK | yumak, yuvarlak yapılmak — III, 116 |
YUMGAKLANMAK | yumak, yuvarlak yapılmak — III, 116 |
YUMGI | toplu, çok, III, 35 |
YUMGI | toplu, çok, III, 35 |
YUMGIN | toplu olarak, toptan, hep birden, bütün — II, 294; III, 240 |
YUMGIN | toplu olarak, toptan, hep birden, bütün — II, 294; III, 240 |
YUMINMAK | yumar gibi görünmek III, 86 bkz. yumunmak |
YUMINMAK | yumar gibi görünmek III, 86 bkz. yumunmak |
YUMITGAN | daima toplanan — III, 53 |
YUMITGAN | daima toplanan — III, 53 |
YUMITMAK | toplanmak — I, 69; II, 312, 317 bkz. yumutmak |
YUMITMAK | toplanmak — I, 69; II, 312, 317 bkz. yumutmak |
YUMIZ | (er) etli, tiknaz (adam), III, 10 bkz. yumuz er |
YUMIZ | (er) etli, tiknaz (adam), III, 10 bkz. yumuz er |
YUMLUŞMAK | yumulmak — III, 105 |
YUMLUŞMAK | yumulmak — III, 105 |
YUMMAK | yummak — III, 64 bkz. yümmek |
YUMMAK | yummak — III, 64 bkz. yümmek |
YUMŞAK | yumuşak — II, 74, 295; III, 44, 276, 320 |
YUMŞAK | yumuşak — II, 74, 295; III, 44, 276, 320 |
YUMŞAKLANMAK | yumıışamak, yaltaklannnak — III, 116 |
YUMŞAKLANMAK | yumıışamak, yaltaklannnak — III, 116 |
YUMŞAMAK | yumuşamak, I, 110, 441; III, 306, 320 |
YUMŞAMAK | yumuşamak, I, 110, 441; III, 306, 320 |
YUMŞATMAK | sepiletmek, yumuşatmak, sözü veya kitabı çabuk çabuk söylemek ve okumak — II, 354 |
YUMŞATMAK | sepiletmek, yumuşatmak, sözü veya kitabı çabuk çabuk söylemek ve okumak — II, 354 |
YUMULGAN | daima yumulan, III, 55 |
YUMULGAN | daima yumulan, III, 55 |
YUMULMAK | yumulmak — III, 55 bkz. yümülmek |
YUMULMAK | yumulmak — III, 55 bkz. yümülmek |
YUMUNMAK | yumar gibi görünmek III, 86 bkz. yumınmak |
YUMUNMAK | yumar gibi görünmek III, 86 bkz. yumınmak |
YUMUR | hayvanların göden bağırsağı. III, 9 |
YUMUR | hayvanların göden bağırsağı. III, 9 |
YUMURLAMAK | yumru yapmak, toplarrıak — I, 389 |
YUMURLAMAK | yumru yapmak, toplarrıak — I, 389 |
YUMURLANMAK | toplanmak, II, 270; III, 114 |
YUMURLANMAK | toplanmak, II, 270; III, 114 |
YUMURTGA | yumurta, bütün kuşların yumurtaları, insanların ve hayvanların taşakları. II, 313; III, 433 |
YUMURTGA | yumurta, bütün kuşların yumurtaları, insanların ve hayvanların taşakları. II, 313; III, 433 |
YUMUŞ | hizmet, vazife, elçilik, iki ve ikiden art ık kimse arasında elçilik I, 484; III, 12 |
YUMUŞ | hizmet, vazife, elçilik, iki ve ikiden art ık kimse arasında elçilik I, 484; III, 12 |
YUMUŞÇI | melek, III, 12 |
YUMUŞÇI | melek, III, 12 |
YUMUŞGA | kızılcık veya "güren" denilen dag yemi şi — III, 48 bkz. yafışgu |
YUMUŞGA | kızılcık veya "güren" denilen dag yemi şi — III, 48 bkz. yafışgu |
YUMUTMAK | toplanmak — I, 214 bkz. yumıtmak |
YUMUTMAK | toplanmak — I, 214 bkz. yumıtmak |
YUMUZ | (er) etli, tıknaz (adam) — III, 10 bkz. yumız er |
YUMUZ | (er) etli, tıknaz (adam) — III, 10 bkz. yumız er |
YUN | kuş tavus kuşu — III, 144 |
YUN | kuş tavus kuşu — III, 144 |
YUÑ | yap yün yapağı, III, 3 |
YUÑ | yap yün yapağı, III, 3 |
YUNÇIG | kederlenmiş, bitap, düşkün, kötü, zayıf, cılız, arık, hali fena çürüklüğünden ele alınamayan. I, 93 |
YUNÇIG | kederlenmiş, bitap, düşkün, kötü, zayıf, cılız, arık, hali fena çürüklüğünden ele alınamayan. I, 93 |
YUNÇIMAK | kötüleşmek, yoksullaşmak, yoksulluktan kötüleşmek; ısırmak — II, 281; III, 303 bkz. tençmek, yençimek, yençmek |
YUNÇIMAK | kötüleşmek, yoksullaşmak, yoksulluktan kötüleşmek; ısırmak — II, 281; III, 303 bkz. tençmek, yençimek, yençmek |
YUNÇIRMAK | kötülemek — III, 98 |
YUNÇIRMAK | kötülemek — III, 98 |
YUNÇITMAK | incitmek. II, 352 bkz. yunçutmak, yünçitmek, yilnçiltmek |
YUNÇITMAK | incitmek. II, 352 bkz. yunçutmak, yünçitmek, yilnçiltmek |
YUNÇUTMAK | incitmek — II, 352 bkz. yunçıtmak, yünçitmek, yünçütmek |
YUNÇUTMAK | incitmek — II, 352 bkz. yunçıtmak, yünçitmek, yünçütmek |
YUND | at (cins adı), atlar, at sürüsü . I, 235, 292, 389; II, 153; III, 7, 9, 223 |
YUND | yılı Türkler'in on ikili yıllarından biri — I, 346; III, 7 |
YUND | at (cins adı), atlar, at sürüsü . I, 235, 292, 389; II, 153; III, 7, 9, 223 |
YUND | yılı Türkler'in on ikili yıllarından biri — I, 346; III, 7 |
YUNDAK | at fışkısı, at gübresi, III, 44, 168 |
YUNDAK | at fışkısı, at gübresi, III, 44, 168 |
YUNDI | yemek yendikten sonra kabın yıkantısı — III, 31 |
YUNDI | yemek yendikten sonra kabın yıkantısı — III, 31 |
YUNDURMAK | döndürmek; kusmak; korkutmak — III, 98, 99 bkz. yalmak, yandurmak, yanmak, yunmak |
YUNDURMAK | döndürmek; kusmak; korkutmak — III, 98, 99 bkz. yalmak, yandurmak, yanmak, yunmak |
YUNGAK | çögen, kôkü sabun gibi köpüren bir bitki — III, 44, 45 |
YUNGAK | çögen, kôkü sabun gibi köpüren bir bitki — III, 44, 45 |
YUÑLAMAK | yün kırpmak — III, 404 |
YUÑLAMAK | yün kırpmak — III, 404 |
YUÑLATMAK | yünletmek, yün kırktırmak — II, 359, 360 |
YUÑLATMAK | yünletmek, yün kırktırmak — II, 359, 360 |
YUNMAK | yunmak, yıkanmak — II, 314; IIII, 66 bkz. çunmak |
YUNMAK | döndürmek; kusmak; korkutmak — III, 98 bkz. yandurmak, yanmak, yundurmak yuñ yün, yün sümeği I, 150, 284, 507; II, 89, 147, 220. 221, 236, 241; III, 3, 248, 289, 361, 362 bkz. yüñ yuñ ciğere bitişik bezli bir et (yalnız kadınlar yer) — III, 361 |
YUNMAK | yunmak, yıkanmak — II, 314; IIII, 66 bkz. çunmak |
YUNMAK | döndürmek; kusmak; korkutmak — III, 98 bkz. yandurmak, yanmak, yundurmak yuñ yün, yün sümeği I, 150, 284, 507; II, 89, 147, 220. 221, 236, 241; III, 3, 248, 289, 361, 362 bkz. yüñ yuñ ciğere bitişik bezli bir et (yalnız kadınlar yer) — III, 361 |
YUP | hile, al — III, 142, 159 bkz. al, yap |
YUP | hile, al — III, 142, 159 bkz. al, yap |
YUPKA | yufka — III, 34 bkz. yufka, yuvga |
YUPKA | yufka — III, 34 bkz. yufka, yuvga |
YUPLAMAK | hile yapmak, al etmek — III, 142 bkz. burbatmak, yap yup k ılmak, yubatmak, yubılamak |
YUPLAMAK | hile yapmak, al etmek — III, 142 bkz. burbatmak, yap yup k ılmak, yubatmak, yubılamak |
YURBAG | sürünceme, lşl uzatma, i; i yarına bırakma, I, 461 bkz. burbag |
YURBAG | sürünceme, lşl uzatma, i; i yarına bırakma, I, 461 bkz. burbag |
YURBaş | (ış) neresinden çıkılacağı belli olmayan karişik (iş) — I, 459 |
YURBaş | (ış) neresinden çıkılacağı belli olmayan karişik (iş) — I, 459 |
YURÇ | karının küçük erkek kardeşl, küçuk kayın — III, 7 |
YURÇ | karının küçük erkek kardeşl, küçuk kayın — III, 7 |
YURLAMAK | haykırmak — I, 189 bkz. orılaşmak, orlaşmak, urılamak, urlamak, urlaşmak |
YURLAMAK | haykırmak — I, 189 bkz. orılaşmak, orlaşmak, urılamak, urlamak, urlaşmak |
YURT | delik — I, 93 |
YURT | yurt; eski izerler, ören — III, 7, 258 |
YURT | delik — I, 93 |
YURT | yurt; eski izerler, ören — III, 7, 258 |
YURUN | ipek kuma; parçası — III, 22 § yurun |
YURUN | ipek kuma; parçası — III, 22 § yurun |
YURUNLUG | ipek kumaş parçası olan — III, 50 |
YURUNLUG | ipek kumaş parçası olan — III, 50 |
YUŞ | yeşillik, III, 4, 143 |
YUŞ | sıkışma, III, 4 bkz. yış |
YUŞ | bolmak sıkışmak — III, 4 |
YUŞ | yeşillik, III, 4, 143 |
YUŞ | sıkışma, III, 4 bkz. yış |
YUŞ | bolmak sıkışmak — III, 4 |
YUŞILMAK | udumlaşmak, eli işe yatışmak; emzikten akıtilmak — III, 79 bkz. işilmek, yişllmek, yuşulmak, yüşilmek, yüşülmek |
YUŞILMAK | udumlaşmak, eli işe yatışmak; emzikten akıtilmak — III, 79 bkz. işilmek, yişllmek, yuşulmak, yüşilmek, yüşülmek |
YUŞMAK | emzikten akıtmak — III, 60 bkz. yüşmek |
YUŞMAK | emzikten akıtmak — III, 60 bkz. yüşmek |
YUŞUL | yeşil — III, 19 § yaşıl yu; ul; yeşil mişil — III, 19 |
YUŞUL | yeşil — III, 19 § yaşıl yu; ul; yeşil mişil — III, 19 |
YUŞULGAN | daima akan — III, 53 |
YUŞULGAN | daima akan — III, 53 |
YUŞULMAK | eli işe yatkın olmak, III, 53 |
YUŞULMAK | akıp dökülmek, fışkırmak — II, 128; III, 79, 102 bkz. işilmek, yişilmek, yuşılmak, yüşilmek, yüşıilmek |
YUŞULMAK | eli işe yatkın olmak, III, 53 |
YUŞULMAK | akıp dökülmek, fışkırmak — II, 128; III, 79, 102 bkz. işilmek, yişilmek, yuşılmak, yüşilmek, yüşıilmek |
YUT | kışın soğukta hayvanları öldüren felâket — III, 142 |
YUT | kışın soğukta hayvanları öldüren felâket — III, 142 |
YUTIKMAK | yutamak, soguktan hayvan telef olmak — III, 76 bkz. yutukmak |
YUTIKMAK | yutamak, soguktan hayvan telef olmak — III, 76 bkz. yutukmak |
YUTMAK | yutmak. II, 313 |
YUTMAK | yutmak. II, 313 |
YUTTURMAK | sildirmek III, 94 bkz. yodturmak |
YUTTURMAK | sildirmek III, 94 bkz. yodturmak |
YUTUKMAK | kuraklıktan arıklamak, ölüm haline gelmek, I, 21 bkz. yut ıkmak |
YUTUKMAK | kuraklıktan arıklamak, ölüm haline gelmek, I, 21 bkz. yut ıkmak |
YUVALMAK | yuvarlanmak — I, 397 bkz. yuvulmak |
YUVALMAK | yuvarlanmak — I, 397 bkz. yuvulmak |
YUVGA | katmer, yuka, III, 27 bkz. yuga |
YUVGA | zayıf, ince, yufka, âciz — II, 6; III, 80, 156 bkz. yufka, yupka |
YUVGA | katmer, yuka, III, 27 bkz. yuga |
YUVGA | zayıf, ince, yufka, âciz — II, 6; III, 80, 156 bkz. yufka, yupka |
YUVGALANMAK | yaramazlaşmak. III, 203 bkz. yufgadmak, yufgatmak |
YUVGALANMAK | yaramazlaşmak. III, 203 bkz. yufgadmak, yufgatmak |
YUVILMAK | yumşamak. I, 441 bkz. yuvulmak |
YUVILMAK | yumşamak. I, 441 bkz. yuvulmak |
YUVKA | her şeyin incesi, yuka, III, 33 |
YUVKA | her şeyin incesi, yuka, III, 33 |
YUVLUNMAK | yuvarlanmak, kendi kendine yuvarlanmak. III, 111, 112, 113 |
YUVLUNMAK | yuvarlanmak, kendi kendine yuvarlanmak. III, 111, 112, 113 |
YUVLUŞMAK | yuvarlanmak III, 105 bkz. yırfluşmak |
YUVLUŞMAK | yuvarlanmak III, 105 bkz. yırfluşmak |
YUVMAK | yuvarlamak III, 393 bkz. yuvmak |
YUVMAK | koşmak — III, 62 |
YUVMAK | yuvarlamak — III, 61, 112, 113 bkz. yuvmak |
YUVMAK | yuvarlamak III, 393 bkz. yuvmak |
YUVMAK | koşmak — III, 62 |
YUVMAK | yuvarlamak — III, 61, 112, 113 bkz. yuvmak |
YUVSAMAK | yuvarlamak istemek III, 306 |
YUVSAMAK | yuvarlamak istemek III, 306 |
YUVTURMAK | yuvarlatmak. III, 96 |
YUVTURMAK | yuvarlatmak. III, 96 |
YUVUG | sellerin dağdan yuvarladıgı kaya parçaları. III, 164 bkz. yuvug |
YUVUG | sellerin dağdan yuvarladıgı kaya parçaları, III, 164 bkz. yuvug |
YUVUG | sellerin dağdan yuvarladıgı kaya parçaları. III, 164 bkz. yuvug |
YUVUG | sellerin dağdan yuvarladıgı kaya parçaları, III, 164 bkz. yuvug |
YUVULMAK | uslandırılmak; akıtılmak; yuvarlanmak; toplanmak — I, 397; III, 80, 112, 113 bkz. yuvalft ıak |
YUVULMAK | erişmek, olgunlaşmak, III, 81, 356 bkz. yevülmek, yıgılmak |
YUVULMAK | uslandırılmak; akıtılmak; yuvarlanmak; toplanmak — I, 397; III, 80, 112, 113 bkz. yuvalft ıak |
YUVULMAK | erişmek, olgunlaşmak, III, 81, 356 bkz. yevülmek, yıgılmak |
YUVUŞMAK | yuvarlaşmak — III, 74 |
YUVUŞMAK | yuvarlaşmak — III, 74 |
YÜD | yüz, II, 250 bkz. yüz |
YÜD | yüz, II, 250 bkz. yüz |
YÜDMEK | yüklemek, yüklenmek — I, 404; III, 434 |
YÜDMEK | yüklemek, yüklenmek — I, 404; III, 434 |
YÜDRÜK | yüklük, üzerine eşya ve elbise konan şey, dolap, masa ve benzerı şeyler — — III, 45 |
YÜDRÜK | yüklük, üzerine eşya ve elbise konan şey, dolap, masa ve benzerı şeyler — — III, 45 |
YÜDÜRMEK | yüklemek. I, 371; III, 67, 68 bkz. yudurmak |
YÜDÜRMEK | yüklemek. I, 371; III, 67, 68 bkz. yudurmak |
YÜDÜŞMEK | yükleşmek, yüklemekte yardım ve yarış etmek — III, 71 |
YÜDÜŞMEK | yükleşmek, yüklemekte yardım ve yarış etmek — III, 71 |
YÜFTÜRMEK | bir şeyle iyilik etmek- III, 96 bkz. yigtürmek, yiktürmek, yüvmek |
YÜFTÜRMEK | bir şeyle iyilik etmek- III, 96 bkz. yigtürmek, yiktürmek, yüvmek |
YÜFÜFLÜG | armağanlı. III, 12 |
YÜFÜFLÜG | armağanlı. III, 12 |
YÜFÜFMEK | yardımlaşmak; birbiriyle dost olmak — III, 73 bkz. yufu şmak |
YÜFÜFMEK | yardımlaşmak; birbiriyle dost olmak — III, 73 bkz. yufu şmak |
YÜFÜŞ | hısımların (çok kere gerdeğe konulan gelini çeyiz sahibi etmek üzere) elbise veya mal ile yardımlaşması. III, 11 |
YÜFÜŞ | hısımların (çok kere gerdeğe konulan gelini çeyiz sahibi etmek üzere) elbise veya mal ile yardımlaşması. III, 11 |
YÜG | ok yeleği III, 45, 70. 97, 143 bkz. yök, yük, yüñ |
YÜG | ok yeleği III, 45, 70. 97, 143 bkz. yök, yük, yüñ |
YÜG(Ü)RMEK | (at) koşmak, yüğrükçe koşmak, geçmek, seğirtmek; beze erlş yïpmak. I, 360; II, 13, 133, 137; III, 68. 69 |
YÜGLÜG | ok yelekli ok, III, 217 |
YÜGMEK | toplamk — II, 243 |
YÜGRÜK | koşucu, geçici, yüğrük — I, 110; III, 45, 175 |
YÜGRÜK | bilge bilgin akıllı, erdemIi, udumlu kişi . III, 45 |
YÜGRÜM | bir koşuluk yer — III, 47 |
YÜGRÜŞMEK | koşuşmak — III. 102, 367 |
YÜGÜN | gem, III, 144, 366. 371 § küvüç yügün; küçük yular, çilbir — III, 163 |
YÜGÜR | darı, III, 9 bkz. ügür |
YÜGÜRGEN | Çin'den İslam diyarin — gelen kervanın müjdecisi; her zaman koşan, koşucu — II, 15; III, 54 |
YÜGÜRGEN | (at) koşucu yüğrük at — III, 54 |
YÜGÜRGÜN | darı gibi kırmızı taneli bir bitki — III, 54 |
YÜGÜRTMEK | koşturmak, II, 274; III, 437 |
YÜK | yük bohça — I, 75, 138. 210, 237, 247, 280, 365, 521; II, 44, 75, 149, 166, 180, 222, 225, 230, 246. 339, 355; III, 4. 67, 309. 314, 316, 322, 434 |
YÜK | kuş tüyü, kuş yeleği, ok yeleğl, III, 45, 70, 97. 143 bkz. yük, yüg, yürig |
YÜKLEGSEK | yüklemek isteyen — III, 314 |
YÜKLEMEDEÇI | yüklemeyici, yüklemeyen — III, 316 |
YÜKLEMEGLI | yüklemek dileğinde, azminde olan — III, 316 |
YÜKLEMEK | yüklemek, III, 309 |
YÜKLEMSINMEK | yükler görünmek — III, 322 |
YÜKLETMEK | yükletmek, yüklettirmek — II, 355, 356 |
YÜKLETMEK | oka yelek taktırmak — II, 356 bkz. yökletmek |
YÜKLÜG | ok yelekli ok — III, 217 |
YÜKSEK | yüksek — II, 294; III, 45, 46 |
YÜKSEK | terzi yüksüğü — III, 46 bkz. yüksük |
YÜKSEMEK | yükselmek, uzamak, I, 320; III, 306 |
YÜKSETMEK | yükseltmek — II, 354 |
YÜKSÜK | terzi yüksüğü — III, 46 bkz. yüksek |
YÜKÜNÇ | namaz, ibadet; baş eğme — I, 171; II, 25; III, 375 |
YÜKÜNDEÇI | ibadet eden, baş eğen, II, 168 |
YÜKÜNGEN | her zaman yükünen — II, 168 |
YÜKÜNGÜÇI | ibadet eden, baş eğen — II, 168 |
YÜKÜNMEK | secde etmek, ibadet etmek, namaz kılmak, büyük önünde eğilmek, ba; eğmek — II, 167; III, 84, 167, 375 |
YÜLEGÜ | destek, dayak, III, 36 |
YÜLEKLIG | dayanmış, söykenmiş . III, 52 |
YÜLELMEK | direk dikilmek, III, 82 |
YÜLEMEK | desteklemek, destek vurmak; güvenmek — III, 89, 90 |
YÜLILMEK | yolunmak — III, 82 |
YÜLILTMEK | yülütmek, tıraş ettirmek II, 316 bkz. yülitmek |
YÜLIMEK | yülümek, tıraş etmek — III, 90 |
YÜLITMEK | yülütmek, tıraş ettirmek — II, 316bkz. yülütmek |
YÜMMEK | (göz) yummak — III, 64 bkz. yummak |
YÜMTILRMEK | yumdurmak — III, 97 |
YÜMÜLGEN | dalma yumulan — III, 55 |
YÜMÜLMEK | yumulmak — III, 55 bkz. yumulmak |
YÜÑ | yün, yün sümeği; pamuk — I, 150, 284, 507; II, 89, 147, 220, 221, 236, 241; III, 248, 289, 361, 362 bkz. yurig yüñ kuş yeleği, III, 97 bkz. yök, yüg, yük |
YÜNÇITMEK | incitmek — II, 352 bkz. yunçıtmak, yunçutmak, yünçütmek |
YÜNÇÜ | inci III, 279 bkz. cincü, yincü, yinçü |
YÜNÇÜTMEK | incitmek — II, 352 bkz. yunçıtmak, yunçutmak, yünçitmek |
YÜRE | çevre, muhit — II, 45 bkz. yere, yöre |
YÜREK(G) | yürek, I, 41, 325; II, 144; III, 18, 33 |
YÜREKLENMEK | cesaret göstermek, yiğitlenmek- III, 115 |
YÜREKLIG | yüreği pek, yiğit, cesur, yıirekll. III, 18, 51 |
YÜRGENMEK | örtülmek, sarılmak — I, 331; II, 303; III, 110 bkz. yörgenmek, yörkenmek yürge şmek sarılmak, birbirine girmek, dolaşmak, karışmak. I, 395, 437; 11. 285; III 104 bkz. yörgeşmek, yörkeşmek |
YÜRGEYEK | ulaşmış — I, 135 |
YÜŞEÑ | (taş) düz cilalı. I, 135; III, 372 bkz. üşeng |
YÜŞILMEK | eli işe yatişmak, udumlaşmak; em zikten akıtılmak. 111 79 bkz. işilmek, yişilmek, yu; ılmak, yuşulmak, yüşülmek |
YÜŞMEK | akitmak, III, 60 bkz. yuşmak |
YÜŞÜLMEK | eli işe yatişmak, udumlaşmak; emzikten akıtılmak. III, 79 bkz. işilmek, yişilmek, yuşılmak, yuşulmak, yüşilmek |
YÜVMEK | blr şeyle yardım etmek — III, 172 bkz. yigtürmek, yiktürmek, yüftürmek |
YÜVSEMEK | gönül almak istemek — III, 306 bkz. yavsamak |
YÜZ | yüz, çehre, veçhe — I, 47, 60, 69, 102, 150, 173, 216, 226, 243, 250, 256, 366, 422, 463, 486; II, 8, 81, 96, 144. 171. 183 , 188, 194, 230, 253, 295, 304, 339. 349, 353, 355, 363; III, 33. 43, 63, 104, 132, 143, 307, 308, 327. 394, 434, 439 bkz. yü ğ |
YÜZ | sayıda yüz — I, 80 |
YÜZER1IK | üzerlik otu, Peganum harnnala — III, 12 bkz. eldrük, ilrük, y ıdıg ot |
YÜZKEŞMEK | yüze çıkmak, I, 395 |
YÜZLENMEK | yüzünü dönmek; saygı sahlbi olmak; halktan hizmet istemek III, 110, 111 |
YÜZLÜG | yüzlü, I, 426; III, 45 |
YÜZMEK | yüzmek, soymak; yayılmak ve dağılmak, çok akmak — I, 472; III, 59 bkz. yozmak |
YÜZTÜRMEK | yüzdürmek, III, 95 |
YÜZÜK | yüzük (parmağa takılan) — III, 18 |
ZAK | zak koçları tos yapmağa kışkırtmak Için kullanılan bir söz — I, 333 |
ZANBI | gece öten çekirgeye benzer bir böcek, orak ku şu — III, 441 |
ZAP | zap çabuk çabuk yürümede çıkan ses — I, 319 |
ZAP | zap barmak zıp zıp koşmak, çabuk gitmek — I, 319- |
ZARGUNÇMUD | bir çeşit güzel kokulu ot, fesleğen — I, 17, 530 |
ZERENZE | yaban mersini veya "durdabak" denilen bir ot — I, 449 § |
ZERENZE | urugı bu bitkinin tohumu — I, 449 |
ZÜNKÜM | bir çeşit Çin ipekllisi — I, 485 |
ABA | Saygıdeğer, saygıya layık kişi. Bazı Türk boylarında “ana’’,’’abla’’ , bazılarında ise baba anlamında da kullanılmaktadır. |
ABADAN | 1- Cömert, verici 2- Bağışlayıcı, gönül yapıcı |
ABAK | Temiz, iffetli, namuslu kişi |
ABAKA | Yakın akraba, amca çocuğu |
ABAKAN | Alicenap |
ABAKAY | 1- Yakın akraba, yeğen, amca çocuğu 2- Sibirya’da saygın ve sözü geçen hanımlara verilen bir unvan |
ABAKIYMIŞ | Gönül kırıcı, can yakıcı |
ABALA | Abla |
ABAR | (Avar) 1- Gösteriş, heybetlilik 2- Baş eğmez, dirençli |
ABAŞ | Hanım yürüyüşü (Küçük narin adım) |
ABAY | 1- Aydınlık, aydınlık verici 2- Hayret uyandıran, hayret verici |
ABÇAR-(Avşar) | 1- İşin ehli kişi, iş bitirici 2- Uyumlu, itaatkar |
ABDAN | Ünlü |
ABI | 1- Can, ruh 2- Soyluluk |
ABIÇ | Gönüllü |
ABIDAN | İçli, gönül insanı |
ABIK | İçli, gönüllü |
ABIKAN | Mec.Soylu |
ABIL | Gönüllü, İstekli |
ABINAK | Sakinleşmiş gönül rahatlığı içinde olan |
ABINÇ(Avunç) | Avunç, teselli |
ABIŞ(Apış) | Bacağın diz kapağından yukarısı |
ABIŞKA | İçten, içtenlikle çalışan |
ABIZ | Ruhsal, ruhlarla ilgili |
ABİKE | Alicenap, yüksek gönüllü |
ABİN | Mutlu, memnun, hoşnut |
ACAR | 1-Gayretli,Hareketli 2- Gözü pek, yırtıcı |
ACLAN | Açık,Açılan |
ACU-(Acı,Açığ) | 1- Açık 2-Keskin, sert 3- Açı,aralık |
ACUN | Dünya, yeryüzü |
ACUNAL | birl. Acun/Al (Almak’tan) |
ACUNAY | birl. Acun/Ay/Mec.”Dünya güzeli” |
ACUNLUK | Dünya malı,dünyalık |
ACUNSUZ | Dünya malında gözü olmayan |
AÇA | 1- Toplum içinde saygınlığı olan kişi 2-Analık derecesinde saygıya layık hanım |
AÇAN | Açma eylemi içinde olan (Çiçek gibi) |
AÇIĞ | 1-Açık,dürüst 2- Bahşiş bey yada hanların verdiği bahşiş |
AÇIK | (Açığ) Büyük kardeş |
AÇIL | Açık, açılmış |
AÇUK | (Açık) İyi huylu,mülayim |
ADAK | 1-Söz,nişan 2-Bağış,sungu |
ADAL | Sadık, güvenilir |
ADALAN | Ünlü, şöhretli |
ADALDI | Ünlü |
ADALIR | Ünlü |
ADALMIŞ | Ünlü |
ADAN | Uygunluk, liyakat |
ADANIR | Ünlü |
ADANMIŞ | Adaklı,adak olmuş |
ADAR | Adama eyleminde bulunan |
ADAY | Memnunluk,hoşnutluk |
ADBERİLGEN | Adına layık ve ününü hak etmiş kişi |
ADIKTI | Ünlü |
ADIN | Ünlü,adı anılan |
ADINÇIĞ | 1-Seçkin,mümtaz 2- Olağanüstü, fevkalade, bambaşka |
ADIÖTE | birl. Adı/Öte Mec. Temiz bir üne sahip |
ADIVAR | Ünlü,tanınmış |
ADIYAKŞI | birl. Adı/Yakşı(Adı güzel) |
ADIYAMAN | birl. Adı/Yaman Mec. Ürkütücü bir üne sahip kişi |
ADIYEKE | birl. Adı/Yeke(yeğ) Mec. Saygıyla anılan kişi, adı yeğlenen kişi |
ADKIR | Aygır,erkek at |
ADMIŞ | Ün almış, tanınmış |
ADSAY | birl. Ad/Say Mec. Adına saygı duyulan kişi |
ADSIZ | 1- Fakir,kimsesiz |
AFŞAR | (Abçar) |
AFŞIN | Apçın,(Opçın) Zırh,demir örgülü savaş giysisi |
AFTABA | Su ibriği |
AGA (Ağa,Aka) | 1-Saygıdeğer, ulu kişi 2- Cömert,koruyucu 3-Büyük erkek kardeş,ağabey |
AGOLA | Yönetici,amir |
AGUN | Tatmin,avuntu |
AGUNMUŞ | Avunmuş,sakin |
AĞAÇA | Akça, beyazca, alımlı |
AĞALAK | Oğlak |
AĞALBAY | Muhterem,saygıdeğer |
AĞAN | 1-Yüksek,yukarıda,yukarılara çıkan 2- Geceleri gökten hızla geçen, ışıklı nokta |
AĞAR | 1- Ağı ağırbaşlı, oturaklı 2- Gönül ferahlığı 3- Göğe yükseliş |
AĞARTMIŞ | 1- Namuslu,dürüst 2- Alçak gönüllü, mütevazı |
AĞAT (Akat) | Namuslu, gönüllü, iffetli |
AĞAYA | Makul,geçerli,uygun |
AĞDUK | Kutsal,muhterem |
AĞICI | Ağcı, Akçı, Akıcı, Hazinedar, Hazine sorumlusu |
AĞIÇ | Varlık, hazine,servet |
AĞILGAT | 1-Saygıdeğer 2- Yıldız,gezegen |
AĞIM | Yükseliş |
AĞIR | 1- Ağırbaşlı,olgun 2- Ünlü,saygın |
AĞIRBAŞ | birl. Ağır/baş, olgun, alçak gönüllü |
AĞIŞ | (Ağıç) Hazine, servet |
AĞIT | Mersiye,ölüm Türküsü,göğe yükselen feryat |
AĞLAMIŞ | Çileli,çile çeken |
AĞMIK | 1- Ünlü,tanınmış 2- Yüksek rütbeli |
AĞRAK | Yükselen,ilerleyen |
AĞRITMIŞ | Mec. Acı kuvvete sahip kişi |
AĞUL | 1- Ay’ın halesi 2- Oba, köy |
AĞUTUR | Yükselten,yukarı çıkaran |
AĞZUKARA | birl. Ağzı/Kara. Mec. Sert konuşan, acımasız ve hükmedici konuşan kişi |
AK | 1- Beyaz 2- Doğuş, doğum 3- Yükseliş 4-Parlaklık 5-Devinim,hareketlilik 6-Mec.Namusluluk,iffet ve güvenirliğin sembolü |
AKA | Büyük,ulu kişi,saygıdeğer kişi. Bir kısım tarihçilere göre, Osmanlının, kurucusu olan Osman bey’in asıl adı budur. Bir kısmı Atman, bir kısmı Otman der. |
AKABA | Yokuş,meyil |
AKAÇ | Akıcı |
AKALIN | bir. Ak/Alın mec. Dürüst,namuslu |
AKAN | 1- Akıcı 2- Yükselen |
AKAR | Dere,akarsu |
AKARCA | Dere,ırmak |
AKARSU | Dere,ırmak |
AKAŞ | birl. Ak/Aş mec.Helal rızk |
AKAY | birl. Ak/Ay 1- Ayın en güzel anı 2- Yenisey Türklerinde “hanımefendi” anlamında kullanılır. |
AKBAŞ | birl. Ak/Baş mec. Dürüst,namuslu |
AKBEL | Dürüst,sözüne güvenilir kişi |
AKBERGÜ | birl. Ak/Vergi fıtrat,huy mec.iyi huylu |
AKÇA | 1-Beyaza kaçan 2-İpekli dokuma 3-Para,maliye,hazine |
AKÇALAR | birl.Ak/çalar mec.Ak tenli hanım |
AKÇALI | Zengin,mal sahibi |
AKÇALMAZ | birl. Ak/Çalmaz mec.Yanık tenli hanım |
AKÇIL | 1-Ak tenli, akça yüzlü 2- Ağarmış, aklaşmış |
AKÇIN | Sözüne güvenilen,sağlam kişilikli |
AKÇORA | birl. Ak/Çura 1- Şamanist gelenekte iyi ruh ve iyilik perisi |
AKEL | birl. Ak/El mec.Dürüst,namuslu |
AKGÜN | birl. Ak/Gün mec. Gelecek,istikbal |
AKHAN | birl. Ak/Han Şamanist gelenekte “İyiliğin Kutsal Ruhu” |
AKI | Eli açık,cömert,zengin gönüllü |
AKIM | 1-Yönelim,yükseliş 2- Akmaktan, akıcı,yayılıcı |
AKIN | 1-Saldırı,hücum 2-Kazak ve Kırgızlarda, ozan ve müzisyenlere verilen ad |
AKINAY | birl. Akın/Ay Türkistan’da hanım ozanlara verilen ad |
AKINCI | 1- Akın eden,saldıran 2- Osmanlılar dönemindeki, öncü birliklere ve bu birliklere dahil olan kişilere verilen unvan |
AKIŞ | 1-Yükseliş 2-Akmaktan akış 3-Servet,hazine |
AKKARA | birl. Ak/Kara mec.Zıtların bütünlüğü |
AKMAN | birl. 1-Temiz,iffetli 2-Apak,bembeyaz |
AKOBA | birl. Ak/Oba mec.soylu |
AKSAK | 1-Aksayan,seken 2-Yükselen,çıkan |
AKSOY | birl. Ak/Soy mec.Soylu |
AKŞAMAN | birl. Ak/Şaman Şamanist gelenekte,iyi ruhlarla ilgilenen ve ilişkiye giren kam |
AKŞİT | Yürekli,gözükara |
AKTAN | birl. Ak/Tan seher vakti,şafak |
AKUZ | birl. Ak/Uz (Uzman,usta) |
AKÜN | birl. Ak/Ün mec.Temiz,şöhretli |
AKYOL | birl. Ak/Yol mec.Dürüst,namuslu |
AKYÖN | birl. Ak/Yön mec.Dürüst,namuslu |
AKYÜZ | birl. Ak/yüz mec.Dürüst |
AL | 1-Bayrak kumaşı 2-Kızarmış,kızarık 3-El,kolun bilekten aşağı kısmı 4- Ala,alaca 5-Almaktan al |
ALA | Karışık renkli,benekli |
ALABAN | (Alban)Timsah |
ALACA | Karışık renkli |
ALAÇUK | Kulübe,baraka,Altay Türklerinde,oda,(Çadırın iç bölmesi) |
ALAGAN | (Algan)Fatih |
ALAGAŞ | Ender rastlanan,nadir |
ALAGÜN | birl. Ala/Gün Gün ortası |
ALAK | Yok edici,öldürücü,alıcı,avlayıcı |
ALAN | 1-Işık,nur 2-Orman içindeki açık ve düzlük bölge 3- algan |
ALANÇA | Bahçelerdeki ağaç aralarında bulunan çimenlik bölge |
ALANGUVA | birl. Ala/Geyik. Cengiz Kaan’ın onuncu göbekten büyük anası 2- Ergenekon destanında adı geçen Uldız Han’ın kızı 3-Türk mitolojisinde yer alan ünlü kadın ki, efsaneye göre, bir nevi Türklerin ’’Meryem Ana” sı gibidir. |
ALAR | Yalancı karanlık(Gündüz vaktinde) |
ALAS | (Alaz) Şamanist gelenekte “Ateşteki Kutlu Ruh’’ |
ALASAYVAN | Şafak vakti,Güneşin doğuşu |
ALASI | Erek,amaç,sahip olunması istenen nesne |
ALATAŞ | birl. Ala/Taş Köz,ateş parçası |
ALAYUNT | birl. Ala/Yunt Altay Türklerinde “kısrak” anlamında kullanılmaktadır. |
ALBA | Yükümlülük,hizmet yükümlülüğü |
ALBAGA | Hasılat,savaş yada av ganimeti |
ALBAN | Haraç,ganimet |
ALBATU | Bürokrat, hizmetle yükümlü kişi |
ALBENİ | Çekim,cazibe,sempati |
ALCU | (Alçu)Alıcı,avcı |
ALÇİÇEK | birl. Al/Çiçek (Gül’ün Türkçe karşılığı) |
ALÇİN | Kızıl renkli bir çalı kuşu |
ALÇU | (Alcu)1-Algan,Fatih,2-Alcı,Avcı |
ALDI | 1-Öncü,öndeki,selef 2-Algan,Fatih |
ALDUR | Ok atışı,oklayış |
ALEV | (Yalav…Yal kökünden)Ateşten çıkan ışık |
ALGAN | Fatih,Fetheden |
ALGAZIN | Yabani vahşi hayvan |
ALGI | 1-Fetih,Almaktan… alım 2- Fehim,algılama |
ALGIN | 1- Serap 2-Yüksek yer 3- Bitiricilik,bitiriş |
ALGIŞ (Alkış) | Dua,yakarış,niyaz |
ALGU | 1-Tüm,hepsi 2-Toplum,topluluk 3-Silah 4-Alıcı,avcı |
ALGUR | Sakin,kendi halinde,kendinden emin |
ALGÜN | birl. Al/Gün”…Kazak ve Kırgızlarda,doğum sırasında yaşanan dikkat çekici,unutulmaz günleri mecz eder. |
ALICI | Alcu,Avcı |
ALIK | Alıngan,Kırgın |
ALIM | 1-Çekim,Cazibe 2-Vergi,Haraç |
ALIMGA | Yazıcı,(Han ve Kaanların buyruk ve fermanlarını yazan görevli kişi) |
ALIMLI | Çekici,Cazibeli |
ALINAK | birl. Alın/Ak mec.dürüst,namuslu |
ALINCAHAN | (Alınçak Han) Oğuzname’ye göre,Türk’ün oğullarından |
ALINÇAK | 1-Çekici,cazip 2- Alıngan,nazik |
ALINGAN | Alınan,incinen,gücenen |
ALK | Bitirmek,yok etmek,sona erdirmek,bitiricilik |
ALKA | 1-Bitirici,yok edici 2-İleri,ilerici |
ALKABÖLÜK | birl. Alka/Bölük..Vurucu Tim |
ALKAN | Alkan,Fatih |
ALKAR | Bitirici,yok edici |
ALKAŞ | Bitirici,yok edici |
ALKI | Pervasız,vurdumduymaz |
ALKIM | 1-Gökkuşağı 2-Gerdan |
ALKIR | Tamamlayıcı,bitirici |
ALKIŞ | Algış,dua,övme,yüceltme |
ALMA | Elma |
ALMAKAY | Elma yanaklı |
ALMALUK | 1-Alınması gerekli olan 2-Elma bahçesi |
ALMAS | Almaz,nazlı |
ALMILA | Elma |
ALMIŞ | Algan,Fatih |
ALP | Bu sözcük birçok erdemi içinde barındırır. Bilgelik, yiğitlik, fedakarlık, kahramanlık, gözükaralık, toplumculuk, vb. ile birlikte tüm bunlar arasındaki uyumu da içerir. |
ALPAGU | Düşmanına tek başına saldıran kişi |
ALPAGUT | 1-Alplik gösteren kişi 2-Kurt soyundan 3- Seçkin ve saygın kişi |
ALPEREN | birl.Alp/Eren (Gazi, Derviş) Toplumun sayıp sevdiği, örnek aldığı savaşçı kişilerin genel adı |
ALPMAN | Alp gibi Alpçe yaşayan |
ALTAÇU (Altaç) | Aldatıcı taktik sahibi |
ALTAMIŞ | Aldatıcı,hileci |
ALTAN | 1-Altın 2-Güneşin doğuş anı,Şafak |
ALTANURUG | (Altın Uruk) Cengiz Kagan ve oğullarının soyuna verilen unvanlardan |
ALTAY | 1-Al/Ala/Tay 2-Altın 3-Ormanlarla kaplı yüksek dağ |
ALTINDAĞ | birl. Altın/Dağ/Altay dağlarının,diğer adı. |
ALTU (Aldu) | 1-İlk,Birinci 2-Algan,Fatih |
ALTUN | Altın |
ALTUNSABAK | birl. Altun/Sabak(sopa,değnek) |
ALUÇ | 1-Alıcı(Alçu) 2-Kayın cinsi bir ağaç |
ALUNGAN | Alıngan,nazlı |
ALUNUR | Nazlı |
ALYU | (Algu) |
AMAÇ | (Umaç)Gaye, hedef, beklenti |
AMAN | (YAMAN) Sertlik |
AMGAK | Emek/Zahmet |
ANAÇ | 1-Anacık 2-Analık duygusu çok gelişmiş 3-Anaya çeken 4-Doğurgan, üretken |
ANAGAY | Anaya çekmiş, anaya benzer |
ANASIOĞLU | birl. Anası(nın)Oğlu (Babası erken ölmüş ve özellikle anası tarafından bin bir güçlüklerle yetiştirilip büyütülmüş, yetim çocuklar için kullanılmış olduğu anlaşılan Türk adlarından) |
ANAT | 1-Anı,Anılan 2- Yakın,hısım |
ANAZ | Yeğrek, evla, eftal |
AND | (ANT) 1-Yemin,söz 2- Yakın akraba |
ANDA | Birlikte ant içmiş(kan kardeşi) (Anda’lık Türklerin en eski geleneklerinden biridir. Andalar birbirlerini kardeşlerinden daha ileride korur, sayar ve kayırmaya çalışırlar.) |
ANDAÇ | Hatıra, anı olsun diye verilip,alınan hediye |
ANDARIMAN | Anılara değer veren ve saygı gösteren kişi |
ANDIR | Anısı ola hatıra |
ANGAY | Anılarına bağlı olan kişi |
ANGI | 1-Anı,hatıra,2-Yetki, yeterlilik |
ANGIM | Mamur, hakim |
ANGIN | Ünlü, anılan, adı duyulan |
ANGIŞ | Ünlü, meşhur |
ANGIT | Yaban ördeği |
ANIK | 1-Anlayış, yetenek, fehim 2- Hafıza, bellek 3- Hazır, mevcutlu |
ANIT | Anı olsun diye yapılan yapı |
ANITGAN | Anıt yapan |
ANLI | 1-Sakin, ağırbaşlı 2- Bellek, hafıza |
ANLI | Ünlü, tanınan |
ANNAK | Yadigar, hatıra |
ANT | And, Yemin |
ANTLIĞ | And içmiş, Yeminli |
ANUÇUR | Övülmüş, övülmeye layık |
ANUK | Yadigar, hatıra |
ANUŞ | Anış, anma eylemi, anı |
APA | Ulu, büyük, saygıyı ve hürmeti hak etmiş kişi (Bazı Türk bölgelerinde “baba” anlamına da kullanılmaktadır. |
APAĞ | Apak, temiz |
APAK | Temiz, namuslu,iffetli |
APATEG | (Apatek)birl. Apa/Tegtek(gibi,benzer) |
ARA | Orta yer, ortalık, boşluk, orta |
ARAL | 1-Ada 2- Aralık,orta, ortalık |
ARAS | 1- At kılı 2- Kalın yün 3- Talih,baht |
ARASLAN | Arslan (Çuvaşlarca söylenişi) |
ARAT | Cesaret, yüreklilik |
ARBIŞ | Büyü,efsun |
ARBUZ | Büyü, sihir |
ARCA | 1-Arıca, saf, temiz 2- Çam ağacı, çamdan yapılmış kutu |
ARDA | 1-Uzun değnek 2- Artçı, halife, ardı sıra giden |
ARDALI | (Ardalu) Yönetici, amir |
ARDIÇ | 1- Halife, artçı 2- Bir ağaç türü |
ARGA | Zeki, akıllı |
ARGAN | (Arkan) Kement, kement bağı |
ARGATU | Yaban koyunu |
ARGIÇ | 1- Kır, mera 2- Gurur |
ARGIN | 1-Yavaş, sakin 2- Gelecek yıl |
ARGUN | Pars cinsinden avcı bir hayvan |
ARGUŞ | (Arkuş)1- Edepli, terbiyeli 2- Haberci, haber veren |
ARGÜDEN | birl. Ar/Güden, Arlı, edepli |
ARI | (Arık) 1- Saf, arı, arınmış 2- Irmak, dere |
ARICA | Soylu, temiz, iyi huylu |
ARIÇ | Barış, sulh |
ARIĞ | (Arı, Arık) |
ARIK | 1- Arı, arınmış, temiz 2- Narin, ince yapılı |
ARIL | Arınmış, temiz, pak |
ARIN | Saf, arınmış |
ARINÇ | 1-Barış, kurtuluş 2- Temizlik, saflık, günahsızlık |
ARINIK | Saf, şeffaf, billur |
ARINMIŞ | Temiz, gönüllü |
ARKIN | 1-Argın, yavaş, sakin 2- Halef, ardıç |
ARKIŞ | 1-Ulak, haberci 2- Kervan, kafile |
ARKUN | Halef, geriden gelen, takipçi |
ARKUY | Siper, mevzi |
ARKUZ | (Arguz) Edepli, iyi huylu |
ARLAĞ | Arlı, edepli |
ARLAT | Biricik oğul, anaların en çok üstüne düştükleri oğul |
ARMAGUN | Armağan, hediye |
ARMAĞAN | (Yarmagun-Yarmagan)- Hediye |
ARMAN | 1- Onurlu, arlı, edepli 2- Dilek, istek 3- Hayal, fantezi |
ARPA | 1- Büyü, tılsım, Şamanist gelenekte, Kamların okuduğu dua 2- Tahıl |
ARPAD | (Arpa) |
ARSALAN | Arslan |
ARSİN | (Ersin) Kurtuluş, istiklal |
ARSLAN | Yırtıcı hayvan Mec. Cesaret, atılganlık ve gözü pekliği sembolize eder. |
ARSLANBALA | birl. Arslan/Bala..Arslan yavrusu |
ARSLANCIK | Küçük arslan..Arslan yavrusu |
ARSLANÇA | Arslan gibi, arslan özelliklerine sahip |
ARSU | birl. Ar/Su mec. Namuslu, dürüst |
ARSUN | 1- Efendi, ağırbaşlı 2- Rahata ermiş, huzurlu |
ARTAGAN | Bereket, artuk, fazlalık, bolluk |
ARTAM | (Erdem) |
ARTIM | Bereket, bolluk |
ARTUÇ | Mızrak, mızrak ucu |
ARTUK | Fazlalık, üstünlük, bereket mec. Varlık, zenginlik |
ARTUKDOĞAN | birl. Artuk/Doğan |
ARTUN | Vakarlı, ölçülü |
ARTUR | Cazibeli, çekici, işveli, fettan |
ARTURU | 1- Ekstrem, uç noktalarda 2- Bereket, bolluk |
ARTUT | Armağan, hediye |
ARVIŞ | Sihir, büyü, tılsım |
ARZIK | Fanatik, bağnaz, sofu |
ASAN | 1- Sağlıklı, zinde 2- Asma eyleminde olan |
ASENA | Efsanevi dişi kurtun adı. Yakın, Yakınlık duyulan |
ASIGLI | Faydalı,Gerekli |
ASIĞ | (Ası,Asık) 1- Fayda, Çıkar 2-Kar,temettü |
ASPAR | (Asbar) Faydalı, işe yarayan |
ASRAK | Himaye, Koruma |
AŞAN | Aşmak’dan …mec. Azimli, engel tanımaz |
AŞIT | 1- Aşılacak, aşılması gerekli olan 2- İşitmekten…İşit, kulak ver |
AŞKAR | 1- Savaş atı 2- Kuyruk ve yelesi kara, vücudu kula renginde olan at |
AŞKIN | 1- Aşmış, üstün, faik,akranlarından ileride olan 2- Melodi,nağme |
AŞUK | 1-Aşık,aşmış, geçmiş 2- Tolga |
AŞULA | Yılmaz irade sahibi |
AŞUR | Aşırmaktan… mec. Yılmaz, gayretli |
ATA | 1- Ulu, saygıdeğer kişi 2- Baba, dede, ced 3- Adın ve soyun bağlı olduğu kök |
ATABAY | birl. Ata/Bay lala, beybaba. Han, Kağan ve padişah çocuklarını eğitip yetiştiren kişilere verilen bir unvan |
ATAÇ | 1- Atasına bağlı, Atasının yolunda 2- Atadan intikal eden 3- Büyüklük gösteren çocuk |
ATADAN | Miras, manevi miras |
ATAERİ | birl. Ata/Eri mec.Atalarına ve geçmişine saygılı |
ATAGÜÇ | birl. Ata/Güç mec. Gücünü atalarından almış |
ATAĞ | (Atak) 1- Ün, nam, şöhret 2- Atılgan 3- Dağ yolu 4- Çağlayan 5- Bir şahin türü |
ATAHAN | birl. Ata/Han mec. Devletin ilk kurucu büyüğü, devlete ad veren kişi |
ATALA | Tanınmış, ünlü ve zengin |
ATALAN | Ünlü, Meşhur |
ATALAY | Ad almış, ün almış, meşhur kişi (Atila’nın asıl adının bu ve bundan bozulup çevrilmiş hali olduğunu söyleyen bazı tarihçilerimiz de var.) |
ATALIK | Miras |
ATALMIŞ | Ünlü, meşhur |
ATAMAN | Ulu, Saygıdeğer kişi |
ATASAGUN | birl. Ata/Sagun Hekimlerin en ulusu başhekim Şamanist gelenekte de aynı ad, en iyi kamlar için kullanılmaktadır. |
ATAY | 1- Ünlü, tanınmış 2- Akın, hücum |
ATIGAY | Ünlü, tanınmış |
ATIĞ | Adı sanı belli, ününü arttırmış kişi |
ATIL | Ünlü, meşhur |
ATILGAN | Atak, gözüpek,cesur |
ATILMIŞ | Atılgan, gözüpek |
ATIŞ | Ünlü, meşhur |
ATİLAY | Türk tarihinin en önemli kişilerinden,Batı Hun imparatoru, Bu kişinin adı üzerinde tarihçi ve dilciler pek de anlaşamamışlardır. Benim görüşüm de göç sırasında İtil ırmağı kıyısında doğmuş olmasından dolayı “İtil/Ay”dır. Ancak bununla birlikte bu kişi için bazı adlar söylenmekte (Atila,Atilla,Atılay,Atilay,Atalay,Atlıhan vb.) Anlamlar |
ATLIĞ | Ünlü,zengin |
ATMACA | Yırtıcı bir avcı kuş |
ATMAN | Ünlü, saygın |
ATMIŞ | Atma eyleminde bulunmuş (ok,kargı vb.) |
ATSAK | Ünlü, adı duyulan |
ATUK | Bolluk, bereket |
AVAR | (Abar) 1- Heybet, büyüklük(Abartı) 2- Dirençlilik, dayanıklılık |
AVAZ | Nara, yüksek perdeli ses, çığlık |
AVCI | Av yapan, avlayan |
AVCIL | Avlayıcı, av işinin uzmanı |
AVGAN | Avuntu |
AVINÇ | Avuntu, teselli |
AVINÇA | Avunç |
AVINGU | Avunç,teselli |
AVKAR | Bozkır bıldırcını |
AVLAK | Av yeri, av olanı |
AVUÇU | Avunç |
AVUNÇ | Teselli, avuntu |
AVUNDUK | Avuntu, teselli |
AVUTMUŞ | Teselli eden |
AY | Dünyamızın uydusu olan gezegen. Ancak Türk kültüründe bu ad güzellik, temizlik, ahlaklılık vb. değerleri de içeren birçok öğeyi içinde barındıran bir sembol ve mecaz olarak kullanılmıştır. Çok önceleri erkeklerde kullanılmasına karşın, zamanla kız çocuklarına ad olarak verilmiş, gerek başta, gerekse de son da, birleşik ad olarak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte bazen geçmiş örneklerde de görüleceği gibi hem erkeklerde hem de kızlarda kullanılmıştır. Ancak yine de ağırlık kız adlarındadır.Ve kız adlarında önemli bir konumdadır. |
AYAĞ | (Ayak) 1-Uğur, şeref, şan 2- Devinim, hareket (ayaklanma sözü) buradan gelir. |
AYANA | birl. Ay/Ana Altay Türklerinin eski kutsal kadın ruhlar dan |
AYAS | Ay ışığı, mehtap, gece aydınlığı. Altay, Tuva, Çuvaş Türklerinde Tanrı sıfatı olarak kullanılan bir ad. |
AYATA | birl. Ay/Ata Şamanist gelenekte, göğün altıncı katına bakan Tanrı |
AYAZ | 1- Ay ışığı 2- saf, berrak hava 3- Kuru soğuk |
AYBAKIM | birl. Ay/Bakım, bakmaktan, bakış |
AYBAN | birl. Ay/Ban mec. Debdebe, şaşa |
AYBANDI | birl. Ay/Bandı (Banmak) |
AYBAR | 1-Ay gibi parlak 2- Heybet,heybetlilik |
AYBI | İmdat, medet |
AYBIN | Onur,şeref |
AYÇIL | Ay ışığı, ay pırıltısı |
AYDA | 1- Ay’a eş değer güzellikte 2- Dere kenarlarında yetişen hoş kokulu bir çiçek |
AYDABOLDI | birl. Ayda/Oldu mec. Ay parçası |
AYDAN | Ay parçası |
AYDAR | (Aydar Han) saç perçemi, kakül |
AYDIN | 1- Aydınlık, ışık yoğunluğu 2- Açık, aşikar 3- Entelektüel , münevver |
AYGAN | İçten, samimi, yaren |
AYGAY | Nara, bağırtı |
AYGIN | Sınırsız, uçsuz, geniş |
AYGIR | Erkek at |
AYGIRAG | 1-Dağ keçisi 2- Bir geyik türü |
AYGUÇI | Yönetici, devlet görevlisi, danışman, yarıcı |
AYIM | Çekicilik, sempati |
AYIMÇA | Ay parçası |
AYINTAP | Mehtap, ay ışığı |
AYIR | Değişik, farklı, başka, fark |
AYIRBAŞ | birl. Ayır/Baş..Değişim, mübadele |
AYIRT | Fark, farklılık, ayırım |
AYISIG | birl. Ay/Isıg..Ay ısısı, sıcaklığı |
AYIT | Söylemek, anlatmak |
AYITGU | Temyiz |
AYITMIŞ | Söyleyen, bildiren, uyaran |
AYKAÇ | Konuşkan, Konuşmacı, Hatip |
AYKIN | Geniş, ferah, aydınlık |
AYKOYUN | birl. Ay/Koyun |
AYLA | 1-Ayın çevresindeki ışık halesi 2- Devir, dönüşüm |
AYLU (Aylı) | Aydan |
AYMA | Duyarsız, başıboş vurdum duymaz |
AYMAN | Aya eş değerde |
AYMAZ | Vurdumduymaz, başına buyruk |
AYRAL | Kuraldışı, istisna |
AYRI | Başka, değişik, farklı |
AYRIÇ | Bölüşüm, taksimat |
AYRIKÇA (Ayıkşa) | Derviş, mecnun |
AYRUK | 1- Farklı, değişik 2- Varlıklı, zengin |
AYSELİG | (Aysiliğ) birl. Ay/Silig, dürüst, namuslu |
AYTAK | Konuşmacı, hatip |
AYTAR | Haberci, muhbir |
AYTEK | Konuşmacı, hatip |
AYTIN | Aydın, aydınlık |
AYTIŞ | Nutuk, anlatım, hitabet |
AYTIŞAN | Hatip, konuşmacı |
AYTUK | Hatip, konuşmacı |
AYUK | Söz söylenebilen ve sözün değer gördüğü yer |
AYUR | Konu, bahis, bahse konu olan |
AYÜN | birl. Ay/Ün Karahanlılar ve Uygurlar döneminde, han ve kağanların analarına verilen bir unvan |
AYZIT | Şamanist gelenekte “ Ayda ki Kutsal Kadın Ruh” |
AZBOY | Heyecan |
AZGIN | Zapt edilmesi zor, sınırı aşmış, tahrik olmuş |
AZLAĞ | Nadir, az rastlanır. |
AZRAK | Nadir, az rastlanır. |
AZUK | (Azuka, Azık) |
BABAT | Cins, Tür |
BABRAK | Hızlı, çevik, atletik |
BABÜR | Kaplan cinsi, yırtıcı bir hayvan |
BACI | Kız kardeş |
BAÇAK | Bir çeşit zırh (Dize geçirilen bir zırh) |
BAÇMAN | Başlık, Tolga |
BADAN | Batan (Batmaktan…Güneşin batışı) |
BADUR | Batur, bagatur, kahraman |
BADURUK | (Badruk) 1- Sadık, güvenilir 2- Batur, kahraman |
BAGA | 1- Alt, küçük, küçük rütbeli yönetici 2- Boğa |
BAGATUR | Kahraman, Batur, Bahadır |
BAGAY | Afacan, yaramaz, ele avuca sığmaz |
BAGRI | Kararlılık, azim |
BAĞAM | Destek,arka, kuvvet |
BAĞAN | Anıt, abide |
BAĞATUR | Bagatur, batur, bahadır, kahraman |
BAĞDAŞUK | Uyumlu, ahenkli, uzlaşmacı |
BAĞDU | Işık, şua, ışın |
BAĞI | Büyü, efsun, bağlılık |
BAĞIM | Bağlı, bağlılık |
BAĞIMSIZ | Bağlı olmayan, özgür |
BAĞIR | 1- Sine, göğüs, kucak 2- Kalp, gönül |
BAĞIRLAK | İri bir kırlangıç türü |
BAĞIŞ | 1- Veriş, ikram 2- Af, af ediş,3- Nezaret |
BAĞLAN | 1- Demet, deste 2- Bağlılık 3- Kızıl renkli bir su kuşu |
BAĞRI | Kararlı, azimli |
BAĞŞI | (Baksı) Kam, doktor |
BAHADIR | Bagatur, Batur, kahraman |
BAHŞİ | Baksı, doktor, bilgin, büyücü, hoca |
BAKAÇ | Bakıcı, bakan, nazır |
BAKAN (Bağan) | 1- Anıt, abide 2- Bağlayıcı, birleştirici 3- Haşarı, afacan |
BAKAY | Haşarı, ele avuca sığmayan |
BAKIM | Bakma eylemi, nazar, bakış |
BAKIR | Bakır madeni |
BAKIRSOKUM | birl. Bakır/Sokum (Kuzey Türklerinde, Merih yıldızı anlamına kullanılmaktadır.) |
BAKIŞ | 1- Bakış, nazar 2- İkram 3- af |
BAKSI (Bakşı) | Bahşı,doktor, bilgin, büyücü |
BAKTI | Bakan, nazır |
BAKUY | Ulu, saygıdeğer kişi, tecrübeli, bilge kişi |
BAL | 1- Yapışkan sıvı 2- Arı balı 3- Çamur, balçık |
BALA | Yavru, çocuk |
BALABAN (Balıban) | 1-Bala bandırılmış 2- İri başlı bir doğan türü. Ayrıca mecaz olarak “ mahzun ve baygın bakış” anlamını içerir. |
BALACA | Yavrucak, ufaklık |
BALAK (Balak) | manda yavrusu |
BALAMAN | Cüsseli, iri kıyım |
BALAMİR | (Balabir) Biricik yavru |
BALANDI | İri yarı, gösterişli |
BALASAGUN | birl. Bala/Sagun Özlenen, beklenen yavru (çocuk) |
BALBAL | 1- Heykel, anıt 2- Mezar taşı (Eskiden mezarlara dikilen ve üzerlerine öldürülen düşman sayılarının ve kimliklerinin yazıldığı mezar taşı) |
BALÇAK | Kabza, kılıç kabzasındaki siperlik |
BALDU | Balta |
BALDUK | Balta |
BALGAY | Ünlü, meşhur |
BALI | Değerli, yüksek, ulu kişi |
BALKAN | Ormanlarla kaplı, dağlık bölge |
BALKIN | Parlak, gözalıcı |
BALKIR | 1- Yağmur arasında çıkan güneş 2- Yağmurun hemen ardından çıkan güneş. |
BALTA | Ağaç ve odun kesmek için kullanılan alet |
BALTEG | Çamur, çamurlu |
BALUG | (Balık) 1- Balçık çamur 2- Ev, köy 3- Suda yaşayan balık |
BAMSI | 1- Yüksek, ulu, ulaşılmaz 2- Baksı, kam |
BANAR | Demet, tutam, deste |
BANGU | (Mengü, Bengü) Sonsuz, sonsuzluk, ebedi |
BANIÇİÇEK | birl. Banı/Çiçek…çiçeğe bandırılmış |
BANLAK | Çağrı, davet, ezan |
BARADAN | 1- Boradan, bora parçası 2- Nara, yüksek ses, bağırtı |
BARAK | Türk mitolojisinde adı geçen çok tüylü, iri başlı köpek |
BARBOL | Varol |
BARÇA | 1- Parça 2- Tüm, tamam, eksiksiz |
BARÇIN | İpekli kumaş, kadife |
BARÇUK | (Barçık) Tahta ve keçeden yapılan küçük heykel |
BARÇUK ART TİGİN | birl. Barçuk/Art/Tigin (Art,ardçı,halef) |
BARDAM | Varlık, ganimet, bolluk |
BARDI | Vardı (Varmak…dan) |
BARGAN | Varan |
BARGAN | Varan, ulaşan |
BARGI | Kadife |
BARGIT | Kadife |
BARGU | Nimet, ganimet |
BARGUŞ | Ganimet |
BARIK(Barı) | Esas, esas olan, mahfuz |
BARIM | Varım, servet, varlık |
BARIN | 1- Güç, kuvvet 2- Barınak |
BARIŞ | 1-Varış, gidiş, gidişat 2- Sukunet, sulh 3- Servet, hazine |
BARK | (Barka) baraka, ev çok önceleri saray anlamına kullanılan bu sözcük, Uygurların kentleşmeye ağırlık vermesinden sonra, “taştan yapılan ev” anlamında kullanılmıştır. |
BARKAN | Oynak toprak, bataklık |
BARKAT | Heykel, büst |
BARKIN | 1- Gezgin, seyyah 2- Kararlı, azimli |
BARKUK | Servet, varlık |
BARLA | Parlak, göz alıcı |
BARLAK | Parlak |
BARLAS | 1- Çekici, cazip 2- Varlık, servet 3- Temiz, temizlik |
BARLI | Varlıklı, zengin |
BARLIK | Varlık |
BARMAK | (Varmak) |
BARMAKLAK | 1- Varıcı, ulaşıcı 2- Eldiven 3- Varlık |
BARMAN | Varlıklılık, mevcudiyet |
BARS | Pars, leopar |
BARSUK | Porsuk |
BARTIK | Heykel, büst |
BARTU | 1- Varlık, servet 2- Menzil, varılacak yer |
BARUG | Mesned, dayanak |
BARUNDUK | Sığınılacak yer, barınak |
BASAGAR | Ağırbaşlı, mütevazi |
BASAK | (Basa)1- Cesur, gözükara 2- Baskın 3- Farklılık, ayırım |
BASAN | 1- Baskın yapan 2- Ölünün ardından verilen yemek 3- Yayan, yayıcı |
BASAR | Baskın, baskıncı |
BASAT | 1- Mühür, 2- Yardım, muavenet 3- Busat, pusat,silah 4- başat |
BASGAN | Basan, baskıncı |
BASIK | 1- Gece baskını 2- Basınç, tazyik, baskı |
BASILGAN | Baskıncı |
BASIM | Enerji, güç |
BASIR | Basar |
BASKAK | Basak, cesur, farklı, Çengiz Kaan döneminde askeri valiler için kullanılan ünvanlardan. |
BASKIN | 1- Galp, muzaffer 2- Ani yapılan saldırı 3- Basık, yaygın genişlemiş |
BASMIL | 1- Baskıncı 2- yardımcı, muavin |
BASRUK | Baskı, tazyik |
BASSIZ | Başsız, başına buyruk |
BASTI | Bastıran, baskın yapan |
BASTIK | Basdı, Baskıncı |
BASU | (Basut) Tokmak |
BASUÇ | Baskı, tazyik |
BASUT | 1-Yardım, yardımcı 2- Demir tokmak 3- Baskın yapan |
BAŞ | Oluş, doğuş, ortaya çıkış, uç nokta, doruk, birinci sıra gibi anlamların hepsini içeren bir söz. |
BAŞA | (Paşa) Bazı tarihçilerimize göre ..Baş-ağa, bazılarına göre ise Baş-şad sözcüklerinin değişime uğramasıyla bu biçime gelmiş ve sözcük, bugünkü anlamıyla General ordu komutanı. |
BAŞACI | Reis, lider, öncü |
BAŞAD | (Başat) |
BAŞAGUT | Önde gelen, önde bulunan, sevilen |
BAŞAK | 1- Buğday başı 2- Ok ucu…okun ucuna takılan sivri demir 3- Sümbül çiçeği |
BAŞALMIŞ | 1- Öncü,önder 2- Düşmanını yenip, yoketmiş |
BAŞAR | Başarı, kazanç |
BAŞARAN | Başarılı, muvaffak |
BAŞARI | Muvaffakıyet |
BAŞAT | 1- Emsalleri arasında en üstün ve en önde gelen 2- Hanlık yapan bir soya mensup kişi. |
BAŞBAĞ | 1- Başı bağlı, özgürlüğü kısıtlı 2- Gözde, sevgili, en değerli |
BAŞBUĞ | Ordu komutanı, orgeneral |
BAŞÇIL | Şef, lider, önde gelen |
BAŞDAŞ | Denk, akran |
BAŞDU | Başta olan, önde giden |
BAŞEL | birl. Baş/İl..yol gösterici,mihmandar |
BAŞGAK | 1- Başkan,şef 2- Bir tatlı su balığı |
BAŞGÖZ | birl. Baş/Göz 1-Birleşik, ayrılmaz 2- Mec. Evlilik |
BAŞGU | Alnında beyaz lekesi olan at |
BAŞIL | Önde giden, şef |
BAŞKAL | Emir, ferman |
BAŞKAN | Yönetici, şef, başta giden |
BAŞKARA | birl. Baş/Kara…mec. Sert, acımasız,bir kişiliğe sahip olan kişi |
BAŞKIR | Başarı, muvaffakıyet |
BAŞLADAÇU | Başlatıcı, yönetici, hakem |
BAŞLAG | Başlangıç, ilk |
BAŞLAK | 1- Başıboş, salınmış 2- Başlangıç |
BAŞLAMIŞ | 1- Kararlı, çalışkan 2-Lider, lider olmuş |
BAŞLIĞ | Başı dik gururlu |
BAŞLIK | Yönetici, şef |
BAŞNAK | Başlıksız, tulgasız |
BAŞŞAD | (Paşa) Ordu komutanı, general |
BAŞTIN | Selef, önceki |
BAŞTINKİ | Baştaki, öndeki, önder |
BAŞVEREN | Fedai |
BAŞVERMİŞ | Kurban, fedai |
BATAK | 1- Çamur, bataklık 2- Gizli, gömülü |
BATIM | 1- Batma boyu, boy, derinlik 2- Sivri bir aletin saplanması |
BATIR | Batur’un şive farkıyla söylenmiş biçimi |
BATIŞAD | birl. Batı/Şad |
BATMAZ | 1-Diri, mücadeleci 2- Vücuduna sivri ve kesici aletler işlemez |
BATRAK | (Batırak) Mızrak, kargı |
BATSIK | 1- Bastıran, yanaştıran 2- Gün batısı, batı |
BATU | 1-Güçlü, yenilmez, gücüne dayanılmaz 2- Dayanıklı, metin 3- Gün batısı |
BATUGA | 1- Batu, kahraman 2- Gizli, gizlenmiş |
BATUR | Bagatur, Kahraman |
BATURGAN | 1- Saklayan, gizleyen, gizli 2- Batıran,saplayan |
BATUT | Gizli, saklı |
BAVIRGAN | 1- Şefkatli, koruyucu 2- Bağıran, nara atan |
BAY | Varlık, zenginlik, egemenlik, erklik, üstünlük, bolluk sözcüklerinin tümünü içeren önemli bir ad. Türk adlarının önemli birleşiklerinden başka sözcüklerle kullanılabilen, kullanılan sözcüğü bütünleyip, güçlendiren, hem başa gelerek hem de sona gelerek kullanılabilen bir ad. |
BAYA | Bay,baylanmış, zenginleşmiş |
BAYAK | Selef, daha önceki |
BAYAN | (Muyan, buyan) 1- Kalıcılık,sonsuzluk 2- Baht, mutluluk 3- Zenginlik, güçlülük,erklik 4- eski dönem Tanrı sıfatlarından 5- Uygur kağanlarının unvanlarından. |
BAYAR | Ulu, yüce, kudretli, celil…Tanrı sıfatlarından |
BAYAT | Tanrı sıfatlarından ,..1- Devletli, kısmetli 2- Kadim, ezeli |
BAYATLI | Devletli, bahtı açık, muktedir |
BAYATLUĞ | (Bayatlı) |
BAYAVUT | (Bayagut) Varlıklı, muktedir |
BAYÇA | Varlıklı, muktedir |
BAYÇU (Baycu) | Varlıklı, devletli |
BAYDAK | 1- Bağımsız, hür 2- Bekar |
BAYDAN | 1- Cömert, eli açık 2- Şık, yakışıklı |
BAYDAR | Varlıklı, muktedir, egemen |
BAYGIN | Kendinden geçmiş |
BAYIK | 1- Varlıklı, egemen 2- Usta, eli yatkın 3- Doğru sözlü, saygılı, güvenilir |
BAYIN | Çekici, güzel, yakışıklı |
BAYINDIR | Güçlü,varlıklı, egemen |
BAYIR | Yamaç |
BAYITMIŞ | Zengin, kudret sahibi |
BAYLA | Varlıklı, refah içinde olan |
BAYLAK | Rahat, refah içinde |
BAYLAM | 1- Azim, kararlılık 2- Demet, bağ |
BAYLAMIŞ | Varlıklı, güçlü olmuş |
BAYLAN | Nazlı, şımarık |
BAYLANIŞ | İlişki, münasebet |
BAYLIK | 1- Varlık, Varlıklılık, güçlülük 2- Ganimet |
BAYMAZ | Mala mülke ilgi duymayan kişi |
BAYRAÇ | Varlıklı, zengin |
BAYRAK | Varlık, varoluş, erklik, güç, ve bağımsızlık |
BAYRAM | Güzellik, mutluluk, sevinç, bolluk |
BAYRI | 1- Ezeli, kadim 2- Emektar, tecrübe sahibi 3- Sonradan zapt edilip, yurda dahil edilen toprak |
BAYRIN | Kadim, ezeli, eskiye dayalı |
BAYSA | Madalya |
BAYSAL | 1- birl.Bay/Sal 2- Bolluk, rahatlık 3- Asayiş, sükunet |
BAYSAN | Yakışıklı, levent, gösterişli |
BAYSİN | Zengillik, kudret |
BAYTAG | Bolluk, çokluk, kalabalık |
BAYUK | Hazır, amade |
BAYUR | Cesur, gözükara |
BAYUTMUŞ | birl. Bay/Utmuş (yenmiş, muzaffer) |
BAYÜLGEN | birl. Bay/Ülgen |
BAYÜLKEN | (Bayülgen) |
BAZ | 1- Emin, güvenilir 2- Merkeze bağlanmış, sonradan katılmış |
BAZDA | Hoş, latif, çekici |
BAZIR | Basar, baskıncı |
BAZMAN | Tabi, bağlı, muti |
BECERİ | (Beceriklik) Hüner, marifet, yeterlilik |
BECET | Süs, makyaj, tezniyat |
BEÇİRİK | Becerik, beceri, marifet |
BEÇKAN | İpekten yapılmış sancak |
BEDER | Ziynet, mücevher |
BEDİZ | 1- Resim, heykel, nakış, bezek 2- Taşlara yontularak yapılan süsleme |
BEDİZCİ | Ressam , heykeltıraş, nakışçı |
BEDÜK | Büyük, iri, cesim, ulu |
BEGEÇ | Beyliğe uygun olan |
BEGEN | 1- Beğeni, hoşluk 2- Şehzade, prens |
BEGENÇE | Şehzade, prens |
BEGESİN | Doğruluk, sevap, hayr |
BEGİ | 1- Yiğit, güçlü, 2- Eş- koca |
BEGİSİ | 1- Doğru, sevap 2- Beğenilen, imrenilen |
BEGÜM | Hanımefendi, bayan, saygı duyulan hanım, eski Türkçe’de “beğ”’in tam olarak dişi karşılığı. |
BEĞ | Bey, varlık, erklik, güç, yöneticili toparlayıcılık, liderlik, soyluluk vb. anlamları içerir |
BEĞCEĞİZ | Beycik, Küçük bey |
BEĞÇE | Küçük bey |
BEĞÇEK | Küçük bey |
BEĞDAŞ | Akran,eş,denk |
BEĞDE | 1- Aziz, saygıdeğer 2- Adil, adaletli |
BEĞDEŞ | Nazir,benzer |
BEĞDİ | Aziz,muterem, saygıdeğer |
BEĞDÜZ EMEN | birl. Beğdüz/Emen (ruh,can) |
BEĞEÇ | 1- Beğliğe layık 2- Beğ çocuğu, küçük bey |
BEĞENDİK | Beğenilen |
BEĞENİ | Hoşa giden, beğenilen |
BEĞENMİŞ | Hoşuna gitmiş |
BEĞER | Beyoğlu, prens, şehzade |
BEĞLEN | Bey soyundan olan |
BEĞLİK | Beylik, beyliğe uygun olan |
BEĞREK | Beyrek, bey çocuğu, küçük bey |
BEK | 1- Bey, beğ 2- Pek, sıkı |
BEKEM | Bey, beyim |
BEKEN | Dayanıklı, metin |
BEKET | Kuvvet, dayanıklılık |
BEKİ | 1- Yiğit,güçlü 2- Eş, koca 3- Şaman, baş şaman |
BEKİK | Güvenli, iyi korunan |
BEKİM | Azimli, kararlılık |
BEL | 1- Bilgi, bilim 2- Belirti,iz, damga 3- Tarlanın orta yeri 4- İki dağın arasındaki geçit |
BELÇİN | Belirti, iz, damga |
BELDEK | İz, işaret, emare |
BELEK | 1- Kılavuz, rehber 2- hediye, 3-Kundak bezi |
BELEN | 1- Bilen, alim 2- Geçit 3- Sırt, tepe, dağ yolu |
BELET | Belge, delil |
BELGE | Belge, doküman, delil |
BELGİ | 1- Belge 2- Bilgi 3- Fark, farklılık, ayırt, alamet |
BELGİN | Belirgin, net, açık |
BELGÜ | 1- Belge 2- Sınır taşı, sınır toprağı 3- Yüzük taşı, nişane |
BELİK | 1- Doruk, zirve, şahika 2- Saç örgüsü |
BELLEK | Hafıza |
BENEK | 1- Armağan, hediye 2- Bakır para 3- İşlemeli kumaş |
BENGİ | Bengü, mengü sonsuz, sonsuzluk, ebediyet, ebedi |
BENGİLİK | Sonsuzluk |
BENGÜ | Bengi, mengü |
BENİCE | Sonsuzluk, sonsuzluğa giden |
BENK | Muhkem, iyi korunan |
BENLİ | Yüzünde ben olan |
BERDİ | Verdi,Kutsal güçler tarafından yollanan |
BEREGEN | Eli açık, cömert, verici |
BERGE | 1- Vergi 2- Berke, kamçı, değnek |
BERGİ | 1- Vergi 2- Eli açık, cömert |
BERGİLİK | Doğal, tabi |
BERİK | 1-Berk, sağlam, gürbüz, dayanıklı 2- Cömert, eli açık |
BERİL | Verici, cömert, eli açık, fedakar |
BERİN | Veren, cömert |
BERİŞ | Veriş, hibe |
BERK | 1- Katı, sıkı, sağlam, dayanıklı 2- Şiddet, şiddetlilik 3- Korunan, muhkem 4- Yıldırım |
BERKANT | birl. Berk/Ant Altay dağları cıvarında bir başka dağın adı |
BERKE | 1- Kamçı, değnek 2- Dövme 3- Naz, işve |
BERKEM | Düşmana karşı iyi korunan yer, müstahkem mevki |
BERKİN | Güçlü, güçlendirilmiş |
BERKİT | Güçlü, güçlendirilmiş, muhkem |
BERKLİĞ | Berkli, güçlü, dayanıklı |
BERKUK | Sert,cesur, dayanıklı |
BERMEK | Vermek, veriş |
BERŞE | Odun kömürü, kül |
BESEN | Bezen,süs, makyaj, gösteriş |
BETİK | (Bitiğ, bitik) Yazılı kağıt, mektup |
BEYBUT | Barış, sulh |
BEYGE | Bike, küçük hanım |
BEYGU | Bir şahin türü |
BEYLEM | Buket, demet, çiçek demeti |
BEYLEN | Beyli, beye bağlı |
BEYNEN | Beğenen |
BEYREK | 1- Tim, müfreze 2- Merkez ordu, ordugah |
BEYRU | (Bayrı) 1- Ezeli, başlangıçsız 2- Emektar, tecrübeli |
BEZEK | Süs, takı, piraye |
BEZEN | Süs, makyaj |
BEZENMİŞ | Süslü |
BEZGİN | Bez…mekden. Sarsılmış, bıkmış |
BIÇAK | Biçme aracı |
BIÇGIN | Kesen, biçen |
BIÇKAS | Kağan ve Hanlara yapılan bağlılık andı |
BIÇKI | Bıçak bileme aracı |
BİBİ | Kibar, eğitimli, sayıdeğer hanım. (Anadolu’da birçok bölgemizde “hala” anlamında da kullanılır) |
BİÇEK | Bıçak, biçici |
BİÇİK | Biçilmiş, biçimlenmiş |
BİÇİM | Şekil, format, örnek, biçilmiş gibi |
BİÇİN | 1- Biçilmiş,biçime girmiş 2- Ekin, tahıl 3- Biçen, doğrayan |
BİGE | 1- Bakire, temiz kız 2- Bey kız saygıdeğer kız |
BİGEM | Sevilen, el üstünde tutulan kız |
BİGEN | Beğenilen |
BİGENDİK | Beğenilen, ilgi duyulan |
BİKE | Bige |
BİKET | Beylik, beyliğe uygun |
BİL | Bilgi, bilim |
BİLDİK | Bilinen, tanınan, ünlü |
BİLECEN | Bilgiç,çok bilmiş |
BİLEDA | Balta |
BİLGE | Bilgili, filozof, alim, bilgin, ulu kişi |
BİLGE TAMGAÇU | birl. Bilge/Tamgacı |
BİLGE TONYUKUK | birl. Bilge/Tonyukuk. Bilge Tonyukuk’un öteki adı |
BİLGEKAĞAN | Bilge/Kağan (Aslı, Türk Bilge Kağan’dır) |
BİLGEN | Bilen, bilgin, alim |
BİLGİN | Bilim adamı |
BİLGÜ | Bilgi |
BİLİG | Bilgiler, bilim, bilim dalı (orj) |
BİLİK | Bilen, bilgili |
BİLUN | Esir, tutsak, (gönül ve akıl esiri, aşık) |
BİNİT | Binilecek nitelikteki, soylu at |
BİRBEN | birl. Bir/Ben Ben mec. Kendini beğenmiş |
BİRÇE | Biricik, yegane |
BİRÇEK | 1- Biricik 2- Saçın ortadan ayrılıp yana dökülmüş hali |
BİREBİN | Yegane, tek, biricik |
BİRGE | 1- Beraber, birlikte 2- Biricik 3-Berke |
BİRGEN | İçine kapanık, münzevi |
BİRİCİK | Tek, yegane, bir tane |
BİRİÇİM | birl. Bir/İçim mec. İmrenilecek güzellik ve çekicilik |
BİRİDİN | Güneyli, güney bölgesinden |
BİRKİT | Birleşik, birleşmiş |
BİŞÜK | Nesil,soy-sop, kavim, kardeş |
BİTERGE | Gerek, hacet, ihtiyaç |
BİTEV | (Bidev) 1- Soylu, soylu at 2- El değmemiş bakir |
BİTİG | Yazı, yazıt |
BİTİGÇİ | Katip, yazıcı |
BİTİGEN | Anıt, yazıt, yazılı taş |
BİTİM | Gaye, hedef, ülkü |
BİTKİ | (Bütkü) yerden biten |
BİYAN | (Bayan) (Buyan) Varlıklı, cömert ,Eski Tanrı sıfatlarından |
BİYUM | Cömert, eli açık |
BOD | Boy,uruk |
BOGA | Boğa |
BOĞ | Hediye, armağan |
BOĞA | Boğa |
BOĞACA | Boğa gibi güçlü |
BOĞACI | Boğa deviren |
BOĞAÇUK | Küçük boğa, genç boğa |
BOĞAR | Boğucu, güçlü, kuvvetli |
BOĞARCIK | Güçlü, boğucu |
BOĞTAG | Şapka, başlık, hanım başlığı |
BOLCAL | Vade, müddet |
BOLÇAK | Gürz, topuz |
BOLDUÇAĞ | Uygun zaman, olan çağ |
BOLGAN | 1- Soylu at 2-Keşşaf, mucit 3- Olgun, olmuş, ermiş |
BOLGU (Bolgi) | Orijinal, özgün |
BONCUK | Mücevher, takı |
BOR | Bora, fırtına |
BORA | Fırtına |
BORDAK | Semiz, şişman, balık etli |
BORDU | Üzüm, asma |
BORKA | Baraka,ev |
BORLA | Burla, üzüm, üzüm salkımı |
BOSUM | Endam, zerafet |
BOSUT | (Basat) anlayış, izan, hidayet |
BOŞGUR | Eğitmen, öğretmen, talimci |
BOŞGUT | Öğrenci, şakirt |
BOY | 1- Uruk, uyruk, oymaklar birliği 2- Eda, endam |
BOYDA(Ğ) | Soyut, mücerred |
BOYDAŞ | Aynı boyun mensubu |
BOYLA | Unvan veren kişi |
BOYLA BAĞA TARKAN | birl. Boyla/Bağa/Tarkan |
BOYLAN | Adına ve soyuna layık |
BOYLUĞ | 1- Soylu 2- Yakışıklı |
BOYSAN | Yakışıklı, heybetli |
BOZ | 1- Sert, şiddetli2- Alaca renk,füme rengi3- Toprak rengi |
BOZAN | Bozmak…dan düşmanı yenip dağıtan |
BOZCA | 1- Cesur, gözükara 2- Boz rengine kaçan |
BOZCAK | Cesur |
BOZÇİN | Dürüst, güvenilir |
BOZDOĞAN | birl. Boz/Doğan Bir doğan türü |
BOZKIR | Step, çöl, vaha |
BOZKURT | birl. Boz/Kurt |
BOZLAK | 1- Boz ve kül renginde olan 2- Otlak, mera |
BÖBÜLÜK | Koca, gül |
BÖÇKE | 1- Canavar 2- Böcek |
BÖDGE | Çağ, zaman |
BÖG(Bök) | Kısmet, nasip |
BÖGÜ | 1- Filozof, hikmet sahibi kişi 2- Büyü, sihir 3- Ejderha, canavar 4- Zehirli bir böcek |
BÖGÜR | 1- Ordunun kanatlarından her biri, cenah 2-Kaburga ile kalça arasındaki bölge |
BÖĞDÜN | Bürokrat, yüksek dereceli memur |
BÖĞREK | Ordugah, merkez ordu, merkez ordunun savaş pozisyonu |
BÖĞÜRMÜŞ | Şamatacı, gürültücü |
BÖĞÜŞ | Zeka |
BÖKEN | Ahu, ceylan |
BÖKEVUL | Aşçı, iyi yemek yapan |
BÖKLİ | Yakışıklı,Şık, iyi giyimli |
BÖKLİCE | Şık giyimli |
BÖLE | Pay, nasip, kısmet |
BÖLEK | Hediye, armağan |
BÖLEN | Bölüm, pay |
BÖLÜK | 1- Kısım, ekip, bölüm 2- Pay, nasip |
BÖLÜN | Yönetici, şef |
BÖNGE | Tekme |
BÖNGER | Tekmeleyici, iyi tekme atan |
BÖRÇE | Zülüf |
BÖRÇEK | Zülüf |
BÖRİ | Kurt |
BÖRİTEÇİNE | (Börteçine) Benekli bozkurt |
BÖRK | Başlık, tüylü hayvan derilerinden yapılan başlık |
BÖRKLÜ | (Ğ) Saygıdeğer |
BÖRKLÜCE | Saygıdeğer, saygı gösterilen |
BÖRTE | Benek |
BÖRÜ | (Böri) Kurt |
BUBİK | Konca,gül |
BUCAK | 1-Gizli bölge 2- Uzak yer |
BUCUGA | (Buğucu, ceylan avcısı) |
BUDAK | Sert dal parçası mec. Güç, sertlik, dayanıklılığı sembolize eder. |
BUDAN | (budun) |
BUDAY | Buğday |
BUDRAÇ | Gözü pek, cesur |
BUDULGAN | Yürekli,cesur |
BUDUN | Bütün, Ulu, millet “ Siyasi ve dini yapıları ne olursa olsun soy,dil, töre, kültür, tarihsel yapıları bir olup, psikolojik olarak birbirine bağlı insan topluluğu.Türkçe’de kullanılan millet ve ulus sözcükleri tam olarak bu anlamı içermektedir. Millet, din ortaklıklarını daha ön planda tutan bir anlam içerirken Ulus ise, daha çok boy ve uruk anlamlarını içerir.Buna rağmen yakın zamana kadar millet, son zamanlarda ise ulus sözcükleri dilimize yer etmiştir. Oysa gerek günlük dilimizde gerek yazı dilimizde bu sözcüğün bir an önce kullanıma girmesi gerekmektedir.” |
BUDUNÇAR | (Budunçu-Yir) Sözcüğünün tam anlamıyla” Ulusçu”, “milletçi” “Oğuz Töresi”’ni yeniden gündeme getirip, yürürlüğe koyan kişi |
BUDUNÇİ | Buduncu, Ulusçu |
BUDUNÇİYİR | birl. Buduncu/Yir,yer toprak |
BUGA | Boğa |
BUGA | Boğa |
BUGAN | 1- Boğan 2- Alamet, işaret, iz |
BUGATEG | Boğa gibi güçlü |
BUGAY | 1-Afacan, ele avuca sığmayan 2- Buğu, ceylan |
BUGU | 1- Buğu, ceylan 2- Böcek, örümcek 3- Canavar |
BUGUR | Sürekli,devamlı, devamlılığı olan |
BUĞRA | 1- Genç aygır 2- Genç erkek deve |
BUĞU | 1- Ceylan, 2- Yavru geyik 3- Buhar |
BUĞUÇAN | Boğucu, boğaç |
BUKA | Boğa |
BUKAĞI | Kelepçe, atların ayağına takılan bir çeşit köstek |
BUKAN | (Mokan, Büken) Güçlü, yenilmez |
BUKUK | Tomurcuk, filiz |
BULAÇ | Bulucu, keşşaf, mucit |
BULAGAN | 1- Olgun, kamil 2- Bulan, bulucu |
BULAK | Göze, kaynak, pınar |
BULAR | Bulur, mucit |
BULASI | Ülkü, bulunması istenen |
BULÇA | 1- Bolluk, ganimet, bereket 2- Bulucu, mucit |
BULÇU | Bulucu, mucit |
BULÇUM | Keşif, buluş |
BULDAK | 1- Bulanık, karışık, karma 2- Kıyı, sahil |
BULDAN | Bolluk, refah |
BULDU | Önemli, değerli, az rastlanan |
BULDUR | 1-İri su damlası 2- Gözyaşı |
BULGAN | 1- Olgun,kamil 2- Bulucu, mucit |
BULGANÇ | Karma, kırma, karışık |
BULGAR | Karışık, bulanık, karışmış, içiçe girmiş |
BULGAŞ | Karışıklık, karmaşa |
BULMAZ | 1- olgunlaşmamış 2- Sakin, tembel |
BULMUŞ | 1- Olgun, erdemli, oturaklı 2- Keşşaf, mucit |
BULU | Anlayış, idrak, izan |
BULUÇ | 1-Bulucu 2- anlayış, fehim |
BULUG | 1- Keşif bölgesi, keşfedilen yer, bölge 2- Fidye, haraç |
BULUGAN | Bulan, bulucu |
BULUM | İrfan |
BULUNG | Bulunulan yer, yön, taraf |
BULUŞ | 1-Feraset, buluculuk 2- Manevi destek |
BULUŞGAN | Maharetli, becerikli |
BUMİN | 1- Merkez ordu, çekirdek ordu 2- Puhu kuşu |
BUN | Üzüntü, keder, bunalım, kendinden geçiş |
BUNAK | Bunlu, üzüntülü, kendinden geçmiş |
BUNALMIŞ | Üzgün, mahzun |
BUNG | Bun, keder |
BUNLUĞ | Bunlu, kederli |
BUNSUZ | Mutlu, huzurlu |
BURAK | Güçlü, yenilmez |
BURAN | Burmaktan…Burucu |
BURCU | 1- Buruk, burucu 2- Güzel ve keskin koku 3- Biber |
BURÇAK | 1- Nohutgillerden bir tahıl 2- İrmiklik buğday |
BURÇİGEN | Böü/Tigin Moğol ağzındaki söylenişi (Türk ağızlarında Kuzey’e çıkıldıkça T ”ler Ç’ ye dönüşür. Çigin, Tigin, Çengiz Tengiz vb.) Çengiz Kagan’ın aile adı. Uygur kökenli olup, sonraları kuzeye göç ederek,Moğol oymaklarının arasına karışmış bir oymak. |
BURÇİN | Dişi geyik |
BURÇUGİN | Özü sözü bir, güvenilir |
BURÇUK | 1- Tahta veya keçeden yapılmış küçük heykel 2- Varlık, servet 3- Çiçek, gül |
BURKA | Yüz örtüsü, fular (Tozdan ve fırtınadan korunmak için yüze takılan örtü) |
BURKAN | 1- Totem, heykelcilik 2- Hüzün, iç burkuntusu |
BURKE | 1-Burka 2- Berke, kamçı |
BURLA(Hatun) | Üzüm, üzüm salkımı |
BURTA | 1- Benek, ben 2- Altın tozu |
BURTAG | Burtak çakıllı, taşlı toprak |
BURUK | Kırgın, alıngan, mahzun |
BURUL | İçli, içten, samimi |
BURUNÇUK | Burulmuş, buruşuk |
BURUNDU | Atların terbiyesi için burunlarına takılan kıskaç |
BURUNGU | Geçmiş, mazi, hatıra |
BUŞKU | Telaş, heyecan |
BUYAN | (Bayan, Muyan) 1- Kut, baht, mutluluk 2- Sevap,hayır 3- Dayanıklılık, mukavemet |
BUYANDI | Kutlu, bahtı açık |
BUYRA | Kıvırcık, kıvrılmış, bürülmüş |
BUYRAÇ | Amir, buyuran |
BUYRAT | Engebe, engel |
BUYRUK | 1- Emir, buyruk, buyurma 2- Göktürkler döneminde vezir, (bakan) anlamına da kullanılmıştır. |
BUYURUK | Buyruk, emir |
BUZAÇ | Bozucu, bozguna uğratan |
BUZAN | Bozan, düşman birliğini dağıtan |
BÜBÜLÜK | Gül, konca |
BÜDENE | Bir bıldırcın türü |
BÜGÜ | 1- Büyü, sihir 2- Felsefe 3- ejderha |
BÜK | Kıyı, sahil |
BÜKE | 1- Genç kız, küçük hanım (Bike) 2- Bükü, ejderha |
BÜKE BADRAÇ | birl. Büke/Badraç Mitolojideki, yedi başlı ejderha |
BÜKEÇ | Güçlü, bükücü |
BÜKEY | Büken, bükücü, güçlü |
BÜKİN | Hanımcık, küçük hanım |
BÜKLÜM | Kıvrım, büküntü, saçak |
BÜKÜ | Ejderha |
BÜKÜŞ | Bükme eylemi, bükmek |
BÜLEK | Bilek |
BÜLTE | Demet, deste, top |
BÜNGÜ | Tos atmak, kafa vurmak |
BÜR | Gonca; gonca gül |
BÜRÇE | Kurt yavrusu |
BÜRÇEK | 1- Kurt yavrusu 2- Saç kıvrımı |
BÜRGE | 1- Kellik 2- Bahşiş, hediye |
BÜRKEV | Himaye,vesayet |
BÜRKÜT | 1- Bahşiş, hediye 2-Bir kartal türü |
BÜRÜM | Bürülmüş, katlanmış |
BÜRÜNCÜK | İpekten yapılmış, şal, fular |
BÜTE | 1- Fidan 2- Bütünlük |
BÜVET | Baraj, set, su seti |
BÜYÜ | Sihir, gizliyi bilme işi, bilgelik |
BÜYÜK | 1- Olgun, saygıdeğer 2- Bilge 3- Büyü, büyücü |
CABADAK | Hayret, şaşma |
CABALAK | Yabalak, yaygın |
CAĞIMDA | Yaratıcı, üretken |
CAĞIMDI | Lütufkar, iltifat eden |
CAĞLI | Namuslu, dürüst |
CAKŞI | Yakşı, yakışıklı, güzel |
CALMAN | Yalman |
CAMAN | 1- Yaman, 2- Kam, büyücü |
CAMANBAY | birl. Caman/Bay..Şamanist gelenekte, obanın büyücüsü,doktoru, kötü ruhları kovan kişi |
CAMUGA | (Camuka) Kızgın, asabi |
CANİK | Tüccar, ticaret erbabı |
CANKU | Meşveret |
CARIP | Yakın, dost, çok yakın arkadaş |
CARLIK | Yarlık, emir, ferman |
CARTI | Şık, alımlı |
CARUZ | Heyecan |
CATUK | Halim, haluk |
CAV | Gösteriş, afi, fiyaka |
CAVANKUL | Uygurlar döneminde ordunun sol cenahını ve oradaki askerlerin tümüne verilen ad |
CAVILDAK | Neşeli, şen şakrak |
CAVLI | Gösterişli, cafcaflı |
CAYMAZ | Cesur, kararlı |
CAYNAK | Pençe, Doğan pençesi |
CEBE | 1- Silah,ok, cephane 2- Zırh |
CEBEN | Gayretli, çalışkan |
CEBENOYAN | Cebe/Noyan |
CELASUN | (Çalasun) 1- Delikanlı 2- Cesur, savaşçı 3- Becerikli, eli tez. |
CELAYIR | (Çalayır) 1- Bilgin, gün görmüş, tecrübeli 2- savaşçı |
CELDEN | Yel, yel parçası |
CELME | Çalım, fiyaka, gösteriş |
CENGEL | Hafif, ince |
CENGİZ | Çengiz, Tengiz, Deniz |
CEREN | Ceylan, ahu, gazel |
CERKİN | Hısım, yakın |
CERKUDAY | birl. Yer/Kutay Eski dönem yerin kutsal ruhu |
CETİK | Yetkin, uzman, olgun |
CETİZ | Yetkin, becerikli |
CEYRAN | Ceren |
CIDA | Mızrak, kısa saplı mızrak |
CIGI | Şamanist gelenekte ,iyi ruh. Boy ve oymakları kötülüklerden koruduğuna inanılan ruh |
CILDUZ | Yıldız |
CILIMGA | Kağan ve Han’ların mektuplarını yazmakla görevli kişi |
CİBELİK | Sonsuz, sonsuzluk |
CİCİ | (Cicik, cicek) 1- Çiçek, gül 2- Konuk 3- Sevim, sevimlilik |
CİDAGU | Yetkin, yetenekli, becerikli |
CİDE | İri, uzun bir ağaç türü |
CİGA | Taç, gelin başı |
CİĞİL | Hafif, yeğni, kolay |
CİLMAYA | Türk mitolojisindeki efsanevi kanatlı at |
CİNGİL | 1- Galip, utkan 2- Güvenilir,sadık |
CİNGÜ | Zafer, utku |
CİVİL | İyi ruh, temiz , arınmış ruh |
COLAY | (Yolay) birl. Yol/Ay…Kazaklarda “ayağı uğurlu” kişiler için kullanılır. |
COLDA | Yolcu, yola çıkan |
CUCİ | 1- Cici, çiçi, cicik, çiçek, çuçu, çuçi 2- Konuk..Bu ad daha çok, beklenmeyen doğumlar sonrası kullanılır ve bu yüzden “konuk” anlamını içerir |
CULUM | Narin, nazik, hassas |
CUMUK | Yumuk, yumulmuş |
CUPAR | Parfüm, güzel koku |
ÇABA | Gayret, enerji |
ÇABACI | Gayretli, enerjik |
ÇABAK | (Çaba)1-Çabuk,çevik 2- Küçük bir göl balığı türü |
ÇABAR | 1- Çapar, davranır 2- Ulak, kurye, elçi |
ÇABUK | (Çapuk) Çapan, çaba gösteren, çabalayan |
ÇAÇA | 1- Savaş baltası 2- Gemici 3- Çiçi, çiçik |
ÇAGAVUN | Bal arısı |
ÇAĞ | 1- Zaman, vakit 2- devir, devran 3- su sesi, şırıltı |
ÇAĞA | Yavru çocuk |
ÇAĞAN | 1- Bayram, eğlence 2- Şimşek 3- gürz, çakan 4- Beyaza kaçan beyazımsı |
ÇAĞANAK | Çalgı, enstrüman |
ÇAĞAŞ | Kırlangıç |
ÇAĞATAY | birl. Çağ/Atay. 1-Çağının en ünlüsü 2- çağdaş, çağının ilerisinde |
ÇAĞDAŞ | Çağın insanı, aynı çağda yaşayan kişiler |
ÇAĞIL | 1- Su sesi 2- Çakıl taşı |
ÇAĞILDAK | Çağlayan, şelale |
ÇAĞILTI | 1- Su sesi, suyun taş ve kayalara çarparken çıkarttığı ses |
ÇAĞIN | 1- Şimşek , çakın 2- Gürz, topuz |
ÇAĞIR | Çağırı, çağrı |
ÇAĞIRGAN | Çağıran, davetkar |
ÇAĞLA | 1- Namuslu, dürüst 2- Erik türlerinden bir yemiş |
ÇAĞLAK | 1- Namuslu, dürüst 2- Çağlayan, şelale |
ÇAĞLAR | Şelale, çağlayan |
ÇAĞLASUN | Dürüst |
ÇAĞLAV | Dürüst |
ÇAĞLAYAN | Şelale |
ÇAĞLAYIK | Şelale |
ÇAĞLI | 1- Dürüst 2- Yakışıklı, güzel |
ÇAĞLIN | Meşhur ve liyakat sahibi |
ÇAĞRI | 1- Mesaj, davet 2- Doğan kuşu, doğanın bir çeşidi |
ÇAĞRUK | Katı, sert |
ÇAKA | 1- Savaş baltası 2- Çakı 3- Fiyaka, çalım, gösteriş |
ÇAKALOZ | 1- Fener 2- İlkel bir top silahı (Top mermisi yerine çakıl taşı atan) |
ÇAKAN | 1- Gürz,topuz 2- Şimşek |
ÇAKAR | 1-Deniz feneri 2- gürz |
ÇAKI | Kesici, yontucu küçük bıçak |
ÇAKICI | 1- Çakma eyleminde bulunan 2- Çakı ustası |
ÇAKIL | Çakıl taşı |
ÇAKIN | 1- Şimşek 2- Kıvılcım |
ÇAKIR | 1- Doğan türü bir avcı kuş 2- Gürz 3- Şarap, içki |
ÇAKIRCA | Doğan türü bir avcı kuş |
ÇAKIRCI | Eskiden saraylarda, özel olarak doğan terbiyeciliği yapanlara verilen bir sıfat |
ÇAKMAK | ..Çak kökünden türeyen, vurmak, kesmek, bölmek eylemi için kullanılan bir sözcük |
ÇAKMUR | Tutumlu, eli sıkı |
ÇAKTU | İri yapılı, gösterişli |
ÇAL | Kılıç darbesi, darbe, vuruş |
ÇALAP | Ulu ruh, Kadiri mutlak (Eski dönem Tanrı sıfatlarından) |
ÇALGAR | Çalıcı, vurucu |
ÇALGIÇAY | Taştan yapılmış el değirmeni |
ÇALIK | 1- Silahşör, iyi kılıç kullanan 2- Çelik 3- Mesaj, haber 4- Haşarı, yaramaz |
ÇALIM | 1- Gösteriş, fiyaka, kurum 2- Kılıcın keskin tarafı |
ÇALIMLU | Gösterişli, çekici |
ÇALIN | Çiğ, jale |
ÇALIŞ | Azim, ceht |
ÇALIŞGAN | Çalışkan, işgüzar |
ÇALKARA | Doğan türü bir avcı kuş |
ÇALKIN | Darbeci, hamleci, vurucu |
ÇALMA | Maden üzerine yapılmış oyma, işleme |
ÇALMAN | Çalıcı, vurucu |
ÇALUK | Çalık |
ÇAM | Bir ağaç türü |
ÇAMUR | Sazlık, bataklık |
ÇANAYAZ | Berrak, billur |
ÇANDAR | Karışık, karma |
ÇANDIR | Karışık |
ÇANGA | 1- Soylu 2- Pençe |
ÇANGAL | 1- Çok sık ağaçlı bölge 2- Budaklı ağaç |
ÇAPAN | 1- Ulak, haberci 2- Enerjik,- çalışkan 3- iş elbisesi, eski giysi |
ÇAPAR | 1- Enerjik, çalışkan 2- Giysi 3- Saldırgan 4- ulak, haberci |
ÇAPGIN | Enerjik, koşan, ardından giden |
ÇAPGUR | Tufan, afet, deprem |
ÇAPIN | Atak, hücum, savlet |
ÇAPITGAN | Saldıran, saldırgan |
ÇAPLAN | Bir şahin türü |
ÇAPLI | Şahin türü bir avcı kuş |
ÇAPTI | Koşan, seğirten |
ÇAPTUĞ | Ünlü, çok tanınan |
ÇAPUL | Çap…mak kökünden, vuran, saldıran, alıp götüren vb. eylemlerin tümü |
ÇARDU | Cinli, perili |
ÇARMAGUN | Görevli, görevlendirilmiş , emir almış |
ÇAŞKA | Sabi,bebek, yavru |
ÇAŞUT | Haberci, muhbir, ajan |
ÇAT | Yansıma, yayılma, ün |
ÇATAK | Çatal, çatallı, iki kollu değnek |
ÇATAL | İki kollu, iki kola ayrılmış nesne |
ÇATGAL | 1-Yüksek dağlık bölge 2- Çatal |
ÇATIK | Çatılmış, tersleşmiş |
ÇATLI(ğ) | 1-Ünlü, tanınmış 2- Gözü kara, cesur |
ÇATUK | Bıçak sapı yapılan bir ağaç türü |
ÇAV | Ün, şöhret, yansıma, duyuru, bildiri |
ÇAVA | Ünlü, tanınmış |
ÇAVAŞ | Ünlü, tanınmış |
ÇAVLAK | Çağlayan, şelale |
ÇAVLAN | Çağlayan |
ÇAVLI | 1- Ünlü,meşhur 2- Doğan yavrusu |
ÇAVUDUR | İyi üne ve şöhrete sahip olan |
ÇAVUNT | Ün, şöhret |
ÇAVUŞ | Bilgi veren, bilgi götüren, bilgi dağıtan (Çav…kökünden) |
ÇAVUT | Duvar, sütun |
ÇAY | Dere, ırmak |
ÇAYAN | 1- Dövülmemiş, dökme demir 2- İşlenmemiş ham demir |
ÇAYLAK | Kuyruğu uzun ve çatallı bir avcı kuş |
ÇAYLAN | 1-Dere kenarı 2- Çağlayan |
ÇEBER | 1- Usta, mahir 2- Hoş, latif |
ÇEBİ | (Çepi,çepni) 1- Sert bakışlı 2- Usta eli yatkın, yetenekli 3- Cebe, çebe, silah |
ÇEKEN | Cazip, cazibe, çekicilik |
ÇEKİM | Cazibe, çekicilik |
ÇEKİMLÜ | Çekimli, cazibeli |
ÇEKLİ | Armağan, hediye, düğün hediyesi |
ÇEKMERGEN | Nişancı, iyi vuruş yapan, silahşör |
ÇELEK | Bülbül, güzel öten bir kuş |
ÇELEN | 1- Becerikli, çalışkan 2- Fettan, yanıltıcı |
ÇELİK | (Çelük,çuluk) Gücü arttırılmış sert demir |
ÇELİKTEN | Çelik parçası |
ÇELİM | Beden, endam, gösteriş |
ÇELME | 1- Çalma 2- Başa örtülen bez (Bandana) |
ÇENGİN | Gösterişli, dikkat çekici |
ÇENGİZ | Deniz |
ÇENGŞİ | Mucize, olağanüstülük |
ÇEPEN | Hatip, iyi konuşan, güzel söz söyleyen |
ÇERÇİ | Ulak, haber, bildiri ulaştıran kişi |
ÇERİ(Ğ) | Asker, savaşçı, toplanarak bir araya gelmiş erat |
ÇEVEN | Çevre, muhit |
ÇEVGEN | Cirit, değnek |
ÇEVRİ | Çeviri,girdap, anafor |
ÇEVRİM | 1- Girdap, anafor 2- Çevre, muhit |
ÇIDAM | Dayanıklılık, metanet |
ÇIDAMLI | Metin, dayanıklı |
ÇIDIK | Güç, dayanıklılık |
ÇIGAY (Çığay) | 1- Fakir, varlıksız 2- Kurt yüzlü, kurt bakışlı |
ÇIĞ | 1- su damlası, kırağı 2- kar yığını, kar topu |
ÇIĞAL | Omuz, omuz başı |
ÇIĞIN | Çıkın, bohça |
ÇIĞIR | 1- Çağ, devir 2- çığın açtığı yol 3- Dar yol, patika |
ÇIĞLA | Saf, halis |
ÇIĞLAN | Saf, halis |
ÇIĞRI | 1- felek 2- melodi |
ÇIKAN | 1- kaynak, kaynarca 2- yeğen, hala çocuğu |
ÇIKMAK | 1- çıkma eylemi 2- Kaynak 3- çakmak |
ÇILDIM | Seri- hızlı, enerjik |
ÇIMRIN | Aktif, faal |
ÇIN | (çin, çine) sağlam, dayanıklı, güvenilir |
ÇINAK | 1- sevap, hayr 2- güvenilir,sadık |
ÇINDAN | sandal ağacı |
ÇINGAY | Özü, sözü bir, sözüne güvenilir |
ÇINGILIÇ | birl. Çın(sağlam, dayanıklı) Kılıç |
ÇINGIR | 1- Kopuza benzeyen bir saz 2- Çıngırak |
ÇINTAY | Soylu, güvenilir |
ÇIRAY | Yüz, eda, çehre |
ÇIRGANIŞ | Zevk, haz, tat |
ÇITIRKI | Işık, nur, ziya |
ÇİBEK | Atmaca türü bir avcı kuş |
ÇİÇEK | 1- Gül, gül çiçeği 2- Cici, cicik |
ÇİÇİKAĞAN | birl. Çiçi/Kağan. Hun Kaganı (Ulusçuluğu, devlet siyasetine sokan ve bunun savaşını veren kişi) |
ÇİGAN | Yoksul, fakir |
ÇİGEN | Gayretli |
ÇİGENDİK | Gayretli, çalışkan |
ÇİGER | 1- Gayret,azim 2- Çökertiş,çökertme |
ÇİGERMİŞ | Çökertmiş, düşmanı bozguna uğratmış |
ÇİGİL | Olgun,gelişmiş, olmuş |
ÇİGİLVAR | Kısa ve küçük ok, özel ok |
ÇİĞDEM | Yaban çiçeği, (Itır çiçeğinin Türkçesi) |
ÇİL | Dağ tavuğu |
ÇİLDE | Kış mevsiminin en soğuk dönemi |
ÇİLDU | Hızlı, seri, çabuk |
ÇİLEN | 1- Çığ 2- Jale 3- Bir dağ çiçeği |
ÇİLENTİ | Çığ, jale |
ÇİMÇİK | Saf, masum |
ÇİNE | (Çin) 1- Sadık, güvenilir 2- Öz, soy 3- Kurt, kurt yavrusu |
ÇİNKAY | Sözüne güvenilir, özü sözü bir |
ÇİPLİ | Narin, ince yapılı |
ÇİRAY | Yüz, çehre, eda |
ÇİT | Çizgi, sınır, limit |
ÇİTER | birl. Çit/Er (sınır muhafızı) |
ÇİZGEN | Saban izi, karasabanın tarlada açtığı yol |
ÇİZİM | Resim figürü |
ÇOBAN | 1- Elinde cop (değnek, sopa) olan 2- Muhtar, oba beyi |
ÇOBAR | Değnekli, değnek taşıyan |
ÇOBAYIKMIŞ | Gönül kırıcı, haşin |
ÇOGA | Vahşi hayvan |
ÇOGAY | Yoğun, kesif |
ÇOĞAŞ | 1- Debdebe, şaşa 2- Vahşi hayvan yavrusu |
ÇOKAN | 1- Gürz, topuz 2- Hayvan yavrusu |
ÇOKU | 1- Debdebe, şaşa 2- Bolluk, bereket |
ÇOLAK | (Çalak) Silahşör, iyi kılıç çalan |
ÇOLBANAK | 1- Uzak görüşlü 2- Törenin dışında kalan 3- Nikahsız ilişkiden doğan çocuk (Hakas Türklerinde) |
ÇOLDU | 1- Bahşiş, mükafat 2- Ganimet |
ÇOLPAN | 1-Kuzey yıldızı 2- Uzak görüşlü 3- Tanıdık, bildik, aşina |
ÇOMAK | 1- İri ve yuvarlak değnek 2- Bir ucunda topuz bulunan sopa, silah 3- İnanmış, inançlı |
ÇONGAR | Gürültü, şamata, nara |
ÇOPUR | Geyik ve karaca yavrusu |
ÇORA | (çura, çur) 1- Yerin kutsal ruhu 2- Cin, peri 3- Ruh |
ÇORAMAN | Cinli, perili |
ÇORLU | Cinli kötü ruhların etkisinde kalan kişi. Bu ad Şamanist gelenekten gelen bir ad dır.Eskiden bunalımlı ve toplum tarafından hoş karşılanmayan kişiler için bu ad verilirdi ve bu kişiler Kam ve Baksılar tarafından tedavi edilmeye çalışılırdı) |
ÇOTAK | Kabza, kılıç kabzası |
ÇOTUR | Kabza, kılıç kabzası |
ÇÖKERMİŞ | Çökertmiş, düşmanı bozmuş |
ÇÖKLÜ | Soylu, asil |
ÇÖKÜL | Irmakların taşarak vadilere bıraktığı tortu |
ÇÖMÇE | Ağaçtan oyulmuş su kabı |
ÇÖZELİ | Kıpçak, merkezden uzakta olan |
ÇÖZELTİ | Ayrılış, kopuş, firak |
ÇUBAN | Çoban, muhtar, obabaşı |
ÇUÇU | Şair, şairane konuşan |
ÇUĞA | (çuka) 1- Yürekli, cesur 2- Arınmış, duru 3- narin |
ÇUĞAY | Narin ve alımlı kız |
ÇULÇU | Serçe, Turgay kuşu |
ÇULUK | 1-Çelik 2- çalık, kılıç çalan 3- aceleci, heyecanlı |
ÇURAN | Ruhlarla ilgilenen |
ÇUTUR | Kılıç kabzası |
ÇUVAŞ | 1-Sakin, rahat 2- dindar, dünyaya değer vermez |
ÇÜCEN | Akıllı, aklını kullanan |
ÇÜNÜK | Çınar ağacı |
DADAK | değme, dokunma, tatma |
DADAL | Tat alan, sezen, farkına varan |
DAĞ | (Tağ,tağ,tak,tav) Dağ…mec. genişlik, büyüklük, ululuk,heybet |
DAĞAÇA | Dağ gibi heybetli |
DAĞER | Kıymet, para, nafız |
DAKAK | Ucu ataşli ok |
DAL | 1-Ayrı, bölünmüş 2- saldırı, büyüme, yayılma 3- batma, çıkma 4- yalınlık, çıplaklık |
DALAN | koridor, dehliz |
DALAŞ | Döğüş, karşılıklı saldırı |
DALAY | (Talay) Genişlik, ululuk, sonsuzluk mecaz eden, asıl anlamı , büyük deniz, okyanus |
DALBAY | 1- Vasi, ardına sığınılan kişi 2- Çuhadan yapılmış şapka |
DALBOY | Vasi, ardına sığınılan kişi |
DALKILIÇ | birl. Dal/Kılıç mec. Zırhsız ve korunmasız |
DALKIRAN | Kırıcı, ayırıcı |
DAMLA | Su damlası , tane |
DANA | İnek yavrusu, iki yaşındaki genç inek |
DANİŞMAN | Müşavir, bilgi ve tecrübesine danışılan kişi |
DANSIK | (Tansık) Olağanüstü, fevkalade |
DARGA | Vali, üst düzey, bürokrat |
DARGUN | Alıngan, kırılan, narin |
DARI | 1- Bir tahıl türü 2- sıkı, sıkıntı, zorluk |
DARICA | 1- Darı gibi, darı niteliğinde mec. Bereketli 2- sıkı, sıkıcı, zorlu |
DARSIK | Öfkeli, hiddetli |
DARUKA | (Darga) Vali, yönetici, bürokrat |
DARULGAN | alıngan, nazlı |
DAŞKI | Taşkı, taşmış, dışarı çıkmış, dışarıda olan |
DAYAK | Değnek, baston, dayanılan nesne |
DAYANÇ | 1- Dayanak, destek, güven 2- Dayanma gücü tahammül |
DAYANGAN | Dayanıklı, metin |
DAYANGI | Köşe minderi |
DAYAR | Hazır, hazırlıklı |
DEBRET | Kımıldayış, devinim |
DEĞERBİLİR | birl. Değer/Bilir Kadirşinas, vefalı |
DEĞERLÜ | Değerli, kıymetli |
DEĞİRMİ | Çevreli, yuvarlak, toparlak |
DEĞNEK | Dayanak, dayanılacak nesne |
DELİ | Usu gitmiş, azmış, dellenen, mec.gözü kara, yiğit |
DEMİR | Demir madeni |
DEMİRAĞ | Zırh, örgülü göğüslük birl. Demir/Ağ |
DEMİRDEN | Demir parçası |
DEMİRDÖĞEN | birl. Demir/Döğen mec. Acı kuvvet sahibi |
DEMİRGEN | 1- Demir, ham demir 2- temren, okun ucundaki demir parçası |
DEMİRHAN | birl. Demir/Han |
DENERİ | Dikkat, itina |
DENGİZİK | Denizcik, küçük deniz, göl |
DENİZ | Deniz, büyük göl |
DENLİ | Edepli, terbiyeli |
DEPEGEN | Tekmeleyen, iyi tekme atan |
DEPREM | Zelzele, sarsılma, kımıldama (Kişisel görüşüme göre bu ad çocuklara deprem sırasında yada deprem felaketi sonrası yaşanan, çileli günler sırasında doğan ve o günlerin anısına verilen bir addır.) |
DERİN | Derinlik…den mec. Olgunluk, bilgelik |
DERMEK | Dirilik, canlılık, bir arada tutmak |
DERNEK | Eğlence, toy, birliktelik |
DEVİN | Hareket, kımıldanış, davranış |
DEVRİM | Devirme, yıkma, devirip yerine geçme,..ihtilal |
DEYİM | Söyleniş, darbımesel |
DEYİŞ | Söyleyiş, şiirsel anlatım, ozan dili |
DIVRAK | Yakışıklı, alımlı, civan |
DİBEK | 1- Ağaçtan oyulmuş büyük havan 2- Yayık ağaç |
DİK | 1-Yükseklik, yükseliş 2- kararlılık, yıkılmazlık, caymazlık 3- inat |
DİKEÇ | Sütun, dikil, dikilmiş |
DİKMEN | İnatçı, kararlı |
DİLEK | Dil ile istenen, dile getirilen istek, arzu, murat, dilek |
DİLER | Dileyen, dileyici |
DİLİM | kesik, bölüm, bölünmüş, biçimlenmiş |
DİNÇ | Zinde, sağlam, dirençli |
DİNLER | Terbiyeli, munis, muti |
DİP | Baht, Talih |
DİPÇİN | 1- Bahtı açık 2- Sağlam, dayanıklı |
DİREK | 1- Dirilik, sağlamlık, ayakta kalmak 2- Temel, dayanak 3- Vezir,bakan |
DİREN | Direnç, karşı koyuş, dirilik |
DİRENÇ | Direnme gücü |
DİRENGEÇ | Destek, dayanak |
DİRGEN | 1-Dirilik,2- harmanda kullanılan demir çatal |
DİRİ | (diri, dirik, Tiri, tirik) Can, ruh, canlılık, canlı |
DİRİL | Can, ruh, tin |
DİRİM | Yaşam, sağlık, canlılık |
DİRLİG | Yaşam, hayat |
DİRSE | Derse, söylerse, konuşkan |
DİZİK | (dizi) Kolye, takı |
DİZLEK | Hazır cevap, konuşkan |
DODURGA | 1- Dolgun, doyumlu 2- doyuran, doyurucu 3- açık, net, berrak |
DOĞA | 1- Tabiat,doğallık, ortaya çıkış 2- Huy, yaradılış, fıtrat |
DOĞAN | 1- Soylu bir av kuşu 2- Doğmuş, olmuş, ortaya çıkan |
DOĞRU | Dürüst, yalansız, sözüne güvenilen |
DOĞRUL | 1-Doğruluk, dürüstlük 2- Ayakta duran, dirençli |
DOĞU | Güneşin doğuş yönü |
DOĞUÇ | Doğuş,doğma, ortaya çıkış |
DOĞUDAN | Doğulu, doğu yönünden gelen |
DOĞUŞ | Doğma, ortaya çıkış |
DOKUNAK | Dokunuş, değiş, mec. Ağır, mahsun,yürek sızlatan, yüreğe dokunan |
DOKUNÇ | Dokunak, hüzün |
DOKUZ | Dokuz sayısı, Türklerin en çok eskilerden beri uğurlu sayılarındandır |
DOKUZ ARKA | Dokuz/Arka (…Eski dönemlerde soyluluk gösterme ve belli etmesi açısından, bir kişinin babasından itibaren geriye doğru dokuz atasının sayılıp açıklanması..) |
DOLANDI | Dolanan, gezgin |
DOLU | 1-Bilgin, tecrübeli, öğretmen 2- Bütün, tam, eksiksiz 3, Şamanist gelenekte ve Alevi_Bektaşi gelenekte, içki, şarap 4- kısa süren, iri taneli yağmur |
DOLUN | Tam, bütün, eksiksiz |
DOLUNAY | Ayın on dördü, ayın en güzel hali |
DOMANİÇ | 1-Dumanlı bölge 2- Tümsek, engebeli arazi |
DOMURCUK | Gül, tomurcuk |
DONAT | Giyim, kuşam, zenginlik, cömertlik |
DONATMIŞ | Giydirip, kuşatmış, sevindirmiş, cömertlik göstermiş |
DONATUR | Cömert, eli açık, bağışlayıcı |
DONSUZ | Çıplak, fakir, varlıksız |
DORA | Doruk, zirve, şahika |
DORAN | (Duran) Diri, canlı, yaşayan |
DORU | 1- Doruk, zirve 2- Kara ile kızıl arası renk (At rengi) |
DORUK | Zirve, uç, şahika |
DOYMADUK | Doyumsuz, sevilmeye doymayan, doyulmayan |
DOYUM | 1- Doymak, tatmin 2- Ganimet, bereket |
DOYURAN | mec. Cömert, hayr sahibi, iyilik sever |
DÖĞEN | 1- Dövüşçü,döven 2- Ekin saplarını ezmeye yarayan, altında çakmaktaşı bulunan geniş tahta |
DÖĞER | 1- Döver 2- değer, kıymet 3- Kalın, enli bir ağaç |
DÖĞERLİ | Değerli |
DÖĞÜŞ | Dövüş, savaş, kavga |
DÖĞÜŞGEN | Kavgacı, savaşçı |
DÖKÜMHAN | birl. Böküm/Han 1- Dökmekten döküm 2- Düğüm, bağ |
DÖLEK | 1- Çok döl veren 2- Koyunun kuzuladığı yer 3- İtibarlı, saygıdeğer, maharetli |
DÖLEN | Muti, sevgi gösteren |
DÖNDER | (Döne, döndü gibi “dönmek” fiilinden türetilmiş, çocukları ölen ailelerin, yeni çocukları olduğunda kullandıkları adlardan) |
DÖNDÜ | Dönüş yapan (Reenkarnasyon) çocukları ölen ailelerin verdiği adlardan |
DÖNGEL | Saat |
DÖNGÜ | Dönüşüm, başa dönüş |
DÖNGÜN | Dargın, gönlü kırık |
DÖNMEZ | Kararlı, cesur, azimli |
DULAK | Dolu, olgun, tecrübeli |
DUMAN | 1- Sis, kırağı 2- ateşten çıkan gaz |
DUMLU | 1- dumanlı, sisli bölge 2- Soğuk ve ayaz alan yer |
DUMRUL | 1- Okun sivri ucu 2- Başı dumanlı, efkarlı |
DURA | (Durak) 1- yaşam, hayat 2- Sağlamlık, dayanıklılık, kalıcılık 3- ev, yaşanılan yer, barınak (Bu ad, çocukları ölmüş ailelerin yeni çocukları olduğunda yaşamda kalıp uzun yaşaması ve sağlıklı olması dileğini içeren adlardandır ve çok eskilere dayanan bir gelenekle bu gün de sürdürülmektedir.Durak, Dursun, Durmuş, Durdu, Yaşar, Tokta, Tok, Toka, Toktamış, Turan vb. adlar da hep aynı psikoloji ve geleneğin ürünüdür. |
DURAK | (Dura) Yaşam, hayat |
DURAN | (Turan) Durucu, kalıcı, yaşayan, canlı |
DURCU | Durucu, kalıcı canlı |
DURDU | 1- Duran, kalıcı, canlı, yaşayan 2- Yaşam, hayat |
DURGAÇ | Durak, durulan, yaşanılan yer |
DURGUN | 1- Durulmuş, süzülmüş, arınmış 2- Sakin, sükuna ermiş, kendi halinde |
DURMUŞ | 1- Duran, yaşayan, canlı 2- Yaşam, hayat |
DURSUN | Durması, yaşaması istenen |
DURU | 1- saf, sade, berrak 2- Duran, durgun |
DURUK | Duru, durucu |
DURUL | 1- Sükun bulmak, huzura kavuşmak 2- Günahsızlık, arınmışlık |
DURULCA | Masum, günahsız |
DURULMAZ | Afacan, yaramaz |
DURULMUŞ | Tatminkar, sakin |
DURUM | Yaşam, hayat, süreğenlik, duruş |
DUVA | (Düve) |
DUVAK | Örtül kapanmış, gelin başı |
DUVAN | (Doğan) |
DUYAN | Duyucu, hissedici |
DUYAR | Duyarlı, hisli, duygulu |
DUYARI | Duyarlılık, hislilik |
DUYGU | His, duyum |
DUYUŞ | Duyum, hissediş, duyarlılık |
DUYUŞAN | Duyan, hisseden |
DÜĞÜN | (Töğün, Toygün) Toy günü, yemekli eğlence |
DÜŞ | Rüya, aniden ortaya çıkış |
DÜŞELGE | Pay, hisse |
DÜŞERGE | Miras, pay |
DÜŞÜNGÜ | Düşünerek üzülme, kafaya takma, üzülme, teessür |
DÜVE | 1- Genç inek, dananın büyüğü 2- Döven, dövüşçü |
DÜVECİ | Dövücü, dövüşçü |
DÜVEHAN | birl. Düve/Han |
DÜVEN | (Döven) |
DÜYECİ | Dövüşçü, döğüşçü |
DÜZ | (Tüz) 1- Doğru, doğruluk, gerçek 2- Soy, kök, döl 3- Kural,kaide |
DÜZE | Düzen, uslup, tarz |
DÜZEN | Kural, kurallar bütünü |
DÜZGE | Süs, makyaj |
DÜZGÜN | 1- Düzülü, düzenli, muntazam 2- Gidişat, teamül |
EBİN | Evin) Tane, öz |
EBİNÇ | Refah, huzur |
EBİRİ | Erim, erdem, fazilet |
EBREK | Dayanıklı, sebatkar |
EBREN | 1- Evren, kainat 2- Felek, talih |
EBRET | Ayrılım, ihtilaf |
EBRÜK | Dayanıklı, sebatkar |
ECE | (Eçe) |
ECEVİT | 1- Çalışkan ,, aktif 2- haşarı, yaramaz |
EÇE | 1- Dahi, çok akıllı, çok zeki 2- Saygıdeğer, görgülü hanım |
EÇİNE | Doğru sözlü, sözüne güvenilir |
EDE | (Edi, Ata) Atalık, hatırı sayılan, sözü dinlenen kişi |
EDERKON | birl. Ede/Kon (Konmaktan can, ruh) |
EDGÜ | 1- İyi, güzel, hoş 2- Adil, adaletli 3- Eğitmen, öğretmen |
EDGÜDİ | 1- Eğitici, öğretici 2- İyi, ala |
EDİ | Eda, ata, saygıdeğer ulu kişi |
EDİGE | 1- İyi, iyi kalpli 2- öğretmen |
EDİK | Kısa konçlu çizme |
EDİL | (İdil,etil, atil) iyilik, güzellik |
EDİZ | 1- Kıymet, kıymetli 2- Yüksek, Yükselmiş |
EGE | (Eke,Öke)1- Dahi, çok akıllı 2- Egemen, sahip 3- Bakıcı, eğitici |
EGEMEN | 1- Hakim, sahip, kendinden başkasını dinlemeyen, buyrukçu 2- bilge kişi, dahi. 3- ağa, ağabey |
EGİT | Göz değmesi ve nazara karşı göz kenarlarına sürülen bir ot |
EĞBER | Eğri, eğrilmiş |
EĞİLMEZ | Gururlu, mağrur, dik başlı |
EĞİN | Eğirilmiş |
EĞİR | 1- Sarış, çeviriş, kuşatma 2- bükme, kıvırma |
EĞNEZ | Narin, zayıf, ince |
EĞREK | Sık, bol |
EĞRİ | Eğik, bükük mec. Saygılı, alçak gönüllü |
EĞRİM | Pınar, göze, küçük çağlayan |
EKE | 1- Dahi, çok akıllı 2- Sahip, egemen 3- bakıcı, eğitici |
EKEÇ | Cana yakın ve çekici kız |
EKELİK | Deha, kıymet |
EKİM | 1- Ekin ekme eylemi 2- Yarım, ziraat |
EKİN | 1- Mahsul, tarla ürünü 2- tarlaya ekilip olması beklenen her türlü bitki |
EKİNCİ | 1-İkinci (erkek, ya da kız) 2- Rençber, çiftçi |
EKSÜK | Azlık, yokluk, yoksulluk |
EKŞİ | Eksi,eksik, azlık, yokluk |
EL | 1- İl, Ülke, Memleket 2- İlgi, bağlantı 3- Barış, Sukunet 4- Kolun, bilekten aşağısı |
ELA | (Ala) Renkli alacalı |
ELBAN | (İlban) Devletçi, devletine bağlı, sadık |
ELBİR | birl. El/Bir mec. Elbirliği, işbirliği, imece |
ELCEK | 1- Ekin biçme aracı 2- Munis, sessiz |
ELÇİ | 1- Devletine bağlı, devletçi 2- Devleti adına aracılık eden, haberci, temsilci |
ELÇİK | Eldiven |
ELÇİM | Demet, tutam |
ELÇİN | 1- Demet, bağ, buket 2- Ekin biçerken kullanılan bir alet 3- Devlet görevlisi, devletine bağlı |
ELDEK | 1- basiret, kabiliyet, eylem gücü 2- Yedek, elde bulunan |
ELDEM | 1-Alışkın, yetişkin 2- Sevimli, cana yakın 3- evcil koyun |
ELDÜZ | birl. El/Düz Yurtsever |
ELEZ | (Eliz)Arı,duru, temiz, munis, uyumlu |
ELGAY | Yurtsever |
ELGİN | 1- Konuk, öncelik verilen kişi 2- Gurbetçi, yurdundan uzak |
ELGÖRMÜŞ | Gezgin, seyyah |
ELGÜN | Halk, avam, halktan kişi |
ELİBOL | Cömert, eli açık, sahi |
ELİK | Usta, eli yatkın |
ELİŞ | Usta, maharetli |
ELİTAŞ | Cimri, eli sıkı |
ELİTEZ | Becerikli |
ELKATMIŞ | birl. El/Katmış Ülke fethetmiş, algan |
ELKİN | 1- konuk 2- Yolcu |
ELÖVER | Yurtsever |
ELTUTAR | birl. 1- El/Tutar mec. Yardımsever, hayırşinas 2- Fatih, Algan |
ELVEREN | Olgunlaşan, yeterlilik kazanan |
EMÇİ | Doktor,eczacı |
EMEÇ | Amaç, gaye |
EMEK | 1- Gayret, cehd, zahmet 2- Güç, enerji |
EMEN | 1-Can, ruh, hayat 2- Ağaç dikmek için açılan çukur 3- meşe ağacı |
EMET | Sınır, mesafe |
EMGEK | Emek, zahmet, güçlük |
EMLEK | Duygulu, merhametli |
EMRE | (İmre) Düşkün, aşık, hayallerle yaşayan |
EN | (Yen)1- Derinlik, genişlik 2- Av 3-Kıyı 4- Arka |
ENÇU | Sükun,huzur,ruh derinliği |
ENDEŞ | Eşit, müsavi |
ENEÇ | Meyil, meyilli |
ENGİN | 1- Genişlik, derinlik, yayıklık 2- ufuk, ufuk çizgisi |
ENİCUK | Hısım, kavim- kardeş |
ENİK | (enük, enek)Genişçe, yayık |
ENİŞ | (Enuş) 1- İniş, yokuşun karşılığı mec. Rahata ve huzura erme 2- Uçlarda, ekstrem |
ENKİŞ | Tecrübeli, deneyimli, olgun |
ER | 1- Olgun,olmuş, ergin, yetişkin erkek 2- Asker, çeri |
ERÇE | birl. Er/Çe…Erkeğe yakışır biçimde |
ERÇİN | Ülkenin idari bölümlerinden her biri (İl, ilçe, kasaba vb.) |
ERDEM | ( Ertem) Fazilet, bilgelik, yücelik, hünerlilik |
ERDEMÇİ | Erdem sahibi |
ERDEMLÜ | Erdem sahibi |
ERDEN | Er parçası, erden olma |
ERDİN | Ermiş, olgun |
EREK | Erişilmek istenen, ülkü, hedef |
EREKLİ | (Ereğli) Ereği olan |
EREM | Müjde, iyi haber |
EREN | 1- Olgun, 2- Hür, bağımsız 3- Din ile bütünleşmiş |
ERENTÜZ | birl. Eren/Düz |
EREZ | 1- Erişilen, mutlu olunan 2- Cesur, gözü kara, dayanıklı |
ERGEN | Olgun, deneyimli |
ERGENE | 1- Güçlülük, egemenlik 2- Maden dağı 3- Dağlar arasındaki geçit |
ERGENEKON | 1- Maden dağı 2- Dağlar arasındaki yurt |
ERGİ | Eriş, olgunluk, deneyim |
ERGİL | 1- Bilgili, deneyimli, yetişkin 2- Savaşçı, cengaver |
ERGİN | 1- Ermiş, olgun, irfan sahibi 2- Savaşçı, cengaver |
ERGUN | 1- Yumuşak huylu kişi 2- Hızlı koşan at 3- Argun |
ERİK | Ermiş, olgun, bilge, filozof, becerikli |
ERİKEN | Ermiş, olgun, bilge |
ERİM | 1- Müjde, iyi haber 2- Felsefe, derin bilgi 3- Vade, zaman |
ERİNCİK | Mahçup, utangaç |
ERİNÇ | 1- Olacak, olması gereken, kaçınılmaz sonuç 2- Nimet, bolluk |
ERİŞ | Gaye, erişilmesi istenen |
ERİŞEK | Ülkü, gaye |
ERİŞEN | Ulaşan, vasıl olan |
ERİŞKİN | Olgun, kamil, ermiş |
ERK | 1- Güç, kudret 2- İktidar, erklik, hükümranlık 3- Bağımsızlık,egemenlik |
ERKE | 1- Egemen, güç 2- İşve, naz, cilve 3- Çekicilik, çekiciliği kullanma istek ve yeteneği |
ERKELİ | Egemen |
ERKEM | Nazlım, işvelim, edalım |
ERKİ | 1- Güçlü, egemen, erke 2- Atik, çevik |
ERKİN | 1- Bağımsız, otorite tanımaz 2- Başına bıuruk, kendi bildiğini okuyan 3- Sürekli, süreklilik |
ERKİNDİK | Erkinlik, bağımsızlık, hürriyet |
ERKLİG | Egemen, kuvvetli, şevkatli |
ERKMEN | 1- Bağımsız, başına buyruk 2- Bekar, evlenmemiş |
ERLİK HAN | birl. Erlik/Han |
ERMAN | 1- Erdemli, güç, mert 2- Kutsal, mukaddes |
ERMİŞ | Olgun, müdrik |
ERNEK | Küçük parmak, serçe parmağı |
ERSE | Ermesi, olgunlaşması istenen |
ERSİN | 1- Uzun ömürlülük dileği 2- Olgunluk, bilgelik dileği |
ERSÜ | Fazla, çok fazlalık |
ERTE | 1- Seher, şafak 2- Yarın, gelecek, sonraki, halef |
ERTEGİ | Destan, lejant |
ERTEN | Tan, şafak |
ERTİK | Meslek, sanat |
ERTİM | Olgun, erişkin, bilge |
ERTİN | 1- Mahsun, hüzünlü 2- Kendine yeten |
ERTİNGÜ | 1- Olağanüstü, fevkalade 2- Efsane, mit |
ERZENE | Doruk, zirve, en üst |
ERZİ | Veli, vasi, yönetici |
ERZİK | 1- Asıl, ana, temel 2- Soylu ve yiğit |
ESBOL | birl. Es/Bol …Çok zeki, çok akıllı (Usu-bol) |
ESE | 1- Mutluluk, sağlık 2- Yel, esinti |
ESELİK | Selam, selamet |
ESEN | 1- Sağlık, selamet 2- Yel, yumuşak yel |
ESENLÜ | Esenli, sağlıklı |
ESER | Esinti, yel |
ESİ | Yel, esinti |
ESİM | Esinti |
ESİN | 1- Esinti, yel 2- soluk, sağlık, nefes 3- İlham |
ESİNTİ | Yel, hafif yel |
ESİRGEN | 1- Arkadaş, dost, yaren 2- korunan, yakınlık duyulan |
ESİRGENÇ | Nazlı, nazenin |
ESİRKİŞ | Merhamet, acıma duygusu |
ESKİN | Yel, yel alan |
ESLEK | 1- Yumuşak başlı, uysal 2- Selam, selamet |
ESNEK | Uzayan, genişleyen, esen |
ESRİGÜN | birl. Esri/Gün…fırtına |
ESRİK | Mecnun, kendinden geçmiş |
ESRİMİŞ | Kendinden geçmiş |
ESTELİK | Yadigar, hatıra |
ESTİ | Yel, esinti |
EŞİM | Çalışkan, becerikli |
EŞİNGEN | 1- Çalışkan 2- Eşit, müsavi |
EŞİTGEN | İşitken, işiten, dikkatli |
EŞKİN | 1- Hızlı, atik 2- Dayanıklı, metin 3- Rüzgarlı bölge, rüzgar alan bölge |
EŞLİK | Dost, yaren, refik |
ETGÜ | 1- İyi, iyilik 2- Etki, şiddet |
ETİGE | Öğretmen, mürebbiye |
ETİL | İtil- idil |
ETİNGÜ | Olağanüstü, fevkalade |
ETİZ | Yüksek, ulu |
EVCİL | Evine bağlı, evcimen |
EVCİM | 1- Evcimen, evcil 2- İşgüzar, hamarat |
EVCİMEN | Evine bağlı |
EVCİMİK | Ekonomist, muktesit |
EVDEŞ | Hanım, erkeğin eşi |
EVGİ | İvedi, acele |
EVGİN | 1- Aceleci, telaşlı 2- Evcil, evine bağlı |
EVİN | Cevher, öz, nüve |
EVİRGEN | 1- Tedbir, tedbirli 2- Dönüşüm, çevirim |
EVREN | 1- Kainat 2- Ejderha, canavar 3- Baht, talih |
EVRENSEL | Evreni kaplayan, evreni içine alan |
EYGİ | İyi, salih, temiz |
EYGİŞ | İyi kişi, iyi insan |
EYGÜ | İyi, iyice |
EYİN | Vücut |
EYİNÇ | Refah, mutluluk |
EYLEM | 1- İş, iş görme, çalışma 2- Etkileyici davranış 3- Durdurma, önünü kesme |
EYLETMEZ | Amansız, aman vermez |
EYLETÜR | İyilik sahibi, cömert |
EYLİK | İyilik, yardım, iane |
EYMEN | 1- Alçak gönüllü, mütevazı 2- Yardımsever, hayırşinas |
EYMÜR | (Eymir) İyilik sahibi, hayırşinas |
EYTEMİŞ | Güzel konuşan, tatlı dilli, hatip |
EYÜGE | İyi,iyice |
EZDİ | Ezen, ezici, baskıcı |
EZGİ | 1- İyi, iyilik, 2- Uyum, ahenk 3- Acı, üzüntü 4- Name, hoş sada |
EZGİN | Ezik, ezilmiş, acı çekmiş, mahzun |
EZİLGEN | Mazlum, zulüm görmüş |
EZİM | 1- Belirti, iz 2- Zorunluluk, mecburiyet |
EZİNÇ | 1- Belirti, iz 2- Ezginlik, mahzunluk |
GALI | Kalın, Hediye, bağış, çehiz |
GALIN | Hediye, çehiz |
GAMAĞ | Bütünlük, bütün, tüm |
GARA | Kara |
GARACU | Sivil, resmi olmayan |
GARGILI | Kargılı, mızraklı |
GASPAK | Süslü, müzeyyen |
GAYIR | (Kayır) 1- Taraf, destek, kayırma 2- Lütuf, ihsan, hediye |
GAYURMUŞ | Kayırmış |
GAZAN | (Kazan) 1- Kazanma, kazanç, üstünlük 2- Kızgın, kızgınlı celallenmek |
GEÇE | Geçmiş, mazi, geçen |
GEÇEK | Geçit, köprü |
GEÇER | Geçeli, caiz |
GEÇGEL | Makbul, nafız |
GEÇGİL | Geçerli, makbul |
GEÇGİN | Geçmiş, kendinden geçmiş, feda etmiş |
GEÇİM | 1- Yaşam, dirlik 2- Anlaşma, uyuşma 3- rısk, yiyecek, nafaka |
GEÇİMLÜ | Munis, yumuşak huylu |
GEÇİMLÜK | Geçinmek için gerekli olan |
GEDEK | 1- Görev, vazife 2- Oyuk, kırılıp, yıkılarak açılan yol |
GEDİZ | Su birikintisi, gölet |
GEGEZ | Mümkün, uyumlu |
GEĞİN | Set, şiddetli |
GELBERİ | Ocaklardan,ateş çekmek için kullanılan ucu eğri demir çubuk |
GELDEÇ | Gelecek, ati, istikbal |
GELDİ | Gelecek, istikbal |
GELEK | (Gelik) halef, sonraki |
GELGEÇ | Geçici, kalıcı olmayan |
GELGEL | Çekim, cazibe |
GELİK | Halef, sonraki |
GELİKLİ | Halef |
GELİN | Gelen, dışarıdan içeriye gelen |
GELİNCİK | Kır çiçeği |
GENCE | (Gençek, genç) Taze, yavru, genişleyen, gelişen |
GENEŞ | Müşavere, meşveret |
GENGŞİ | Cengşi, mucize |
GENİŞ | Yaygın, enli, engin |
GENSU | birl. Gen/Su Deniz, büyük göl |
GER | 1- Söz verme, ant içme, bağlama, anlaşma, birleşme 2- Vahşi hayvan yavrusu. 3- Dev, devasa |
GERAY | birl. Ger/Ay Uygun, münasip, layık |
GERAYHAN | birl. Geray/Han. Kırım hanlığının kurucusu ve ilk hanı. Daha sonra gelen hanlar bu adı, birer unvan olarak kullanmışlardır. |
GEREZ | Dilber |
GERGÖZ | 1- Zabit, zabıta 2- Geyik gözü |
GERİM | 1- Yön, cihet 2- Hicap, utangaçlık |
GEYİK | (Geyük) Yabani, vahşi, yabancıl |
GEZ | 1- Nişan, işaret 2- Giz, sır |
GEZGİN | Seyyah |
GEZGİNSU | birl. Gezgin/Su …Irmak |
GEZLER | Nişancı, iyi atıcı |
GILAV | Teşvik, destek |
GILIG | (Kılık) Huy, yaradılış, tabiat |
GIRGIÇ | Çalışkan, aktif, faal |
GIYIN | Gamze, çukur |
GİCİK | Taze, hoş, sevimli |
GİCİK | Minyon, sevimli |
GİDİK | Uç, kenar, sınır, limit |
GİRAY | Uygun, layık |
GİRÇEK | 1- Gerçek, hakikat 2- Bağlı, sadakatli |
GİRGİN | Girişken, müteşebbis, cana yakın |
GİRİK | Girişken, müteşebbis |
GİRİŞKEN | Girgin |
GİRTİNE | İman, inanç |
GİZ | Sır, Gizlilik |
GİZEM | Sır, esrar |
GİZLENÇ | Hazine, define |
GONCUK | (Göncük) Kısa gün, kış günü |
GONÇA | Bahşiş, hediye |
GORAL | Kısmet, nasip |
GÖCEK | Taze, hoş, güzel |
GÖÇELGE | Konup göçülen yer |
GÖÇER | Göçmen |
GÖÇMEN | Muhacır |
GÖÇÜNCÜ | (Göçküncü) Geçici, fani |
GÖĞEN | Gök rengi, maviye çalan, mavileşmiş |
GÖĞKUTLUĞ | birl. Gök/Kutlu |
GÖĞNÜK | 1- Yanmış, kavrulmuş 2- Mavi, maviye kaçan |
GÖK | 1- Tanrı, Tanrıdan..Tanrısal, kutsal 2- Mavi ,Gök rengi 3- Yer üstü, gökyüzü. 4- Ezel-ebet, başsızlık ve sonsuzluk 5- Güzellik, göz alıcılık, üstünlük. |
GÖKBEN | 1- Tanrıdan gelen, gök parçası 2- Masmavi |
GÖKBÖRİ | birl. Gök/Böri Tanrısal kurt..(Bozkurt) |
GÖKBÖRİ | birl. Gök/Böri (..Bazı kaynaklarda “Bozkurt” olarak da geçer.) |
GÖKÇE | Güzel, zarif, çekici, gözalıcı |
GÖKÇEK | Gökçe, çekici, güzel |
GÖKÇEL | Mavimsi, maviye çalan |
GÖKÇELİ | Güzel, Yakışıklı |
GÖKÇEN | Gökçe, güzel, alımlı, dilber |
GÖKÇİL | 1- Gökten gelen, göksel 2- Mavi, maviye çalan |
GÖKÇİN | Mavi |
GÖKLEN | Ulu, mübarek |
GÖKMEN | Tanrısal, Tanrıdan gelen |
GÖKTÜRK | birl. Gök/Türk Tanrıdan kut almış. Kutsanmış Türk…(Tanrısal Türk, Tanrı tarafından gökte yaratılıp, yeryüzüne yollanan Türk) |
GÖL | Göl, deniz mec. Ululuk, geniş gönüllülük |
GÖLEĞEZ | birl. Göl kenarında yetişen bir su çiçeği |
GÖLET | Küçük göl, gölcük, yapay göl |
GÖMEÇ | Kuyuda (Toprak fırında pişirilen ekmek) |
GÖMEK | Kömek, yardım, inayet |
GÖMÜÇ | Hazine, define, mücevher |
GÖNDEM | İtaatkar, muti, sadık |
GÖNDER | Mızrak, direk |
GÖNE | Onur, iftihar |
GÖNEN | 1- Feyz 2- Onur, iftihar 3- Bolluk, bereket |
GÖNENÇ | Açık, talih, mutluluk, iftihar |
GÖNÜL | 1- Can, ruh, duygu merkezi 2- Kalb, vücudun kan pompası |
GÖNÜLDAŞ | Gönül birlikteliği, aynı inanç, duygu ve düşünceleri paylaşıp savunan bireylerin her biri. |
GÖRCEĞİZ | Ufuk çizgisi |
GÖRÇEK | Ufuk, ufuk çizgisi |
GÖRÇÜM | Geçici, fani |
GÖREGEN | Görgülü, görüp geçirmiş, deneyimli |
GÖREK | Görüntü, peyzaj, manzara |
GÖREZ | Meltem, hafif yel |
GÖRGÜ | Terbiye, muaşeret |
GÖRGÜÇ | Dürbün |
GÖRGÜLÜ | Terbiyeli |
GÖRGÜN | Görgülü, deneyimli |
GÖRK | İhtişam, olağanüstü güzellik ve çekicilik, ihtişam, debdebe |
GÖRKEM | İhtişam, debdebe, heybet, olağanüstülük |
GÖRKEN | Hürmetli, Hürmete layık |
GÖRKLÜCE | İhtişamlı, heybetli, yakışıklı, güzel |
GÖRKLÜĞ | Çok güzel, çekici, ihtişamlı |
GÖRÜK | Gözetleyici, casus |
GÖRÜMCÜK | Görülmesi, ilgilenilmesi gerekli olan |
GÖRÜN | Görüntü, Açıklık, netlik |
GÖRÜNDÜK | Aşikar, gizlisiz, saklısız |
GÖVEL | Gök rengini almış, göğe ermiş |
GÖVERİ | Yeşermiş, gururlu |
GÖVEZ | Mağrur, gururlu |
GÖY | Taze, genç |
GÖYMEN | Yanık, yanık tenli |
GÖYNÜK | Yanık, kavrulmuş |
GÖZ KAMAN | birl. Göz/Kaman Gözde, seçkin, göz kamaştırıcı |
GÖZAL | Göz alıcı, farklı, seçkin, el üstünde |
GÖZBAY | birl. Göz/Bay Sihirbaz |
GÖZBAYCI | Sihirbaz, illüzyonist |
GÖZDE | Beğenilen, göze girmiş, el üstünde tutulan, emsallerinden daha üstte bulunan |
GÖZE | (Gözek, Köze) Kaynak suyu, menbaa |
GÖZEBE | Tahmin, beklenti |
GÖZEGER | Çekici, cazibeli |
GÖZEGÜ | Gözde, çekici |
GÖZEĞEN | Ufuk, ufuk çizgisi |
GÖZEĞİR | birl. Göz/Eğir Çekici, cazip, göze hoş gelen |
GÖZEK | Göze |
GÖZEN | Cazibeli, çekici, göze hoş gelen |
GÖZERİ | Dürbün |
GÖZGEÇ | Ayna |
GÖZGÖR | Ayna |
GÖZGÜ | Ayna |
GUNA | Kına |
GUR | (Gür,Kür) 1- Şiddet, kızgınlık, öfke 2- Ateş, ateşlilik |
GURSAÇTI | birl. Gur/Saçtı (Kızgın, celalli, hiddet ve öfke saçan) |
GUVA | Geyik |
GUYUK | Canavar, ejderha, vahşi ve yırtıcı hayvan |
GUYULDAR | Uyumlu, ahenkli, geçimli |
GUZ | 1- Güzel, çekici, yakışıklı 2- Oğuz |
GÜCENİR | Alıngan, mahçup |
GÜCENMİŞ | Alıngan |
GÜÇ | (Güçü, küç, küçlük) Enerji, kuvvet |
GÜÇEYÜ | Çok güçlü, yenilmez |
GÜÇLÜK | Güç, zorluk, meşakkat |
GÜDEK | Güdülenme, motivasyon |
GÜDER | Murat, emel, beklenti |
GÜDÜL | 1- Saç üzerinde pişirilmiş mısır ekmeği 2- Kısa, kalın 3- Gözü pek |
GÜDÜR | Hayal, kurgu |
GÜLEÇ | Güler yüzlü, mütebessim |
GÜLEGEN | Güler yüzlü, mütebessim |
GÜLEK | 1- Handan, mütebessim 2- Gölcük, küçük göl |
GÜLEN | Mutlu, mütebessim |
GÜLER | Mütebessim, güler yüzlü mec. Talihi açık |
GÜLESİN | Mutlu, sıkıntısız, tasasız olma dileği |
GÜLGÜN | Gülen, mütebessim |
GÜLSÜN | Mutlu, sıkıntısız olma dileği |
GÜLÜK | Gülen, mütebessim |
GÜLÜMSER | Mütebessim, sevimli |
GÜMÜL | Demet, buket, deste |
GÜMÜŞ | Gümüş madeni |
GÜN | Güneş, gündüz, afitap |
GÜNANA | birl. Gün/Ana |
GÜNÇE | Güneşlik, şemsiye |
GÜNÇEK | Güneşlik |
GÜNÇÜ | 1- Güneşe benzeyen, güneş gibi 2- Güneşi seven |
GÜNDAŞ | Gün/Daş ..Aynı güneşi paylaşan, gün ortağı |
GÜNDEM | Ağır başlı, mülayim |
GÜNDEN | El üstünde tutulan, revaçta.. |
GÜNDER | birl. Gün/Der (..Derlemekten..) |
GÜNDÖNDÜ | birl. Gün/Döndü bir çiçek türü |
GÜNDÜ | Gündüz, gün ortası |
GÜNDÜZ | Gün içi, gün ortası, güneşli gün |
GÜNEŞ | Güneş |
GÜNEY | (Küney) Güneşe bakan, güneş gören |
GÜNGEN | Takvim, vakit |
GÜNGÖR | birl. Gün/Gör “mec. Bahtı açık olsun, mutlu olsun” |
GÜNGÖRMÜŞ | birl. Gün/Görmüş “mec. Deneyimli, dolu yaşamış |
GÜNLÜK | Güneşlik, şemsiye |
GÜNTÜLÜ | birl. Gün/Tülü (…Gündüz düşü) |
GÜNÜÇ | Nafaka, günlük |
GÜNYELİ | birl. Gün/Yeli ..doğudan gelen yel, doğu rüzgarı |
GÜR | (Kür) 1- Sağlam, sıkı 2- Sık, yoğun 3- Yiğit, korkusuz |
GÜRBOĞA | (Kürboğa) birl. Gür/Boğa Türkistan’ın Araplarca işgal edildiği dönemlerde, özellikle o sıralarda Genel vali olan, “ İbni-kuteybe” adlı çapulcuya karşı, kahramanca direnen ve her defasında Yeni direnişler örgütleyerek, Türkleri işgallere karşı uyanık ve diri tutmaya çalışan bir Türk beyi. |
GÜRBÜZ | Sağlıklı, kuvvetli, dayanıklı |
GÜRE | Güç, enerji |
GÜRELİ | 1- Enerjik, çalışkan 2- Haz, doyum |
GÜRGEN | Bir ağaç türü |
GÜRÜZ | (Gürz) Topuz |
GÜVEN | İtimat |
GÜVENÇ | Güvence, garanti |
GÜYÜK | Canavar, vahşi hayvan |
GÜZ | Sonbahar |
GÜZEL | (Gözel) Yakşı, alımlı, çekici, göze hoş gelen |
GÜZEY | 1- Taze, körpe, yeni 2-Destek, fırsat 3- Sonbahar 4- Kuzey yönü |
GÜZİN | (Güzün) Güz vakti, güz vaktinde doğan |
GÜZLEK | Güz döneminde kalınan yer |
HAN | 1- Devlet başkanı 2- Kağana bağlı, özerk devlet başkanı 3- beylik başkanı, yönetici |
HANIM | 1- Han’ın dişisi 2- Soylu kadın 3- Han’ın evdeşi (Hatun) 4- Türk töresinde, kadınlara olan saygıyı ifade eden genel bir sıfat. |
HANLI | Yurttaş, Bir Han’a bağlı kişi, Bağımsız bir devletin mensubu |
HATUN | (Katun) 1- Kağan’ın evdeşi, kraliçe 2- Saygı duyulan, görgülü hanım. Türkçe’deki, kadın sözcüğü buradan gelir. |
HOMAR | (Humar) Yakışıklı, çekici, güzel, süslü, fiyakalı |
HUN | (Kul) Koyun, koyunlu |
HUŞ | Bir çam ağacı türü |
IDAÇU | Muhafız, koruma |
IDUĞ | (Iduk) Kutsal, tanrısal |
IĞAÇ | 1- Ağaç, ağaçlıklı bölge 2- Fersah |
IĞAR | Kıymetli, ağır |
IĞDIR | 1- İyi, hoş, hoşluk 2- Yetkin, ehil |
IĞIRCIK | Fecir |
ILAÇIN | Laçin, şahin kuşu |
ILANKU | 1- Kıvrak, atletik 2- Ulu, Ululanmış, yüce |
ILDIR | 1- Ürküt, ürkütücü 2- Berk, sert |
ILDIRIM | Yıldırım, berk |
ILDUZ | Yıldız, necm |
ILGAR | 1- Gayret, cehd 2- Atın, dört nala gitmesi hali |
ILGAT | Kapalı, müphem, belirsiz |
ILGIM | Serap |
ILGIN | Hoş kokulu bir bitki |
ILGIT | Ilık, tatlı, sakince, yumuşakça |
ILICA | 1- Ilımlı, ılık, ılıkça 2- Yunak, hamam |
ILIK | Soğukla sıcak arası |
ILIMAN | 1- Ilık, ılık hava 2- Uyumlu, sakin, mutedil |
ILKI | 1- At yavrusu 2- At sürüsü |
ILKICI | At çobanı |
IMIRGI | Taze, körpe |
IMRAĞ | (Imrak, İmre, Emre) Aşık, şayeste, geçkin |
INAÇ | Yar, canan |
INAK | 1- Han ve Kağanlara yakın olan kişi “Hasbey” 2- Gamsız 3- Canan, yar |
IRAZ | (Irıs, uraz) 1- Baht, talih, mutluluk 2- Cesaret, gözü pek olma |
IRGA | Talihli, şans, şanslı |
IRIM | 1- Büyü, efsun 2- İçinden su akan toprak, arazi |
IRLAYU | Irlayan, yırlayan, akarak uzaklaşan, ırmak |
IRMAK | Akarsu |
ISIK | (Issıg-Issık) Isı, sıcaklık, hararet |
ISIYEL | birl. Isı/Yel…meltem |
ISRIK | Okşayıcı, sarıcı, ısıtıcı |
ISSIK | Isık, ısı |
ISSIZ | Soğuk, tenha, cansız, kimsesiz |
ISTIK | Sıcak, ılıman |
IŞBARA | 1- Çalışkan, hamarat 2- birl. Isı/Bora |
IŞIK | Aydınlık, nur |
IŞIL | Yarul, nur, ziya, ışık parıltısı |
IŞILTI | Işık parçası |
IŞIN | Güneş parıltısı, ışık parıltısı, yansısı |
IYIŞ | Armağan, hediye, ihsan |
İBAR | Parfüm, koku, misk |
İÇ | 1- Öz, görünmeyen yan, bir nesnenin öz yapısı 2- İçerde kalan kısım, iç kısım |
İÇBUYRUK | birl. İç/Buyruk. Saraylardaki iç hizmetle görevli kişi. |
İÇEN | (İçin) İçli, duygusal |
İÇER | İçeride, kapalı, mahfuz |
İÇERGE | (İçergu) İçten, samimi |
İÇGE | İçeri, içerde, dahili |
İÇGELİK | birl. İç/Gelik ..İçten gelen, doğal davranış, samimiyet |
İÇGER | İçe alan, içe bağlayan, tabi kılan |
İÇGİN | İçli, içten, samimi |
İÇİGEN | 1- İç geçiren, içli 2- Sabırsız, aceleci |
İÇİK | 1- İçli, duygulu 2- İçerde, dahilde, devlete tabi |
İÇİM | 1- Duygu, hassasiyet 2- Yudum, yudumluk |
İÇİNGİR | İçli, hassas |
İÇİT | İçilecek nitelikte, içimi güzel |
İÇKUR | Savaş meydanı |
İÇLEK | İçli, narin, hassas |
İÇLİ(K) | Duygulu, hassas |
İÇTEN | Samimi,açık, dürüst |
İÇTENLÜK | Samimiyet |
İDE | (Ede, İdi) Ululuk, nüfuz, kudret |
İDEGE | Ulu, nüfuz sahibi, edici, yapıcı |
İDEGER | Eder, yapar |
İDEKLİ | Yapıcı, edici, güçlü |
İDER | 1- İzci, takipçi 2- Yapan, yapıcı, edici |
İDGÜ | 1- İyi, güzel 2- Tanrısal, mübarek |
İDİ | (İdik) 1- Tanrı, rab, sahip, efendi 2- Tanrısal, Tanrıdan gelen, mübarek, kutlu |
İDİKUT | birl. İdi/Kut…Kut sahibi, Tanrıdan gelen, Tanrıya yakın, Tanrıya benzer, Tanrı tarafından görevlendirilmiş vb. anlamları içeren ve Uygur kağanlarının büyük çoğunluğunun kullandığı bir unvan |
İDUK | İdi, Tanrısal, mübarek |
İGAN | Yıkan, yıkıcı, deviren |
İGİT | 1- Yiğit 2- Bakıcı, eğitici |
İĞDİ | (İğdir) Yetkin, ehil, iyice |
İĞREK | Saf, temiz, duru, arı |
İĞSEN | Kayıtsız, ilgisiz |
İĞSİZ | Salim, selametli |
İKİNÇ | İkinci |
İKİZER | İkizlerden her biri, benzer |
İKŞİT | Yürekli, bagatur |
İL | 1- Doğuş, oluş, oluşum 2- Bitişme, bütünleşme, doku 3- Devlet 4- Yurt, yer, konak, memleket,diyar 5- Halk, ahali, insan topluluğu 6- Barış, sulh |
İLAÇAN | birl. İl/Açan ..İl almış, fatih, algan |
İLAÇİN | Laçin, şahin |
İLBAY | birl. İl/Bay .. Vali, bakan, beylerbeyi |
İLBEY | birl. İl/Bey |
İLBİ | Büyü, sihir |
İLBİLGE | birl. İl/Bilge ( Devlet yönetiminde bulunmuş ve devlet tecrübesi olan) |
İLBİLİG | 1- Devlet bilgisi ve deneyimi 2- Devlet arşivi |
İLBİLMİŞ | birl. İl/Bilmiş Yurtsever, yurduna bağlı |
İLÇİ | Devlete hizmet eden, devletin hizmetinde olan |
İLÇİN | Devlet görevlisi, devlete iş gören |
İLDAŞ | Yurttaş, hemşehri |
İLDEM | Pişman, nadim |
İLER | Oluşum, bitişim |
İLEY | Civar, etraf |
İLGEN | Kanıt, delil, ispat |
İLGERÜ | 1- İleri, ileride 2- Doğu, doğudan 3- Bolluk, refah |
İLGEZDİ | birl. İl/Gezdi, Gezgin, seyyah |
İLGEZER | birl. İl/Gezer, Gezgin |
İLGİ | Bağlantı, bitişim, alaka, özen |
İLGİK | Barışsever, barışçı |
İLGİNÇ | İlgi çeken, ilgi duyulan,enteresan, sıra dışı |
İLGİR | Barışçı, barışsever |
İLGÖRMÜŞ | birl. İl/Görmüş, Gezgin |
İLGÜ | Amaç, hedef |
İLGÜY | Nazlı, nazenin |
İLHAN | birl. İl/Han…Bölge Hanı, Kağanlığa bağlı özerk han |
İLİDİ | Yarar, fayda |
İLİG(ğ) | 1- Ünlü, tanınmış, meşhur 2- İlk, birinci, başlangıç, ortaya çıkış |
İLİK | İlk, birinci, önce |
İLİNGİ | Devletine bağlı, devletinin hizmetçisi |
İLİŞ | Bitişik, yakın |
İLK | Başlangıç, doğuş, çıkış, öncelik |
İLKE | (Ülke) Kurucu, yapıştırıcı, oluşturucu..(Günümüz Türkçe’sinde,”prensip, düstur” anlamında) |
İLKİ | ilk, ilkin, birinci |
İLKİN | Birinci, öncelikli |
İLKUŞ | birl. İl/Kuş Kartal türü bir avcı kuş |
İLLİ | Bağımsız, özgür, devleti olan |
İLMEN | Devletç devletine sadık |
İLSİRET | birl. İl/Siret ..Düşmanın devletini yıkıp, esir eden, devletsiz bırakan |
İLTEMİŞ | birl. İl/Demiş ..Yurtsever |
İLTER | Yurt koruyucusu, yurduna sahip çıkan, yurtsever, yurdunu toparlayan |
İLTERİM | birl. İl/Terim |
İLTERİŞ | birl. İl/Teriş, Yurdunu ve budunu derleyip, toparlayan, bir aya getiren ve yücelten |
İLTÖRE | birl. İl/Töre, ..Devlet geleneği |
İLTUTMUŞ | birl. İl/Tutmuş, Algan, fatih |
İLUN | 1- Ulu,yüce 2- Soylu 3- Genç, cıvan |
İLYIĞDI | birl. İl/Yığdı, Algan, fatih |
İME | Em, çare, derman |
İMEÇE | Birliktelik, emek ortaklığı |
İMEN | 1- Emen, can, ruh 2- Kayın ağacı |
İMER | Hayırsever, iyilik sahibi |
İMGE | 1- İyi, yararlı 2- İz, belirti 3- Tasavvur, zihinsel sembol |
İMİŞÇİ TUNGATAR | birl. İmişçi/Tunga/Tar..Kaplanlarla dövüşen cesur kişi |
İMRAG (imrağ-İmrak) | Aşık, derviş, dost |
İMRE (Emre-İmrağ) | 1- Ağabey,ağa 2- Beylerbeyi 3- Aşık, derviş, dost |
İMREN | İmrenmekten…imrenilen, iç geçirten |
İNAK | 1- Kardeş, kardeş çocuğu 2- Han ve beylerin en güvenilir adamı ve yardımcısı |
İNAL | 1- Soylu, Kağan yada Hanların ana tarafından akraba 2- Anası Kağan yada Han soyundan olup babası kara budundan, halktan olan kişi 3- Avrupa’daki, kont, baron vb. unvanların Türkçe’deki karşılığı 4- Emin ve güvenilir kişi |
İNALÇIK | Küçük İnal |
İNAN | İman, inanç 2- Kural, akide 3- Emniyet, güvenlik |
İNANGU | İnanılan, güvenilen, mutemet |
İNANIR | İmanlı, inançlı |
İNCE | Hafif, yeğni, nazik |
İNCESEN | Huzur ve güvenlik, sükunet |
İNCİ | (Yinçi, yinçgü) 1- işve, naz,eda 2- Sessizlik, ıssızlık 3- İstiridye türü deniz. kabuklusundan çıkan tane, takı. |
İNÇGÜ | İnce, narin |
İNER | İnmek…den mec. Alçak gönüllü, mütevazı |
İNERBAŞ | birl. İner/Baş mec. Alçak gönüllü |
İNİ | Kardeş, karındaş,kayın birader |
İNİSİ | Küçük erkek kardeşi |
İPAR | Parfüm, misk |
İPEK | (Yipek) İpek böceğinin ipeği (İp…kökünden) |
İRÇİ | 1- Yırcı, halk ozanı 2- İr.ik, iricik 3- Yirçi, yerci, toprak sahibi |
İRÇİK | 1- İricik 2- Er, küçük er |
İREN | 1- Sert, katı2- Araç, vasıta 3- Ürek, yürek |
İRENÇİN | 1- Bağımsız, başına buyruk 2- Güçlü, dayanıklı |
İRGE | 1- Yırlama, söyleme, okuma 2- Ergin, olgun |
İRGİN | (İrge) Uygurlar ve Karluklar dönemi memuriyet unvanlarından |
İRİK | Sert, katı, iri |
İRİM | Müjde, iyi haber |
İRİS | 1- Kurtuluş, hürriyet 2- Iras, ıraz |
İRKİL | 1- Ululuk, heybet, cesaret 2- Aksakal,kam, baksı |
İRKİN | Olgun, bilge, ulu |
İRKİT | Ürküt, ürkütücü, heybetli |
İRKLİ | 1- Güçlü, muktedir 2- Yüksek dereceli memur |
İRNEK | (Emek) Serçe parmak |
İRŞİ | Peri, peri kızı |
İRTEGÜN | birl. Erte/Gün Sabah |
İRTEM | 1- Erdem, fazilet 2- Marifet, hüner |
İRTİŞ | Hüner, hünerlilik |
İRTÜK | Değer, kıymet |
İSEN | 1- Esen, yel, rüzgar 2- Doğa, tabiat 3- Açık, net, sahih |
İSTEK | İsteyiş, arzu |
İSTEM | İrade, dileme erki |
İSTEMİ | İstem, irade, dileme ve buyurma erki |
İŞBARA | (iş, devinme, davranma) Bara /Var, varlık) birl. İş/Bara |
İŞÇEN | İşgüzar, hamarat |
İŞGÜN | (İçgün) Kızıl yapraklı bir yayla çiçeği |
İŞİM | (İçim) İçtenlik, samimiyet |
İŞİTGEN | İşitici, dinleyici,öğüt dinleyen |
İŞLEK | 1- İdmanlı, eğitimli 2- İşgüzar, çalışkan |
İTBARAK | birl. İt/Barak (Barık, baraka) |
İTGÜÇİ | İteleyen, itici, yapıcı, destekçi |
İTİK | Yetik, yetkin, uzman |
İTİMGEN | İteleyen, itici, destekçi |
İTMAÇ | Alet, edevat, takım |
İTMİŞ | (Etmiş) Yapıcı, uzman, uzmanlaşmış |
İVECEN | Aceleci, telaşlı |
İVGİN | (Evgin) Ateşli, sabırsız, telaşlı |
İYBA | Utangaç |
İYE | Güç, kudret, erklik, sahip olma |
İYEUZA | birl. İye/Uza, Güçlü, egemen ve uzman |
İYİ | İyi, yararlı ve uğurlu |
İYİK | 1- İyi, uğurlu 2- Heves |
İYİM | 1- Güzellik,hüsn-i niyet 2- Dost, canan, yaren |
İYİMSER | Olayları iyi gözle gören ve yorumlayan |
İYNEM | Dost, ahbap, yaren, canan |
İZ | Basma, ezme, sıkıştırma, kesmek, yarmak…bildiren kökten; yarık, yara, kalıntı, belirti |
İZGİ | (İZGÜ) 1- İyi,kutlu 2- Akıllı, zeki 3- Adil, adaletli |
KAAN | Kagan) Kagan sözcüğünün Moğol ağzındaki söylenişi |
KABA | Büyük, iri, şişkin |
KABAK | 1- Kapalı, kabuklu 2- Kabarık |
KABAL | Kapalı, zindan, mahpus |
KABAMIŞ | Kapalı, güçlü, mahfuz |
KABAN | 1- Kapan, kapıcı 2- Kabarık, asi, isyankar 3- Dik yokuş |
KABAR | 1- Kabarık, asi, kabadayı 2- Kapan |
KABARTU | Şişik, kabarık, kabarcık |
KABIŞ | Kavuş, kavuşma, birleşme, toplanma |
KACIR | Kaçır, kaçırıcı, korkutucu, ürkütücü |
KAÇ | (Kaçı, kaş) Kaçan, koşan |
KAÇAĞLI | Kaçaklı, kaçıcı, koşucu |
KAÇAN | 1- koşan, kaçan 2- Vakit, saat, vade |
KAÇGAR | (Koçgar,kaşgar) 1- Koç gibi, koç yiğit 2- koç başı |
KAÇIR | Kaçıran, kaçırtıcı |
KAÇIRA | (Kaçır) 1- Kaçıran, ürküten 2- Çalışkan, aktif |
KAÇMAS | 1- Kaçmaz, ürkmez, korkmaz 2- Evcil, munis |
KAÇUT | 1- Savaş, dövüş 2- Kısa mızrak, kargı |
KADAGAN | Buyruk, ser, emir, komut |
KADAK | (Katak,Katık) 1- Katı, sert 2- Mıh, çivi 3- Armağan, hediye |
KADAŞ | Arkadaş, yaren, yakın |
KADIR | (Katır) mec. Güçlü, dayanıklı, metin, inatçı |
KADIRCA | Katır gibi |
KAGI | (KAKI) Öfke, şiddet |
KAĞAN | İmparator, hanların hanı |
KAĞANLI(G) | İmparatorluk, imparatorluğa mensup olma |
KAĞBA | Koruyucu, muhafız |
KAKIĞAN | Öfkeli, gözü kara |
KAKINÇ | 1- Kılıç ve kargı hamlesi 2- İhtar, ikaz 3- Hiddet, öfke |
KAKIZ | Gözü pek, hiddetli |
KAKŞA | Seri, aceleci, hızlı |
KAKUMAKLU | Gazaplı,şiddetli |
KAL | Ulu, saygıdeğer, hatırı sayılır |
KALABA | 1- Ulu, saygıdeğer 2- Sayıca çok, kalabalık, bolluk |
KALAKLI | Ulu, yüksekte |
KALANÇA | Bakiye, arta kalan, artık |
KALÇAV | Şakacı, nüktedan |
KALDUN | Kalan, artan, bakiye |
KALGAN | (Kalkan) Ok, kargı, kılıç gibi savaş aletlerine karşı koruma sağlayan siperlik |
KALGAY | Veliaht, şehzade |
KALIN | 1- Sert, dayanıklı 2- Mal, servet, varlık 3- Çeyiz 4- Yararlılık, fayda |
KALINGU | (Kalın) Kalıng, güçlü, dayanıklı |
KALISIZ | Şüphesiz, kararlı |
KALMUK | Güç gösterisi, güçlülük, kabadayılık |
KAM | Şamanist gelenekte, ulu kişi (Hekimlik, filozofluk, büyücülük, duacılık dahil olmak üzere, oba ya da oymakların, her türlü sorunuyla ilgilenen kişi) |
KAMALAG | Sedir ağacı |
KAMAN | 1- Kuman, kumanlı 2- Gözü kara, cesur, aman vermeyen |
KAMAŞIG | Melez, karışmış |
KAMAZ | Sarsıcı, sallayıcı,ürkütücü |
KAMÇI | Kırbaç |
KAMDU | Para yerine geçen eşya, emanet |
KAMŞAT | Şaşırtıcı, ürkütücü |
KAMU(Ğ) | 1- Bütün, tam, hep 2- Halk, ahali 3- Destek, dayanışma |
KAN | 1- Soy, sop, kaynak, can, canlılık, soyluluk 2- Damarlardaki sıvı 3- Kağan, han |
KANAT | 1- Tüy, telek 2- Taraf, yön, cenah |
KANCI | 1- Kan güden soylu 2- Kanıcı, kanmış, inanıcı |
KANDI | İnançlı, kanık |
KANDUK | (Kanduk) Kandı, kanık |
KANDUKYURT | birl. Kanduk/Yurt Gurbet |
KANG | (Kang, kan) Kan, soy, ata |
KANGSIK | 1- Kardeş gibi..kardeş yakınlığında 2- Üvey kardeş |
KANIĞ | 1- Kanmış, kanık 2- Sevinç, neşe |
KANIK | 1- Kanma, inanma, kabul, ermek 2- Sevinç, neşe |
KANIŞ | Kandırış, cilve, işve |
KANITGAN | Şevk veren, kan kaynatan |
KANK | 1- Kan, soy 2- Ata, baba |
KANKLI | Soylu, soyu sopu belli, kanlı |
KANLI | Soylu |
KANTIK | 1- Kandırıcı, işveli 2- Uzakta, gurbette olan |
KANYUMAZ | birl. Kan/Yumaz (Yumak, yıkamak…dan) |
KAPALAN | Kaplan |
KAPAR | 1- Akıl, can, ruh 2- Kalkan, zırh 3- Kapan, tuzak |
KAPGAN | 1- Kanlı, soylu 2- Kalkan, zırh 3- Algan, fatih 4- Kaplan 5- Kapan, tuzak |
KAPGIŞAY | Saf, sade, halis |
KAPKIR | Hassas, imtizaçlı |
KAPLAN | Kapan, kedigillerden bir yırtıcı hayvan |
KAPURTU | Kabartı, kabarık, kabadayı |
KAR | Kar tanesi |
KARA | Siyah renk, ak’ın karşıtı Ancak…Bu sözcükte de Türkçe ad ve sıfatlar arasında özel bir yere sahiptir. Çünkü birçok mecaz anlamı içinde barındırması ilgi çekicidir. Birçok birleşik adın, başında ya da sonunda kullanılabildiğinden, çeşitli anlam değişiklikleri de ortaya çıkabilmektedir. Bu yüzden, içerdiği tüm anlamları açıklamakta yarar vardır. Bu durum,ayrıca Türklerin, sosyal yaşamlarında, renklere ne derece önem verip, ne derece zengin anlamlarla bezediğinin de önemli ipuçlarını verecektir. Örneğin: Ak:Temizlik, güzellik, soyluluk, merkez. Gök(mavi): Kutsallık, özgürlük, Kızıl(kırmızı): Dikkat, özen,tedbir, değişiklik, devrim, şiddet. Yeşil: Doğum, tazelik, huzur, sükun anlamlarını içinde barındırmaktadır. Renklerle yönler de anlatılabilir. Ak: güney, Kızıl: Doğu, Sarı: Batı, Kara: Kuzey yönlerini anlatır. Kara’nın öteki anlamlarına gelince: 1- Güç, şiddet 2- Olağanüstülük, harikuladelik 3- Ululuk, büyüklük, ulaşılmazlık 4- Cesaret, atılganlık, yiğitlik 5- Yas, keder, üzüntü, ölüm 6- Fakirlik, sıradanlık, (soylu olmamak) 7- Kötülük, bela, uğursuzluk 8- Esmer ten, yanık ten 9- Aşırı soğuk, kış |
KARAALMAZ | birl. Kara/Almaz..Namuslu |
KARABAŞ | birl. Kara/Baş 1- Evlatlık 2- Kul, köle |
KARABATAK | birl. Kara/Batak…Bir deniz kuşu |
KARACA | 1- Karaya çalan, esmer 2- Gözü kara, cesur, şiddetli 3- Bir ceylan türü. 4- Halktan soylu olmayan. |
KARACIK | 1- Esmer, kar tenli 2- Gözbebeği |
KARAÇIL | Kumral, karaya çalan |
KARAGA | Karga, kuzgun |
KARAĞLI | 1- Yaslı, matemli 2- Bakışları etkileyici |
KARAHAN | birl. Kara/Han. 1- Türk mitolojisinde “En kutsal ruh” 2-Devletlerinde, soylu olmayıp, kara budundan (halktan) biri olarak devlet kuran kişilerin takındığı unvanlardan. |
KARAK | 1- Kara/Ak 2- Gözbebeği 3- Bakış, nazar |
KARAKÇI | 1- Gözlemci, bakıcı 2- Karakeçi |
KARAKIRK | birl. Kara/Kırk (..Kırk sayısı da, üç ve dokuz gibi, Türklerin uğurlu sayılarındandır.) |
KARAKITAY | birl. Kara/Kıtay (Çinliye benzeyen, Çinlilerle kanı karışıp, melez olmuş) |
KARAKOL | birl. 1- Kara el 2- Gözetleme yeri, gözetim alanı |
KARAKUŞ | birl. Kara/Kuş (Mizan Yıldızı) |
KARAKÜNE | Kara gün |
KARAL | Vade, müddet |
KARAMAN | 1- Kara tenli 2- Yiğit, gözü kara |
KARAMIŞ | Bakmış, görmüş, açık göz |
KARANÇI | Bakıcı, gözlemci |
KARAOTAĞ | birl. Kara/Otağ |
KARAOZAN | birl. Kara/ozan (halk ozanı) |
KARASAGU | ağıt, mersiye |
KARASÜYÜK | birl. Kara/Süyük (kemik) (avam, halktan) |
KARAŞAMAN | birl. Kara/Şaman |
KARAŞIN | Esmer, karaya çalan |
KARAUL | Bakış, gözlem yeri (Karakol sözcüğü buradan gelir) |
KARAÜREK | birl. Kara/Yürek Cesur, korkusuz |
KARAV | Bakış, nazar, bakan |
KARAVUL | (Karaul) 1- Gözcü, keşif kolu 2- Muhafız |
KARAY | yardımcı, yararlı, yardımsever |
KARAYIŞ | bakış, bakan |
KARAYİR | birl. Kara/Yer (kara toprak) |
KARÇAK | 1- Pençe 2- Büst, yarım heykel |
KARÇIGA | Bir şahin türü |
KARDAŞ | Kardeş, kardeş yakınlığı |
KARGI | Mızrak |
KARGIN | Meşbu |
KARGUY | 1- Bir atmaca türü 2- Gözetleme kulesi, dağ başlarına yapılan yüksek yapı |
KARIK | Karışık, melez |
KARIKSIZ | Saf, temiz, karışık olmayan |
KARIMIŞ | karışık, karışmış |
KARINÇIK | Bakış, nazar, göz kaçamağı |
KARINDAŞ | 1- Kardeş, kardeşlik 2- Kız kardeş, bacı (Kazak ve Kırgızlarda) |
KARLIGAN | karlar eriyince açan bir dağ çiçeği |
KARLIK | Karlı arazi, karlı dağ |
KARLU | Karlı, kar almış |
KARLUGAÇ | Kar çiçeği |
KARMAS | Karıştırmaz (Soyunu, neslini) |
KARŞI | Karşıt, zıt |
KARŞIT | Karşı |
KARTAL | İri kanatlı avcı kuş (Karatal) |
KARUÇ | 1- Karış, karışık 2- Kara uç |
KARYAĞDI | birl. Kar/Yağdı (…Doğumu, kar yağdığı sırada olan) |
KASAR | 1- Keser 2- kasıntı, afili 3- Fırtına |
KASMIŞ | Afili, fiyakalı, kasıntı |
KAŞ | Kaş, korkusuzluk, cesaret |
KAŞGAR | Cesur, üstün vasıflı |
KAŞKA | 1- Yiğitlik, mertlik 2- Üstün vasıflılık 3- Dayanıklılık, metanet |
KAŞUK | Dayanıklı, metin |
KATAK | Katı, sert |
KATAN | 1- Sert, katı 2- Saplayan, (Kargı, ok) 3- Ekleyen, artıran |
KATGI (katkı) | 1- Katı, sert, haşin 2- Yarar, yararlılık 3- Neşe, şenlik |
KATGIÇ | Katı, sert, dayanıklı, haşin |
KATI | sert, dayanıklı, haşin, güvenli, adamakıllı, etraf |
KATIGU | Çalışkan, gayretli, azimli |
KATIĞDI | Çok katı, şiddetli, kuvvetli |
KATIK | 1- Katı, sert, güçlük, şiddet 2- Katılan, katılım 3- Ekmek, yemek |
KATILGAN | Dayanıklı, metin, sert |
KATILIK | Güçlük, sertlik, dayanıklılık, haşinlik |
KATIRAK | Katıca, haşince |
KATIYEL | birl. Katı/Yel (Kuru rüzgar) |
KATIZ | 1- Ağaç kabuğu 2- Tarçın |
KATLAV | Zırh, siper |
KATLICAK | Katıca,sertçe,şiddetli |
KATLIG | Katılık, sertlik |
KATMIŞ | 1- Saplamış 2- Katılaşmış 3- Eklemiş |
KATUN | (Hatun) İmparatoriçe, Kağan eşlerine verilen bir unvan. (Kadın sözcüğü buradan gelir) |
KAVAN | Kovucu, defedici |
KAVÇIN | Konuk, kısa süreli misafir |
KAVŞIT | 1- Kavuşma, vuslat, kavuşulan yer |
KAVURT | 1- Kurt 2- Haşmet, ihtişam 3- Dayanıklılık, kalıcılık |
KAVUŞ | 1- Menzil, kavuşulacak yer 2- Buluşma, buluşma yeri |
KAY | 1- Tipi, kar fırtınası 2- Masal, hikaye |
KAYA | Taş bloğu mec. 1- Sertlik, sağlamlık, yıkılmazlık, dayanıklılık 2- İhsan, inayet |
KAYAK | Kayık, sandal |
KAYALAK | 1- Kayık, sandal 2- kaya, kayalık |
KAYAN | 1- Çığ, çığ kümesi 2- Sel, sel suyu |
KAYAR | 1- Sel, sel suyu 2- Gurur, onur |
KAYAŞ | Hısım, akraba, kavim kardeş |
KAYÇI | Masalcı, destancı |
KAYDU | 1- Katı, sert, şiddetli 2- Kaygı, hüzün 3- Sel, sel suyu |
KAYGAÇ | Kayık, sandal |
KAYGAŞ | Mucize, olağanüstülük |
KAYGIN | 1- Üzgün, kaygılı 2- İsyankar, isyan halinde |
KAYGU | Kaygı, endişe, titizlik |
KAYGULU | Kaygılı, mahzun |
KAYGUN | Mahzun, üzgün, müteessir |
KAYGUSUZ | Vurdumduymaz, gailesiz, umursamaz |
KAYI | 1- Sel 2- Kar fırtınası 3- Muhkem, iyi korunan |
KAYIR | 1- Kayırma, hamilik, destek 2- Heybet, gösteriş 3- Azim, kararlılık |
KAYIRGAŞ | 1- Deste, demet 2- Kayırıcı, koruyucu |
KAYIRMIŞ | Kayıran, kayırıcı, destekçi |
KAYIRŞI | 1- İçli, merhametli 2- Karşı, muhalif, hizip |
KAYITGAN | Dik başlı, boyun eğmeyen |
KAYITMAS | Adil, adaletli |
KAYMAS | Adaletli, düzenli |
KAYNAK | (Kanak) mec. Soylu |
KAYNAK | Pınar, göze |
KAYNAR | 1- Pınar, göze 2- Ateşli, kızgın |
KAYNARCA | 1- Kaynak, pınar, menbaa 2- Ilıca, banyo |
KAYRA | Yardım, inayet |
KAYRAL | Yardım, destek |
KAYRALDIĞ | 1- Destekli, torpilli 2- Eli açık, cömert |
KAYRIM | Arka, destek, inayet |
KAYRU | Geri, arka, destek |
KAYTAG | Aldatıcı, adaletsiz, hilebaz |
KAYTBAY | Adil, adaletli, hakkaniyetli |
KAYTMAZ | Adil |
KAYTUN | Yardımsever |
KAYURTAR | Kurtarıcı, yardımsever |
KAZAK | 1- merkezden uzak kalan 2- Otoriteye bağlı olmayan,başına buyruk 3- Gezgin |
KAZAN | 1- Kazanç, kazanım, birikim, artı değer, bolluk 2- Kızan, kızgın |
KAZANCUK | 1- Kazanç, kar, getiri 2- Yemek kazanı, tencere |
KAZANÇ | Gelir, kar, artı değer, getiri |
KAZGAN | Kazan, kazanç |
KAZILIK | 1- Kazık 2- Kazma aleti 3- Kızgın, celalli |
KAZIRGAN | Şamanist gelenekte, kötü ruhların, doğruluğa gelmesi için,geçici bir süre için kaldığı ateş çukuru. Bir nevi cehennem |
KAZU | Nimet, kazanç |
KAZUK | (Kozu, Kazık) 1- Kazma 2- Kazık, sırık |
KEBEK | Kabuk, ağaç kabuğu |
KEBENÇ | İtimat, güven, hoşnutluk |
KEBENÇÜ | Hoşnut, bahtiyar |
KEÇİG | 1- Geçit, köprü 2- Mutlu, sevinçli |
KEÇİKLİĞ | Mutlu, sevinçli |
KEÇİR | Bağışlayıcı, affedici |
KEÇÜRGEN | Bağışlayıcı, affedici |
KEDİMLİG | 1- Zırh, demir ağ 2- Giyimlik, giysi |
KEKMEN | Olgun, ergin, ermiş |
KELEŞ | Alımlı, yakışıklı, cıvan |
KELEZTİ | Hayal, serap |
KELGİN | Gelgin, suyu kabaran ırmak |
KELİŞTÜ | Olgunluk, gelişim, suhulet |
KELTEÇİ | Gelici, gelecek olan, halef |
KEMEÇ | Asker, askeri görevli |
KENÇEK | (Gençık, Genç) |
KENÇLİYÜ | Oğuz beylerinin, özellikle güz kurultayların dan sonraki toy ve şölenlerde, kendi mallarını yağmalatıp, halka dağıtılması için kurdukları büyük sofra. Yağma sofrası |
KENDİL | Gönül, gönüllü, temiz yürekli |
KENDÜZ | Nefs, can, ruh |
KENEŞ | İstişare, müşavere |
KENGEŞLÜ | Danışık, anlaşık, dayanışmalı |
KENİ | (Kuni) Adaletli, adil, dengeli |
KEPKE | Örnek, numune |
KEPTİK | 1- Latif, şakacı 2- Eşit, müsavi |
KERAMUN | Karaman, esmer tenli |
KERAYET | Sahil, kıyı, plaj |
KEREGÜ | Ev, çadır, barınak |
KEREKLİ | Gerekli, elzem, ihtiyaç |
KEREKTÜ | İhtiyaç, lüzum, zaruret |
KEREKÜLÜG | Çadırlı, göçebe |
KERELTİ | Tanıklık, şehadet |
KEREN | Ulu, kebir, kadir |
KEREŞ | Kiriş, yay kirişi |
KERİ | 1- Eski, kadim, geride kalan 2- Germekten, gerilmiş, gergin |
KERİNÇSİZ | Eşsiz,emsalsiz |
KERKİ | Balta, nacak |
KERKİT | Nacak |
KERTÜK | (Kertik) 1- Ağaca bıçakla çizilen çizgi 2- yapay, suni |
KESEN | 1- keskin, kesici 2- Bölüm, ara |
KESİ | Keskin, kesen, kesici, sert |
KESİK | Kesi, keskin |
KESKİN | 1- Sert mizaçlı, asabi 2- Uç, ekstrem 3- Kesici |
KEŞİKÇE | 1- Muhafız, koruyucu 2- Defa, sıra, adet |
KEŞİKÇİ | 1- Israrlı 2- Nöbetçi |
KET | 1- Darbe 2- Yılmaz, azimli, kararlı |
KETÇİK | Darbecik |
KETE | Ulu, büyük |
KEYİK | Baht, mutluluk |
KEZEGEN | Gezgin, çapkın |
KEZGEN | Gezgin, çapkın |
KEZGİÇ | Gezgin |
KEZİK | Cesaret, atılganlık, cüret |
KEZİR | (Kizir, keser) Cesur, cüretkar |
KIBI | Keşif, buluş |
KICIR | Öç duygusu, intikam |
KICURGAN | Gösterişli, mağrur |
KIDIK | Gedik, güdük |
KIĞILCIM | Kıvılcım, şerare |
KIĞITDUK | Davet, ikram |
KILAĞI | Kılıç ve bıçakların bilendikten sonra ağız kısmında meydana gelen çizgi |
KILAĞUZ | Kılavuz, rehber |
KILAVUN | Düğün hediyesi |
KILDI | 1- Yaratıcı, yapıcı 2- Etken, amil |
KILGI | 1- İstem, irade 2- Yaratılmış, kılınmış |
KILICI | Yaratıcı, yapıcı, halik, kadim |
KILIÇ | (Kıl-Uç) Silah |
KILIG | 1- yaradılış, huy, karakter 2- Beceri, iş, yapıcılık |
KILIGLI | 1- İyi huylu, ahlaklı, görgülü 2- Becerikli, çalışkan, işgüzar |
KILIN | 1- Huy, yaradılış 2- Naz, işve |
KILINÇ | Kılınış, huy, karakter |
KILIVAN | Hediye, bahşiş, ödül |
KILUÇ | Kılıç |
KIMAÇA | Engel, mania |
KIMAR | Komar, homar, yakışıklı, cezb edici |
KIMIRTU | Kıpırdanış, devinim, jest |
KIMIZ | Ekşi, mayhoş anlamına gelen ve kısrak sütünden yapılan bir içki |
KIMNA | Sürekli, daima, her zaman |
KIN | 1- Silah muhafazası 2- Gayret, çalışma 3- Suç, cürüm, ayıp |
KINAGU | 1- Ceza, cezalandırma 2- Çalışma, aktivite |
KINAY | Aktif, çalışkan |
KINCAL | İnce, narin, zayıf |
KINÇAK | Bıçak kılıfı |
KINGAL | İnce, narin |
KINGIR | Metin, dayanıklı, sebatkar |
KINIK | 1- Gayret, gayretli, çalışkan 2- Muhterem, şerefli, hakim |
KIP | Baht, talih |
KIPÇAK | 1- Merkezde kaçmış, uzaklaşmış ve bir otoriteye bağlı bulunmayan 2- Çayırlık, geniş toprak,sahipsiz boş ve geniş arazi 3- Ağaç kovuğu 4- Bahtı açık, talihli |
KIR | 1- Kırmak…dan Kırış, kesiş, kırma, yarma eylemleri 2- Ak’a yakın kirli beyaz renk 3- mec. Olgunluk, tecrübe |
KIRAÇ | 1- Kırlaşmış, kıra çalan, kır gibi 2- Kırıcı, kırık, yarık 3- Verimsiz toprak, yaşlı toprak |
KIRAN | 1- Bozgun yapan, düşmanı yok eden 2- Dağ yamacı 3- Yön, kenar, kıyı |
KIRAY | 1- Genç, delikanlı 2- Kıran, kan dökücü, vurguncu |
KIRCA | Kıra çalan, ,kırlaşmış mec. Olgun, bilge |
KIRCI | 1- Kırıcı, sert mizaçlı 2- Kenar, uç, sahil |
KIRGI | 1- Kırım 2- Bir atmaca türü |
KIRGIL | Kırık, üzgün, kırgın |
KIRGIN | 1- Gönül kırgınlığı 2- Bozgun |
KIRGIZ | 1- Kırgıncı, bozguncu, geçimsiz 2- Kırk/Uz 3- Numune, örnek |
KIRICI | 1- Kıran, bölen, yaran mec. Sert mizaçlı, gönül kırıcı 2- Kenar, sahil |
KIRIK | Kırılmış, bölünmüş |
KIRIM | 1- Kırış, bozgun, katliam 2- Kırgınlık, küskünlük 3- Uç nokta, kenar |
KIRIY | Sahil, kenar |
KIRKIN | Bahşiş, hediye |
KIRKLI | Eski, Şamanist gelenekten, bazı değişiklikler yada dinsel motiflerin de eklenmesiyle, bugünlere kadar gelen bir inanca göre; gerçek anlamı “kırk ünlü ata ruhunun koruması altındaki kişi”. |
KIRMAN | Kırma yeri, Kırman, harman |
KISIG | 1- Hapis, dar yer 2- Kısıtlı, bağımlı |
KISIGLU | Hapis, mahpus, kıstırılmış |
KISRIK | Utangaç, mahçup |
KISTAVUL | Acele, aceleci, telaşlı |
KIŞIL | Kışlık, kış için ayrılmış |
KIŞLAK | Kışın kalınan yer, ez, kışlık ev |
KITAY | 1- Çinliye benzeyen , Çinliye karışmış 2- Kutay |
KIVAM | Olgunluk,yeterlilik |
KIVANÇ | Gurur, kıvanma, sevinme, öğünme, mutlu olma, kendine güvenerek ve öğünerek sevinme hali. |
KIVANDUK | Kıvançlı, mutlu |
KIVIK | Ara, fasıla |
KIVILCIM | Ateş parçası, şerare |
KIVLIK | Kıvanç ve mutluluk nedeni |
KIVRAK | 1- Kıvançlı 2- Hareketli, dayanıklı |
KIVRIM | Hare, iltiva |
KIYAK | 1- gaddar, acımasız 2- Kayak, kaydıraç 3- Çekicilik, cazibe |
KIYAL | İmge |
KIYAN | 1- Dağdan hızla akan sel suyu 2- Gaddar, acımasız, kıyıcı |
KIYAT | Çekici, cazibeli |
KIYGA | Zeki, çok akıllı |
KIYGI | Zeka, deha |
KIYIK | 1- Zeka, dahi 2- Çekici 3- Kaçak, kapçak |
KIYIKSIZ | Kaçmaz, sözünden dönmez, düz |
KIYIN | 1- Akit, sözleşme, anlaşma 2- Güç, kudret, otorite |
KIYIŞKAN | 1- Sözünün eri, sözünde duran 2- Cesur, gözü pek |
KIYMAÇ | Gamze |
KIYNAK | 1- Ünlü, meşhur 2- pençe, kartal pençesi |
KIYUK | 1- Mutluluk 2- Geyik |
KIZARIK | 1- Kızıl, kızıllaşmış 2- kızgın |
KIZGAN | Kızgın, kızışmış |
KIZGIN | Kızıllaşmış, asabi |
KIZI | Şiddet, asabiyet, kızama, kızgınlık |
KIZIK | 1- Kızgın, asabi 2- Kısık, hapis |
KIZIL | 1- Kırmızı, al 2- Altın 3- Kızmış, kızarmış, kızgın |
KIZILALMA | birl. Kızıl/Elma. Olgun, kızarık elma anlamı, bir sembol ve imgedir. Ülkü’yü motivasyonu içerir. Bazen, fethedilmesi gereken illeri ifade eder, çoğu kez ise bütün Türklerin, tek bayrak altında toplandığı devletin, “Birleşik Türk devletleri”nin imgesi. |
KIZILGU | Kızarmış, kızgın |
KIZILHAN | birl. Kızıl/Han |
KIZILOTAĞ | birl. Kızıl/Otağ. Kağan ya da Han’ların verdikleri, toy ve şölenlerde, kız çocuk sahiplerinin oturduğu, şeref tribünü. |
KIZIMTAY | birl. Kızım/Tay (Kızmaktan kızgınlık) Tay |
KIZIRAK | (kızarık, kızrak) Nadir, ender rastlanan |
KİÇİ | 1- Kişi, adam, insan 2- Küçük, minyon 3- Geçmiş, geçik, eski 4- Keçi |
KİÇİCİK | 1- Kişicik, insancık 2- Küçük, minyon |
KİÇİK | 1- Küçük, minyon, Geçik, geçmiş |
KİÇİN | Zincir |
KİÇKENTAY | birl. Kiçken/Tay …minyon, minik |
KİÇKİ | 1- Eski, kadim 2- Kişi, insan |
KİÇKİNE | (Giçgine) Geçkin, geçmiş kadim |
KİDGÜ | Giyim, giysi, elbise |
KİLÜKEN | Gülen, güleç, güleryüzlü, mütebessim |
KİNDİK | Orta, odak, merkez |
KİNEŞ | Şura, meşveret, kongre |
KİRİŞ | Sinirden ve bağırsaktan yapılan sicim. Ok yayı olarak da kullanılır. |
KİRTİ | Doğruluk, gerçekçilik |
KİŞİLİK | Karakter, şahsiyet, insan olma özelliği |
KİŞKEN | (Kiçgen) 1- Küçük, minyon 2- Geçen, geçmiş |
KİYE | Kut, talih, ululuk |
KİYELİ | Mübarek, saygıdeğer, ulu |
KİZEK | 1- Kesik 2- Nöbet 3- Seyran, gezinti |
KİZİR | 1- Keser, kesici 2- Gever, gezgin 3- Atılgan, cesur |
KOBRAT | (Kubrat) Derlemek, toparlamak, örgütlemek |
KOBU | (Kovu) Buket, demet |
KOBURCUK | Kabarcık, kabarık, kabadayı |
KOCA | 1- Ulu, saygıdeğer, hürmete layık 2- Bilgili, tecrübeli, görüp geçirmiş 3- Gösterişli, azametli 4- Mert, düz, koç gibi |
KOCABAŞ | birl. Koca/Baş …Koruyucu, muhafız |
KOCAMAN | 1- Akıllı, bilge 2- İriyarı, cüsseli, heybetli |
KOÇ | Erkek koyun mec. Düz, mert, yüz yüze dövüşen, hilesiz, yiğit, dayanıklı, yılmaz |
KOÇA | 1- Koç gibi..2- Kibar, centilmen |
KOÇAK | Koç gibi, cesur yürekli |
KOÇAN | 1- Centilmen, kibar 2- Koşan, koşucu |
KOÇAŞ | Rehber, yol gösteren, önde giden |
KOÇGAR | (Kaçgar,kaşgar) 1- Koç başı 2- Koç gibi, koç yiğit |
KOÇİ | Koç gibi, koç yürekli |
KOÇLUĞ | (Koçluk) Koç olacak kuzu |
KOÇO | Kibar, mert |
KOÇU | 1- Koç gibi 2- Kibar, centilmen |
KOÇUGAR | Mert, yiğit, özü sözü bir |
KOÇUM | 1- Yiğit, mert 2- Koşum, koşma |
KOÇUN | Düz, hilesiz, temiz yürekli |
KODAR | Mağrur |
KODAZ | Mağrur |
KOKLUĞ | Koku, parfüm |
KOKULUG | Koku, Parfüm |
KOKUM | Parfüm |
KOKUŞ | Dalları, ok yapımına elverişli bir ağaç türü |
KOLAN | 1- Hediye, bahşiş 2- Kollayan, koruyan 3- At, eşek,katır gibi hayvanların, eyerini. Bağlamaya yarayan kemer. |
KOLBAG | Kadınların, aksesuar olarak bileklerine taktıkları, boncuklu halka |
KOLBAŞ | Askeri birlik başı, komutan, askeri koruyup kollayan kişi |
KOLBAY | Askeri danışman |
KOLCUK | Kolcu, muhafız, koruyucu |
KOLÇAK | Kolcu, koruyucu, kollayıcı |
KOLÇU | Muhafız, bekçi |
KOLDAGÜÇ | Hami, koruyucu, şefkatli, merhametli, yardımsever |
KOLDAŞ | 1- Silah arkadaşı 2- Arkadaş, birbirini kollayan |
KOLGAK | İstek, heves, talep |
KOLGAY | Veliaht, şehzade (Kırım ve Kazan hanlıkları döneminde kullanılan bir aksesuar |
KOLKA | 1- Kolgu, kol takısı 2- Refika, hanım, eş |
KOLTAG | Arka, himaye, destek |
KOLUÇ | Kolcu, kolbaşı, komutan |
KOLUNÇUĞ | Yakarış, niyaz |
KOMAN | (Kaman,kuman) 1- Yurduna yabancı sokmayan 2- Aman vermeyen 3- Kumral |
KOMAS | Komayan, bırakmayan, aman vermeyen |
KOMUK | 1- Kabuk, ağaç kabuğu 2- Hazine, define |
KOMUR | Cesur, gözüpek |
KON | 1- Yurt, vatan 2- Konak, yerleşim, mekan |
KONAÇ | Aşiyan |
KONAG | 1- Konuk, misafir 2- Konuk ağırlanan ev |
KONALGA | 1- Konuk yeri, baş köşe 2- Menzil, konulacak, varılacak yer |
KONAT | 1- Cana yakın, munis, sokulgan 2- konuk ağırlayıcı, konuksever. 3- Birlikte göç eden oba birliği. |
KONCA | 1- Armağan, bahşiş 2, Gül |
KONÇUK | 1-Aşina, tanıdık 2- Konuk |
KONÇUY | Kağan kızı, prenses, soylu kız |
KONDU | Yerleşik, yerli |
KONDUR | Konuksever, cömert |
KONGAR | 1- Koyu kırmızı renkteki at 2- Kızıla yakın renk tonu |
KONIK | Can, ruh, yaşam |
KONŞUK | 1- Konşu, komşu 2- Yerleşim yeri 3- konuşma, laf |
KONUK | 1- Misafir 2- Can, ruh 3- Varılacak yer, menzil |
KONUL | 1-Kerevetlerin altındaki, yük konan boşluk, yüklük |
KONULGA | 1- Konuk yeri, baş köşe 2- Konuğa verilen yemek, değerli yemek |
KONUR | 1- Yakışıklı, civan 2- Gururlu, onurlu, mağrur 3- Kara ve kızıl karışımı renk, at rengi, doru at. |
KONUŞ | 1- Yerleşim, karargah 2- Menzil, varılacak yer |
KOPAN | 1- Galip, utkan 2- Ulu, yüksek |
KOPTURU | Saygı duruşu, tören duruşu |
KOPU | Kop, çok, çokluk |
KOPUN | Çoklu, bereket, bütünlük |
KOPUZ | Saz, bağlama (Kop_Uz) |
KOR | 1- Öz, maya, asıl 2- Ateş parçası, ateş |
KORBA | Filiz |
KORCU | Korucu |
KORGAN | Korunan yer, kale, kurgan |
KORGAVUŞ | Savunucu, müdafi |
KORIÇI | Korucu, koruyucu, bekçi, yasak bölgeleri bekleyen ve koruyan kişi |
KORIG | 1- Koru, ağaçlık, yeşil bölge 2- korunan, yasak bölge |
KORKMAZ | Korkusuz, cesur |
KORKUNÇ | Korkutucu, ürkütücü |
KORKUT | 1- Heybetli, korkutucu, korku salan |
KORUĞ | 1- koru, koruluk, ağaçlıklı bölge 2- Koruma bölgesi 3- Yasak bölge, askeri bölge |
KORUKÇU | Koruyucu, korucu, muhafız |
KOŞ | 1- Koç 2- Dizi, sıra, dize |
KOŞAK | 1- Koşulan, koşturan 2- Neşide, destansı şiir |
KOŞAR | 1- Emredici, buyurucu 2- Koşucu, çalışkan, hareketli 3- Dizen, düzenleyen |
KOŞMA | Ölçülü, uyaklı söz |
KOŞUK | 1- Yan yana, birlikte, yaren, dost 2- Koşma, şiir |
KOŞUL | Hüküm, şart |
KOŞULGAN | Koşul koyan, buyurucu |
KOŞUM | 1- Koçum 2- Bağlı, yan yana 3- Atın, eyer, kulan, üzengi vb. malzemelerinin tümü |
KOŞUN | 1- Asker, savaş birliği 2- Halk, ahali 3- Dizi, dize |
KOTKU | Alçak gönüllü, mütevazı |
KOY | 1- Koyun 2- Merhamet, acıma duygusu |
KOYLU | 1- Merhametli 2- İstikamet, yön, yönünü bilen 3- Koyunlu |
KOYU | Merhamet |
KOYULDAR | 1- Merhametli 2- Hürmetli |
KOYULMUŞ | 1- Merhametli 2- Çalışkan |
KOYUNLU | Merhametli |
KOYURGA | 1- Hürmet, lütuf 2- Acıma duygusu, merhamet |
KOYURTANG | Özgürlük, Hürriyet |
KOZALAK | Çam, selvi gibi ağaçların sert çiçeği |
KOZAN | Kozalak |
KOZAN | Kazan |
KOZGAV | Kıyam, isyan, başkaldırma |
KÖÇET | Filiz, sürgün |
KÖÇMEN | Göçmen, göçücü |
KÖDÜRGÜ | Kurban, adak |
KÖGMEN | (Gökmen) 1- Tanrısal, ilahi 2- Sayın, saygıdeğer 3- Gücünü Tanrıdan alan |
KÖĞÜZ | 1- Göksel, Tanrısal 2- Göğüs, sine |
KÖK | 1- Gök 2- Aile, soy |
KÖKDAŞ | Emsal, örnek |
KÖKEN | Göğen, gelen, 2- Köken, soy, aile |
KÖKİM | 1- Göğüm 2- Soyum, ailem |
KÖKLÜ | 1- Tanrıdan gelen 2- Soylu |
KÖKTEM | 1- Bahar 2- Gençlik 3- Deha, akıl |
KÖL | Göl mec. Ululuk, sonsuzluk, derinlik, bilgelik |
KÖLMÜK | Halk, ahali |
KÖLÜK | Yük hayvanı |
KÖMEK | 1- Yardım, arka, destek, inayet 2- Ahali, halk |
KÖMEN | 1- Hayal, düş 2- Irk, soy 3- Cevher, damar |
KÖMEY | Gerdan, döş |
KÖMÜÇ | Hazine, define |
KÖNG | (Könk) Cariye, odalık |
KÖNGÜL | Gönül, can |
KÖNİLİK | Adalet, doğruluk |
KÖNKAŞ | Künkaş, kenkeş, meşveret |
KÖNÜ | Adalet, doğruluk |
KÖNÜL | Gönül , can |
KÖP | Çok, gür, çokluk, bolluk |
KÖPTÜK | 1- Bereket, bolluk 2- Kalabalık |
KÖPÜK | Kabarcık, köpürcük, çoklu, artış |
KÖPÜRGE | 1- Köprü, geçit 2- Savaş davulu |
KÖREGEN | Gören, görücü |
KÖREM | 1- Körpe, taze 2- Görgülü, terbiyeli |
KÖRGEN | Gören, görücü |
KÖRGÜZ | Görgülü, centilmen, beyefendi |
KÖRKE | Ağaçtan yapılmış tabak |
KÖRKEM | 1- Görkem, ihtişam 2- Hoş, güzel, latif |
KÖRKLÜĞ | Güzel, alımlı, cemile |
KÖRPE | Taze, cıvan |
KÖRÜ | (körüg) Gözcü, haberci, casus, gözlemci |
KÖRÜM | 1-Bakış, nazar, gözlem 2- Düş, rüya 3- Zeka, fehm |
KÖRÜMÇİ | Astronom, rasat, gözlemci, yıldızları inceleyen kişi. |
KÖRÜMDÜK | Bakıcı, nezaretçi |
KÖRÜNÇ | 1- Görgü, muaşeret 2- Bakan, nazır |
KÖSEMEN | Tas artan koç. |
KÖŞÜK | Dilek, temenni |
KÖTÜZ | Kıymetli |
KÖVENÇ | 1- Güvenç, güvence, teminat 2- Azamet, gurur |
KÖVEZ | Afi, çalım, fiyakalı. |
KÖYMEN | 1- Yanıcı, yanık 2- Hayal |
KÖYMEZ | Yanmaz, ateş almaz. |
KÖZLÜK | At kuyruğundan yapılan, göz kamaşması ve göz ağrılarının tedavisinde kullanılan bir dokuma. |
KUANÇ | Kıvanç, sevinçli gurur |
KUANÇI | Kıvanç |
KUBAL | Gürz, demir topuz. |
KUBAN | Kapan |
KUBAT | Kapalı, gizli |
KUBAY | birl. Kubi/Ay |
KUBİ | (Kubil) Gökyüzü, feza, sema. Mec. Başsızlık ve sonsuzluk. |
KUCAN | Göçen, göçer |
KUCAR | Göçer, göçücü |
KUÇAM | Deste, demet, bağ |
KUÇAR | Göçer, göçmen |
KUDA | Sihir, büyü |
KUDAGAÇI | Büyücü, doktor |
KUDAK | Kadak, katı, sert |
KUDEKAN | Buyruk, sert, emir, azar |
KUKUN | kıvılcım, ateş parçası |
KUKUŞ | 1- Gonca, gül 2- Şaka, latife |
KUL | Bağımlı, bağlı, köle mec. Bağlılık, sadakat |
KUL | 1- Koyun 2- Can, ruh 3- Uçurum 4- Adalet |
KULA | 1- Kızıl ve karışımı renk, doru, bordo 2- Yelesi, ve kuyruğu kara, gövdesi kızıla çalan at 3-Yabani at 4- Gözü kara,atılgan |
KULAÇ | 1- Açıklık, mesafe 2- İki kol arasındaki ara |
KULAGU | 1- Yaratıcı, kılıcı, hükmedici 2- Kula gibi 3- Korkusuz, gözü kara |
KULAN | 1- Galip, utkan 2- Vahşi at 3- Yaban eşeği |
KULANŞI | 1- At terbiyecisi 2- Musikişinas, müzisyen |
KULBAK | Merhametli, yardımsever |
KULDAM | Sadık kul |
KULGA | Güvercin |
KULGU | 1- Müfettiş, murakıp 2- Güvercin |
KULİ | (kulıg) Cesur, gözü kara |
KULPU | 1- Kilit 2- kulluk, kulluk eden |
KULUGA | Güvercin |
KULUN | Tay, süt emen çağdaki at yavrusu |
KUMAÇ | Solgun, soluk |
KUMAK | 1- Yardım, kömek 2- Sevda, aşk |
KUMAN | 1- Solgun 2- Kumral, sarı ile kahverengi arası renk 3- Aman vermeyen, dirayetli |
KUMANDI | Mutlu, sevinçli |
KUMARAL | Kumral, buğday tenli |
KUMARGA | Kuşatma, muhasara |
KUMRAL | Buğday tenli |
KUNAN | 1- İki yaşına gelmiş kısrak 2- Adaletli, adil |
KUNAR | Bereket, bolluk |
KUNARLI | Bereketli, münbit |
KUNDUZ | Dere kenarlarında yaşayan, kürkünden börk yapılan bir hayvan |
KUNİ | Adalet, hakkaniyet, adaletlilik |
KUNT | 1- Dayanıklı, metin 2- Sade, gösterişsiz |
KUNUK | 1- Mahzun, elemli 2- Konuk |
KUPÇI | İnce, zarif |
KUPTAN | Niyaz, dua, yakarış |
KUR | Düzen, sıra, hiyerarşi, düzenleme |
KURAL | Düzen, düzenlilik, kaide |
KURALAY | Ceylan, ahu |
KURAR | Organizatör, düzenleyici |
KURAY | Bir çeşit bozkır bitkisi ot |
KURÇ | (kuruç) Kılıç yapımında kullanılan, iyi bir çelik türü |
KURÇAK | Heykel, yontma taş |
KURÇI | 1- Kürçü 2- Kurucu |
KURÇIK | Kurum, kuruluş, yapılanma |
KURGA | 1- Tecrübeli, bilge 2- İnce, narin |
KURGAN | 1- İstihkam, kale 2- Anıt, anıt mezar |
KURIDIN | Batılı, batı bölgesinden |
KURIKAN | 1- Kürkan, damat 2- Hisar, kale 3- Ağaçlık bölge |
KURIMLAK | Cilveli, hareketli, kıvrak |
KURLAS | Düzen, işleyiş, ahenk |
KURMAN | Düzgün, düzenli, düzenleyici |
KURMUŞ | Planlı, düzenli, örgütlü |
KURT | Bağımsızlığına olan düşkünlüğü, evcilleşmeyen tek hayvan oluşu, mücadeleciliği, hareketliliği,gururlu ve zeki oluşu, özellikle de sosyal ve örgütçü oluşu ve daha bir çok özellikleriyle, Türklere benzeyen ve Türklerin de çok eskiden beri kutsayarak, sembolleştirdiği hayvan |
KURTAK | Kurulu, ayarlı |
KURTAR | Kurtarıcı |
KURTARAN | Kurtarıcı |
KURTGA | Tecrübeli, gün görmüş |
KURTUL | Haraç, vergi, cizye |
KURTULGU | 1- Vergi, haraç 2- Kurtuluş, istiklal |
KURTULMUŞ | Özgür, bağımsız, azade |
KURTUN | Batılı, batıdan |
KURUĞÇIN | Kurşun |
KURUK | Koru, park, koruluk |
KURULTAY | birl. Kurul/Tay Kongre, divan, oturum. Gerek seçim, gerekse devlet için önemli kararların alındığı seçkinler meclisi. |
KURUM | Figür, dans |
KURUM | 1- Kuruluş, düzen, düzenleme 2- Çalım, jest, afi 3- Kaya parçası |
KURUT | 1- Kurt 2- Kale burcu 3- Kurutulup, suyu alınmış peynir topağı |
KUSKUN | Atın kuyruğundan geçirilip, eyere bağlanan kayış |
KUŞ | Kuş |
KUŞÇAK | Kuşçu, kuş eğiticisi |
KUŞÇU | Kuş eğiticisi |
KUT | 1- Uğur, talih, baht 2- Tanrısal, mübarek 3- Can, ruh, dirilik, yaşam kaynağı, yaşam gücü 4- kader, yazgı 5- Erk, iktidar 6- Bereket, nasip |
KUTADGU | Kutsanmış, kutlu, değerli, yararlı |
KUTALAN | birl. Kut/Alan mübarek |
KUTALDI | birl. Kut/Aldı kutlu, mübarek |
KUTALMIŞ | birl. Kut/Almış kutlu, mübarek, kutsanmış |
KUTAMIŞ | Kutsamış, değer vermiş, mübarek eylemiş. |
KUTAN | 1- Dua, yakarış, niyaz 2- Bir avcı kuş 3- Saban, pulluk |
KUTAR | Kutsar, kutsayan, kut veren |
KUTAŞ | Kutlu, mübarek |
KUTAY | birl. Kut/Ay T… 1- Ateş parçası, ateş 2- Şamanist gelenekte,”Ateşteki Kutlu Ruh” 3- İpek, ipekli kumaş 4- Kurlu Kadın Ruh 5-Paha biçilmez, değerli |
KUTGARU | Buyruk, fermen |
KUTKU | Ağırbaşlı, alçak ,gönüllü |
KUTLU | 1- Mübarek, Tanrısal 2- Bahtiyar 3- Kabul görmüş, saygıdeğer |
KUTLUCA | Uğurlu, bahtı açık |
KUTLUĞ | Kutlu, mübarek |
KUTLUĞ İNANÇ | (Kutluk İnanç) Kutlu/İnanç |
KUTLUK | Kutlu |
KUTLUK | (Kutluğ) Kutlu, mübarek |
KUTSANDI | Kutlu, mübarek |
KUTUN | 1- Mesut, mutlu, nurlu 2- Mukaddes, kutsal |
KUTUNMUŞ | Kutlu, mübarek |
KUTUR | Kutlu, mübarek |
KUTUZ | birl. 1- Kut/Uz 2- Yaban öküzü |
KUVANÇ | Kıvanç, gurur, mutluluk, iftihar |
KUVANDUK | Kıvanç, mutluluk, iftihar, gurur verici |
KUVART | 1- Kurt 2- Dayanıklı, kavi, metin |
KUVAT | Sevinç, mutluluk |
KUVRAG | Toplum, toplumcu |
KUYAK | Zırh, demirağ |
KUYAN | Tavşan, bozkır tavşanı |
KUYAŞ | Güneş ışığı |
KUYDUNG | Beden, vücut |
KUYMU | Sevinç, neşe |
KUYTAK | Mahfuz, siper |
KUYTURKA | Bağış, ihsan, lütuf |
KUYULDAR | Saygıdeğer, saygıya layık |
KUYUM | Aksesuar, küpe, bilezik |
KUZ | Dağın, güneş görmeyen yamacı |
KUZAY | Kuzey yönü, güneşin az olduğu yer,Karanlık ve soğuk yer |
KUZLAK | Bebe, yavru |
KUZU | 1- Koyun yavrusu 2- Yavru, bebe |
KÜÇ | Güç, dirayet, kudret |
KÜÇEM | 1- Güç, kudret 2- zorba |
KÜÇEY | Güçlü, gücü yeten |
KÜÇİ | Güç, güçlük, zorluk |
KÜÇİN | An, kısa zaman parçası |
KÜÇKARA | birl. Küç/Kara (Acı kuvvet) |
KÜÇKEY | Güçlü, zorlu |
KÜÇLÜK | Güç, güçlük, zorluk, kudret |
KÜÇÜK | Ufak, minyon |
KÜÇÜLÜ | Güçlü, zorlu |
KÜÇÜLÜK | Güçlük, güç, zorluk |
KÜÇÜM | Güç, kudret |
KÜKLER | Müneccim, yıldız falcısı |
KÜKREK | 1- Onur, gurur 2- Kükreyiş, kükreyen |
KÜL | 1- Ateş, ateşlilik, yakıcılık, yok edicilik 2- Yenilmezlik 3- Ulu, ünlü 4- Cesaret, gözü karalık 5-Göl, göl gibi geniş ve büyük |
KÜL TİGİN | birl. Kül/Tigin Birkaç anlam |
KÜLÇUR | Ululuk, yüksek mevki, saygıdeğerlik. |
KÜLE | 1- Güle , gülüş 2-Demet,bağ, deste |
KÜLEGEÇ | 1-Güleç, güler yüzlü 2-Name, melodi |
KÜLEGEN | Gülen, güler yüzlü |
KÜLEK | 1- Fırtına, kum fırtınası 2-Bakraç, tahtadan yapılmış yoğurt kabı |
KÜLEM | Bereketli, münbit |
KÜLER | birl. Kül/Er ..Ulu, saygın kişi. |
KÜLTEM | Deste, demet, buket |
KÜLÜG | (Külük) 1-Ünlü, meşhur, çok tanınan 3-Hızlı,seri |
KÜLÜNK | Kazma |
KÜMÜŞ | Gümüş |
KÜN | Gün, güneş |
KÜNANA | birl. Gün/Ana |
KÜNÇEK | Güneşlik, şemsiye |
KÜNDEŞ | 1- Gündeş, güneşe eş değerde 2- İzci, takipçi, halef |
KÜNDÜN | Gün ışığı |
KÜNDÜZ | Gündüz |
KÜNEŞ | Güneş |
KÜNG | Cariye, dişi köle |
KÜNGERÜ | Arzu, dilek, temenni |
KÜNİ | 1- Adil, adaletli, hukukçu, yasalara bağlı 2- İtaatkar, muti |
KÜNKAŞ | Danışma, nasihat |
KÜNTEM | Günlük, gündelik |
KÜNÜÇEN | Muti, itaatkar, saygılı |
KÜNÜLÜK | 1- Şemsiye, 2- Günlük, yevmiye |
KÜR | 1- Gür, sık, bol, bolluk 2- Canlı, diri, sağlam, sarsılmaz 3- Gürleyen, kükreyen, kabadayı, gözü kara, yürekli 4- Öz, maya, özünü yitirmemezlik 5- Düzen, düzenlilik 6- Çare, çözüm, deva |
KÜRÇE | Esas, asıl, maya, öz |
KÜRÇİ | Kabadayı, gözü kara |
KÜRHAN | (Gürhan) birl. Kür/Han |
KÜRİ | İç geçiren, imrenen, kıskanç |
KÜRKAN | birl. 1- Kür/Kan (Gür/Kan) 2- Damat (Körekan) |
KÜRMEN | Özlü, soylu |
KÜRÜGEN | 1- Gürgen 2- Köregen, damat |
KÜRÜM | Basiret, meleke |
KÜRÜNÇ | 1- Özlü, soylu 2- Düzen, düzenli 3- Kıskanç |
KÜŞLİK | 1- Güçlük, güç, zorluk 2- Mutlu, mutluluk |
KÜŞÜM | 1- Ar, edep, hicap 2- Güç, güçlülük |
KÜVENÇ | Güvenç |
KÜVENÇİ | Güvence, garanti |
KÜZ | Güz, sonbahar, hazan |
KÜZNEK | Işık kırılması |
LENGEŞ | Keneş |
MAMAK | Sakin, kendi halinde |
MAMAY | Sakin, munis |
MAMIŞ | 1- Saygılı, söz dinler 2- Saygı |
MANAS | 1- Huy, mizaç 2- Heybet, heybetli |
MANAY | Saha, bölge, mıntıka |
MANÇO | Mengü, sonsuz |
MANÇU | Mengü, sonsuz |
MANGALAY | 1- Alın, yüz, cephe 2-Süvari, iyi ata binen |
MANGU | Mengü, bengü, sonsuz |
MANGUR | Mangır, bakır para |
MANGUT | Ölümsüz, sonsuz |
MARAL | Ceylan, ahu türü bir hayvan |
MAYDA | Narin, ince, ince yapılı |
MENÇİK | Mülkiyet, mal varlığı |
MENDEŞ | (Menteş, mintaş) Acele, aceleci |
MENGEN | 1- Nişancı, iyi ok atan, okçu 2- Becerikli, mahir |
MENGİ | Mengü, bengi, bengü |
MENGİLİK | Sonsuzluk |
MENGÜ | Ebedi, sonsuz, sonsuza kalan, sonsuzluk, ölümsüzlük |
MENGÜÇ | Sonsuzluk, sonsuzluğa ulaşmış, ermiş, ulu, saygıdeğer |
MENGÜÇ ATA | birl. Mengüç/Ata. Bilgi ve tecrübesine başvurulan ulu ve bilge kişi. |
METE | 1- Soylu, saygıdeğer 2- Bütün, bütünlük, bütünlükçü |
METEHAN | birl. Mete/Han. Hun kağanlarının en ünlüsü. Aynı soy ve kökten gelen boylar arasında, kan dökülmesini yasaklamış hepsinin tek bir devlet çatısı altında toplanması gerektiğini,bunun aynı zamanda Türk Tanrısı’nın bir emri olduğuna inanarak bu yolda mücadele etmenin ve bunun getireceği sonuçların,en büyük ve paha biçilmez bir mutluluk olduğuna inanmış, bunu da ayrıca,devlet politikası biçimine getirmişti.Türk töresine devlet idaresine sokan,ilk düzenli ve sınıflı kara ordusunu kuran,”Birleşik Türk Devletleri ülküsünü devlet siyaseti olarak ve bunu gerçekleştiren ilk Türk büyüğü. |
MİN | 1-Bin,bin sayısı. 2-ben,gamze |
MİNG | 1-Ben,gamze 2-Huzur,refah 3-Bin sayısı |
MİNGAN | Benli,gamzeli |
MİNGİLİK | Rahat,huzur,refah |
MİNGİR | Çok külliyetli. |
MOĞOL | Kaygı,endişe,hüzün. Oğuz’un amcası ve ilk kayın atası. |
MOKAN | Büken, güçlü |
MONGUÇ | Atik, çevik, hamleci |
MOTUN | Bütün, bütünlük ( Mete Han’ın asıl adının bu olduğunu söyleyen tarihçiler de var.) |
MUGLU | Üzgün, hüzünlü |
MUNAR | Serap, algın |
MUNCUK | Boncuk, takı, mücevher |
MUNÇUĞ | (Boncuk) |
MUNG | 1- Hüzün, elem, üzüntü 2- Ming, ben, gamze |
MUNGLUĞ | (Mungluk) Üzgün, bunalmış, hüzzam |
MUNGUL | Hüzünlü, elemli |
MUTLU | Mutlu, mesut, bahtiyar |
MÜÇEK | öpücük, buse |
MÜGE | İnci çiçeği |
MÜLDÜZ | Berrak, saf |
MÜREN | Irmak, akarsu |
OBA | 1- Yurt, mekan, mesken,diyar, çadır, mahalle 2- kabile, aşiret |
OBAR | Ev, baraka |
OBEN | 1- Genç aygır 2- Erkek deve yavrusu |
OBULAZ | (Oblas, oflas) 1- Gözü pek, atılgan 2- Alicenap, yüce gönüllü. |
OBUT | Şeref, haysiyet |
OBUZ | Kaynak, menba |
OCAK | (Otak, odak) Ateşlik, ateş olan yer, ateş tüten yer. Mec. Ev, yuva, insan eğitiminin, başladığı, insanın pişmeye ve biçimlenmeye başladığı yer. |
OCAKLI | Ocak sahibi. |
OD | Ot, ateş |
ODAK | Ocak, yanma, yansıma merkezi |
ODAKAN | Hanım ozan |
ODANA | birl. Od/Ana |
ODATA | birl. Od/Ata |
ODÇU | Ateşçi |
ODGURMUŞ | 1- Oturmuş, oturaklı, sakin, kendinden emin 2- Yuva kuran, birlik kuran |
ODHAN | birl. Od/Han |
OG | Ok (Doğma, doğum, yaratılış) |
OGAN | (Okan, Ugan) 1- Tanrı, Tanrılık vasıfları, yaratma, yaratış, doğuş, halik 2- Anlayış, zeka,bilgelik 3- Eski Türklerde, kan davalarına karşı çıkan, oba ve oymaklar arasındaki geçimsizliklerde,arabuluculuk yapan, “Barışı simgeleyen kutsal ruh” 4- Altay ve Tuna Türklerinde “ Ateşteki kutlu ruh” |
OGLAĞU | Körpe, genç kız |
OGRAK | 1- Azim, kararlılık 2- Niyet |
OGRAŞ | Uğraş, mücadele, meşgale |
OGSAT | Benzer, benzerlik, benzeyiş |
OGTADURMUŞ | birl. Okda/Durmuş ( Bu ad, iki anlamda da yorumlanabilir. Akıllı, zeki Durmuş. Zor durumda kalan, zor koşullarda olan) |
OGUR | 1- Gizlilik, gizem 2- Uğur, baht, talih, mutluluk |
OGURLU | Uğurlu |
OGURMUŞ | Gizemli, ağzı sıkı |
OGUTUR | Gizli, gizemli |
OGÜN | birl. O/Gün (..Eski bir Türk geleneği olan, tarihin önemli ve özel günlerinin anısına verilen, o gün ya da o günlerin yıldönümüne denk düşen günlerde doğanlar için kullanılan bir ad. |
OĞÇU | Okçu, haberci, ulak |
OĞIRCIK | Uğurcuk |
OĞLAGU | Körpe kız |
OĞLAK | Keçi yavrusu |
OĞLAMAN | Bir yaşında doğum yapan, koyun ve keçi |
OĞLAN | Oğul, erkek çocuk, genç erkek |
OĞRAMIŞ | Uğurlu |
OĞRUN | 1- Gizli, gizemli 2- Yavaş, ağır |
OĞUL | 1- Oğlan, erkek çocuğu 2- Evlat, genel olarak, kız yada erkek çocuğu |
OĞULÇA | 1- Oğulcuk, biricik oğul, biricik evlat 2- En küçük oğul |
OĞULGANMIŞ | Oğlu olmayan |
OĞUR | 1- Uğur, talih, bahtiyarlık 2- Vakit, zaman, devir |
OĞUŞ | 1- Bolluk, bereket 2- Hısım, akraba, nesil |
OĞUZ | 1- Ok-Uz 2- Ağuz, ağız 3- Olağanüstülük 4- Çağrı, davet, toparlama, birleştirme, yaratış. |
OK | 1- Doğum, doğuş, yaradılış 2- Akıl, us 3- Dokunma, el sürme 4- Söyleyiş, çağırış, haber verme 5- Silah, yay ile kullanılan ok 6- Örgüt, teşkilat |
OKAN | 1- Ogan 2- Anlayış, fehim |
OKATMIŞ | (Okutmuş) Haberci, ulak |
OKÇI | 1- Okuyucu, haberci 2- Ok atan, okçu 3- Örgütçü |
OKIÇI | Davetçi, davetkar, çağırıcı |
OKİ | Çağrı, davetiye |
OKLAMIŞ | Ok atmış, savaşçı |
OKLU | 1- Akıllı, zeki 2- Örgütlü |
OKŞAK | Benzeyen, andıran, tanıdık, bildik |
OKŞAN | Benzeyen, okşayan |
OKTA | Akıllı, zeki, dahi |
OKTAR | 1- Okçu, iyi ok atan 2- Bilgili, akıllı, yaratıcı 3- Davetçi, davetkar |
OKUKLU | Alim, bilgin |
OKUMAGAN | Arif, eğitimsiz ama kendini yetiştirmiş, olgunlaşmış |
OKUNÇ | Toy ve düğün davetiyesi |
OKUŞ | 1- Bilgi, bilgelik 2- Bereket |
OKUŞLUĞ | 1- Alim, bilgin 2- Bolluk, bereket, bereketli |
OKUTAN | Eğitmen, öğretmen |
OKUTGAN | Okutan, eğitmen |
OKUV | Okuyuş, kıraat, çağırış |
OLAGAN | Olan, doğal, olumlu |
OLAM | Debdebe, gösteriş, tantana |
OLBAK | Oluş, oluşum |
OLCA | Ganimet, bolluk |
OLCAŞ | Tören, seremoni, tazim |
OLCAY | Tanrı sıfatlarından. Baht, talih, açık talih, ululuk |
OLCAYTU | Açık talih, bahtı açık, bereketli |
OLÇA | Ganimet, bereket |
OLÇAM | Ganimet, nimet, bolluk |
OLÇAR | 1- Saldırı komutu, saldırı 2- haber, havadis 3- Uygun, muvafık |
OLÇUM | 1- Olgunluk, olgun, yetişkin 2- Hüner, marifet |
OLGAÇ | Olgun, olmuş |
OLGUN | Yetişkin, olmuş, kamil |
OLUM | Oluş, doğuş, olmaya elverişli. |
OLUN | 1- Oluş, olgunluk, ağırbaşlılık 2- Genç, taze 3- Soyluluk |
OLUŞ | Oluşum, düzen |
OMAÇ | Amaç, gaye |
OMAK | 1- Soy, kan, soyluluk 2- Aile, akraba |
OMAY | (Umay) Seçkin, güzide |
OMRAK | Sevilen, maşuka |
OMUR | (Umur) 1- İlgi, heves 2- Güç, dayanıklılık, dayanıklı |
OMURCA | Sağlam, dayanıklı |
OMURTAG | Kartal yavrusu |
ONAK | 1- Onanmış, kabul görmüş 2- Sevgili, el üstünde tutulan |
ONAL | 1- Doğuş, ortaya çıkış 2- Sağlam, dayanıklı |
ONANLI | Sağlam, meyin, mütehammil |
ONANMIŞ | Sağlam, bayındır, destekli |
ONAT | 1- Sağlam, dayanıklı 2- Yakışıklı 3- Terbiyeli, iyi davranışlı |
ONATÇA | Makbul, hatırşinas |
ONAY | 1- Sağlam, dayanıklı, uygun 2- Makul, kabul,tasdik |
ONG | 1- Sağlamlılık, kalıcılık, dayanıklılık 2- İyilik, rahmet, bereket, bolluk 3- Sevinç, neşe, mutluluk |
ONGAN | 1- Uğurlu, mutlu, bahtiyar 2- Verimli, gelişkin 3- Bayrak, simge, totem |
ONGU | 1- Kar, kazanç 2- Set, sütre |
ONGUÇ | Karlı, kazançlı, verimli, uğurlu |
ONGUDAY | Karlı, kazançlı |
ONGUN | 1-Bolluk ve bereketi simgeleyen kutlu ruh. 2- Uğurluluk, verimlilik, kalıcılık 3- Av totemi, kutsanmış av hayvanı 4- Totem, sembol, bayrak, flama |
ONGUR | Kurtuluş, salah |
ONGUT | Koruyucu, muhafız, kale muhafızı |
ONUK | 1- Sağlıklı, dayanıklı 2- Uğurlu, aziz, saygıdeğer 3- Usul, yol, teamül 4- Yararlı, faydalı |
ONUŞ | 1- Bereket, bolluk, verim 2- Uğur, talih |
OPAK | (Apak) Temiz, bakımlı |
OPAN | Mağara, delhiz |
OPÇIN | (Apçın,afşın) Zırh, demirağ |
OPUR | Obur, iştahlı |
OPUZ | Katı,sert |
OR | 1- Yer, durak, bölge 2- Doğramak, biçmek 3- Mevki, mertebe 4- Düzen, kuruluş |
ORAK | Doğramak, kesmek, doğrayıcı, biçici |
ORAN | 1- Taht, şeref makamı 2- Yüksek mevki, yüksek derece |
ORAY | birl. Or/Ay 1- Aynı, eşit, eş değerde (Kırgızlarda) 2- Fırsat, hamle |
ORAZ | (Uraz, uras, ıraz) Şeref, onur, talih |
ORÇUN | 1- Kesici, keskin, doğrayıcı 2- Bölge, vilayet 3- Onurlu, ahlaklı, iyi huylu |
ORDA | Orta, merkez (Kağan veya Han otağının bulunduğu yer) |
ORDU | (Orda) 1- Orta, çekirdek, merkez 2- Silahlı ve düzenli topluluk |
ORDUCA | 1- Ordu ile ilgilenen 2- Ortaca, ortanca |
ORGA | Bayrak, flama |
ORGARUN | 1- İstihkam 2- Bayraklı, bayrak sahibi |
ORGİR | Kesici, biçici |
ORGUN | Sırdaş, sır saklayan, ketum |
ORHUN | Sır saklayan, sırdaş, gizli, gizemli |
ORMAG | Doğramak, biçmek |
ORMAN | Ağaçlık, bölge |
ORMUŞ | Doğrayan, biçen |
ORNAK | 1- Taht, tahtırevan 2- yer, yöre |
ORPAG | Menşe, kök, nesep |
ORTAÇ | 1- Ortadaki, ortanca 2- Ilımlı, dengeli |
ORTAÇI | Ilımlı |
ORTAĞ | Ortak, ortalama, ortada buluşma |
ORTUG | Ortak, pay sahibi |
ORUK | 1- Yol, eylem, gidişat 2- Çare, çözüm, imkan, uygunluk |
ORUM | Mera, otlak |
ORUN | 1- Makam, mevki, özel yer, şerefli yer, taht 2- Karargah, görev yeri |
ORUNÇ | Hediye, bahşiş |
ORUNÇAK | 1- Oya, işleme 2- Rehin, emanet |
ORUNDUK | Koltuk, iskemle |
ORUNGULUK | Bayrak, flama |
ORUNLUG | Taht, makam |
ORUNTAG | Yüksek mevki, makam |
ORUS | 1- Talih, uğur, baht, mutluluk 2- Amaç, hedef |
OSKAY | 1- Hamarat, işgüzar 2- Neşeli, şen |
OT | 1- Ateş, ocak, ev 2- Nebat, bitki |
OTACI | (Utacı) 1- Doktor 2- Eczacı, ot ve bitkilerden ilaç yapan kişi 3- kam, baksı |
OTAĞ | 1- Oda, içinde ateş yakılarak oturulabilen büyük ve geniş çadır 2- Yeni evlenenlere armağan edilen ev, çadır |
OTAĞA | birl. Ot/Ağa ..evin reisi, aile reisi, evde sözü geçen kişi |
OTAK | Yeni evlenenlere armağan edilen ev, çadır, oda |
OTAMIŞ | Doktor, hekim |
OTANCAK | İlaç, merhem, deva |
OTAR | Geçici, fani |
OTÇİGEN | birl. Ot/Çigen (“Ot/Tigin” adının , Moğol ağzındaki söylenişi.) |
OTGUN | Kabadayı. |
OTKUN | Kabadayı. |
OTLUĞ(K) | Ateşli |
OTMAN | Ailenin en küçük oğlu .Ocağın ateşini yakıp ısıtacak ve devamlılığı sağlayacak olan, Çok eskilerden beri süregelen,Türk töresince çocuklar arasındaki paylaşımlarda ev , en küçük çocuğa kalır. Bu yüzden ilerde evin yada mülkün idaresi küçük oğlandadır. Yani, ocak,onunla yanmaya devam edecek,aile oba yada oymağın yaşamı onun sayesinde sürecektir. Bu çocuklara içeren ”Otman,Ot Tigin,Othan” vb. adlar verilir. Otmanlı devletinin kurucusu ve ilk hanı. Ertuğrul Beğ’in en küçük oğlu. Daha Ertuğrul Bey ölmeden, Töreye göre,birçok mal mülk, büyük çocuklara, beylik, en küçük olan Otman’a geçmişti. |
OTMAR | Ateşli, ateş saçan |
OVAT | Düzgün, muntazam |
OVLAZ | Gözü pek, atılgan |
OVMAÇ | El ile yoğrularak yapılan yiyecek |
OY | 1- Düşünmek, düşünce, fikir 2- Çukur |
OYA | 1- Oyularak yapılan elişi, işleme 2- Emanet, rehin 3- Sempatik, minyon |
OYAN | 1- İman, inanç 2- Düşünce, efkar |
OYAZ | Çukur, kuyu |
OYBAK | Çukurlu vadi |
OYBAT | Oyuk ve çukurlu yer |
OYGAK | 1-Oya, rehin 2- Uyanık, müteyakkız |
OYGUR | Dere yatağı, dere oyuğu |
OYINLI | Düşünceli, efkarlı |
OYLUM | 1- Çukur, kuyu, boşluk 2- Kurucu, kuruntu, yormak |
OYMAK | Yığın, kitle. Türklerin sosyal birimleri içindeki sıralamada, Obadan büyü Boy’dan küçük olan akrabalar topluluğu |
OYMUR | Dere, dere yatağı |
OYNAK | Maral, ceylan, vb. Hayvanların bir arada olup su içtikleri kuyu, su birikintisi |
OYRAM | Girdap, anafor |
OYRAT | Derin, oyuk, derinleşmiş |
OYTUN | Kutsanmış, mübarek |
OYUR | Vücut, endam |
OZ | İleri, ön, önde |
OZA | Kadim, eski, ezeli, hep var olan |
OZAĞI | Tecrübeli, bilgili, uzman |
OZAMIŞ | Uzamış, uzman, usta işinin ehli |
OZAN | (Uzan) Öncü, herkesin önünde olup hitap eden, şiir yazan ve okuyan, kopuz çalarak şiir okuyan ve yazan. Usta, işinin ehli |
OZAR | Uzman, usta, bilir kişi |
OZGAN | Kademeli, dereceli, öncelikli |
OZMAN | Uzman |
OZMUŞ | Uzmanlaşmış, yetik |
OZUL | Esas, kaide |
OZUT | İkamet, ikametgah |
OZUTGAN | İleride, ilerici |
ÖBEK | Küçük grup, tim, takım, parça |
ÖBGE | Ced, Ata, Soy |
ÖCAL | birl. Öc/Al intikamcı |
ÖCEK | 1- Esinti, hafif yel 2- Burç |
ÖCÜT | İntikam, öç |
ÖDEM | 1- Borç, bakiye 2- Ödül, mükafat |
ÖDEMİŞ | 1- Eczacı, doktor 2- Ricacı, yakaran 3- Borçsuz, bakiyesiz 4- Ödül veren |
ÖDEN | 1- Ricacı, duacı 2- Ödül |
ÖDGÜL | Övülme, övünç kaynağı, övülme nedeni |
ÖDGÜLMÜŞ | 1- Övülmüş, övülen, başarılı, ödül almış 2- Ricacı, duacı |
ÖDGÜR | Uygun, yerinde, vaktinde |
ÖDRÜM | Seçkin, mümtaz |
ÖDÜGET | Ricacı, yakarıcı, duacı |
ÖDÜK | Rica, yakarı, dua, niyaz, arzu |
ÖDÜL | 1- Usluluk, akıllılık 2- Yüceltme, ululama, mükafat |
ÖDÜN | 1- Ödeme, ödeyiş 2- Yakarış, niyaz |
ÖDÜŞ | Vakit, devir |
ÖG | (Ok) Ana, anne, yaratan, doğuran |
ÖGDÜ | Övme, methiye |
ÖGDÜM | 1- Övülen, methedilen 2- Önce, öncelikli |
ÖGE | (Öke) Dahi, çok zeki, çok akıllı |
ÖGEÇ | İki yaşına gelmiş koç |
ÖGEL | 1- Zeki, akıllı, aklı başında 2- Burç |
ÖGET | 1- Akıl, zeka, akıllılık, 2- Sevgi, muhabbet |
ÖGİR | Sevinç, neşe, eğlence |
ÖGLÜ | Dahi, çok akıllı |
ÖGREDİK | 1- Mürebbiye, eğitmen, yetiştirici, öğretmen 2- İdman, talim, antrenman |
ÖGRÜ | 1- Öğrenilecek olan 2- Arkadaş, refik |
ÖGÜŞLÜ | Övülen, methedilen, övülmeye layık |
ÖĞER | Övücü, methedici |
ÖĞLEŞ | Akıl birliği, fikir birliği |
ÖĞREK | Toplantı yeri, cemiyet , dernek |
ÖĞREN | Öğrenmekten |
ÖĞRET | Gelenek, terbiye |
ÖĞREYÜK | Gelenek, görenek, terbiye |
ÖĞRÜK | Munis, cana yakın, el üstünde tutulan |
ÖĞRÜNÇ | 1- Deneyimli, bilgili, öğrenmiş, ders almış, yetişmiş 2- Hoşnutluk, memnuniyet |
ÖĞTÜ | Metih, övme, ululama |
ÖĞTÜR | Övme, methedici |
ÖĞÜÇÜ | Övücü, methedici |
ÖĞÜLMÜŞ | Başarılı, destekli, övülmeye layık |
ÖĞÜN | 1- Öğünmek..ten öğün 2- İtina, dikkat 3- Sıra |
ÖĞÜNÇ | Övünç, iftihar, övünme gerekçesi, iftihar vesilesi |
ÖĞÜNÇEK | Öğünmeye değer, öğünme nedeni |
ÖĞÜNMÜŞ | Övünmüş, övünmeyi hak etmiş, gururlu |
ÖĞÜNÜR | Gururlu, mağrur |
ÖĞÜR | Över |
ÖĞÜT | 1- Anlayış, kavrayış 2- Nasihat, tavsiye, deneyim aktarımı |
ÖK | (ög) 1- Öz, doğuş, oluş, gelişme 2- Zeka, bilme, us, yetenek, ana, doğuran |
ÖKÇİ | Okeci, çağırıcı, davet edici, davetiye veren kişi |
ÖKÇÜR | Zeki, anlayışlı |
ÖKE | Dahi, yanılmaz, bilge, çok akıllı |
ÖKER | Dahi, süper zeka |
ÖKERMAN | Dahi, bilge, yanılmaz |
ÖKLÜ | 1- Dahi, akıllı 2- Egemen, denetimci |
ÖKSÜM | Arzu, murat |
ÖKSÜZ | Desteksiz, arkasız, oluşumsuz, gelişmeye engel durumu olan, (Halk arasında, anası olmayan, ölen ya da ayrı olan çocuklar için de bu adın kullanılmasındaki neden, ananın, çocuğun yetişme ve gelişimindeki önemine atfendir.) |
ÖKTE | 1- Ökeli, akıllı, dahi, yanılmaz, deneyimli, bilgili 2- Azametli, gösterişli |
ÖKTEM | 1- Akıllı, bilge 2- Asi, başına buyruk, pervasız 3- Meşhur, gösterişli 4- Bahar, ilk yaz |
ÖKTEN | 1- Akıllı, bilinçli 2- Kahraman, cesur, korkusuz, başına buyruk |
ÖKÜÇ | 1- Çok, çokluk, bolluk 2- Akıl, us, bilinç |
ÖKÜN | Kendine dönüş, öze dönüş |
ÖKÜNMÜŞ | Özüne bağlı, özüne dönen |
ÖKÜŞ | 1- Çok, çokluk, bolluk, bereket 2- Akıl, bilinç, bilinçli |
ÖKÜŞ KARA AÇKI | birl. Öküş/Kara/Açkı mec. Keskin zekalı |
ÖKÜZ | 1- Irmak, nehir, büyük akarsu 2- Uzman, bilge, ehil, dahi |
ÖLÇER | 1- Mühendis 2- ağırbaşlı, ölçülü 3- Savaş buyruğu, saldırı buyruğu |
ÖLÇÜM | 1- Adap, usul, erkan, yol 2- Ağırbaşlılık |
ÖLMEZ | 1- Dirayetli, dayanıklı 2- Çok sevilen, unutulmaz, iz bırakmış |
ÖN | 1- Doğu, güneşin doğduğu yön 2- İlk, başlangıç, doğuş, meydana geliş 4- İlke, öncelik, prensip,temel |
ÖNAL | birl. Ön/Al Öncü, lider, önde olan |
ÖNALAN | birl. Ön/Alan, lider, öncü |
ÖNALDI | birl. Ön/Aldı, lider, öncü |
ÖNCEK | Önce, önceki, selef |
ÖNCEL | 1- Selef, daha önceki 2- Önde olan, öncü, rehber 3- Öncelikli, imtiyazlı |
ÖNCELİK | İmtiyaz, torpil |
ÖNCÜ | 1- İlk, orijinal 2- Lider, yol açan, önde olan |
ÖNCÜL | 1- Öncü, önde, rehber 2- Birinci, ilk |
ÖNÇEK | Önceki, önceki, selef |
ÖNDAŞ | Aynı öncelikte, aynı imtiyazı paylaşan |
ÖNDE | Öncü, önceki |
ÖNDEGÜN | birl. Önde/Gün 1- Önemli gün 2- Önceki gün |
ÖNDER | Önde olan öncü, lider |
ÖNDEŞ | Yol açan, rehber, mihmandar |
ÖNDÜÇ | Öncü, mihmandar |
ÖNDÜL | 1- En önde, en öndeki, öncü 2- Öncelik, imtiyaz |
ÖNDÜN | 1- Peşin, peşinat 2- Önde, önde gelen |
ÖNE | İleri, ileride, ötede |
ÖNEK | Dayanak, direk, destek |
ÖNEL | 1- Usta, uzman, pir 2- Vade, mühlet |
ÖNEM | Öncelik, imtiyaz, değer, kıymet, hassasiyet |
ÖNEN | 1- Önde olan, öne geçen 2- Bağlılık, sadakat |
ÖNER | birl. Ön/Er Öncü, rehber, kılavuz |
ÖNEY | 1- Öne geçen, önde gelen 2- Yükseklik |
ÖNG | İlk, birinci, başta gelen |
ÖNGEL | 1- Ağırbaşlı, olgun 2- Öncü, öncülük eden |
ÖNGEN | 1- Zafer, utku 2- Uzun boylu, levent |
ÖNGER | Hiddetli, asabi |
ÖNGİ | (Öngü) 1- Değişik, farklı, sıra dışı 2- Önce, öncelikli |
ÖNGÜÇ | 1- Öncü, kılavuz 2- Atak, atik, hareketli 3- Delil, kanıt, ispat |
ÖNGÜK | Yastıkların ucuna yapıla işleme |
ÖNGÜL | Yol gösteren, ön ayak olan |
ÖNKUZU | birl. Ön/Kuzu mec. Kurban, kurbanlık |
ÖNÜÇ | Önce, önceki, selef |
ÖNÜM | 1- Birinci, ilk 2- Hasılat, ganimet, kar |
ÖNÜR | Başlangıç, siftah |
ÖNÜRT | Önce, öncelik |
ÖNÜT | Önce, öncelik |
ÖPGİNE | Öpücük, buse |
ÖPKE | İç geçirme, öfke, hırs |
ÖPÖZ | Can, ruh, nefs |
ÖRÇÜM | Üreyiş, gelişim, büyüme |
ÖRÇÜN | İpten örülmüş merdiven |
ÖREN | 1- Örme yapan, örücü 2- Eskiden kalma kalıntı, kalıntı kent ya da mezar |
ÖRGE | 1- Örnek, motif, örgü örneği 2- Şahika, yükseklik |
ÖRGEN | 1- Örülü ip, urgan 2- Keçi kılından yapılan ip |
ÖRGÜÇ | 1- Dokuma aleti, dokuma tezgahı 2- Mevki, mertebe 3- Tümsek, tepe |
ÖRİKLİ | Şeciyeli |
ÖRKEN | 1- Urgan, örülü ip 2- Fidan |
ÖRKİN | 1- Fidan 2- Taht, tahtırevan |
ÖRNEK | Numune, standart, ölçü |
ÖRPEN | 1- Örtülü, kapalı, gizli 2- Alev, alev ışığı |
ÖRS | Üzerinde metal maden dövülen demir kütle mec. Dayanıklılık |
ÖRTE | Örtü, örtülü |
ÖRTGÜN | Samanı ayrılmış, harmanlanmış tahıl |
ÖRTÜN | Omuz üstüne alınan örgülü giyecek, pelerin |
ÖRÜÇ | Örgü malzemesi, dokuma tezgahı |
ÖRÜM | Çit, ağıl |
ÖRÜN | 1- Saç örgüsü, belik 2- Beyazlık, temizlik 3- Gökyüzünün bulutsuz hali 4- Ürün, hasılat |
ÖRÜNDÜ | Arı, temiz, saf, pakize |
ÖRÜNDÜL | 1- Seçkin, güzide 2- Saf, temiz, pak |
ÖS | Gerçek, hakiki |
ÖSRÜK | 1- Mert, özü sözü bir 2- Esrik, kendinden geçmiş |
ÖSTERİŞ | Fantezi, hayal, fantastik |
ÖTER | 1- Ricacı, yakaran 2- İleri, ileri geçmiş 3- Çığırıcı, ötücü, okuyucu |
ÖTGEN | Geçmiş, aşmış, ötede olan |
ÖTGÜR | Delici, delip geçen |
ÖTİLİG | İtibarlı, saygıdeğer, muhterem |
ÖTKER | 1- Ricacı, duacı 2- Geçici, fani |
ÖTNÜ | Rica, yakarı, istirham |
ÖTÜG | (Ötük) Arz, niyaz, rica, dua, dilek |
ÖTÜGEN | (Ötüken) |
ÖTÜKEN | 1- Ricacı, duacı, niyazcı, Tanrıya yakaran 2- Geçmiş, mazi, onurlu ve övünçlü mazi |
ÖTÜN | 1- Ödün, verme, bağış, mağfiret 2- Yakarı, yalvarış, niyaz |
ÖTÜNÇ | 1- Rica, dilek, maruzat, istirham 2- İltimas, tarafgirlik |
ÖVET | Övüş, övgü |
ÖVGÜ | Övme, methetme |
ÖVGÜN | Övülen, övülmeye layık |
ÖVÜÇ | Övünç, iftihar |
ÖVÜL | Övülen, övülmeye layık |
ÖVÜNÇ | Övülmeye yol açan davranış, gurur ve onur kaynağı |
ÖVÜT | Öğüt, nasihat |
ÖYKE | Öfke, hiddet, hınç |
ÖYKÜ | 1- Taklit, benzeme, benzetme, 2- Hikaye |
ÖYKÜNÇ | Eğilim, benzeme, taklit etme eğilimi |
ÖYLEK | Zaman, devir |
ÖYÜK | Coşku, coşkunluk, tezahürat |
ÖZ | Kişinin “ben” derken, anlatmak istediği, tinsel varlık. 1- Ben, tin, can, ruh, gönül 2- Asıl, esas,temel, unsur 3- Şahsi, kişisel, kendi, kendine aitlik 4- Uz, uzluk, ustalık 5- Dere, ırmak |
ÖZAK | birl. Öz/Ak mec. Soylu |
ÖZBEK | birl. Öz/Bek mec. Cesur, kendine güveni tam |
ÖZBİR | birl. Öz/Bir mec. Soylu |
ÖZDEK | 1- Madde, temel, asıl, yapı, kuruluş, oluş, oluşum 2- Beden, vücut 3- Ağacın, köküne yakın olan kısım |
ÖZDEL | 1- Soylu 2- Armağan, hediye |
ÖZDEN | 1- İçten, samimi 2- Ender rastlanan, olağanüstü 3- Akraba, hısım 4- Armağan, hediye |
ÖZEK | 1- Temel, asıl, üs, merkez 2- Can, ruh, gönül |
ÖZEL | 1- Ayırt, fark, farklılık 2- Uzman, usta, kalifiye 3- Kişiye özgü, kişisel |
ÖZEN | 1- İçten, samimi 2- Dikkat, itina, emek, heves 3- Irmak, küçük akarsu |
ÖZENÇ | 1- Gıpta, heves 2- Direnç, gayret, dik başlılık |
ÖZERK | birl. Öz/Erk Kendine egemen, kendine sözü geçen |
ÖZGE | Ben’in karşıtı. Başka, öteki, yabancı, ,gayrı |
ÖZGEL | Öze ait, özden gelen, samimiyet |
ÖZGERİŞ | 1- Hayal, kurgu, fantezi 2- Devrim, başkaldırı |
ÖZGÜ | Öze ait, özle ilgili, ait, has, mahsus |
ÖZGÜN | Öze ait, özüne ait, orijinal, kendine has |
ÖZGÜR | Hür, bağımsız, kendinden başkasını dinlemez |
ÖZGÜVEN | birl. Öz/Güven Cesaret, kendine güvenme, kendinden emin olma, kendinden bilgi, beceri ve konumundan kuşku duymama |
ÖZİ | Fert, Şahıs |
ÖZİÇ | Varlık, şahsiyet |
ÖZİL | birl. Öz/İl mec. Anayurt |
ÖZKER | 1- Ulu ruhlu kişi 2- İyilik sever, hayırsever |
ÖZKONUK | Can, ruh |
ÖZLEK | 1- Üretken, münbit 2- Felek, talih 3- Özel, şahsi, kişisel |
ÖZLEM | 1- Öz’ün ilgisi, ilgi duyarak yönelişi, hasret 2- Özel, hususi, kişisel |
ÖZLEN | 1- Özlenen, aranan 2- Dürüst, özü sözü bir 3- özel, hususi, kişisel |
ÖZLEŞ | Kendine dönüş, kendinden veriş |
ÖZLÜ | Orijinal, sağlam |
ÖZLÜK | Şahsi, özel, kişisel |
ÖZMEN | Dürüst, özü sözü bir |
ÖZRÜM | Seçkin, seçilmiş |
ÖZÜÇ | Vücut, gövde, endam |
ÖZÜM | Kendine katma, kendine çekme, kendinden yapma |
ÖZVEREN | birl. Öz/Veren mec….Fedakar, fedai |
ÖZVERİ | birl. Öz/Veri …Fedakarlık |
PARS | Leopar |
PARSAK | 1- Acıma duygusu, merhamet 2- Porsuk |
PAŞA | Baş komutan, general. ( Bu sözcük, bazı dilbilimcilerimize göre, Baş-Şad, bazılarına göre de Baş- Ağa birleşimi ve zamanla ağız değişimiyle bu biçime gelmiştir. |
PEÇEN | Çayır, çimen, çayırlık, otlak |
PEÇENEK | 1- Otlak, çayırlık 2- Bacanak |
PEK | 1- Berk, katı, sıkı, sert, kuvvetli, dayanıklı 2- Bey sözcüğünün, değişik ağız ayrılığı Bek, beg,beğ, bey vb. |
PEKİŞ | Sıklık, sertlik, pekişmişlik |
PELEN | İyi, ehven |
PELİN | Acı ve keskin kokulu bir yayla çiçeği |
PELİT | Meşe ağacının çiçeği |
PERİNÇEK | (Berincek) 1- Sadık, içten bağlı 2- Fedakar |
PINAR | Kaynak, kaynarca, göze |
PIŞGAN | Olgun, pişkin |
PİŞKİN | Olgun, pişmiş |
PUSAT | (Busat, basat) 1- Silah 2- Zırh, koruyucu |
PUSUG | Pusu |
PUSUN | Pusu, pusma, sinme |
PUSUNÇ | İltica, sığınma, sinme, pusma, sığınmış, mülteci |
PÜSKÜL | Sarkık, asılı duran süs, aksesuar |
SABA | (Sava) 1- (Sapa, sopa) Sopa, değnek, savma aleti, savaş aleti 2- Söz, iddia, hitap |
SABACI | 1- Sopacı, sopayla dövüşen 2- Konuşmacı, hatip |
SABAK | (Savak) 1- Sopa, cop sopa kullanan, dövüşçü, sopa ile dövüşen 2- Kımız saklamak için beygir derisinden yapılan tulum |
SABAR | 1- Sapar, savar, döver, sopayla döven 2- Savar, savaşır, savaşçı 3- Hatip, konuşmacı |
SABI | 1- Sopa, cop 2- Savaş, dövüş 3- Söz, sohbet |
SABU | 1- Sopa, cop, değnek 2- Savaş, dövüşçü, dövüş ustası, savaşçı |
SAÇA | Saçı, bahşiş, armağan |
SAÇAN | 1- Cömert, dağıtan, harcayan 2- Yayıncı, yayın yapan |
SAÇI | 1- Armağan, bahşiş 2- Adak, inanç gereği dağıtılan nesne |
SAÇILIK | Armağan, hediye, bahşiş |
SAÇUK | 1- Eli açık, cömert 2- Armağan, bahşiş 3- Aleni, saklısız, gizlisiz |
SADAK | Okların, içinde muhafaza edildiği torba ok torbası |
SADU | İyi, çok iyi, ala |
SAGAY | 1- Düşünceli, Düşünen, sakınan 2- Özleyen, özlemiş, özlem oymaklarından |
SAGIM | 1- Emel, arzu, Murat 2- Düşünce, fikir, düşünceli, fikir sahibi 3- Sağlamlık,dayanıklılık |
SAGIN | 1- Özlem, hasret 2- Düşünce, plan, tasarım 3- Davet 4- Kıvılcım |
SAGINÇI | Sagınan, düşünen, özleyen, sakınca duyan |
SAGU | Ağıt, mersiye |
SAGUNDU | Özlenen, düşünülen, kollanan |
SAGUNDUK | Özlenen, düşünülen, özlemeye değer |
SAGUNUR | Düşünce, tasarım |
SAĞ | 1- Sağlık, dirilik, canlılık, yeterlilik 2- Akıl, fetanet 3- Doğruluk, inanırlık 4- Halis, saf, net |
SAĞ BİLGE | birl. Sağ/Bilge Doktor, sağlık uzmanı |
SAĞAN | Doğan türü, yırtıcı avcı bir kuş |
SAĞANAK | Sağanak, sert ve hızlı yağan yağmur |
SAĞANÇIĞ | Nefs, can, ruh |
SAĞBİLİ | birl. Sağ/Bili (Bilig) Sağduyu, hikmet |
SAĞDAÇ | Sağlıklı günlerin arkadaşı, can yoldaşı |
SAĞDIÇ | Sağdaç “ Damadın en yakın, en güvenilir arkadaşı” |
SAĞIK | 1- Düşünceli, planlı 2- Sağ, diri, uyanık 3- Ateş, kıvılcım, ateşli |
SAĞIM | 1- Yaşam, sağlık 2- Serap, algın |
SAĞIN | 1- Düşünce, tasarım 2- Özlem 3- Ateş, kıvılcım |
SAĞINÇ | 1- Kurgu, hayal 2- Sakınca, mahsur, endişe 3- Özlem |
SAĞIŞ | Hesap, matematik, sayış |
SAĞLAM | Sağlıklı, güçlü, dayanıklı, dirençli |
SAĞLI | (Sağlık) Diri, canlı, sağlıklı |
SAĞLICA(K) | Sağlıklı, diri, esenlikli |
SAĞMAN | Sağlıklı, güçlü |
SAĞNAK | (Sağanak) |
SAĞRAK | İçki içilen kap, kupa, kadeh |
SAĞRI | 1- Sağrak 2- Sarı |
SAĞUNÇAK | Ağıt, mersiye |
SAĞUNMUŞ | 1- Özlem içinde olan 2- Düşünen, düşünceli 3- Davet eden, davetkar |
SAKA | 1- Akıllı, arif 2- Düşünceli, kaygılı 3- Sakal 4- Saklı, saklayan, koruyan |
SAKAR | 1- Alnında beyaz lekesi bulunan at 2- Uğursuz, sakıncalı |
SAKÇI | Koruyucu, muhafız |
SAKIK | Çoban yıldızı |
SAKIN | 1- Düşünme, tasarım, kaygılanma, kaygıyı ortadan kaldırma eylemi 2- Saklama, koruma,esirgeme 3- Uzaklaşma, ayrılma |
SAKINÇ | Düşünce, kaygı |
SAKIŞ | Kaygı, endişe |
SAKLI | 1- Korunmuş, mahfuz, esirgenen 2- Zinde, dinç, sağlıklı |
SAKLICA | 1- Gizli, örtülü, korunan 2- Hazine, mücevher |
SAKLIÇAK | 1- Gizli, gizlenmiş, örtülü 2- Yaşam, sağlık, esenlik |
SAKMAN | 1- Uyanık, diri, sağlam 2- Sokman, dize kadar çıkan çizme |
SAL | 1- Saldırı, saldırmak 2- Salmak, bırakmak, azat etmek, serbestlik 3- göndermek, yaymak,ulaştırmak, uzatmak |
SALACUK | Saldıran, saldırıcı, gönderici |
SALAÇAK | Salınan, bırakılan, salınmış |
SALAMAN | Salınan, bırakılan, azat edilen, serbest, azade |
SALAMIŞ | 1- Saldıran, düşmana karşı hamle ve manevra yapan 2- İyi kılıç sallayan, silahşor. 3- Salmış, köle azat etmiş |
SALANÇU | Saldırgan, iyi kılıç kullanan |
SALAR | 1- Ordu sevk eden 2- İyi kılıç kullanan, silahşor |
SALÇI | 1- Salıcı, sevk edici 2- Salan, serbest bırakan 3- Karahanlılar döneminde, saray aşçılarının unvanlarından |
SALÇUK | 1- Salınmış, azat edilmiş, saltuk, eski köle 2- Başına buyruk, bağımsız, otoriteye karşı çıkan 3- Saldıran 4- Silahşor, iyi silah kullanan 5- Küçük yel, esinti 6- Haber salan, mesaj yollayan |
SALDIRAN | Hücum eden, asker sevk eden |
SALDIRGAN | Saldırıcı, hücumcu |
SALDIRI | Hücum, taarruz |
SALDIRMIŞ | Hücum etmiş, taarruz etmiş |
SALDUR | Saldırı |
SALGARA | Salınmış, azade, başına buyruk, otorite tanımaz |
SALGIN | 1- Serbest, bağımsız 2- Serap, hayal |
SALGUR | Atak, tetik, saldırmaya hazır |
SALGUT | Mebus, vekil. Eskiden bir bölgeyi temsilen, Kağan’a (Başkente) gönderilen kişilere verilen unvan |
SALIK | 1- Vergi, vergi borcu, haraç 2- Haber, öğüt, tavsiye |
SALIKÇU | Haberci, öğütçü |
SALIM | 1- Serin esen yel, serinlik 2- Ferman, emirname 3- Üzüm demedi, salkım |
SALIN | 1- Serbest, serbestlik, salınma, boy gösterme 2- Jest, eda 3- salıncak |
SALINMIŞ | Serbest, azade, salaman |
SALKIM | Salınmış, sarkık |
SALTIN | Yalnız, yalnızlık içinde, tek kalmış |
SALTUK | 1- Serbest bırakılmış, azade, hürriyetine kavuşmuş eski köle 2- Başına buyruk, bağımsız |
SALUK | (Salık) Serbest, azade, hürriyetine kavuşmuş |
SALUM | 1- Özgürlük, azat 2- Kılış, silah |
SALUN | 1- Jest, mimik, eda, cilve 2- Boy gösterme, ortaya çıkma |
SALUNDU | 1- Özgür, hür 2- Edalı, boy gösteren |
SALUR | 1- Saldıran, saldırgan, asker salan 2- Silahşor, iyi silah kullanan 3- Saldırma, kılıç, silah 4- Serbest, azade. |
SAMSA | Baklava türü bir hamur tatlısı |
SAMUKA | İnatçı, dirençli |
SAN | Sanmak, saymak, var kabul etmek |
SANAGA | 1- Serap, hayal 2- Niyet, maksat |
SANAĞ | Hesap, matematik |
SANAK | Matematik |
SANÇAK | Ucu sivri mızrak |
SANÇAR | Saplayan, batıran, dürten, mızrak kullanarak sançan, sançıcı, iyi silah kullanan |
SANÇI | 1- Ucu sivri demir, silah 2- Sivri bir aletin, vücuda değince verdiği acı 3- Acı duymak. 4- Hayalet. |
SANÇIĞ | Ucu sivri demir, kargı |
SANÇIŞ | Hamle, kılıç veya kargıyla yapılan dürtüş |
SANDUGAÇ | Bülbül |
SANEK | Hayran, meftun |
SANG | San, düşünce var sayma |
SANGI | Hayal, serap |
SANIR | 1- Hayal 2- Burç |
SANKUR | Hayret, şaşkınlık |
SANLAV | Hürmet, saygı |
SANLI | 1- Sanıcı, düşünücü 2- Şüpheci |
SANSAK | Anlayış, intiba |
SAPA | 1- Sopa, değnek 2- Kılıç sapı, kabza 3- Aykırı, farklı, başka |
SAPAK | 1- Sopa 2-Aykırı, aykırılık |
SAPAR | 1- Sabar, döver, dövücü 2- Aykırı, farklı 3- Kabza |
SAPURLUŞ | Devrim, ihtilal, ayaklanma, ayrılma |
SARAR | Saran, sarıcı, sarma eyleminde olan, ören, örücü |
SARGIN | 1- Sevimli, sempatik, çekici 2- Sargı, sarılı, örülü |
SARGUT | 1- Güneş ışığı 2- Bağış, ihsan |
SARI | 1- Sarı renk, sarışın 2- Sarılı, sarılmış, saran, sarılma |
SARICA | Sarılı, sarı gibi, sarıya çalan |
SARIG | Sarılı, sarılmış, örgülü |
SARIL | Sarılmaktan…sarıl, mec. Sevgili, saygılı, cana yakın |
SARIM | 1- Suyu süzmeye yarayan, ince dokuma 2- Sarma, sarılma |
SARIP | Sarp, dik, sarılı, çıkılması güç, yalçın |
SARMAN | (Sarıman) 1- Sarışın, sarıya çalan 2- Sıcak kanlı, cana yakın |
SARMAŞIK | Sarılı, sarpa sarmış, sarılan |
SARTIK | 1- Sarılı, örgülü, örülmüş 2- Farklı, dikkat çekici |
SARU | 1- Sarı 2- Sıra dışı, farklı, dikkat çekici 3- Batı, batı yönü |
SARUCA | 1- Bir sungur türü avcı kuş 2- Sarıya çalan, sarışın |
SARUL | Sarılı, sarılmış |
SATI | 1- Satık, satuk, satılmışın dişisi 2- Pazar yeri. (Eski Türk geleneklerine göre, çocukları sık ölen ya da olmayan ailelerin, çocuğu olduğunda, yaşaması ve uzun ömürlü olması için, onu Tanrı’nın sevdiği, toplumun sevip saydığı, bir ulu kişiye ya da onun ruhuna, çocuğu koruması, manevi bir destek vermesi bakımından emanet edilmesi eylemine satma-satılma adı verilir. Çocuk erkekse, “Satılmış”, kız ise “Satı” adı verilir. ) |
SATIÇ | 1- Satıcı, tüccar 2- Mertebe, rütbe |
SATIM | 1- Satıcığım 2- Ticaret |
SATIŞGAN | Satıcı, tüccar |
SATUK | Satı, satık, satılmış |
SATUN | Satın alma, satın alma gücü, paha |
SAV | (Sava) 1- Mesaj, haber, yeni haber 2- İddia- isnat 3- Ün, san 4- Savaş, vuruşma, dövüş 5-Öykü, atasözü, darbı mesel |
SAVA | (Sav) |
SAVACI | (Savcı) |
SAVAN | 1- Savıcı, savaşçı, def edici 2- Elçi, arabulucu |
SAVAR | Savaşçı, savıcı, defedici |
SAVARU | 1- Bahşiş, armağan 2- Geçici, muvakkat |
SAVAŞ | Harp, döğüş, vuruşma, savma, defetme |
SAVAŞGAN | Savaşçı, cengaver |
SAVÇI | (Savcı, savacı)1- Elçi, haberci, resul, sözcü 2- Savaşçı, cengaver 3- Ünlü, meşhur, ün salmış |
SAVDUK | Uğurlama, veda |
SAVGAT | Armağan, bahşiş |
SAVGU | 1- Haraç, vergi 2- Şifa, derman |
SAVRIN | 1- Armağan, bahşiş 2- Ahd, azim |
SAVRUK | Savrulmuş, derbeder |
SAVTUR | Veda, uğurlama |
SAVUN | 1- Davet, çağrı 2- Savunma, savaş 3- Ağıt, mersiye, ölenlerin yiğitlik ya da hayırlı işlerini anlatmak için verilen yemek |
SAVUNDUK | Davetiye |
SAVUNGAN | Savunucu, savaşan, direnen, müdafi |
SAVUR | Eli açık, cömert, hovarda |
SAVURKAÇ | 1- Savurgan, hovarda, eli açık 2- Fırtına, katı yel |
SAVUT | 1- Koruyucu, koruyan, müdafi 2- Zırh, çelik yelek, demirağ |
SAY | (sag, sağ, sak, sayı) 1- Saygı, sayma, geçerli kılma 2- Düşünme, ölçme, seçme, tasarım, hesap, ödeşme 3- Taşlık yer 4- Zırh, göğüslük |
SAYAK | Saygılı, hürmetli |
SAYAN | 1- Saygılı, saygıdeğer, saygıya layık 2- saygı gösteren, efendi, ağırbaşlı |
SAYDAM | Saf, net, berrak, sayılabilen, açık, temiz, bilinen |
SAYDUR | Saygı duruşu, ihtiram duruşu |
SAYGI | 1- Hürmet, önem, değer, edep 2- Sayı, sayım, matematik |
SAYGIN | İtibarlı, hürmet gören, saygı gören, hatırı sayılır |
SAYIL | Seçilmiş, seçkin, sayılan |
SAYILGAN | Sayılan, saygı gösterilen,muteber |
SAYIM | Saygı, saygı gösteriş |
SAYIN | 1- Seçkin, değerli, muteber, güzide, muhterem 2- Saf, halis, arı 3- Güzel, ender rastlanan |
SAYINDI | Saygı duyulan, itibar gören, muhterem, saygın |
SAYIR | İçinden su çıkan mağara |
SAYIŞ | Ödenek |
SAYIT | Saygın, muteber |
SAYLAK | Sayılan, takdir gören, usta, uzman |
SAYLIK | Şeref, haysiyet, onur |
SAYMAN | Sayıcı, hesapçı, hesap ve sayı uzmanı |
SAYRI | Üzgün, mahzun, yorgun ilgisiz |
SAYVAN | Gölgelik, kamelya |
SAZAĞAN | (Sazan) Soğuk yel |
SAZAK | 1- Sazlık, bataklık 2- İnce yağan kar 3- Ak bulut 4- Çok konuşan, geveze 5-Poyraz, soğuk esen yel 6-Sezgin, sezici, uyanık |
SAZAN | 1- Soğuk esen yel 2- Sazlık, bataklık 3- Sezen, sezici |
SEBE | Sevgi, sevi |
SEBÜK | Sevik, sevilen, sevgi gören |
SEÇEN | 1- Titiz, seçici, ayırıcı 2- Konuşkan, hoş sözlü |
SEÇİL | 1- Seçkin, güzide, seçilmiş 2- Farklı, olağanüstü |
SEÇİLİR | Seçkin, güzide |
SEÇİLMİŞ | Seçkin, güzide |
SEÇKİN | 1- Farklı, göze batan, olağanüstü 2- İtibar gören, muhterem |
SEGREK | Seyrek, ender rastlanan |
SEĞİRTGEN | 1-Koşucu, atlet 2- Afacan, ele avuca sığmaz, tez canlı |
SEĞREK | Seyrek, nadir, az rastlanır |
SEKMEN | Seviye, mertebe |
SELÇİK | (Seligcik) 1- Temiz, pakize, namuslu, bakire 2- Küçük kılıç, bıçak 3- Açık,beliğ, fesahatli |
SELEK | Eli açık, cömert |
SELEN | 1- Salınan, sallanan, kıvrılan 2- Temiz, pak, namuslu, zarif, bakire 3- Fısıltı, hafif ses 4-Haber, havadis 5- Yılan (Tuva ve Çuvaşlarda) |
SELENGE | Kıvrılan, kıvrık |
SELİG(Silig) | 1- Namuslu, temiz, dürüst, pakize 2- Kibar, narin, zarif |
SELİGÇİK | (Selçik) Temiz, namuslu, bakire |
SELİN | 1- Selen, salınan, haber, fısıltı 2- Sülün kuşu |
SEMİZ | 1- İri yarı, şişman 2- Besili, bakımlı |
SENGER | 1- Canavar, ejderha 2- Kale, burç |
SENGİ | Sevgi, sevi |
SENGÜN | Ordu komutanı, general |
SEPİL | 1- Yaygın, yayılmış, bulaşmış 2- Kale, hisar |
SEPİN | 1- Çeyiz, kalın 2- Yaygın, yayık |
SEREDAY | Yüzük, takı, aksesuar |
SERİM | 1- Gösteriş, teşhir 2- Sabır, metanet |
SERİN | 1- Gölge, gölgelik 2- Genişlik, gerilmişlik 3- Soğuğa yakın, hafif soğuk 4- Sabırlı, dayanıklı |
SERİNGEN | 1- Serince, serinleşmiş 2- Sabırlı, dayanıklı |
SEVEN | Sevmek…den sevgi sahibi, şefkatli, tutkulu |
SEVERGE | 1- Dost, yakın, yaren 2- Aşk, sevgi, tutku |
SEVGİ | Sevme eyleminin nüvesi |
SEVİ | Sevgi, sevgi eğilimi, sevgi yakınlığı |
SEVİGEN | Seven, sevgisini veren |
SEVİK | 1- Sevilen, sevgi gösterilen, sevgiye layık, sevgili 2- Dost, gönüldaş |
SEVİL | Sevilen, el üstünde tutulan |
SEVİLGEN | Sevilen, aşırı ilgi gören |
SEVİM | Sempati, alım, çekicilik- sevgiye yol açan |
SEVİMLİ | Çekici, sempatik |
SEVİN | Sevinç, mutluluk |
SEVİNÇ | Neşe, coşku, sevinme duygusu, mutluluk |
SEVİNÇEK | Sevinilecek şey, sevinç kaynağı |
SEVİNDÜK | Mutluluk, bahtiyarlık (Uzun süren bir çocuksuzluk döneminden sonra, çocukları olan ailelerin sık kullandığı, geleneksel adlardan) |
SEVİNMİŞ | Sevinçli, mutlu, mutlu olmuş |
SEVİNTİ | 1- Mutluluk, mutlu olmaya değen 2- Ferahlık, gevşeme, rahatlık, huzur |
SEVÜK | Sevilen, sevgili, canan |
SEYİRTGEN | Afacan, çalışkan, ele avuca sığmaz |
SEYREK | Az rastlanır, sıra dışı |
SEZEK | 1- Hassas, duygulu, ferasetli 2- Sezgi, anlayış, kavrayış, his |
SEZEN | Anlayan, kavrayan, hisseden |
SEZER | Hassas, duygulu, fark edici |
SEZGİ | İdrak, seziş, hissediş, ilham |
SEZGİN | Hassas, sezici |
SEZGİR | Hassas, narin, alıngan |
SEZİGEN | Sezen, sezgin |
SEZİK | Sezgin, içli |
SEZİKLÜ | Tedbirli, sezici |
SEZİM | Hissediş, anlayış |
SEZİMTAL | Hassas, duygulu |
SEZMİŞ | İdrak eden, anlayan |
SIBAK | Sopa, değnek |
SIDAL | Muktedir, güçlü, egemen |
SIGUN | 1- Yabani geyik 2- Emek, zahmet, sıkıntı |
SIĞIN | Erkek geyik, Ala geyik |
SIĞINAK | Sıkı korunan, sığınılacak yer, yoğun ve katı olan yer |
SIĞINDIK | Bağlılık, sadakat |
SIĞLAM | 1- Sağlam, sıkı, yoğun 2- Sine, bağır |
SIK | Katı, yoğun |
SIKI | Katı, sıkılmış, yoğun |
SIKILGAN | Daralmış, daralan, sıkılaşan, utangaç |
SIKIN | 1- Keder, yas, üzüntü, sıkıntı 2- Ala geyik |
SILIV | Temiz, pakize, bakire |
SILKIM | Cesur, gözükara |
SIN | 1- Deney, deneme 2- Endam, gösteriş |
SINAÇI | Hakem, sınayıcı |
SINAĞ | Sınav, imtihan, deneme |
SINAK | Deney, sınav, imtihan |
SINAUVU | Sınav, deney |
SINAYÇI | Hakem, sınayan |
SINÇI | Hakem, sınaçı |
SINDIRAÇ | Bülbül |
SIRAY | Çehre, yüz, beniz |
SIRGA | 1- Küpe, takı, aksesuar 2- Armağan, bahşiş 3- Halka, halkalı |
SIRGALU | Küpeli |
SIRMA | Sırlı, boyalı, gümüş tel |
SIYKIM | Sevgili, canan |
SIYLI | 1- Sevimli, sempatik, muteber 2- Armağan |
SIYLIK | Armağan, bahşiş |
SIYURGAL | Armağan |
SIZGIÇ | Kalem, yazgaç |
SIZIM | Sızı, yakınma, hüzün |
SİBEL | 1- Buluttan ayrılıp henüz yere düşmemiş yağmur tanesi 2- Buğday, buğday tanesi |
SİLGİ | Arınma, temizlik, parlaklık |
SİLİG | 1- Temiz, namuslu, dürüst 2- El değmemiş, bakir, bakire 3- Tatlı dilli |
SİNÇE | Çehre, beniz |
SİNGİL | Küçük kız kardeş |
SİNGİN | Mahçup, sıkılgan |
SİNKEL | İmtiyazlı, ayrıcalıklı |
SİNKİL | İmtiyazlı |
SİR | 1- Şeciye, soy, kök 2- Birleşik, birleşmiş |
SİREK | Zeki, akıllı |
SİTACU | Nazlı, narin, alıngan, hassas |
SİYAVUŞ | Sevimli, sempatik, sevgiye layık |
SİYENDİ | Sevilen, sevilmiş, sevgiye layık |
SİYREK | Az rastlanır, seyrek bulunur |
SİYUN | Sevim, sevimlilik, sempati, beğeni |
SİYURAN | Utkan, muzaffer |
SİYURGAL | 1- Ödül, armağan, ödül alma 2- Madalya, askeri nişan |
SİYURGATMIŞ | 1- Düşmanı bozguna uğratmış 2- Başarılı, ödül ve övgü almış |
SİYÜNÇ | Sevinç, mutluluk |
SİZGEK | Zeki, sezgin, müdrik |
SİZÜÇEN | Hassas, zeki, uyanık, akıllı |
SOBAY | 1- Bekar, yalnız, münferit 2- Silahını iyi kullanan, deneyimli asker, savaşçı |
SOĞAY | Sağlıklı, zinde, dinç |
SOKMAN | 1- Mert, dürüst 2- Diz kapağına kadar gelen uzun bir tür çizme (Türkmen çizmesi) |
SOKULAG | 1- Adak, kurban 2- Sokulgan, munis, cana yakın |
SOKULGAN | Cana yakın, munis |
SOKUM | Kurban, adak |
SOLAGAY | 1- Solak 2- Ters, hiddetli, öfkeli |
SOLAK | 1- Asker yöneten, asker sevk eden (Sulag) 2- Sol el ve ayağını kullanan |
SOLAŞIGLI | Yararlı, çok yararlı, iş bitirici |
SOLGUN | Rengi kaçmış, yıpranmış, hüzünlü |
SOLGUR | (Salgur) Atak, saldırı |
SOLIN | Araştırmacı, meraklı |
SOLMAGAN | Canlı, ölümsüz, solmaz |
SOLMAZ | Canlı, diri, çekici |
SOLTU | Soludu, soluklu |
SOLUK | Nefes, can |
SONGAR | Sungur, şahin |
SONUÇ | 1- Son, bitim, kıyı 2- Uç, sınır, limit. Osmanlı ve Salçuklular döneminde, sınır karakollarında görev yapan kişiler verilen bir ad |
SORGUÇ | Başa takılan çelenk |
SORGUN | Söğüt türü bir ağaç |
SOYÇA | Soylu, soyluca |
SOYDAM | 1- Soylu, soyunu düşünen 2- Ailesine bağlı, yuvasına bağlı |
SOYDAN | 1- Soylu, soylu bir aileden gelen 2- Hanedan, hanedanlık |
SOYDAŞ | Aynı soydan gelen, aynı soyun kişileri |
SOYLAMIŞ | 1- Soyunu çoğaltıp, kutsayan, örgütleyen 2-söz, söyleyen, konuşmacı, hatip |
SOYLU | Asil, asalet sahibi |
SOYLUHAN | birl. Soylu/Han |
SOYON | (Sayın) |
SOYSAL | birl. Soy/Sal 1- Ünlü, meşhur 2- Soylu, asil 3- Medeni, uygar |
SOYURGAL | 1- Ödül, askeri ödül,madalya, nişan 2- Armağan, bağış, ihsan |
SOYURGAT | İhsan, bahşiş |
SÖKE | Diz üstü çöküş, çökme |
SÖKMEN | 1- Yiğit, gözü kara, düşmana diz çöktüren, dize getiren, buyruğunu dinleten 2- Sokman, uzun çizme. |
SÖKÜR | 1- Kızgın, hiddetli, kabarmış 2- Dize getiren, diz çöktüren,buyruğunu dinleten |
SÖKÜRMÜŞ | Dize getirmiş, baş eğdirmiş |
SÖN | Güçten kesilme, azalma |
SÖNMEZ | 1- Canlı, enerjik, ateşli, iddialı 2- Parlak, göz alıcı |
SÖNÜ-k- | Sönük, pasif, cansız, heyecansız |
SÖYKEM | Sempati, sevim, sevimlilik |
SÖYLEM | Anlatım, hitap, hitabet, demeç, izah |
SÖYLENCE | Efsane, mit, destan, lejant |
SÖYÜ | 1- Aşk, sevda 2- Sevinç |
SÖYÜÇEN | 1- Aşık, sevdalı 2- Sevinçli, mutlu |
SÖYÜNDÜK | Sevindik |
SÖZBAY | birl. Söz/Bay Söz zengini, hatip, söz cambazı |
SÖZBİR | birl. Söz/Bir mec. Doğruluk, dürüstlük, söz birliği, sadakat |
SÖZEÇEN | (Sözen) |
SÖZEN | Hatip, konuşmacı |
SÖZER | birl. Söz/Er, mert, sözünün eri |
SÖZERİ | birl. Söz/Eri, mert, sözünün eri |
SU | 1- Sıvı 2- Asker, er, erat |
SUBAK | Sopa, değnek, cop |
SUBAY | birl. Su/Bay 1- Bilgili ve deneyimli asker 2- Hafif süvari, atlı asker 3- Bekar evlenmemiş (Anadolu ve Azerbaycan’da) 4- Çocuksuz, çocuğu olmayan ( Kazak ve Kırgızlarda) |
SUGAY | Aya benzer, ay parçası |
SUĞUNÇAK | Sığınak, sığınılacak yer, sine, bağır |
SUKTA | Sıkıcı, ezici, acı kuvvete sahip |
SULAK | 1- Asker sevk eden, sefere çıkan 2- Sulu, verimli |
SUN | 1- Çağrı, davet 2- İncelik, nezaket 3- Vermek, ihsanda bulunmak |
SUNA | 1- Emsalsiz güzellik 2- Yeşilbaş ördeği |
SUNAK | Adak, kurban |
SUNAR | 1- Davetkar 2- Cömert, abadan |
SUNAYAN | Çığırıcı, davetkar |
SUNÇA | Sunak, adak |
SUNÇAK | Adak, kurban |
SUNGU | Bağış, ihsan, ikram |
SUNGUN | 1- Yetenek, yetenekli 2- Sunulan, adak, hibe |
SUNGUR | 1- Kartal 2- Şahin |
SUNGURCA | Sungur yavrusu, küçük sungur |
SUNKA | Sunak |
SUNKAK | Sunak |
SUNKAR | Sungur |
SUNKUR | Sungur |
SUNTAY | birl. Sun/Tay |
SUNU | İkram, davet, bağış, armağan |
SUSKUÇAK | Küçük, körpe |
SUSÜ | Sağlık, şifa |
SUTU BOĞDA | Mübarek, Tanrısal, Tanrıdan gelen (Eski dönem Tanrı sıfatlarından) |
SUVAN | Savaşçı, cengaver |
SUVAR | Bolluk, bereket |
SUVAT | 1- Su kanalı 2- Suyun taksim edildiği yer |
SUYUN | (siyun, sevim) Sevimlilik, sempati, niyet |
SUYUNÇUK | 1- Sevinç, sevimlilik 2- Müjde |
SÜÇÜG | (Süçig) Tatlı, lezzetli, hoşa giden |
SÜDÜN | birl. Süt/Ün, Soylu, temiz |
SÜLEDİ | Saldırgan, akın yapan, akıncı |
SÜLEK | Saldırgan, akıncı |
SÜLEMİŞ | 1- Akıncı, saldırgan, düşman üzerine asker yollayan 2- İyi silah kullanan, silahşor |
SÜLÜN | Uzun kuyruklu, renkli bir kuş |
SÜNE | Ruh, can |
SÜNGÜ | (Süngük) 1- Kesici ve delici, uzun bıçak 2- Kemik, kemik parçası, kemikle yapılan mızrak 3-Eskiden, mezar başlarına dikilen sırık |
SÜNGÜK | Süngü |
SÜNGÜŞ | Süngü darbesi, süngü hamlesi, süngüleme, savaş |
SÜRÇEK | Yemek, oyun ve eğlence için yapılan, gece toplantısı |
SÜREN | 1- Asker sevk eden, savaşa asker yollayan 2- Haykırış, nara, savaş narası |
SÜRER | Asker sevk eden |
SÜRGİT | 1- Payidar, kalıcı 2- Ulak, postacı |
SÜRÜN | Süs, makyaj, makyaj malzemesi |
SÜSÇEN | Kargı ve kılıç saplamada usta olan kişi |
SÜSMEN | 1- Süslü, süsü ve süslenmeyi seven 2- Tos atan, toslayan |
SÜSÜN | Süslü, işveli, sempatik, çekici |
SÜVERCE | Canan, aşık olunan, maşuka |
SÜYEK | Kemik, soy, sop |
SÜYGEN | Sevgili, canan |
SÜYÜK | Kemik, soy, oymak |
SÜYÜM | 1- Sevim, sempatik 2- Görüş, kanaat |
SÜYÜN | Sevim, sempati |
SÜYÜNÇ | 1- Sevinç,mutluluk 2- Müjde |
SÜYÜNÇÜ | (Süyünç) müjde |
SÜYÜRGE | Toy, şölen, ziyafet |
SÜYÜŞ | Buse, öpücük |
SÜZEM | Diksiyon, söz söyleme ve konuşma ahengi |
SÜZGE | Tarak, çok ince dişli saç tarağı |
SÜZGÜ | 1- Tarak 2- Süzgeç |
SÜZGÜN | 1- Arınmış, süzülmüş 2- Mest, mahmur, kendinden geçmiş 3- Göz alıcı, alımlıŞADŞat) 1- Ordu komutanı, general 2- Tigin, prens 3- Cesur |
ŞADAPIT | Şad’a bağlı birlik ve beyliklerin genel adı |
ŞAKAR | 1- Şakır, bülbül gibi öter 2- Çakar, cesur |
ŞAKIR | 1- Öter 2- Çakır |
ŞAKRU | Çağrı, mesaj, davet |
ŞAMAN | Kam, baksı |
ŞANÇI | Saplayıcı, iyi ok ve kargı kullanan, silahşor |
ŞANDA | Alçak ve rutubetli yer |
ŞANYU | (Tanyu) Sonsuzluk, genişlik |
ŞARA | (Çara) Ufuk, ufuk çizgisi |
ŞAŞ | 1- Şiş, sivri uçlu, et pişirme aracı 2- Taş 3- Dış kısım, dışarı dışarıda kalan, taşra |
ŞAŞLIK | Şiş, şiş kebabı |
ŞAYBAL | Şımarık, nazlı |
ŞAYLAN (çaylan) | Nazik, kibar, neşeli, güler yüzlü |
ŞAYLIĞ | Şeref, onur |
ŞEYBAN | (Şeban, şıban, çıbın, zıbın) Sinek, haşarat |
ŞIMGA | Acele, aceleci |
ŞORAMUN | (Çoramun, çuramun) Ruhlarla ilgilenen, kötü ruhları kovan |
ŞORLAK | Şorul, şorul akan su, çağlayan |
ŞÖLEN | Yalnızca fakir ve kimsesizlere verilen toy, yemek ziyafeti, Bey yemeği |
ŞUMGA | Aceleci, tez kanlı |
ŞURLAK | Çağlayan |
ŞURLAYU | Çağlayan |
ŞÜYÜN | Müjde |
TABAN | 1- Tapan, tapınan 2- Temas, dokunma, vurma 3- Dizi, sıra, kafile |
TABAR | 1- Tapan, tapınan 2- Vuran, döven, dövüşçü |
TABGAÇ | 1, Dövüşçü, kavgacı 2- Ulu, saygıdeğer, muhterem 3- Tapıcı,tapınıcı |
TABIN | (Tapın) İbadet |
TABKI | Vicdan |
TABU | (Tapı, tapu) Kutsanmış, kutlu yapılmış, tapılacak duruma getirilmiş |
TABUK | 1- Tabu 2- İnayet, yardım, hizmet |
TABUN | Tapın, ibadet |
TAÇA | Tasarı, kurgu, plan |
TAÇAM | Tasarı, plan, kurgu, senaryo |
TADIK | Tat, lezzet, damak |
TAG | (Tak, tağ, dağ) |
TAGA | 1- Silah 2- Kural, kaide 3- Saygıdeğer, hürmet edilen |
TAGAY | 1- Saygı duyulan kişi 2- Dayı, ana tarafından gelen akraba |
TAGI | 1- Dindar, inançlı 2- Takı, aksesuar |
TAGUK | Tavuk |
TAĞ | Dağ |
TAĞAN | Üç ayak, saç ayağı |
TAĞAŞAR | birl. Dağ/Aşar mec. Azimli, kararlı |
TAĞLUK | Dağlık, dağlık bölge |
TAĞMA | 1- Dağ eteği 2- Elçi, devlet temsilcisi, devlet görevlisi |
TAĞUDAR | 1- Heybetli, dağ gibi 2- Dağıtıcı, yok edici, yıkıcı, şiddetli 3- Kısmet, nasip |
TAKAK | Ucu, ateşli ok |
TAKAY | 1- Dayı, ana tarafından akraba 2- Dolunay |
TAKIĞ | Takı, ziynet, aksesuar, mücevher |
TAKIR | Takı, ziynet |
TAKIŞ | Takı, süs, aksesuar |
TAKİ | Dindar |
TAKSUK | Harika, olağanüstü, anormal |
TALA | 1- İri cüsseli, heybetli 2- Seçkin, güzide |
TALAKAN | Yağmacı, yağmalayan |
TALAN | Yağma, yağmalama, üşüşme, saldırı |
TALAS | 1- At yarışlarındaki, başlangıç ve bitiş çizgisi 2- Fırtına, kum fırtınası 3- Dalga. 4- Tartışma, münakaşa. |
TALAY | (Taluy, Tulay, Toluy,Tolu) 1- Okyanus, derya, büyük deniz, büyük göl. mec. Ululuk, büyüklük, sonsuzluk 2- Gelecek, ikbal 3- Seçkin,güzide Şamanist gelenekte Deniz ve göllerin kutsal ruhu. |
TALAZ | Dalga |
TALI | Güzide, seçkin |
TALIKU | Seçkin, güzide, beğenilen |
TALIMAN | Seçkin, güzide |
TALKAN | Kızartılmış tahıl |
TALKILIÇ | (Dalkılıç) Zırhsız, korumasız |
TALPIN | Faal, aktif, çalışkan, himmetli |
TALŞIK | İtimat, teminat, güvence |
TAMAN | Duman, sis |
TAMAR | 1- Damla, damlayan 2- Demir, demir cevheri |
TAMGAÇ | Memur, devlet memuru, damgacı, devlet görevlisi |
TAMIŞ | 1- Demiş, söylemiş, bilgili, deneyimli, sözüne değer verilen, sözüne güvenilen 2-Damla |
TAMİR | Temir, demir |
TAMİZ | Damla |
TAMTUK | Büyük ve kuvvetli ateş |
TAMU | (Tamuğ) Yerin dibi, yer altı, cehennem |
TAN | (Tang) 1- Gün açımı, gün doğumu, şafak 2- İlginç, acayip, şaşkınlık yaratan 3- Tatlı, tat veren,huzur veren |
TANA | (Dana) dana, iki yaşındaki inek yavrusu |
TANDU | 1- Tan vakti, tan vaktinde doğmuş 2- Alev, alevli büyük ateş |
TANG | 1- Mucize, olağanüstülük 2- Tan vakti 3- Giriş, antre |
TANGAK | Kaygı, endişe |
TANGSUK | Mucize, şaşırtıcı olay, olağanüstülük |
TANGUT | (Tankut) Savaşlarda, mızrak ve tuğların yanına ya da ucuna takılan ipek kumaş, flama |
TANIK | 1- Tanuk, şahit, gözlemci 2- Tanıdık, dost, yaren |
TANIL | Ünlü, meşhur, tanınan |
TANIP | Tanınmış, ünlü |
TANIR | Ünlü, tanınmış |
TANIŞ | 1- Tanınan, bilinen, aşina, tanıdık 2- Danışılan, bilgi ve deneyimine başvurulan, danışman |
TANIŞIK | Yakından tanınan, tanıdık, bildik, dost, yaren |
TANIŞMAN | (Danışman) Tanış, danışılan, bilgili kişi |
TANIT | Tanınacak nitelikte, belirgin, tanınabilen |
TANJU | (Tanyu) Sonsuz genişlik, ululuk,olağanüstülük, mucize gibi |
TANLA | 1- Şaşılası, ürkütücü, olağanüstü, mucize 2- Suçlayan, yargılayıcı 3- Doğuş, tan vakti |
TANLAĞI | Mucize |
TANMAN | Tan vakti doğan |
TANRIDAĞ | birl. Tanrı/Dağ “ Tanrı Dağı”. Çok eski dönemlerden beri, kutsanarak, Tanrı tarafından yalnızca Türklere tahsis edildiğine inanılan ve halen kutlu kabul edilen sıradağların genel adı. |
TANRIKUT | birl. Tanrı/Kut. Tanrısal, Tanrıdan gelen, Tanrının Kutunu üzerinde bulunduran, haşmetli, Hun imparatoru Mete Han’ın unvanı. |
TANSIĞ | (Tansık,Tansu) hayret verici, şaşırtıcı, olağanüstü |
TANSU | 1- Tansık, mucize 2- Yadigar, armağan 3- Birleşik |
TANTIK | 1- Çok konuşan, konuşkan 2- Tanıdık, hısım, ahbap |
TANUĞ | Tanı, teşhis, kanıt, tanınan, tanınmaya yol açan |
TANYU | (Tanju) Ulu, ulaşılmaz, hükümran |
TAP | Dilek, istek, umut, yardım ve bunları içine alan beklentilerle dolu inanç |
TAPAĞ | 1- Tapma, tapınma, saygı 2- Görev, iş |
TAPAR | Tapan, seven, uman |
TAPARLU | 1- Mutlu, umutlu 2- Sofu, dindar |
TAPDUK | 1- Çocuğu uzun süre olmayanların, çocuğu olduğunda verdiği adlardan 2- Saygı ve sevgiye layık, saygıdeğer 3- İbadet, tapınma |
TAPI | Tapınma, ibadet |
TAPIK | Önde, önde olan, önde gelen |
TAPIN | Tapınma, umma, beklenti |
TAPINGU | Tapınılacak nitelikte sevilen |
TAPIR | Buluş, yenilik, icat |
TAPKI | Vicdan |
TAPKIR | Ayak altında kalıp, katılaşan toprak |
TAPKUR | Tabur, dizi, topluluk, kafile |
TAPLAK | Rıza, kabul, teyit |
TAPUK | Tapu, Tabu 1- Tapınma, dilek, istek 2- Tabu, kör inanç 3- Hizmet, hizmetli |
TAPUKÇI | (Tapıcı) Saray muhafızı, muhafız askeri |
TAPUKSAK | Saygılı, hürmetli |
TAPUN | Kutsama, kutsal bir varlığa yönelme, beklenti, ibadet |
TAPUNMUŞ | Sofu |
TAR | Dar, darlık, zahmet, sıkıntı |
TARA | Ağaç dallarını budamak için kullanılan bıçak |
TARAGAY | Turgay, tarla kuşu, çayır kuşu |
TARAKA | 1- Tarak, eşme, ayırma aleti 2- Saygı gösteren |
TARAMAN | Tarayıcı,rençber, çiftçi |
TARAN | 1- Geniş arazi, ekinlik, ekin yeri 2- Sınır, hudut |
TARANÇI | 1- Sınır muhafızı 2- Ekinci, rençber |
TARANG | Mevki sahibi, imtiyazlı, saygıdeğer |
TARBAN | Gururlu, mağrur |
TARDU | 1- Öncelikli, imtiyazlı 2- Durdu, duran yaşam. Göktürkler dönemi, üst düzey yöneticilere verilen bir unvan. |
TARDUŞ | İmtiyazlı |
TARGAN | Savaşlarda, düşmanın geçeceği yollara, onların gidişini ağırlaştırmak ve güçleştirmek için bırakılan, kaya ve kütük parçaları |
TARGUN | Mahçup, sıkılgan |
TARHAN | (Tarkan) İmtiyaz sahibi soylu kişi. Bu kişiler, vergi vermez, suçları dokuz kereye kadar bağışlanır, kağan ve hanların huzuruna izinsiz girebilirlerdi. |
TARHUN | Güzel kokulu bir yayla çiçeği |
TARIK | Darı, tahıl, ekin |
TARIM | 1- Emek, enerji, zahmet, sıkıntı 2- Ziraat, rençberlik 3- Irmakların küçük kolları |
TARINÇ | Sınır, hudut, uç |
TARING | 1- Derin, derinlik 2- Ziraat |
TARKAN | İmtiyazlı ve soylu kişi (Tarhan) |
TARKANÇ | 1- Öfke, gücenme, rahatsızlık, kızgınlık 2- Darılma, sıkılma |
TARKAT | Bakan, nazır, yönetici, bürokrat |
TARKINÇ | 1- Darılma, darlanma, küsme, küskünlük 2- İsyan, başkaldırma |
TARLIG | 1- Güçlük, darlanma, sıkılma 2- Bahşiş, hediye |
TARTA | Terazi |
TARTAGAN | 1- Tartan, terazi 2- Dağınık, derbeder |
TARTIŞ | Armağan, bağış |
TARUG | 1- Darı, ekin 2- Hediye, bağış |
TASAR | Plan, tasarı, tasarım |
TASIM | Gösteriş, afi |
TAŞ | 1- Dış, dışta olan, görünürde olan 2- Kaya parçası mec. Sertlik, dayanıklılık |
TAŞAN | Taşmış, dışa vurmuş, coşkun |
TAŞAR | Taşmış, coşkun, ateşli |
TAŞGAN | Taşan, coşan, ateşli |
TAŞGARU | Dışarı, dışarıdan, taşra |
TAŞGIN | Taşmış, dışa vurmuş, coşkulu, ateşli, asabi |
TAŞKI | Dışarıdan, taşralı |
TAŞKIN | Coşkun, ateşli |
TAŞRALU | Dışarıdan, yabancı |
TAŞRIK | Dışarıda, gurbet, gurbetçi, sefere giden. |
TAŞUG | Taşınabilir mal, menkul değer |
TAŞÜREK | birl. Taş/Yürek ( Cesur, gözü kara) |
TAT | 1- Yemek, damak 2- Uzak, uzakta, uzaktan, yabancılaşmış 3- Kılıç pası, paslı kılıç |
TATAR | 1- Uzakta kalmış, yabancılaşmış 2- Çayırlık, mera 3- Kent dışında yaşayan |
TATAŞ | (Dadaş) 1- Yakın dost, yaren, arkadaş 2- Uzakta kalmış, aynı uzaklığı paylaşan |
TATIG | Tatlı, hoş |
TATIR | Çayırlık, otlak, mera |
TATLI | Tatlı veren, hoşa giden mec. Güler yüzlü, sevimli, cana yakın |
TATU | 1- Barış, sulh 2-Uzağı gören, uzak görüşlü 3- Bakıcı, eğitici 4- Tatlı, tat veren. 5- Yaratılış, fıtrat. |
TAV | 1- Hız, devinim, çeviklik, koşu, davranmak, harekete geçmek. 2- Dağ |
TAVAR | Hızlı hareket eden, hızlı davranan. |
TAVGAÇ | 1- Hızlı koşan, hızlı davranan, atik 2- Çekici, cezbedici |
TAVIŞGAN | Tavşan |
TAVLI | 1- Hızlı, atik 2- Dağlı |
TAY | 1- Dayak, dayanak, dayanılacak nesne 2- Soy, asalet, soyluluk unvanı 3- Ululuk, büyüklük,çokluk 4- Mevki, yer, bölge 5- Ananın erkek kardeşi, dayı 6- Süt emen at yavrusu |
TAYAK | Baston, değnek, dayanılacak nesne. |
TAYANÇ | 1- Dayanç, dayanak 2- Hami, koruyucu, sırdaş, güvenilen kişi |
TAYANÇI | Danışman, memur. Uygurlar döneminde, küçük dereceli memur unvanlarından. |
TAYANG | Dayak, dayanak, destek, dayanak |
TAYANGU | Danışman, aracı, sıra dışı. Han ve kağanların danışmanlarına verilen bir unvan |
TAYCU | 1- Hami, destekçi, koruyucu 2- Soylu, seçkin 3- Tay sahibi,tay eğiticisi |
TAYEÇE | birl. Tay/Eçe..Soylu, saygıdeğer hanım. (Teyze, sözcüğünün buradan geldiğini söyleyen dilciler var.) |
TAYGA | 1- Kavak, çam, söğüt karışımı ormanlık bölge 2- yoğurtlu sebze çorbası |
TAYGAN | 1- Karışık ağaçlı orman 2- Dayanak, destek |
TAYGANA | Kaygan, kayıcı |
TAYGUN | Yavru, çocuk, torun |
TAYGUR | Kayan, kızakla kayan |
TAYIK | Kibar ve nazik genç |
TAYLAN | 1- Beyefendi, centilmen 2- Yakışıklı, heybetli 3- Düzgün ve etkileyici konuşan |
TAYŞI | 1- Mürşit, yol gösteren 2- Hami, koruyucu |
TEBER | Balta, baltalı mızrak |
TECİMEN | İdareli, ekonomist |
TECİMER | Ekonomist, hesaplı |
TEDAN | Tutan, zapt eden, zabit |
TEDİK | (Tetik) 1- Usta, becerikli, bilgili 2- Öğüt, nasihat |
TEGEN | (Değen) Değerli, karşılığı olan |
TEGİN | Tigin, prens, şehzade, bey oğlu. Göktürkler döneminde, vali unvanı olarak da kullanılmıştır. |
TEGİNEK | Değnek, baston |
TEGİR | 1- Değer, kıymet, paha 2- Hücum, taarruz 3- Ulaşım, ulaşma |
TEGİŞ | 1- Değişim, değişme 2- Dövüş, temas, çarpışma, hücum |
TEGRE | Daire, çevre, civar, etraf |
TEGREK | 1- Değer, kıymet 2- Tekerlek, değirmi, yuvarlak |
TEĞME | Değme, seçkin, farklı |
TEKER | 1- Değer, kıymet 2- Çevre, yöre, daire 3- Saldırgan, mütecaviz |
TEKEŞ | Döğüş, değiş, temas, savaş, savaşçı |
TEKİN | 1- İyi, güzel, biricik, emsalsiz, uğurlu, uygun 2- Rahat, güvenli,güvenilir. 3- Tigin, prens, bey oğlu 4- Tabi, bağlı, kul, köle 5- Boş, ıssız, toplumdan uzak kişi 6- Saldırgan. |
TEKİNİK | Güvenilir, iyi, münasip, uygun |
TEKİR | 1- Değer, kıymet, paha 2- kara benli, kara çizgili 3- Hücum, saldırı, saldırganlık |
TELA | 1- Delici, delen 2- Tolu, olgun, bilge 3- Armağan, adak, sungu |
TELEK | Armağan, sungu |
TEMİR | Demir |
TEMİR YALUP | birl. Demir/Yalup …demirci ustası, silah yapımcısı |
TEMİRÇAL | birl. Temir/Çal ( kılıç darbesi, kılıç vuruşu) |
TEMİREN | Ok başlığı, okun ucundaki sivri ve delici demir parçası |
TEMİRHAN | birl. Temir/Han |
TEMİRKIRAN | birl. Temir/Kıran mec. Acı kuvvet, acı kuvvete sahip kişi |
TEMİŞ | Demiş, söylemiş, bilgin, deneyimli |
TEMÜGE | (Temürge) demir, nüvesi |
TEMÜRKAZUK | birl. Temir/Kazık Kutup yıldızı |
TENBE | At koşumu, koşum takımı |
TENEKUR | Boraks madeni |
TENGİZ | Deniz |
TENİK | Azim, kararlılık |
TENŞİ | Eşit, adil, adaletli |
TEOMAN | Sis, duman, tuman |
TEPE | 1- Uç, sınır, doruk, yükseklik, yüksek yer 2- Yığın, kütle 3- Bir nesnenin sivri ucu |
TEREÇE | İnce, narin, zarif |
TEREK | Siper, koruyucu |
TEREKEME | Siper, siperlik, sütre |
TERİLGEN | Diri, canlı, hazır, tetik, tetikte |
TERİLGENBUDUN | birl. Terilgen/Budun. Devletin çekirdeğini oluşturan boy merkez halk Devletin, temel, ulusal askeri gücü. |
TERİM | 1- Bilim, sanat, bilim ve sanat erbabı 2- Emek, alın teri, zahmet 3- soyluluk, şeref, onur,nurlu 4- toplantı, dernek 5- Han soyundan gelen kızlara verilen bir soyluluk unvanı |
TERİŞ | Derleme, toparlama, birleştirme, birleştirici, derleyip toparlayıcı |
TERKEN | 1- Süs oku, süslü ok 2- Savaş arabası 3- Soylu, soyluluk unvanı |
TERNEK | Dernek, toplantı |
TESİYEMİ TANYU | (Ululuğun sınırı olmayan, en ulu ) |
TETİK | 1- Uyanık, hazır 2- Becerikli, mahir |
TEYENG | Sincap |
TEYMUR | Demir |
TEZ | 1- Hızlı, ivedi, hızlılık 2- Kaçma, ürkme, ürküntü 3- Şiddet, şiddetli |
TEZME | Çabuk kızan, canı ağzında, kızıp çekip giden |
TEZÜREK | birl. Tez/Yürek Heyecanlı, ateşli |
TIBIK | Sakin, asude |
TILSIM | Büyü, efsun, sihir |
TIN | (Tin) Ruh, can, nefes |
TINGI | 1- Tin, can, yaşam 2- Kulağa gelen ses, ses dinleme (Tınlama) |
TINGLAK | Efendi, söz dinleyen |
TINGLAR | Dinler, hürmetkar |
TINGLATUR | Sözü dinlenen, sözü geçer |
TINGLAYU | Munis, söz dinleyen |
TINGLIĞ | Canlı, diri |
TINI | 1- Ruhsal, ruhla ilgili 2- İnanç, iman 3- Tıngırtı, kulağa gelen ses |
TİGİN | Prens, şehzade, han oğlu, bey oğlu |
TİGREK | Çevre, daire |
TİKE | Parça, bölüm, lokma, tıkım |
TİKEN | Dikili, dik, dikmiş |
TİKİM | Parça, lokma |
TİLBE | Dilek, dilenen şey, murat |
TİLBİ | Dilek |
TİLEK | Murat, istek, dilek |
TİLKİ | Tilki, kürkü için avlanan hayvan |
TİLMAÇ | Çevirmen, tercüman |
TİLMEN | (Dilmen) Konuşkan, hatip, çenebaz |
TİLTAY | Etken, amil, neden |
TİLUN | Dolun, tolun, dolu, tam, eksiksiz, kusursuz |
TİMAGUR | Merhametli, vicdanlı |
TİMUÇİN | (Temuçin, temurçin, timurçine) |
TİMUR | Demir |
TİMUR KÜRKAN | birl. Timur/Kürkan. Türk dünyasının en ünlü simalarından. Yalnızca Türk tarihi değil, dünya tarihinin de başta gelen liderlerinden. Çengiz Kaan’dan sonra, dünyanın ikinci büyük fatihi. Yaşamı hep çetin mücadelelerle geçmiş, koca bir imparatorluğu adeta yoktan var etmiştir. Kürkan (Damat) lakabını, evliliğinin ilk yıllarında, kayın eçesi olan Buhara Emir’ in himayesinde oluşu nedeniyle almış, daha sonraları,İranlılar ona “ Timurleng”, Otmanlılar “ Aksak Timur” lakabını takmışlardır. Bu ulu kişi zamanında,Türk dünyası üçüncü ve son kez olarak, tek devlet çatısı altında toplanmış, “ Birleşik Türk devletleri” ideali, bu ulu kişinin döneminde son kez gerçek olmuştur. |
TİN | 1- Can, ruh, öz 2- Soluk, nefes, yel 3- Dinmiş, dingin, sakin, bitik 4- Gök, göksel, Tanrısal |
TİRGEÇ | Diri, canlı, dirilik veren |
TİRİG | Diri, canlı, güçlü |
TİRİGLİĞ | Dirlik, yaşam, geçim |
TİRİL | 1- Can, ruh, yaşam 2- Dirilik, canlılık, derlenip toparlanma 3- Derlenme, derleniş |
TİRİM | Yaşam, geçim, hayat yolu |
TİRKİŞ | Kervan, kafile |
TOGA | 1- Doğa, tabiat, hilkat, yaratılış, huy 2- Kalın, katı, yoğun, doymuş 3- Usul, yordam, teamül |
TOGAY | 1- Toga 2- Dolunay 3- Koruluk, küçük orman |
TOGU | 1- Doğu, doğuş 2- Vuruş, darbe |
TOĞAÇ | (tokaç) Topuz, çamaşır yıkarken kullanılan tahta topuz |
TOĞAN | 1- Doğan, doğan kuşu 2- Canlı, doğmuş olan, yaşayan |
TOĞMA | 1- Dokuma, dokumadan yapılan giysi 2- Yerli, yerli halktan olan kişi |
TOĞMAK | (Tokmak) |
TOĞMUŞ | Doğmuş, ortaya çıkmış, canlı, yaşayan |
TOĞRUL | 1- Tuğrul 2- Doğrulmak, ayağa kalkmak |
TOĞRULÇA | Doğan kuşu, doğan yavrusu |
TOĞSIK | Doğuş, doğum, ortaya çıkış |
TOĞUL | 1- Doğulu, doğudan 2- Doğum, doğuş, ortaya çıkış |
TOĞULGA | Tolga, tulga, savaş başlığı, miğfer |
TOK | 1- İrilik, katılık, dayanıklılık, yoğunluk 2- Vuruş, darbe, dövüş, savaş 3- Yol, yöntem, yordam |
TOKA | 1- Tok, sert, katı 2- Usul, yol, yordam, teamül 3- Dövüş, vuruş, vuruşma, 4- Huy, hilkat,yaratılış |
TOKAÇ | (Togaç) Topuz, çamaşır topuzu |
TOKALIG | Tokluk, katılık, sertlik |
TOKAY | 1- dolunay 2- Dere kenarlarında yetişen bir çiçek, çalı |
TOKLU | 1- Yol, yordam, bilen, bilge 2- Bir yaşını geçmiş kuzu 3- İri, dolgun, besili |
TOKMAK | Vurma, ezme, dövme aracı. Kalın, geniş, ağaçtan yapılmış çekiç. |
TOKOL | Kuma, ikinci hanım |
TOKTA | 1- Durma, yaşama, direnç, dayanıklılık 2- Tedbir, tedbirlilik |
TOKTAK | Tedbir, tedbirli, temkinli |
TOKTAMIŞ | Durucu, kalıcı, dirençli, dayanıklı, uzun ömürlü, dirayetli |
TOKTAR | Dayanıklı, dirayetli, uzun ömürlü |
TOKU | 1- Doğu 2- Dövüş, temas, savaş |
TOKUM | 1- Doğum, doğuş 2- Yaşam, direnç, dayanıklılık |
TOKUMAK | Tokmak |
TOKUR | 1- Gözü pek, cesur 2- Dokur, dokumacı |
TOKURGAK | Dokuma aleti, dokuma tezgahı |
TOKUŞ | 1- Dövüş, savaş, vuruşma 2- Doğuş, direnç, yaşam, dirayet |
TOKUZ | 1- Dokuz sayısı (..Türklerin uğurlu ve kutlu saydıkları sayılardan) 2- sıkça ve kalınca dokunmuş bir kumaş. |
TOLAN | Eşsiz, emsalsiz |
TOLAY | Bir tavşan türü |
TOLDI | Doldu, dolu, doluluk, bütünlük, olgunluk, irilik, bilgelik, erginlik |
TOLDIKORGAN | Anıt, lahit, abide |
TOLGA | Miğfer, çelik başlık |
TOLGAN | 1- Dolgun, iri, dolu 2- Acı, üzüntü, inleme |
TOLKAN | Dolgun |
TOLMIŞ | Dolmuş, dolu, olgun, bilge |
TOLU | 1- Dolu, olgun, kamil, yetkin, usta 2- İçki, içki kadehi, içki ile dolu kadeh 3- Seçkin, güzide |
TOLUHAN | birl. Tolu/Han. Arap işgalleri sırasında, onlara karşı direniş örgütleyen ve çeşitli savaşlara giren bir bey. |
TOLUK | 1- Dolu, olgun, yetkin, bilge 2- Tuluk, tulum |
TOLUM | 1- Silah, savaş aleti 2- Olgun, dolgun |
TOLUN | Dolu, tam, bütün, eksiksiz, kusursuz, olgunlaşmış |
TOMAN | Duman,sis |
TOMBAY | Manda, camış |
TOMRİS | (Tomris Hatun) 1-Demir ucu 2- Demir sesi. 3- Demirin özü, nüvesi.4- Bereket, bolluk,uğur. |
TON | Don, giyim, giysi, elbise |
TONA | Giyimli, varlıklı, yakışıklı |
TONAT | Donat, cömert, eli açık, aç doyuran – çıplak giydiren. |
TONATMIŞ | Giydirmiş, hayır hasenatta bulunmuş, cömert ve eli açık. |
TONGA | Kaplan, Asya kaplanı. |
TONGUZ | Domuz |
TONKA | 1- Tunga , kaplan 2- iri,büyük,gösterişli |
TONLU | Giyimli,şık,zengin,varlıklı |
TONSUZ | Yoksul |
TONYUKUK | (Tanyu/Kök,gök) Sonsuzluk ve genişlik,bilgelik ve deneyimlilik. |
TOP | Yığın, topluluk, bütünlük, erk |
TOPAÇ | 1- Top gibi, toparlak, dolgun 2-İbrik 3- Sepet, sele |
TOPAK | Topluca, toplanmış, yığın |
TOPRAK | .. Yer, yurt, arazi |
TOPURGAN | Ayak basıldığında toz çıkaran, yumuşak toprak |
TOPUZ | Toplanıp, kurutulmuş, katılaşmış, topluca ve katıca. Silah, dövme ve ezme aracı |
TOR | 1- Mevki, mertebe, şeref, şereflilik 2- Türeme, doğma, soy, gelişme, yayılma 3- Ağ, tuzak 4-Giysi 5- Evlat, çocuk, nesil 6- Zayıflık, incelik, hamlık |
TORAMAN | 1- Fahri, onursal, şerefli 2- Kaba, yetişmemiş, acemi 3- İri, dolgun, heybetli |
Toran | Turan, duran, yaşayan, dirençli |
TORÇUK | Kozalak |
TORKU | İpekli kumaş |
TORLAK | 1- Eğitilmemiş at 2- Çırak, acemi, ham |
TORMIŞ | Durmuş, yaşayan, yaşar, yaşam |
TORMU | Yaşam süresi, yaşam |
TORU | 1- Duruş, yaşam 2- Bolluk, bereket, fazlalık 3- Doru, doru renk |
TORUG | Doruk, Doru renk |
TORUK | 1- Doruk, zirve 2-İnce, zayıf, ham, olmamış |
TORUM | 1- Aygır, aygır yavrusu 2- Kul, köle, muti, bağlı 3- Deve yavrusu |
TORUN | 1- Evladın, evladı 2- Sevgili, biricik, çok sevilen 3- Acemi, ham, yetişmek üzere olan 4-Genç boğa |
TOSUN | 1- Genç boğa, 2- Tos atan, tos vuran, azgın, azmış, saldırgan |
TOY | 1- Şölen, yemekli eğlence, düğün dernek 2- Em, ilaç, doyum, doyumluluk 3- Ordu, ordu birliği 4- Çamur bataklık 5- Doğan türü bir avcı kuş 6- Genç, gençlik, acemilik, çıraklık |
TOYAK | 1- Atlara giydirilen savaş zırhı 2- Tırnak, at tırnağı |
TOYAN | Toy sahibi, toy veren kişi |
TOYGA | 1- Toy sahibi, toy veren kişi, 2- Toylarda yapılan çorba, ayranlı çorba |
TOYGAN | 1- Kurultay üyesi 2- Bir kuş türü 3- Genç, taze |
TOYGAR | Tarla kuşu, çayır kuşu |
TOYGUN | 1- Genç, taze, deneyimsiz 2- Doymuş |
TOYGUR | Doymuş, gözü tok, olmuş, olgun |
TOYLAK | 1- Toy yeri, toy yapılan yer 2- Karargah, ordunun toplandığı yer. |
TOYLUK | Toy yeri, Toy yapılan yer |
TOYMADUK | 1- Özlenen, özlemi duyulan 2- Hırslı, doyumsuz |
TOYMAGUR | İştahlı, obur |
TOYTİMUR | Ermiş, keramet sahibi, Şaman büyüğü, kam, rahip |
TOZUN | 1- Tosun 2- Düzen, uyumluluk |
TÖGİ | Cömert , eli açık |
TÖGÜN | Çekici, yakışıklı |
TÖKMEN | Çekici, yakışıklı |
TÖKÜ | Eli açık, cömert, müsrif |
TÖKÜŞ | Düğüş, savaş, vuruşma |
TÖLEÇ | Ücret, yevmiye |
TÖLEGEN | Olgun, kamil, yetişkin |
TÖLEK | 1-Ücret, yevmiye 2- Sükunet, sakinlik |
TÖLİS | Bölük, bölünmüş |
TÖLÜK | Tuluk, tulum |
TÖR | 1- Türemek, çoğalmak, yaratılış 2- Makam, mevki, onur yeri, şerefli yer 3- Usul, kural, teamül |
TÖRE | 1- Düzen, gelenek, usul, teamül, geleneksel hukuk 2- Türeyiş,yaşayış, çoğalma, yaratılış |
TÖRELİ | Töresi olan, töreye bağlı, geleneklerine bağlı |
TÖREMEN | Görgülü, töreye bağlı |
TÖREN | 1- Töreye uygun yapılan, töre gereği yapılan, merasim 2- Soylu, necip, seçkin |
TÖRKİN | Kök, menşe, dip, soy |
TÖRÜ | 1- Yasa, devlet düzeni 2- Türeyiş, yaratılış |
TÖRÜCE | Töreye ve yasaya uygun |
TÖRÜİÇİ | Töreye uygun |
TÖRÜLÜG | Töreye bağlılık, Töre bilgisi, Töre uygulaması |
TÖRÜM | 1- Türeyiş, yaratılış 2- Töreye bağlılık |
TÖRÜMÇÜ | Töreye bağlı, soyuna bağlı |
TÖRÜN | 1- Soylu, soyluluk 2- Tören, merasim, ihtiram |
TÖRÜTGEN | Yaratıcı, yaratan, halik |
TÖŞTÜK | Düş, rüya |
TÖZ | Kök, dip, temel, cevher, öz |
TÖZLÜK | Öz, esas, asıl, kök, köklü, özlü |
TÖZÜN | Soylu, temeli sağlam, köklü |
TUDUN | (Tutun) 1- Tutunma, bağlılık, sadakat 2- Destek, güvence, tutunulacak nesne Hazar kağanlığı döneminde kullanılan “ vali “ unvanlarından. |
TUGAN | Doğan |
TUGAN | 1- Küçük ırmak, çay, akarsu 2- Togay |
TUGANA | Özel ok (İçi oyulmuş, içinde evrak gizlenen ok) |
TUĞ | Sancağın tepesine takılan at kuyruğu, kıldan yapılan flama, Uğur ve Kut işareti olarak kullanılır olmasına karşın, bundan daha çok savaş isteği, başkaldırı ve isyan sembolü olarak kullanılmıştır. 2- Tıkaç,kapak, bent, set |
TUĞANÇI | Doğancı, doğan terbiyecisi, doğan eğitmeni, doğan yetiştiricisi |
TUĞCU | 1- Tuğ taşıyan kişi, alemdar 2- İsyancı, isyankar |
TUĞÇE | Küçük tuğ, tuğcuk |
TUĞLU | Tuğ sahibi, kutlu, uğurlu |
TUĞLUK | Tuğlu, tuğu olan, tuğ taşıyan |
TUĞMA | 1- Doğmuş, ortaya çıkan, boy gösteren 2- Tuğ kaldıran, isyankar |
TUĞRUL | 1- Doğan kuşu, bir doğan türü 2- doğru, doğrulmuş, dik- ayakta 3- Türk mitolojisinde, adı geçen, yarı insan, yarı kuş. |
TUĞSAVUL | birl. Tu/Savul. Eski dönemlerde, ordu içinde tuğ taşıyan ve onu koruyup, önde tutmakla görevi olan kişilere verilen ad. |
TULA | 1- Tolu, dolu, olgun 2- Ayna |
TULAN | Dolu, olgun, kamil |
TULAY | 1- Talay, taluy, okyanus, deniz 2- Ayna 3- Dolu, dolgun, olgun |
TULGA | Tolga, miğfer |
TULGAR | 1- Azim, kararlılık, inanç, güvenç 2- Gösteriş, heybet, heybetlilik |
TULGAY | Tuga, Tolga, miğfer |
TULİ | 1- Dolu, olgun, kamil 2- Ayna |
TULKİ | Tilki |
TULTAG | Sakin, kendinden emin |
TULU | 1- Dolu, ergin, olgun 2- Ayna |
TULUK | 1- Dolu, olgun, bilge 2- yayık, çömlek |
TULUN | 1- Tolun, dolu 2- Çene kemiği |
TUMA | Yeğen, kuzen |
TUMAÇI | Erkek kuzen, (Amca, hala, dayı, teyze çocuğu) |
TUMAÇIM | Kız kuzen |
TUMAĞAN | 1- Nilüfer çiçeği 2- Duman, sis |
TUMAN | Duman, sis |
TUMAY | Sessiz, sakin, kendi halinde |
TUMGAN | Tuman, sis |
TUMRUL | Dumrul, Demir ucu |
TUNA | (Tona) Varlıklı, zengin, gösterişli, ihtişamlı |
TUNAY | Evlatlık kız çocuğu |
TUNÇ | Bronz, Bakır, kalay karışımı |
TUNG | Nüfus sahibi, kudretli, muktedir |
TUNGA | 1- Kaplan, Asya kaplanı 2- Kudret, ihtişam, fevkaladelik |
TUNGUÇ | Çocuk, evlat, evlatlık |
TUNGUT | Evlatlık |
TUNUÇ | Tunç |
TUR | 1- Durmak, yaşam, canlılık 2- İrade, istek, yargı |
TURA | 1- Dura, durak, ev, mekan 2- Deriden örülen kamçı 3- Sibirya bölgesinin eski adı |
TURAK | 1- Durulan yer, yaşanılan yer, mekan 2- Yaşam, ömür |
TURAL | Durma, yaşama, ömür |
TURAM | Olgunluk, kemal |
TURAMUN | 1- Evcil, evcimen 2- Onurlu, onuruna düşkün |
TURAN | Duran, yaşayan, ömür, ömürlü, yaşama direnci (Çocukları sık ölen ailelerin, uzun ömür ve kalıcılık dileklerini içeren adlardan. |
TURÇAK | Filiz, fidan |
TURÇİK | 1- Durucu, kalıcı, uzun ömürlü 2- Fidan |
TURDU | Durdu, sağ, salim, yaşar, yaşayan, kalıcı, ömürlü |
TURGAK | Bekçi, muhafız, koruyucu |
TURGAN | Duran, ömürlü |
TURGAY | 1- Tarla kuşu, serçe 2- Türk/Ay |
TURGUT | (Turagut) 1- Ömürlü, durucu, uzun yaşamlı 2- Belde, mekan mesken, yaşanılan yer |
TURKAK | Nöbetçi, bekçi |
TURKU | Ateşli, heyecanlı |
TURKUAZ | Rengi mavi ile (Türk mavisi) özdeş olmuş bir süs taşı |
TURMUŞ | Ömür, yaşam, uzun ömürlülük (çocukları sık ölen ailelerin kullandıkları adlardan) |
TURNA | Leylek türü, iri ve geniş kanatlı bir kuş |
TURSUN | Dursun, Durdu, duran, durmuş vb. yaşam, ömür, uzun ömür |
TURŞAK | Filiz, sürgün |
TURU | 1- Duru, saf, arık 2- Duran, yaşayan, ömürlü 3- Durgun,sakin |
TURUM | 1- Yaşam, ömür 2- Sükunet, durgunluk |
TURUMTAY | 1- Turum/Tay 2- Doğan türü, avcı bir kuş |
TURUŞKAN | Dayanıklı, metanetli, dirençli, uzun ömürlü |
TURUT | 1- Yer, yurt, durulan, yaşanılan yer 2- Ömür, yaşam |
TUSİT | Göğün ötesi |
TUSKAN | Akraba, yakın, hısım |
TUŞGÜL | İşaret, iz, nişan |
TUT | 1- Yakalayış, kavrayış, saklayış 2- Vuruşma, vuruş, yenme, ezme, koparma 3- Ordu, ordugah 4- Kılıç ve benzeri silahların üzerindeki kir, pas |
TUTA | Bahşiş, armağan |
TUTAÇ | Komşu, yakın, dost |
TUTAÇI | Komşu, yakın |
TUTAK | 1- Silah kabzası 2- Saldırı, hücum, taarruz 3- Evlatlık |
TUTAM | Demet, buket, deste |
TUTAN | Elinde bulunduran, yönetimi altında bulunduran |
TUTAR | Tutucu, hükmedici |
TUTAŞ | 1- Küçük hanım, evin en küçük kızı 2- Bekar, bakire kız 3- Komşu |
TUTGAK | 1- İnilti, inleyiş, hüzün 2- Geceleri keşfe çıkan savaş birliği |
TUTGAN | Tutucu, fanatik |
TUTGUÇ | kahvaltı, kuşluk vakti yenen yemek |
TUTGUK | Esir, hapis, tutsak |
TUTGUN | Tutsak, esir, hapis,tutulu, tutulmuş, bağlanmış |
TUTKU | Kapama, ele geçirme, bağlama, bağlanma |
TUTNAK | Destek, arka |
TUTNUK | Tutunulacak nesne, dayak, arka,destek |
TUTSU | 1- Vasiyet, öğüt, nasihat 2- Bağımlılık |
TUTSUK | Öğüt, nasihat, vasiyet |
TUTU | Esir, tutsak, rehine 2- Çekici, cazip, güzel 3- Tutuş, savaş, dövüş. 4- Ağırbaşlı,utangaç 5- Yiğit, batur, dövüşçü 6- Bakan, nazır, vali. |
TUTUG | Vali, askeri vali |
TUTUK | 1- Dövüş, savaş, savaşçı 2- Devlet görevlisi, devlete bağlı 3- Evlatlık 4- Büyü, sihir. 5-Tutsak, esir, tutulmuş, rehin. |
TUTUN | Tutunulacak nesne, destek, arka, güvence |
TUTUNÇ | 1- Evlat, oğul, uşak 2- Tutunulacak nesne, güvence |
TUTUNGU | Öğüt, nasihat, vasiyet |
TUTURGAN | Öğüt, nasihat, vasiyet |
TUTURGU | Öğüt, nasihat, akılda tutulan |
TUTUŞ | 1- Dövüş, savaş 2- Zapt etmek, egemenlik kurmak 3- bağlılık, sadakat 4- Orduyu ve devleti düzene sokmak |
TUTUŞUK | Demet, çiçek demeti,buket. Çengiz Kaan’ın Uygur kökenli danışmanı, oğullarının eğitmen ve atabeyi bu ulu kişi, imparatorluğun resmi dilinin “Türkçe” oluşunda ve Türk kültürünün egemen kılınmasında, önemli etken olmuştur. |
TUYAK | 1- Dayak, destek, değnek 2- Duyan, işiten, işitici, dikkatli, uyanık |
TUYAN | Duyan, işiten |
TUYGU | Duygu, his duyumu |
TUYGUN | Doğan türü bir avcı kuş |
TUYUK | Dayak, destek, arka |
TUYUN | Saygın, muteber |
TUZAĞI | Sevgili, aşık, maşuka |
TUZAK | Sevgili,sevgili için söylenen söz |
TUZGU | Yemek, yoldan geçenlere verilen yemek |
TUZGUN | Armağan, sunu, bahşiş |
TÜBE | 1- Tepe, yüksek yer 2- Siper, sütre |
TÜBEK | Tübe, tepe |
TÜGÜN | 1- Düğün, bağlılık 2- bahşiş, hediye |
TÜGÜZ | Düz, tam, eksiksiz, mükemmel |
TÜKEL | 1- Tüy, saç, kıl 2- Dik, dikili |
TÜKÜN | 1- Düğün, dernek, toplantı 2- Bahşiş, armağan |
TÜLEK | 1- Zeki, kurnaz, fettan 2- Tüylü, kıllı |
TÜLGÜ | Alaca, renkli bir karga türü |
TÜLİN | 1- Ayna 2- Ayın çevresindeki ışık halesi |
TÜLÜ | 1- Rica, yakarış 2- Düş, rüya |
TÜLÜŞ | Ücret, değer, emeğin karşılığı alınan karşılık |
TÜMEN | 1- Duman, duman, sis 2- On bin sayısının askeri terminolojideki kullanılışı |
TÜN | Gece |
TÜNBAY | birl. Tün/Bay ( Kazak ve Kırgızlarda, yatak, şilte) |
TÜNEK | Gece kalınan yer |
TÜNG | 1- Gece, gece karanlığı 2- Olağanüstülük, fevkaladelik |
TÜNKÜR | Peri, melek |
TÜR | Soy, kök, orjin, çeşit, kan, damar, doğuş, yaratılış, oluş |
TÜRE | 1- Töre 2- Tigin, prens, şehzade |
TÜREL | Türeli, töreye bağlı, töresel, hukuk, hukuki, hukuka uygun |
TÜRELİ | Türe sahibi, töreye bağlı, hukuka bağlı |
TÜREMEN | Töreye bağlı, töreye göre yaşayan |
TÜRENER | Töreye bağlı, töre sahibi |
TÜRETGEN | Yaratıcı, mucit, üretken |
TÜRK | Bu kutlu ad, birçok anlamları içinde barındırır. Türeyiş, doğuş, güç, erk, soy, döl, çoğalma, düzen vb. ( Birçok dilbilimci, değişik anlatımlar yapıyormuş gibi görünseler de aslında tek bir şey vardır ortada. O da Töreli, Töreye bağlı, Töreye göre olmuş, Töre ile özdeş, iyilik, güzellik, doğruluk ve düzenlilik içinde yaşayan, bunun için gerektiğinde, mayasından gelen güç ve erkini kullanan kişi ya da kişiler topluluğu, anlamlarını net bir biçimde içinde barındırıyor olması.) |
TÜRK BİLGE KAĞAN | (Orhun anıtlarında, Bilge kağan kendini böyle tanıtır.) |
TÜRKÜ | Türk dilinde söylenen, melodi |
TÜRÜ | Dürülmüş, derli, toplu, düzenli |
TÜRÜNG | Aktif, faal, çalışkan |
TÜŞ | Düş, rüya |
TÜŞTEMİZ | birl. Tüş/Temiz |
TÜTSÜ | Güzel kokulu ot yakarak ortaya çıkarılan koku |
TÜTSÜK | 1- Tütsü, tüten koku 2- Öfkeli, kinci, öç alıcı |
TÜTÜK | 1- Güzel ve etkileyici koku, duman, tütme kokusu 2- Düdük, savaşlarda ve savaş talimlerinde komut vermek için kullanılan düdük |
TÜZ | Düz, düzen, kök, esas, kural, bütünlük, doğruluk, uyum, uyumluluk |
TÜZBAYKÜÇ | birl. Tüz/Bay/Güç Bütün, hepsi, hepsini içine alan |
TÜZE | 1- Düz, doğru, düzen, kural, uyum, ahenk 2- İdare, yönetim 3- Ulus, topluluk, halk 4- Uyum, uyumluluk, barış, uzlaşı 5- Kusursuzluk |
TÜZEN | Düzen, uyum, kurallar bütünü |
TÜZLİ | Uyumlu, uygun, düzenli, idareci |
TÜZLÜG | uyum, ahenk, geçim |
TÜZÜK | (Düzük) 1- Düzen, düzülü, sıralı, düzenleme, düzenlenmiş, düzenli, 2- Özel durumlara göre biçimlenmiş kurallar bütünü |
TÜZÜL | 1- Düzülü, sıralı, muntazam, disiplinli, hiyerarşik 2- Anlaşmış,anlaşmalı |
TÜZÜM | Düzgünlük, sıra, dizgi |
TÜZÜN | 1- Düzen, kural, teamül, gidişat 2- Öz, kök, soy, soylu, seçkin, egemen 3- Uysal, yumuşak huylu ve davranışlı |
UBUT | Ar, edep, tevazu, alçak gönüllülük |
UC | Uç, sınır |
UCAS | İddia, bahis |
UCUD | Yeryüzü, dünya |
UCUN | Uçta, sınırda, kenarda, uçbeyi |
UÇ | 1- Son, bitim, sınır, kıyı 2- Aşırılık, ekstrem 3- Herhangi bir nesnenin sivri kısmı. 4- Ordu kanadı, kol, cenah. |
UÇA | 1- Koruma, himaye, arka 2- Uç, sınır, limit 3- Kendini aşmış, yüksek, ulu |
UÇAR | 1- Haber, havadis 2- Kanıt, delil 3- Göğe yakın, Tanrıya yakın, dindar 4- Uçarı, vurdumduymaz. |
UÇBEY | birl. Uç/Bey. Sınır karakollarında görev yapan askeri birlik komutanı. |
UÇGUN | 1- Kam, baksı, kendinden geçmiş, transa girmiş 2- Kıvılcım |
UÇKAN | Uçan, uçucu |
UÇKARA | birl. Uç/Kara ..Sırtı renkli, kanatları kara bir kuş türü |
UÇKUN | Uçuk, kendinden geçmiş, ateşli, heyecanlı |
UÇMAĞ | (Uçmak) Cennet |
UÇSIZ | Sınırsız, geniş, büyük, alabildiğine.. |
UÇUK | Uçmuş, kendinden geçen, mest olan kam, baksı |
UÇUMAK | Uçmak, cennet |
UÇUR | Devir, dönem |
UÇURAN | Kam |
UÇURUM | Son, uzak, uzak nokta, uçulan, uzaklaşılan, yüksek ve derin dağ yamacı, yar |
UÇUZ | birl. Uç/Uz 1- Alçak gönüllü 2- Basit, kolay |
UD | (Ut) 1- Arka, geri, ardından gitme, takip 2- karşılaşma, çatışma, yenme, utku 3- Uyuma, uyku |
UDAR | 1- Takipçi, peşini bırakmayan, kovalayan 2- Yener, galip gelir |
UDU | Uyku |
UDUK | Uyanık, diri |
UDUM | Art arka, arkası sıra |
UDUN | 1- Hüner, beceri 2- Sönmüş, sönük |
UDUZ | 1- Mürşit, yol gösteren, ardından gidilen 2- Yollayan, sevk eden |
UGAN | Kaadir, yaratan ve hükmeden, Ali, yüksek, kudretli. Çok eski dönemlerden beri, Tanrı ve Tanrı sıfatı olarak kullanılan bu sözcük, Türklerin ilk Müslüman oldukları dönemlerde de, bir süre Tanrı adı olarak kullanılmıştır. |
UGIN | Fikir, düşünce |
UGIŞ | Zeka, üretkenlik |
UGUZ | Kutlu, mübarek |
UĞRAK | 1- başvurulan kişi, bilge ve deneyimli kişi 2- Savaşa giderken, Askerlerin, aile ya da eşyalarını topluca bıraktıkları yer 3- Uğranılan yer. |
UĞRAŞ | 1- Düşünce, tasarı, iş, çaba, meslek 2- Mücadele, savaşım, savaş, Karşılaşma, karşı karşıya gelme |
UĞRAŞI | Meslek, iş, çaba, savaşım, geçim |
UĞRUK | Savaşa giderken, askerlerin eşyalarını bıraktıkları yer |
UĞRUN | Yan bakış, gizlice bakış |
UĞUR | 1- Baht, talih, iyilik, güzellik, kut, bolluk, bereket 2- Süre, zaman |
UĞURAL | Uğurlu, kutlu, bahtı açık |
UĞURÇAL | birl. Uğur/Çal (Sürmek, değdirmek) |
UĞUŞ | Akraba, hısım, kan bağıyla birbirine bağlı kişilerden her biri |
UKUŞ | Zeka, akıl, yetenek |
UL | 1- Temel, esas, kök, oluş, oluşum, doğuş 2- İşaret, nişan, iz |
ULA | Temel, esas, esaslı |
ULAÇ | 1- Ulaştıran, bağlayan, bağlayıcı 2- İsabet 3- Tim, takım, müfreze |
ULAÇLI | Ulaştıran, ulak |
ULAĞ | 1- Soy, nesil 2- Maiyet, bütünlük 3- ulak, haberci 4- Bağ, zincir |
ULAK | 1- Ulaştırıcı, ulaştıran, haberci, bağlantı sahibi |
ULAKÇI | Haberci, ulaştırıcı, bağlayıcı, bağlantı |
ULAM | 1- Eklenmiş, katılmış, tim, müfreze 2- Dizi, dizili, bağlı, dizgi 3- yetenek, yetenekli. 4- Ululama, selamlama, temenna. |
ULAN | 1- Bağlayan, bağlayıcı, birleştirici, etkileyici 2- Ulu, ululanmış, saygıdeğer, söz dinleten 3- Taze, tazelik, gençlik, genç, cıvan |
ULANBATUR | birl. Ulan/Batur Ünlü ve ulu kahraman |
ULANDI | Ululandı, kutsandı, kutlu |
ULANMIŞ | Ulu, kutsal, mübarek, saygıdeğer |
ULAR | 1- Bağlayan, birleştiren, birleştirici 2- Erkek keklik |
ULAŞ | 1- Ululuk, ululaşma, yücelik 2- Oluş, temel, kök, soy, soyluluk 3- yetişme, kavuşma Ulaşılacak olan, bağlanılacak olan, ülkü, ideal 4- uluyuş, kurt gibi uluma 5- Savaş uranı, savaş narası 6- Kent, kent arazisi 7- İsabet |
ULAŞLU | 1- Amaçlı, idealist, ne istediğini bilen 2- Ulaşıcı, bağlayıcı, birleştirici. 3- Kentli, zengin, varlıklı |
ULAT | Bağlayıcı, birleştirici |
ULCA | 1- Ezeli, eskiden beri var olan 2- Pay, ganimet, savaş ganimeti |
ULCAŞ | 1- Tazim, ululama, büyükleme 2- Bölüşüm, paylaşım, ganimet |
ULDIZ | Yıldız |
ULIÇ | Yavru, yaren, sevilen ve korunan |
ULIÇIM | Yavru, yavrucak |
ULIG | Uluma, yakınma, sızlanma |
ULIŞ | Uluyuş, kurt gibi ulayış |
ULU | (Ulug, Uluğ) Yüce, yüksek, mübarek |
ULUCA | 1- Ululuğa yakın, saygıdeğer, hürmetli 2- Üst düzey yönetici, erk sahibi |
ULUÇ | 1- Temel, esas, oluş, ulaş 2- Bağ, bağlantı, ilişki 3- Uluyuş, uluma |
ULUĞAYGUÇİ | birl. Ulu/Ayguçi. Göktürkler ve özellikle Uygurlar döneminde başbakan ( sadrazam, baş vezir) unvanı olarak kullanılmıştır. |
ULUĞNOYAN | birl. Ulu/Noyan |
ULUKOYUN | birl. Ulu/Koyun. Yakut destanlarında adı geçen “Ateşteki kutlu ruh”. |
ULULA | Yücelt, yükselt, mübarek kıl |
ULUM | Debdebe, şaşa, gösteriş |
ULUN | (Ulan, İlun) Ulu, ululanmış |
ULUNYEGE | birl. Ulun/Yeke Sözü dinlenen, saygı duyulan, bilgi ve deneyimine başvurulan hanım |
ULURAK | Ulu, kebir, en büyük |
ULUS | 1- Ul (Temel, kök, esas) dan…Ul/Uz 2- Ülüş, bölüm, kesim, topluluk…dan boy, halk, millet,budun (Uygurlarda) |
ULUŞ | Pay, bölüm |
ULUTOYUN | birl. Ulu/Toyun |
UMAK | Irk, soy, kemik |
UMAN | Umutlu, bekleyen |
UMANÇ | 1- Umutluluk 2- İntizar |
UMAR | Umutlu |
UMAY | Koruyucu, şefkatli, iyiliksever. Eski dönem, kutsal kadın ruhlardan ( Halen, Altay ve tüm Kuzey Türkleri arasında çocukları sevip, koruduğuna inanılır) |
UMDI | Arzu, beklenti |
UMDU | Ümit, ümitli |
UMUCA | Umutlu bekleyiş |
UMUÇ | Rica, yakarış, beklenti |
UMUG | 1- Ümit, destek, dayanak 2- Sığınma, iltica |
UMUNÇ | Rica, beklenti |
UMUR | Umar, ümitli |
UMUŞ | Beklenti |
UMUT | Umuş, ümit, beklenti |
UNAT | Doğru, yerinde, uygun, olgun, yeterli |
UNGAN | (Ungan) 1- Bağlı, bağımlı 2- Bahtiyar, doğru yolda olan |
UR | 1- Uğur, baht, mutluluk 2- Vur, vurmak, darbe |
URAGUT | Dişi, üretken, tohum, tohumluk |
URAK | Orak, doğrayıcı, biçici |
URAN | 1- Savaş narası, nara 2- Vuran, vurma eyleminde bulunan, döven 3- parola |
URAS | 1-Kut, baht, mutluluk 2- Ateş bakışlı |
URAZ | Uras, kut, baht |
URAZLI | Mutlu, bahtiyar |
URKU | Uğur, baht, talih |
URPAK | (Urpağ) 1- Evlat, uşak 2- Kibar, nazik |
URUK | 1- Boy, ok, ulus 2- Vuruk, vurgun |
URUL | 1- Tür, cins 2- Örs |
URULU | Cins, soylu |
URUM | 1- Şeref, onur, haysiyet 2- Meleke, beceri, yatkınlık |
URUMDAY | Panzehir ve tedavi için kullanılan bir taş |
URUN | 1- Orun, şeref, itibar 2- Miktar, adet |
URUNÇA | 1- Şerefli, onurlu 2- Emanet, rehin |
URUNGU | 1- Şeref, onur, haysiyet, onurlu davranış 2- Eğitim ve talim kılıcı |
URUS | 1- Orus, uras, uraz) 2- Uruş, kırış, savaş |
URUŞ | Vuruş, döğüş, kırış, savaş |
URUŞKAN | Savaşçı, cengaver |
URUT | 1- Aşama, merhale 2- Amaç, maksat, hedef |
URUZ | 1- Uraz, uras 2-Vuruş, dövüş |
US | Öz, töz, yeti, anlayış gücü, akıl, zeka, uzluk |
USAN | Uslu, akıllı, usta, uzman |
USBOL | birl. Us/Bol ..Dahi, üstün zekalı |
USLU | Akıllı, uzman, üstad |
USLUM | Becerikli, mahir |
USLUY | Deneyimli, tecrübeli |
USUK | Uslu, akıllı, zeki |
USUN | 1- Uzun, uzman, derin, engin, deneyimli 2- Gerçek, sahih |
UŞAK | Çocuk, genç, taze, ufaklık |
UTA | 1- Tedavi, onarım, tamir, iyileştirme 2- Zafer, galibiyet |
UTACI | Doktor, eczacı, iyileştirici |
UTAMAN | 1- Utkan, galip, muzaffer 2- Eczacı, doktor 3- Edepli, mahçup, sıkılgan |
UTAN | 1- Galip, muzaffer 2- Utanma, ar, mahçubiyet |
UTANGAN | Utangaç, mahçup, kendi kendini sıkan |
UTAR | 1- Yener, utkan, galip 2- İyileştirici 3- Kovalayan, takip eden |
UTAŞ | 1- Yardım, imdat 2- Galibiyet, zafer, utku 3- Takip, kovalamaca |
UTGUÇU | Galip, muzaffer |
UTKU | Zafer, galibiyet, yenme, üstün gelme, güçlüklerden sonra ulaşılan mutlu son |
UTLU | 1- Galip, muzaffer 2- Sıkılgan, mahçup |
UTUGLU | Galip, muzaffer |
UTUŞ | Yenme, galibiyet, zafer |
UVUT | Utanma duygusu, edep, ar |
UYAN | 1- Dikkat, itina, dikkatlilik, tedbir 2- İman, inanç |
UYANIK | Dikkatli, tedbirli |
UYAR | Uyumlu, uygun |
UYAV | Uyanık, fatin, ferasetli |
UYDAÇI | Mürşid, yol gösteren, öğretmen |
UYGAN | 1- Uyumlu, geçimli, uysal 2- Bağlı, tabi, muti |
UYGAR | (Uygur) çağdaş, uyumlu, uygun, uyarlı, medeni |
UYGU | Ahenk, uyum |
UYGUL | Uyumlu |
UYGUN | 1- Yakışıklı, güzel, elverişli 2- Geçimli, dirlikçi, imtizaçlı |
UYGUR | (uygar). Türk boyları içinde, bu günkü anlamda bir kentleşmeye ilk başlayan Türk boyu. Kağıdı, akapunkturu, matbaayı, tekstil sanayiini ve daha birçok buluşu gerçekleştiren Türk boyu |
UYGUT | Uyumlu, ahenkli, uygar |
UYGUTALP | birl. Uygut/Alp |
UYLAŞ | 1- Uyum, geçim, dirlik, düzen 2- Fikir, düşünce, tefekkür |
UYLAŞI | Uyum, geçim, barış |
UYSAL | uyumlu, efendi,yumuşak başlı, halim, selim |
UYTUN | Kutlu, mübarek |
UYUM | Uygunluk, denklik, ahenk, armoni |
UZ | Us, öz, erk, yetme, beceri, başarı, açılma, uzama, genişleme, açılım, yayılım |
UZA | 1- uzay, genişlik, uzunluk, yaygınlık 2- Eski, eskiye dayalı, kadim, mazi 3- Geçiş, geçit |
UZAK | 1- Uzman, usta, sanatkar 2- Güçlü, egemen, başarılı |
UZAM | Uzmanlaşmış, ustalaşmış, usta |
UZAN | Uzman, usta, akıllı, bilgili, sanatçı, pir |
UZAY | Feza, gök boşluğu, uzamış, genişlemiş, geniş |
UZDU | Ezeli, çok eski, kadim |
UZEL | birl. Uz/El Usta, maharetli, becerikli, sanat erbabı |
UZELLİ | Usta, maharetli, elinden iş gelen |
UZLUK | İhtisas, uzmanlık |
UZMA | Kalifiye, uzman, pir |
UZMAN | Usta, pir, otorite |
UZUG | Uyanık, dikkatli, müteyakkız |
UZUN | (Usun) 1- Uzman, pir, becerikli, iş bitirici 2- yaygın, geniş 3- kalıcı, daimi |
ÜÇ | Üç sayısı. (Türklerin, dokuz, kırk gibi, uğurlu saydığı sayılardan) |
ÜGE | (Üyge) Ünlü, meşhur |
ÜGİT | Öğüt, nasihat, propaganda, ajitasyon |
ÜĞDÜL | Bahşiş, ihsan |
ÜKELGE | Armağan, bahşiş |
ÜLEGÜ | Bölüm, kısım, pay |
ÜLEŞÜR | Bölüşüm, paylaşım, paylaşımcı |
ÜLGEN | 1- Ulu, kebir 2- İri, büyük, heybetli, geniş |
ÜLGİ | Örnek, numune |
ÜLGÜDÜR | Örnek, numune |
ÜLGÜT | Örnek, numune |
ÜLKE | Bölüm, parça, toprak, diyar, memleket, vatan, yurt |
ÜLKEM | Ülke, memleket sevgisi |
ÜLKEN | (Ülgen) |
ÜLKER | 1- yıldızlar topluluğu, yıldız kümesi 2- Yedi kardeşler de denen bir yıldız grubu 3- Kadife,peşkir,gibi dokumaların üzerindeki, ince tüy, hav |
ÜLKER ÇERİĞ | Savaş hilesi, savaş taktiği |
ÜLKÜ | 1- İdeal, hedef, olacağına inanılan..”Olan, değil, olması gereken..” 2- Prensip, adet, düstur 10- Üleşme, bölüşme, pay, pay ortaklığı |
ÜLKÜCÜ | Ülkü sahibi, olması gerekeni düşünen |
ÜLKÜDAŞ | Aynı ülküyü benimseyen ve aynı ülküyü paylaşan kimse |
ÜLKÜM | Ülkü sevgisi |
ÜLÜGLÜ | Talihli, kısmetli,bahtı açık |
ÜLÜK | (ülüg) Kısmet, nasip, pay |
ÜLÜKBULMUŞ | birl. Ülük/Bulmuş. Uygur kağanlarının unvanlarından |
ÜLÜŞ | 1- Bölüş, bölüm, bölünen, pay 2- Konuk payı, komşu payı, ailenin ihtiyaçları dışında, konu-komşu için ayrılan ve saklanan pay |
ÜMİT | Umut ÜN |
ÜNAL | 1- Ün/Al 2- İnal (Han soyundan gelen, soylu ve imtiyazlı bey) |
ÜNALDI | birl. Ün/Aldı Ünlü, meşhur |
ÜNDEV | Namlı, meşhur |
ÜNLÜ | 1- Meşhur, namlı, tanınmış 2- Gür sesli, sesini duyuran |
ÜREGEN | Bereketli, münbit |
ÜREGİR | Bolluk, bereket, üretkenlik |
ÜREK | Yürek, kalp |
ÜREKLÜ | Cesur, yiğit |
ÜRENTUYUN | birl. Üren/Tuyun |
ÜRGAN | Kıvılcım, şerare |
ÜRGÜÇ | Körük, demirci körüğü |
ÜRK | Dehşet, korku, çekince |
ÜRKMEZ | Cesur, korkusuz |
ÜRKÜT | Ürkütücü, dehşet verici |
ÜRÜK | Süregen, daimi |
ÜRÜN | Döl, verim, ekin, üremiş, üretilmiş olan |
ÜRÜNDÜK | Verimli, seçkin, güzide |
ÜRÜNDÜL | Seçkin, güzide |
ÜRÜNG | 1- Maneviyat, manevi güç, 2- Temiz, pak |
ÜSTE | Galip, faik |
ÜSTEK | Üstün, galip, faik |
ÜSTÜN | Üstte olan, galip, faik, muzaffer |
ÜSTÜNGÜ | Üstün gelme, üste çıkma, mertebe atlama, derece |
ÜTGÜR | Hızlı, seri, çabuk |
ÜYEN | 1- İlkeli, özüne bağlı 2- İyilik sever, temiz yürekli |
ÜYGE | İyi, yararlı, zararsız |
ÜYGEN | İyilik dolu, temiz kalpli |
ÜYGENARIK | birl. Üygen/Arık. Altay, Tuva, Sogay destanlarında adı geçen bir kutsal kadın ruh. |
ÜZBE | Üzgün, kızgın, dargın, darlanmış, mahzun, sıkıntılı |
ÜZLÜNÇÜĞ | Olağanüstü, fevkalade |
ÜZÜT | Can, ruh, öz, tin |
YABA | Yapa, yapu) 1- Yapı, oluşum 2- Alet, edevat |
YABAGU | Yabgu, genel vali |
YABALAK | (Yablak) Dayanıklı, metin, mütehammil |
YABAN | 1- Yabancı, yabani, vahşi 2- Yapan, yapıcı |
YABAY | Yapay, yapan, yapıcı, yapılmış |
YABGU | 1- Üst düzey yönetici, genel vali 2- Merkeze bağlı, özerk, bölge yöneticisi Göktürkler döneminde kullanılan unvanlardan. |
YABIR | 1- Yapıcı, pozitif kişilikli, aktif, çalışkan 2- Güreşçi, dövüşçü |
YABIT | Yapı, yapıt, eser, mamulat |
YAD | Yabancı, el, değişik, farklı |
YADA | 1- Yabancı, yabancılık 2- Büyü, sihir, büyü yapmada kullanılan bir taş |
YADAÇI | 1-Yaya, piyade 2-yada taşını kullanan |
YADEL | birl. Yad/Er Gurbet, yabancı memleket |
YADU | Yadçı, yad edici |
YAGLA | Talan, yağma |
YAĞADUR | Yağış, yağmur, bolluk, bereket |
YAĞAN | (Yagan, yakan) 1- Ucu ateşli ok 2- Yağmur 3- Gökten inen nur 4- Yakın, yar, canan |
YAĞDIBASAN | birl. Yağdı/Basan Düşmana baskın yapan, düşmanı yok eden |
YAĞDIKAR | birl. Yağdı/Kar (kar yağarken doğan) |
YAĞISAVAN | birl. Yağı/Savan Düşmanı püskürten, düşmanı kovan, kovalayan |
YAĞISIYAN | birl. Yağı/Sıyan (defeden,kovan) |
YAĞIŞ | (Yakız- Yavuz) Kara, yanarak kararmış, karaya çalan mec. Cesur, gözü pek, şiddetli, yaman,yiğit |
YAĞMA | Ganimet, ganimet paylaşımı, bolluk |
YAĞMUR | Yağmur yağışı |
YAĞMURCA | 1- Sessiz ve kısa süren yağmur 2- Bir geyik türü |
YAĞRIK | Yakarış, dilek, niyaz |
YAĞRIKÇI | 1- Yakarıcı, duacı 2- Faydalı, yararlı, işe yarayan |
YAĞUK | (Yavuk) Sevilen, yakınlık duyulan, gönül yakınlığı |
YAKA | 1- Sınır, sınır bölgesi 2- Kıyı, sahil |
YAKACIK | Dağ eteği |
YAKAK | Ucu ateşli ok |
YAKAN | 1- Yakıcı, yok edici 2- yağan |
YAKARCA | Yakan, sıcaklığı artıran |
YAKARI | Dua, temenni, yakarış, dilek |
YAKI | 1- İlaç, em 2- Yakıcı, yakan |
YAKIT | Yakılan, enerji, ısı kaynağı |
YAKŞI | Yakışıklı, güzel, çekici, yakıcı, uygun, yakışan, doğru, iyi |
YAKŞILIK | İyilik, güzellik, uygunluk |
YAKTU | Işık, meşale, aydınlık |
YAKURA | Yakın, yakınlık duygusu |
YAKUŞUK | Yakışıklı, güzel, uygun, uyumlu |
YAKUT | Yakıt, enerji, yakılan |
YAKUZ | (Yağız) |
YALABIR | Parlak, parıldayan |
YALABUK | Parlak, parlayan, ışık saçan |
YALAP | Parlak, ışıltı, ışık saçan |
YALAV | Alev, yalaz |
YALAVAÇ | (Yalvaç) |
YALAZ | 1- Yalın, çıplak, aleni 2- Yalın, parlak, ışıklı, alev |
YALÇIN | Dik, sarp, yukarıda, ulaşılmaz |
YALDIR | 1- Parlak, parlayan 2- Yıldır, yıldıran,caydırıcı, ürkütücü |
YALDIRAN | 1- Yıldırıcı, caydırıcı, ürkütücü 2- Parlak, parlaklık veren |
YALDIRIM | Yıldırım |
YALDIZ | Yıldız, ışık saçan parlaklık, parlayan, ışıyan |
YALDRUK | (Yaldırık) Parlak, parlatılmış |
YALGIN | Serap, yanıltıcı, görüntü |
YALIKSUZ | Günahsız |
YALIM | 1- Ateş, kıvılcım 2- Kılıcın keskin tarafı, ince ağzı 3- Yüksek kayalık |
YALIN | 1- Alev, parlaklık 2- Çıplak, net, açıkta olan, açık 3- Kınsız, kılıfsız kılıç. 4- Tek başına, yalnız, korumasız. |
YALINCA | Yalnız, tek başına |
YALINÇAK | Fakir, çıplak, garip, korumasız, sahipsiz |
YALMA | Yağmurluk, pelerin |
YALMAN | 1- Kılıcın keskin ağzı, kılıcın uç kısmı 2- Eğimli, dik tepe |
YALTUK | Yalınlık, yalın olma hali |
YALUNMUŞ | Yalın, çıplak, saf, arınmış |
YALUY | Büyü, tılsım, sihir |
YALVAÇ | Elçi, resul, nebi, peygamber |
YAM | 1- Ulak atı 2- At gibi, ata benzeyen 3- Çöl, kıymık |
YAMAÇ | 1- Bayır, dik yokuş, dağ ya da tepenin herhangi bir yanı 2- karşı, karşısı, öteki taraf |
YAMAN | 1- Müthiş, dehşetli, etki ve beceri bakımından olağanüstü 2- kötü, fena, üzücü |
YAMÇI | 1- Ulak, postacı 2- Ulak atı, postacı atı 3- Yağmurluk 4- Kalın, kolsuz yelek, kuzu derisiyle kaplı giysi. |
YAMI | 1- Ulak atı 2- Çöp, kıymık 3- İtibar, nüfuz |
YAMTAR | 1- Yaman, güçlü, kuvvetli 2- Yağmurluk 3- Obur, iştahlı |
YAMUN | Denetleyici, murakıp, müfettiş |
YANAÇI | (Yanaç) Canip, candan |
YANAĞ | (Yanak) Yanak, kısım, yan |
YANAR | 1- Işıltı, ışık 2- Ateşli, sıcak kanlı, heyecanlı |
YANAŞIK | 1- Ev kızı 2- Evlatlık alınmış, kız çocuğu |
YANBAŞ | Sadık, bağlı, yakın, yanında,yanı başında, vefakar |
YANÇ | (Yanıç) Hilal, yarım ay biçiminde |
YANÇI | At zırhı |
YANÇUK | (Yancık) At zırhı, at örtüsü |
YANDAŞ | Yanında duran, destekleyen, taraftar |
YANDIK | Heybetli, gösterişli, azametli |
YANDU | İnançlı, inanmış, imanlı |
YANGAK | 1- Yanak 2- yanık, sevdalı |
YANGAL | Isı, hararet, ateş, ateşlilik |
YANGIR | Hazin söz, dokunaklı söz, hazin konuşma |
YANI | Cilve, işve, can yakıcılık |
YANIK | Sevdalı, aşık, istekli |
YANIT | 1- Ödül, mükafat 2- Karışık |
YANK | (Yang) Metod, tarz, usul |
YANKU | (Yankı) Aksi seda, eko |
YANKUÇİ | Mübaşir, mahkeme memuru |
YANTIR | Şehla, şehla gözlü |
YANTUK | Gösterişli, azametli |
YANTUT | Bedel, tazminat |
YANUÇ | İnce, zayıf, narin |
YANUK | 1- Esmer tenli, kara 2- Tutkun, aşık, sevdalı |
YANULMAS | Yanılmaz, deneyimli ve bilgili otorite |
YANUT | 1- Yanıt, karşılık 2- Ödül, mükafat |
YAPA | 1- Yaba, yapma, çaba, enerji 2- Bütün, hep, bütünlük 3- Vefa |
YAPAGI | Yapağı |
YAPAN | 1- Yapıcı 2- Yaban, vahşi |
YAPAR | Yapıcı, üretken, olumlu |
YAPARLI | Olumlu, yapıcı |
YAPI | Mamul, yapılmış |
YAPINÇ | (Yapınçak) Yapılmış, mamul, üretilmiş |
YAPRAK | (Yapurgak) Ağaç ve çiçek yaprağı |
YAPSIK | Memnuniyet, neşe, meftunluk |
YAPŞIN | Yapıcı, olumlu, becerikli |
YAPURGAK | (Yaprak) |
YAR | (Yarı) 1- Uçurum, dik bayır 2- Tanzim, tertip, organizasyon |
YARAGU | Yarar, fayda, faydalı, yararlı |
YARAĞ | (Yara, yarag) 1- yarar, fayda, faydalı, yararlı 2- Silah, zırh, kalkan |
YARAŞUK | Uyumlu, ahenkli, barışsever |
YARAŞUR | Uygun, münasip, layık |
YARATGAN | Yaratan, yaratıcı |
YARATU | Yaratma, tertipleme, düzenleme |
YARATUN | Yaratıcı, tertipli, düzenli, örgütlü |
YARATUR | Yaptırır, yaptırımcı, buyurucu, örgütleyici |
YARAY | Usta, ehil, beceri sahibi |
YARAYLI | uygun, münasip, yararlı |
YARÇI | Ortak, şerik, hissedar |
YARDAK | Yardımcı, asistan, muavin, refik |
YARGAN | 1- yararlı, faydalı, güvenilir, yakın 2- Koruyucu, muhafazakar 3- Mahkeme, yüksek mahkeme |
YARGI | Hukuk, hüküm, mahkeme, adalet |
YARGICI | (yarguçu, yagıçı, yargıç) Yargıç hakim, yargı mercii |
YARGIÇ | Yargıcı, hakim |
YARGIÇU | Yargıç |
YARGIN | (yarkın) 1- Gün ışığı 2- Şimşek, çakın 3- Canan, arkadaş, dost 4- Güler yüzlü |
YARGUÇİ | yargıcı, yargıç, hakim |
YARIM | 1- Yapıcı, yaparlı 2- yarış, müsabaka 3- Bölüm, bölünmüş |
YARIP | Yarı, yarım, bölük, bölünmüş |
YARIŞ | 1- Bölüş, bölüm 2- Müsabaka, karşılıklı, ileriye atılma |
YARIZ | Yarıcı, seri, çabuk, hızlı |
YARLIG | 1- Bağışlama, acıma 2- Ferman, buyruk |
YARLIGAÇ | İnayet, yardım, bağış, merhamet |
YARLIGAMAS | Acımasız, acımaz, bağışlamaz |
YARLIGAMIŞ | Bağışlayıcı, merhametli, rahman |
YARLIGAN | Rahman, bağışlayıcı |
YARLIGAR | Bağışlayıcı |
YARLIGASUN | Bağışlayıcı, rahman |
YARLIK | 1- Esirgeme, bağışlama 2- Buyruk, ferman |
YARLUĞ | İrade, istem, buyruk |
YARLUK | Muhtaç, yoksul |
YARLUKA | Bağış, lütuf, koruma |
YARMAKAN | (Yarmayan) Armağan, hediye |
YARP | (yarıp) Durgun, sabit |
YARPAN | (Yarban, yarıban) Sabit, sakin, kendi halinde |
YARŞI | Hissedar, ortak |
YARTIM | 1- Kısım, bölük, fırka 2- yardım, inayet, destek |
YARUK | 1- Işık, ziya, nur 2- Zırh, koruyucu |
YASA | (Yasağ, yasak) Yasa, kanun, nizam, kural, kaide, yasak |
YASAÇU | (Yasacı) 1- Parlamenter, Yasa yapan, yasa koyucu 2- Yasaya bağlı, yasal |
YASAĞ | yasak, yasa |
YASAL | 1- Disiplin, sıra, saf, ordunun yürüyüş düzeni 2- Yasalara uygun, nizami |
YASAN | 1- Tertip, düzen, tasarı, plan 2- İşaret, alamet, karar |
YASAR | (Yasur) yasaya uyan, yasayı uygulayan |
YASATAN | Yasalara saygılı |
YASATUR | birl. Yasa/Tur Yasaya bağlı, yasayı uygulayan |
YASAVUL | Yasayı korumak ve uygulamakla görevli memur. Zabıta, polis |
YASGUÇ | Nikap, gizlilik |
YASUN | (Yisun, İsun) Doğa, tabiat |
YASUT | (yasıt) Onur, şeref, haysiyet |
YASVUL | (Yasavul) 1- Polis, bekçi 2- Mübaşir |
YAŞ | Yaşam, ömür, dirilik, aydınlık, tazelik, ışımak, gelişim, yeşil, yeşillik, gençlik |
YAŞAGU | Ömür, yaşam, canlılık |
YAŞAM | Hayat, ömür, dirlik |
YAŞAR | Ömür, yaşam, hayatta kalış. |
YAŞIL | 1- Yeşil renk mec.Tazelik, gençlik, zindelik 2- Yeşillik, çimenlik |
YAŞIN | 1- Gizlilik, gizem 2- Şimşek, çakın |
YAŞIT | 1- Genç, körpe, taze 2- Eş, denk, eşit |
YAŞLAK | Giz, sır, esrar, gizli kalması gereken |
YAŞRU | Giz, gizlilik, gizem |
YAŞUK | 1- Işık, ışın, şua 2- Aşkın, aşık, aşmış |
YAŞURGAN | Ketum, sıkı ağızlı, sır vermez |
YATAĞAN | (yatağan, yatakan) 1- Kama türünde, iki tarafı da kesen bir bıçak 2- Tembel, miskin 3-Borcunu ödemeyen, üstüne yatan (Uygurlarda) |
YATI | Yatık, meleke, beceri, el yatkınlığı |
YATKIN | Yatık, yatan, uygun, uygunluk |
YATMAN | Muti, efendi, uyumlu, itaatkar |
YATUK | 1- Yatkın, becerili, meleke sahibi 2- Tembel, ağır kanlı |
YAVÇIN | (Yatçın) Konuk, yatıya gelen konuk |
YAVGA | Soy, sop, nesil |
YAVNIK | Sevinç, neşe |
YAVRİ | Zayıf, güçten düşmüş |
YAVRU | Zayıf, bakıma muhtaç, ilgi ve bakım bekleyen |
YAVUK | Yakın, yakında duran, yakınlık duyulan, sevgili |
YAVUZ | (Yağız) Kara. Mec. Sert, şiddetli, dehşetli, gözü kara, yaman |
YAY | 1- Yaz mevsimi 2- Silah, ok atmaya yarayan, gergin ip, gerginlik |
YAYAK | yaya, piyade |
YAYGARU | Bahar, ilkbahar, yaza doğru giden zaman |
YAYGIN | Yayık, yayılmış |
YAYGIR | (Yaykır) Uzay, sema, yıldızlar alemi |
YAYIK | 1- Yaygın, geniş, genişlemiş 2- Tufan, deprem 3- Altay destanlarında adı geçen, kutlu ruh. Bayülken’in oğullarından |
YAYIN | Serap, feyezan |
YAYKIRU | Sema, feza, uzay |
YAYLA | Yaz yeri, yazlık. Bahar, yaz aylarını geçirmek için çıkılan, yüksek dağlık bölge |
YAYLAERİ | birl. Yayla/Eri Yaylada yada yaylaya çıkarken doğan çocuklar için kullanılan adlardan |
YAYLAK | Yayla, yazlık, sayfiye |
YAYLIM | Yayılım, yayılma yeri, otlak, mera |
YAYMUT | birl. Yay/Mut Yaz sevinci |
YAYUÇI | Yayıcı, dağıtıcı, haber yollayan |
YAYUK | 1- Yayvan, yayık, uçsuz bucaksız, geniş 2- Deprem, yer sarsıntısı |
YAZAL | Takı, süs, ziynet, mücevher |
YAZDIÇ | Anıt, kitabe |
YAZGAN | Yazan, yazıcı, yazgıyı tayin eden Eski dönem Tanrı ad ve sıfatlarından |
YAZGI | 1- Yazı, kader, mukadderat, alın yazısı 2- Tanrısal, ilahi |
YAZGULU | Talihli, bahtı açık |
YAZIÇU | Yazıcı, katip |
YAZIM | Yazgı, mukadderat |
YAZIN | 1- Yaz vakti, bahar vakti 2- Kader, alın yazısı |
YAZINÇ | Kader, alın yazısı, yazgı |
YAZIR | 1- Çok ülkeler gezmiş, görmüş 2- Çok ülke fethetmiş, fatih 3- yazar, yazıcı, katip |
YEDEN | 1- Yedeği olan, yedeğine alan, tedbirli 2- Yetkin, yeterli, usta |
YEĞ | (Yek, yeke) 1- Yüksek, ala, eftal, iyi, daha iyi 2- Soylu, asil, seçkin, güzide, mümtaz |
YEĞEN | 1- Yeğ, üstün tutulan, yeğin, yeğlenmiş 2- Kardeş çocuğu (Babası ya da anası ölmüş, ya da uzakta olup da yakın akrabaları tarafından yetiştirilen çocuklar için kullanılan adlardan) 3- Güveyi, damat. |
YEĞİN | 1- Üstün, faik 2- Bereketli 3- Çok güçlü, hızlı, şiddetli |
YEĞİNEK | 1- Yığınak, küme 2- Üstün, faik, daha iyice |
YEĞNİ | 1- hafif 2- Alçak gönüllü, mütevazı |
YEĞREK | (Yekrek) Etfal, evla, iyi, üstün |
YEKREK | Evla, iyi, üstün, daha iyi |
YEKSEK | Tedbirli, ihtiyatkar |
YEKÜL | (Yeğül) Yeğni, faik, üstün, muzaffer |
YEL | Rüzgar, esi |
YELÇİ | Yel gibi, hızlı |
YELEÇ | Havadar, yel alan |
YELEGEN | Hızlı, süratli, yel gibi |
YELEĞİN | Yel alan yer, rüzgarlı yer |
YELEK | 1- yel gibi, hızlı 2- Okun arkasına takılan tüy, denge tüyü 3- Kolsuz ve yakasız üst giyeceği |
YELEKİN | (Yeleğin) Rüzgarlı, yel esen yer, yel alan yer |
YELEN | 1- Arzu, istek, dilek 2- Fırtına |
YELES | Yel esintisi, havadar, rüzgarlı |
YELESER | birl. Yel/Eser Esintili, havadar, yel esen.. |
YELESEY | birl. Yel/Esey Yel esintisi |
YELİM | Hareket, eylem, devinim |
YELİN | 1- Yel uğrağı, yel alan yer 2- Yel değişi, yel teması |
YELİS | Havalı, havadar, rüzgarlı |
YELİZ | birl. Yel/İz Havadar, rüzgarlı, havalı |
YELKİM | Havadar, havası güzel yer |
YELKİN | 1- Konuk 2- Hızlı, yol gibi |
YELME | Öncü, yol gösteren, mihmandar |
YEN | 1- Yenmek, alt etmek 2- Deri 3- Yeni, yenilik, orijinal |
YENCİLEK | Hafif, yeğin, narin, ince |
YENDÜN | Tercih, seçim, referans |
YENGİ | 1- Yeni, orijinal 2- Zafer, utku |
YENİN | Galip, muzaffer, utkan |
YENİŞ | Galebe, galibiyet, utku |
YENTÜR | Kalender |
YENÜL | Mütevazı, alçak gönüllü |
YEPREM | Aktif, faal, becerikli, çalışkan |
YERÇİ | Başkan, yol gösteren, mürşit. |
YERÇİLİG | İzci, takipçi |
YERGİN | Mahzun, hüzünlü, bitkin, yere bakan, boynu bükük |
YERİNÜR | Durağan, üşengeç, müşkülpesent |
YERÜNMES | Hamarat, çalışkan, vurdumduymaz |
YESUGA | (Yesuge, yasagay) Yasa, yasak, yasaya bağlı, yasadan yana |
YESUKEN | (Yasuga, yasag, yasa) Yasa, yasak, yasalı, yasaya bağlı |
YEŞİL | (Yaşil) 1- Tazelik, taze, körpe 2- Çimen, çimenlik |
YEŞİM | Eski dönemlerde, Türklerce kutsanmış, değerli taş |
YET | (yeti, yete) Kudret, kuvvet, güç, yeterlilik, yetenek, beceri, maharet |
YETEK | Gaye, emel |
YETEN | Yeterli, yetkin, usta |
YETER | Yeterli, yetkin, uzman, usta |
YETGİN | (Yetkin) Çok çocuklu ailelerin, doğan çocuklarının sonuncu olması dileği ile verilen adlardan |
YETİ | 1- yetenek, kabiliyet 2- Yetkin, kamil, olgun, becerikli, mükemmel. 2- Etki, etkileyici 3- Yitik, kayıp, harcanmış, zayi olmuş |
YETİŞGİN | (yetişkin) Yetişmiş, olgun, kamil, mükemmel, yetenekli |
YETİZ | Hazır, amade, yeterli, olgunluğa ermiş |
YETKİ | Sorumluluk, maharet, iş bitirme gücü |
YETKİN | 1- yetişkin, ehil, uzman, yeterli 2- Etkileyici, çekici, mükemmel |
YETMEN | Olgun, gelişkin, uzman, yeterli, yetenekli |
YEYGÜ | Armağan, bahşiş, ihsan |
YEYİN | Galip, kavi, üstte olan |
YEYNİ | Ehven, iyi |
YEYREK | Makbul, kabul gören, beğeni toplayan |
YEYTEM | Eski, kadim |
YIBAR | 1- Koku, parfüm 2- Kokulu mum |
YIĞ | Yığılı, toplu, birikim |
YIĞAÇ | 1- Ağaç 2- Erkeklik organı 3-Yığıcı, toplayıcı |
YIĞAN | (Yıkan) 1- Yığıcı 2- Yıkıcı |
YIĞIN | Birikim, kitle, yığılı olma hali, yığılmış, istifli |
YIĞINAK | Toplum, kitle |
YIĞINCA | Genel, teamül, sosyal kural, toplumun benimseyip uyguladığı kurallar |
YIĞLINÇ | (Yığlınçı) İffetli, edepli, namuslu |
YIĞNAK | Yığın, yığınak, toplum, cemaat |
YIĞRIK | Mahçup, utangaç |
YIKIN | (yığın) Afet, yıkım , zarar |
YIKINÇ | Yıkmış, yıkıcı |
YIKMIŞ | Yıkıcı, devirici, güçlü |
YILDIKU | Yıldız, yıldız kümesi |
YILDIR | Yıldırıcı, ürkütücü, heybetli, dehşetli, şiddetli, gözü kara, korkusuz |
YILDIRAN | Ürkütücü, korkutucu, heybetli, gösterişli |
YILDIRGAN | Yıldıran, ürküten, korkutan, şaşalı, gösterişli |
YILDIRIM | (Yaldırım) 1- Berk, yüksek voltajlı elektrik 2- Göz kamaştırıcı, ışık, aşırı parlaklık |
YILDIZ | Yaldız, parlak ışık, parlayan, ışıyan |
YILDURU | Berrak, net, temiz, billur |
YILGI | Yılma, dehşet, ürküntü |
YILGIN | Yılmış, ürkek, bezgin |
YILIĞ | Yılgın, yılmış, yılık |
YILKI | 1- At, at yavrusu 2- At sürüsü |
YILMA | 1- Yılmaz, azimli, dayanıklı, cesur, korkusuz 2- Dik yokuş, dağ yamacı |
YILMASIN | Yılmaz, korkusuz |
YILMAZ | Gözü pek, korkusuz, batur, dayanıklı, azimli |
YIRAGU | Yırcı, çalgıcı, enstrüman çalan, müzisyen |
YIRAK | Irak, uzak, mesafeli |
YIRI | Sol, sol taraf, tek taraf, tek taraflı |
YIRIM | 1- Solak 2- Yarım 3- yurt, toprak |
YIŞ | (Yaş, yaşıl) Orman, yeşillik içindeki bölge |
YIŞIK | 1- Tulga, demir örgülü tulga 2- ışık |
YİBEK | Ateşli, hararetli, heyecanlı |
YİGE | Dayanıklı, kavi, metin |
YİĞENEK | 1- Toplum, kitle, cemaat 2- Yeğen, yeğencik |
YİĞİN | Daha iyi, sıkı, dayanıklı, üstün, tercih edilir |
YİĞİT | 1- Yeğ, yiğ, iyi, daha iyi, sıkı, sağlam, güçlü, batur, cesur 2- Delikanlı, cıvan, genç 3- Koca, eş |
YİLUN | (Yulun) İri, heybetli, gösterişli, cesim |
YİNÇKE | İnce, zarif, narin |
YİNÇKELÜ | Nazik, anlayışlı, kibar |
YİNÇÜ | 1- İnce, zarif 2- İnci |
YİNDEK | Daimi, ebedi, sürekli, kalıcı |
YİR | Yer, toprak, arazi, arz, yeryüzü, dünya |
YİRÇİ | Kılavuz, izci, rehber, yer bilen, yer bildiren |
YİRDEŞ | Yurttaş, hemşehri, aynı toprağı paylaşan |
YİRDİNÇÜ | (Yirtinçü) Evren, kainat |
YİRGA | Mesut, mutlu, mutluluk dolu |
YİRTİNÇÜ | Evren, kainat |
YİSUN | (yasun, yosun) Doğa, tabiat, yeşillik |
YİTER | Varis, mirasyedi |
YİTİK | 1- Yetik, olgun 2- Keskin 3- Kayıp |
YİTİRMİŞ | Yitik, kayıp, kaybetmiş, yoksul |
YİTÜT | Meziyet, maharet, beceri |
YİZEK | Askeri kılavuz, öncü |
YOĞANAK | Yığınak, kütle |
YOĞÇI | Yuğcu, yuğ yapan, yokluk çeken, yas tutan, yasçı |
YOĞUN | Kalın, gür, iri, sık, sıkı, cüsseli, fazla, fazlalaşmış, katılaşmış |
YOKUŞ | Yukarı, yukarı doğru çıkan, dik yol, bayır |
YOL | Üzerinden gidilen…mec. 1- Kut, mut, baht, yazgı, kader 2- Örf, adet, töre, gelenek. teamül, ilke, tarz, gidişat |
YOLA | 1- Örf, adet, usul, erkan 2- Meşale, kandil |
YOLAÇ | Yol gösterici, mihmandar, rehber, önder, öncü |
YOLAÇAN | birl. Yol/Açan Önder, öncü |
YOLAK | birl. Yol/ak 1- Dürüst, namuslu, temiz 2- Çığır, yenilik, gidişat 3-Kısa yol, kestirme yol |
YOLALDI | birl. Yol/Aldı 1- İlerleme kaydeden, gelişen, uzman, profesyonel 2- Terbiyeli, yola gelmiş, geleneklerine bağlı |
YOLBAK | (Yolbaka, yolbakan) Konuksever, misafirperver |
YOLBİLİR | birl. Yol/Bilir Görgülü, bilgili, usul erkan sahibi |
YOLÇU | 1- Önder, başkan, şef, lider 2- Peygamber, nebi 3- Gelenekçi, muhafazakar 4- Yolcu, yola çıkmış, yolunda giden |
YOLDAM | 1- Uysal, yola gelen, yolunda giden 2- Usul, metot, tarz |
YOLDAŞ | Aynı yolun yolcusu, aynı yolu paylaşan, aynı yola gönül vermiş, aynı yola baş koymuş,aynı, töre ya da prensipler üzerinde, fikir ve gönül birliği eden, çok yakınlaşmış dost, dava arkadaşı |
YOLERİ | birl. Yol/Eri 1- Töreye bağlı, edep erkan sahibi, bilgili, deneyimli |
YOLKULU | birl. Yol/Kulu mec. Töreye ve kurallara bağlı |
YOLLUK | (Yolluğ) 1- Kutlu, mübarek 2- Olgun, ergin 3- Halas bulmuş, huzura kavuşmuş, mesut,bahtiyar |
YOLOĞLU | birl. Yol/Oğlu 1- Fedai, serdengeçti 2- Adak, adanmış, kurban 3- Bağlı, kendini töreye bağlamış |
YOLUM | Usul, kaide, prensip |
YONAT | Tam, eksiksiz, kusursuz |
YONCA | Sulu yerlerde yetişen bir bitki türü |
YORÇU | 1- Askeri kılavuz, öncü, yol gösteren 2- Yorumcu, yorumlayan, eleştirmen |
YORDAM | 1- Alışkanlık, eğilim, usul, meleke, beceri 2- Jest, eda, işve, naz |
YORGA | (Yurga) Rahvan giden at |
YORNUK | İstirahat, istirahatgah, dinlenme yeri |
YOVAŞ | (Yavaş) Çelebi, efendi, ağırbaşlı, halim |
YÖNDEM | (Yöntem) Usul, tarz, teamül, töreye uygun biçimde olan |
YÖNET | 1- Biçim, tarz, yöntem 2- uygun, uyumlu, uysal, geçimli |
YÖNTEM | (Yöndem) |
YÖNTEN | Uslup, tarz, biçim |
YÖRGENÇ | Dağ dönemeci, dağ yolu |
YÖRTEM | Usul, biçim, tarz |
YÖYEN | Mevsim, sezon |
YUĞAK | Bir su kuşu |
YUĞKA | İnce |
YUĞRUŞ | (Yukruş, Yukruç) Eskiden, halktan biri olmasına rağmen, gösterdiği performans ve yararlılıklardan sonra, bey mertebesinde değerlendirilerek, devletin üst düzey kademelerinde görev alan kişi. |
YULA | 1- Su kaynağı, yerden fışkıran su, göze 2- Işıldak, ışık veren, meşale, kandil |
YULU | Adalet |
YULUĞBİRİM | birl. Yuluğ/Birim. Uygurlar döneminde alınan mahsul vergisi |
YULUK | 1- Traşlı, matruş, bakımlı 2- Yağmacı |
YULUM | 1- Fedakar, yardımsever 2- Yolcu, yoluna bağlı, töresine bağlı |
YULUN | Yolcu, yola giden |
YULYU | (Yulu, yuluk, Yulug) 1- Yardımcı, yardımsever, fedakar, adil 2- haraç, cizye, vergi 3- traş,traşlı, bakımlı 4- Yağma, yağmacı |
YUM | Mutluluk, neşe, ferahlık, rahatlık |
YUMLU | Mutlu, kutlu, mübarek, huzurlu |
YUMRU | 1- Yumulu, yumuk, yumruk 2- İri, heybetli, gösterişli |
YUMUK | Gül, goncagül |
YUMUŞ | (Yumuç) 1- Söz, öğüt, nasihat 2- Emir, ferman, buyruk 3- Müjde, müjdeli haber 4- Yumuk,yumulmuş, yumruk |
YUMUTGAN | Yapıcı, birleştirici, pozitif kişilik |
YUNAK | Üzerinde çamaşır dövülen ve yıkanan, büyük taş parçası |
YUNMUŞ | Yıkanmış, temiz, titiz, arık |
YUNT | 1- Çadır, oba, ev, yurt, vatan 2- Terbiyesi tamamlanmamış, yarı yabani at 3- Uygarlık,medeniyet |
YURÇI | 1- Becerikli, mahir 2- Yirçi, yer gösteren, rehber |
YURGA | Rahvan giden at. |
YURT | 1- Vatan, kutsanmış toprak 2- Kaynak, asıl, kök 3- Uygarlık, medeniyet 4- Çadır, oba, ev |
YURTLAK | Yurt, vatan, sonradan yurt edinilmiş yer, yurtlaştırılmış yer. |
YUTLUK | Kayıp, zarar |
YUTUM | Yudum, damla, tike, parça |
YUVANÇ | Teselli |
YÜCE | Yüksek, ulu, alicenap, haşmetli |
YÜCEL | Yücelik, ululuk, haşmet. |
YÜĞNEK | Alçak gönüllü, mütevazı. |
YÜĞNÜK | Salih, temiz |
YÜĞRÜK | Yürük. |
YÜĞÜNT | Selam |
YÜKNÜ | Secde, secdede olan |
YÜKSEL | Yükseklik, ululuk, büyüklük |
YÜKSELEN | Ulu, kişi. |
YÜKSELİŞ | Büyüklük, ululuk, ikbal |
YÜKÜN | Baş eğme, saygı duruşu, tazim. |
YÜKÜNÇ | Eğilme, reverans |
YÜKÜNGEN | Eğilen, reverans yapan, saygılı |
YÜKÜNTÜR | Baş eğdirir, diz çöktürür. |
YÜKÜNÜK | Eğilme, reverans |
YÜKÜNÜR | İbadet eden |
YÜLEK | Okun arkasındaki, denge tüyü. |
YÜNKÜL | Hafif, narin |
YÜRE | Daire, helezon, çember |
YÜREĞİR | Yürekli, cesur |
YÜREKLİ | Cesur, korkusuz. |
YÜRİK | Yaşam, hayat,, ömür, geçim. |
YÜRÜM | Yaşam, hayat, ömür |
YÜZAK | birl. Yüz/Ak Masum, günahsız. |
YÜZAKI | birl. Yüz/Akı Masumiyet, temizlik, namus, namusluluk, başarı, beceri |
YÜZLÜG | (Yüzlüg, yüzlük) Soylu, dürüst, namuslu. |